لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا | olmaz |
|
2 | يَسْتَوِي | eşit |
|
3 | الْقَاعِدُونَ | yerlerinde oturanlar |
|
4 | مِنَ |
|
|
5 | الْمُؤْمِنِينَ | inananlardan |
|
6 | غَيْرُ | dışında |
|
7 | أُولِي | sahipleri |
|
8 | الضَّرَرِ | özür |
|
9 | وَالْمُجَاهِدُونَ | ve cihad edenler |
|
10 | فِي |
|
|
11 | سَبِيلِ | yolunda |
|
12 | اللَّهِ | Allah |
|
13 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallariyle |
|
14 | وَأَنْفُسِهِمْ | canlariyle |
|
15 | فَضَّلَ | üstün kılmıştır |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | الْمُجَاهِدِينَ | cihadedenleri |
|
18 | بِأَمْوَالِهِمْ | mallariyle |
|
19 | وَأَنْفُسِهِمْ | canlariyle |
|
20 | عَلَى |
|
|
21 | الْقَاعِدِينَ | oturanlardan |
|
22 | دَرَجَةً | derece bakımından |
|
23 | وَكُلًّا | ve hepsine |
|
24 | وَعَدَ | va’detmiştir |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | الْحُسْنَىٰ | güzellik |
|
27 | وَفَضَّلَ | ve üstün kılmıştır |
|
28 | اللَّهُ | Allah |
|
29 | الْمُجَاهِدِينَ | mücahidleri |
|
30 | عَلَى |
|
|
31 | الْقَاعِدِينَ | oturanlardan |
|
32 | أَجْرًا | ecirle |
|
33 | عَظِيمًا | çok daha büyük |
|
https://Kur’ân.diyanet.gov.tr/tefsir/Nisâ-suresi/588/95-ayet-tefsiri
Buradan itibaren 100. âyete kadar Allah Teâlâ kullarını, cihad etme ve dini koruma vazifesine riayet bakımından şu gruplara ayırmıştır:
a) Dinini öğrenip yaşayabileceği bir mekâna göçen, burada oturan ve gerektiğinde malı ve canıyla cihad ederek maddî ve mânevî değerlerini koruyan müminler. Bunlar diğer müminlerden derece (rütbe, şeref, mükâfat) bakımından üstündürler. Allah onları, kendisine yakınlık dereceleri, günahlarını örtme ve rahmetine mazhar kılma yoluyla ödüllendirecektir.
b) Topyekün savaş ve seferberlik durumu bulunmadığı için malları veya canlarıyla savaşa katılmayıp işleri güçleriyle meşgul olan müminler. Bunlar da ibadetleri ve diğer iyi işleri sebebiyle ecir alırlar, cennete girerler, fakat cihad sevabından ve mücahidlere mahsus şeref, mağfiret ve rahmetten mahrum kalırlar.
c) Savaşa çağrıldıkları ve mazeretleri de bulunmadığı halde katılmayanlar. Burada açıkça zikredilmemiş olmakla beraber bunu yapanların hoş görülmeyeceği ve cezalandırılacakları hem âyetin dolaylı anlamından hem de başka âyetlerden anlaşılmaktadır (bk. Tevbe 9/118-120; Fetih 48/16-17).
d) İslâm’ın rahatça öğrenilip uygulanabileceği bir ülkeye göç etme imkânları bulunduğu halde yeterli olmayan mazeretlere dayanarak dinî hayatları için tehlike teşkil eden çevrede yaşamaya devam edenler. Bunların cehennem ile cezalandırılacakları bildirilmektedir.
e) Gerçek mazeretleri bulunduğu, çaresizlik içinde oldukları için müslümanların arasına, din ve vicdan hürriyetinin bulunduğu ülkelere göç edemeyen müminler. Allah bunlara da af ve mağfiret ümidi vermekle beraber, imkân bulduklarında hicret etmelerini teşvik etmekte, yeryüzünde hürriyet içinde yaşayabilecekleri yerlerin bulunduğunu bildirmektedir.
f) Hicret yolunda ölenler. Bunlar da niyetlerine göre ödüllendirilecek, Allah tarafından muhacir muamelesine tâbi tutulacaklardır.
“Özür sahibi olanlar”dan maksat, özellikle âmâ olanlar, genel olarak da savaşa katılmayı engelleyecek bir vücut ârızası bulunanlardır. Hz. Peygamber’in Kur’an-ı Kerîm’i yazdırdığı vahiy kâtiplerinden biri olan Zeyd b. Sâbit, bu kayıtla ilgili olarak şu önemli açıklamayı yapmıştır: Resûlullah cihad edenlerle oturanların eşit olmadıklarını bildiren âyeti bana yazdırırken gözleri görmeyen Abdullah İbn Ümmü Mektûm çıkageldi ve “Ey Allah’ın resulü! Yemin ederim ki, eğer görseydim ben de cihada katılırdım” dedi. Bunun üzerine Resûlullah’ın dizi benim dizimin üzerinde iken vahiy gelmeye başladı, bacağıma öylesine bir ağırlık çöktü ki uyluk kemiğim kırılacak sandım. Sonra Resûlullah’ın üzerinden bu hal giderildi ve “özür sahibi olmaksızın” kaydı geldi (Buhârî, “Tefsîr”, 4/18). Buhârî’nin aynı bölümde kaydettiği bir rivayete göre bu olay Bedir Savaşı sırasında cereyan etmiştir; “oturup kalanlar”dan maksat da bu savaşa katılmayanlardır.
