Nisâ Sûresi 97. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ  ...

Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ
3 تَوَفَّاهُمُ canlarını alırken و ف ي
4 الْمَلَائِكَةُ melekler م ل ك
5 ظَالِمِي yazık eden kimselere ظ ل م
6 أَنْفُسِهِمْ nefislerine ن ف س
7 قَالُوا dediler ق و ل
8 فِيمَ ne işte
9 كُنْتُمْ idiniz ك و ن
10 قَالُوا dediler ق و ل
11 كُنَّا ك و ن
12 مُسْتَضْعَفِينَ biz aciz düşürülmüştük ض ع ف
13 فِي
14 الْأَرْضِ yer yüzünde ا ر ض
15 قَالُوا (Melekler) dediler ki ق و ل
16 أَلَمْ
17 تَكُنْ değil miydi? ك و ن
18 أَرْضُ yeri ا ر ض
19 اللَّهِ Allah’ın
20 وَاسِعَةً geniş و س ع
21 فَتُهَاجِرُوا göç edeydiniz ه ج ر
22 فِيهَا onda
23 فَأُولَٰئِكَ işte onların
24 مَأْوَاهُمْ durağı ا و ي
25 جَهَنَّمُ cehennemdir
26 وَسَاءَتْ ve ne kötü س و ا
27 مَصِيرًا bir gidiş yeridir ص ي ر
 

Zararlı olan geri kalanlardan önemli bir kısmın durumuna bakalım O kimseler ki, kendilerine zulmederlerken melekler dünyada canlarını alacak veya ahirette kendilerini yakalayıp mahşere süreceklerdir, kuşkusuz melekler onlara siz ne durumda idiniz, dininizle ilgili ne iş yapıyordunuz? diye azarlayıp soracaklar. Onlar da, "biz bu yeryüzünde, şu bulunduğumuz yerde zayıf sayılmış kimseler idik" diyecekler, yani başkalarının ezici gücü ve mağlubiyet altında acizlik ve güçsüzlüğümüzden dolayı bir şey yapamıyorduk, zayıf sayılıyorduk diye özür beyan edecekler. Melekler de bunlara "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi. -Mesela, Medine'ye Habeşistan'a göç edip kendilerini kurtaranlar gibi- yeryüzünde başka bir tarafa göç etseydiniz ya!" diyecekler ve mazeretlerini kabul etmeyeceklerdir. İşte böyle bulundukları yerde görevlerini yerine getirmelerine engel olan bir zulüm ve hakimiyet altından çıkmak ve az çok uygun bir tarafa gidebilmek gücünü olsun taşıdıkları ve dolayısıyla tam anlamıyla aciz ve zayıflardan olmadıkları halde, kendilerini tamamen aciz sayıp yerlerinden kımıldamayanlar, bu şekilde yapabilecekleri görevlerini terketmiş, küfür ve zulme yardımcı olmuş olacaklarından bunların varacakları yer cehennemdir. Ve bu gidiş ne fena bir gidiştir veya o cehennem ne fena yerdir.

Bu âyet Mekke'de müslüman olmuş ve hicret farz kılındığı sırada hicret etmemiş olan bazı kişiler hakkında inmiştir. Demek ki, hicret vacip iken kafirlerin suyunca gidip oturmak doğrudan doğruya küfür değil ise de her halde bir günah ve nefse bir zulümdür. Tefsircilerin açıklamasına göre bu âyet bir yerde dinini yaşama imkanı bulamayan bir adamın oradan göç etmesi gerektiğini göstermektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bir hadisinde sahih olarak şöyle gelmiştir: "Her kim dini uğruna bir yerden kaçarsa, gittiği bir karış yer de olsa cennete girmeye hak kazanır. Babası İbrahim'in ve peygamberi Muhammed'in yoldaşı olur." Rivayet olunduğuna göre, bu âyet inince Rasûlullah (s.a.v.) bunu Mekke müslümanlarına göndermiş, Cündüb b. Damre (r.a.) de oğullarına: "Beni bir şeye yükleyiniz. Çünkü ben ne güçsüzlerden, ne de yolu bilmeyenlerdenim. Allah'a yemin olsun, bu gece Mekke'de yatmam." demişti. Oğulları bunu bir sedyeye koyup Medine'ye gitmek üzere taşıdılar. Çok yaşlı bir zat idi, yolda vefat etti.

Demek oluyor ki, gerektiğinde hicret de bir tür cihaddır. Kâfirlerin zulmü altında ezilip kalmak ve hak dinin yayılmasına hizmet edememek, neticede çok kötü bir başkalaşıma neden olabileceğinden az çok gücü varken bundan kaçınmamak nefse bir zulümdür. ( Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  تَوَفّٰيهُمُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

تَوَفّٰيهُمُ  mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

ظَالِم۪ٓي  mef’ûlun zamirinden haldir.  ظَالِم۪ٓي  kelimesinin sonundaki  نَ  izafetten dolayı hazfedilmiştir.  اَنْفُسِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal ‘nasıl’ sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و  (vav-ı haliye), ya zamir veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْ  cümlesi  قد  harfi takdiriyle  الْمَلٰٓئِكَةُ’nun hali olarak mahallen mansubtur.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  ف۪يمَ كُنْتُمْ ’dur.  مَ  istifham isminin elifi, ism-i mevsûl olmadığı anlaşılsın diye hazf edilmiştir.  ف۪ي  harf-i ceriyle birlikte  كُنْتُمْ ’un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  كَانَ ’nin ismi,  تُمْ  muttasıl zamiridir.

تَوَفّٰيهُمُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.  كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi  نَا  mütekellim zamiridir.  مُسْتَضْعَف۪ينَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberidir. Nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru habere müteallıktır.

مُسْتَضْعَف۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl  babının ism-i mef’ûludur.

İsm-i mef’ûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. Türkçedeki edilgen sıfat-fiil karşılığıdır. Nasıl ism-i fail malum muzari fiil gibi kullanılıyorsa, ism-i mef’ûl de mazi meçhul gibi tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ’dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Hemze istifham harfidir.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  تَكُنْ  nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.

اَرْضُ  kelimesi  تَكُنْ’un ismi olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  وَاسِعَةً  ise  تَكُنْ’un haberi olup lafzen mansubtur.

فَ  fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri,  أليس ثمة اتساع في الأرض فهجرة منكم  (Sizden bir hicret için yeryüzünde yeterince genişlik yok mu?) şeklindedir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 

1- Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 

2- Atıf olan  اَوْ ’den sonra, 

3- Lam-ı cuhuddan sonra, 

4- Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren  لِ) sonra, 

5- Vâvu’l-maiyye (وَ)’den sonra, 

6- Sebep  فَ ’sinden sonra. Burada sebep  فَ ’sinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُهَاجِرُوا  fiili  نَ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  تُهَاجِرُوا  fiiline müteallıktır.

تُهَاجِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  هجر’dur. Mufaale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. 


فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ


Cümle  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  فَ  zaiddir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberidir.  مَأْوٰيهُمْ  ikinci mübtedadır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  جَهَنَّمُ  haberdir.  


وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  سَٓاءَتْ  zem anlamı  taşıyan camid fildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

سَٓاءَتْ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri  جهنم ’dir.  مَص۪يرًا  temyiz olup fetha ile mansubtur. 

سَاءَ  zem fiilidir. Bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

2. سَاءَ ’nin temyiz alması

3. سَاءَ  fiilinin  مَا  harfi ile gelmesi. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen ilk cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Müphem yapısı gereği tevcih anlamı ihtiva eden mevsûlün sılası  تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fasılla gelen  قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْ  cümlesi  قد  takdiriyle haldir. Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Meleklerin sözü olan mekûlu’l-kavl  ف۪يمَ كُنْتُمْ  ise istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek soru kastı taşımayıp kınama ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayetin sonundaki  فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. 

[Nefislerine zulmedenler] ibaresiyle savaştan kaçanlar kastedilmiştir. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ  [ Melekler onları öldürdü.]  Burada meleklerden maksat ölüm meleğidir. Çoğul sıygası, müfred manada kullanılmıştır. Meleğin şa­nının yüceliğini ve büyüklüğünü ifade etmek için çoğul sıygası getirilmiş­tir. (Safvetü’t Tefasir) 

Burada ism-i mevsûl cins manasında elif lam ile marifelik kuvvetindedir. Altı çizilen nokta, bir kişi veya grup değildir. Kendine zulmederek ölen cinsi ifade eder. Sıla cümlesinde bu hükmün illetinin  فَأُولَئِكَ مَأْواهم جَهَنَّمُ  olduğuna işaret edilmiştir. Yani kendilerine zulmettikleri için bu hüküm verilmiştir demektir. (Âşûr)

الْمَلٰٓئِكَةُ  kelimesi cemidir. Bununla melek cinsi kastedilmiştir. (Âşûr)

قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ  cümlesinin  تَوَفّٰيهُمُ  cümlesinden bedel-i iştimâl olması muhtemeldir. (Âşûr)

Hakk Teâlâ’nın,  ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  [Öz nefislerinin zalimleri olarak...] sözü hakkında da şu iki mesele vardır:

Birinci Mesele: Bu ifade hal olduğu için nasb mahallinde olup mana “Onlar nefislerine zulüm edenlerken melekler onların canlarını alırlar.” şeklinde olur. Bu kelime, her ne kadar marife bir kelimeye muzâf olsa dahi hakikatte (marife) değil, nekredir. Çünkü mana, izafet olmaması haline göredir. Buna göre sanki طَالِمِينَ اَنْفُسَهُمْ denilmek istenmiştir. Ancak ne var ki Araplar bu gibi durumlarda bir kolaylık olsun diye nun harfini hazfederler. İsm-i fail, onunla ister hal isterse istikbal manası murad edilsin, her ne kadar lafız bakımından muzâf olsa bile mana bakımından bazen ayrı olabilir, ayrı düşünülebilir (izafet manası olmayabilir). Bu, Cenab-ı Hakk’ın  هَذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَا  [Bu, bize yağmur verici bir buluttur. (Ahkaf Suresi, 24)], هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ  [Kâbe’ye ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere… (Maide Suresi, 95)],  ثَانِىَ عِطْفِهِ  [Yanını eğip bükerek… (Hac Suresi, 9)] tabirleri gibidir. Buralardaki bütün izafetler lafzîdir, manevî değildir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ


Müstenefe olan cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

“Biz yeryüzünde zayıf, çaresiz kimselerdik.” şeklindeki istînâf cümlesi, meleklerin sualinin hikâye edilmesinden çıkan bir gizli sorunun cevabıdır. Sanki “Onlar, bu sualin cevabı olarak ne dediler?” diye sorulmuş ve cevabında da böyle denmiştir. Yani onlar, kusurlarını sarih olarak ikrar etmekten kaçındılar ve kendi asılsız iddialarına göre buna mecbur olduklarını ileri sürerek dediler ki: “Biz Mekke topraklarında Mekkeliler arasında dinimizin icaplarını yerine getirmekten aciz idik.” (Ebüssuûd)


قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ

 

Meleklerin cevabı olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlenin mekulü’l kavli  ise istifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Menfi muzari  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ifade eder.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek soru kastı taşımayıp kınama ve takrir manasında olduğu için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Âşûr) 

اَرْضُ اللّٰهِ  izafeti muzâfın şanı içindir.


فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يراًۙ

 

اِنَّ ’nin  haberi olarak gelen cümledeki  فَ  zaiddir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir amacına matuftur. İşaret isminin haberi isim cümlesi formunda gelmiştir. 

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ  sözündeki  فَ  meleklerin onları azarlayıp tehdit ettiği kişileri tefrî’ içindir. (Âşûr)

Burada ism-i işaretten sonra anılan hükümden, daha önce zikredilen nitelikler nedeniyle özgür oldukları konusunda uyarmak için ism-i işaret getirilmiştir. Çünkü şirk fitnesinden yurdunu terk ederek kurtulabilmeye kadirdiler. (Âşûr)

وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ  istînâfiyye veya hal cümlesidir. Gayr-ı  talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nakıs  fiil  سَٓاءَتْ ’in mahsusu, mahzuftur. Takdiri, جَهَنَّمُۜ’dir.  Temyiz olan  مَص۪يرًاۙ  dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

Cehennemin sığınılacak yer olması ifadesinde istiare vardır. Alay içindir. Sığınılacak yer insanın sıkıntılardan kaçarak kurtulduğu yerdir. Kaçacak hiçbir yeri olmayan azabı haketmiş kişiler, adeta kurtuluş yeri olarak cehenneme giderler. 

أوٰي  kelimesi lügatta “başkasına eklendi, katıldı”, demektir. Bir kişiye acımayı ve bağrına basmayı ifade eder. İf’al babından geldiğinde “Himaye etti, sığındırdı” manasındadır. [Onların barınacakları yer cehennemdir.] cümlesi kelimenin bu anlamlarıyla düşünüldüğünde; istiare-i tehekkümiyedir. Onlar dünyada cihaddan geri kalmış, kâfirlerin içinde sığınmacı gibi yaşamışlardı. Allah Teâlâ da onların tavrına uygun bir ceza olarak cehennemi onlara sığınak kıldı. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’ân)

الْاَرْضِۜ - قَالُٓوا  kelimelerinin tekrarında reddül’-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

كُنْتُمْۜ - كُنَّا - تَكُنْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül’-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.