Âyet İslâm’daki eşitlik kavramına da açıklık getirmektedir; temel insan haklarında bütün insanlar eşit olmakla beraber liyakat, ehliyet ve çaba ile elde edilen faziletlere bağlı haklarda hem müminlerle diğerleri hem de cihad edenle etmeyen müminler birbirine eşit değildirler.
Bu bağlamda mücahid, değerleri korumak için yapılan savaşa bizzat katılan, canını tehlikeye atan kimsedir. Malı ve vergisiyle savaşa katkı yapan veya mazereti sebebiyle fiilen savaşa katılamayan kimseler, büyük ecir alsalar bile fiilen savaşa katılan mücahidlerin derecesine ulaşamazlar (cihad hakkında ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/200; Mâide 5/35; Tevbe 9/73).
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَوِي fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
الْقَاعِدُونَ faildir. Cemi müzekker salim olduğu için و ’la merfû olmuştur. مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru الْقَاعِدُونَ’nin mahzuf haline müteallıktır. غَيْرُ kelimesi الْقَاعِدُونَ ’den bedeldir.
اُو۬لِي kelimesi cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ى’dir. الضَّرَرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُجَاهِدُونَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْقَاعِدُونَ ’ye matuftur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru الْمُجَاهِدُونَ’ye müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru الْمُجَاهِدُونَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْفُسِهِمْ atıf harfi و ’la بِاَمْوَالِهِمْ ’e matuftur.
فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ
Fiil cümlesidir. فَضَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْمُجَاهِد۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için ي ile nasb olur.
بِاَمْوَالِهِمْ car mecruru الْمُجَاهِد۪ينَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنْفُسِهِمْ atıf harfi و ’la بِاَمْوَالِهِمْ ’e matuftur.
عَلَى الْقَاعِد۪ينَ car mecruru فَضَّلَ fiiline müteallıktır. الْقَاعِد۪ينَ ‘nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
دَرَجَةً mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, تفضيلا بدرجة واحدة أو تفضيل درجة (dereceyle veya bir derece üstün olmak için) şeklindedir.
وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ
وَ itiraziyyedir. كُلًّا mukaddem mef’ûlun bihtir. وَعَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْحُسْنٰى ikinci mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
Fiil cümlesidir. فَضَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْمُجَاهِد۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için ي ile nasb olur. عَلَى الْقَاعِد۪ينَ car mecruru فَضَّلَ fiiline müteallıktır. الْقَاعِد۪ينَ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
اَجْرًا kelimesi mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, أجره أجرا عظيما (Ona büyük bir ecir verir.) şeklindedir. عَظ۪يمًا ise اَجْرًا ’in sıfatıdır.
لَا يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada غَيْرُ اُو۬لِي الضَّرَرِ [özür sahibi olanlar dışında] ifadesiyle yanlış anlama ortadan kaldırılmıştır. Bu ifade olmasaydı o zaman hastalık vb. bir mazeretten dolayı cihada katılmayanların vebal altında olduğu gibi bir hüküm ortaya çıkacaktı. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti sebil için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Allah yolunda savaşanların mücadelelerinin, mallarıyla ve canlarıyla olduğunun açıklanması taksim sanatıdır.
Özellikle [Oturanlar bir olmaz.] buyurduktan sonra مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ِ[müminlerden] kaydının eklenmesi; tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır. Çünkü kafirlerin Allah yolunda çarpışmayanları anlaşılabilir, ayet-i kerimenin muhataplarının, müminler olduğu anlaşılmayabilirdi.
Önce evlerinde oturanların zikredilmiş olması eşitsizliğin, onların karşıtlarından değil fakat kendilerinden kaynaklandığını bildirmek içindir. Çünkü ziyade veya noksanlık şeklinde farklı olan iki şey arasındaki eşitsizlikte akla ilk gelen sebep, kusurlunun kusuru veya eksikliğidir. (Ebüssuûd)
“Allah, malları ve canları ile cihad edenleri derece itibariyle oturanlardan üstün kıldı.”
Bu istînâf cümlesi,
- O iki fırkanın eşit olmadıklarını,
- Aralarında bir fark bulunduğunu ve bu farkın keyfiyet ve kemmiyetini icmalen beyan eder.
Bu cümle, kelamın siyakından anlaşılan gizli (mukadder) bir sualin, “Bu nasıl olmuştur?”un cevabıdır. (Ebüssuûd)
الْقَاعِدُون kelimesindeki elif lam cins içindir. (Âşûr)
الْقَاعِدُون [oturanlar] kelimesinden müstesna olmasıdır. Buna göre mana, “Özrü bulunmayanlar hariç oturanlar, denk olmaz.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
وَالْمُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ: Cihad iki emri gerektirir. Canını karşılıksız vermek, malını karşılıksız vermek (kurban etmek.) Malından birşey infak etmeden, Allah yolunda canını karşılıksız veren de hakiki mücahiddir. Fakat ikisini birden vermek daha faziletlidir.
Canını vermeden sadece malını gazaya yardım için infak eden, her ne kadar büyük ecir alsa da mücahid değildir. Aynı şekilde kişiyi canı ile cihad etmekten alıkoyan özrü olup da o özrünün kaldırılmasını ve mücahidlere katılmasını isteyen kimseninde ecri büyüktür. Fakat bu kimsenin ecri de fiilen cihad eden kimsenin ecri ile eşit olmaz. (Âşûr)
فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ دَرَجَةًۜ
Beyanî istînaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin Allah ismiyle marife olması telezüz, teberrük ve teşvik içindir.
Bu ayet-i kerimede müsnedün ileyh olan “Allah” lafzının ayetin devamında dört kez tekrarlanmış olması verilen haberin kesinliğini ifade eder. Cümlede müsned olan فَضَّلَ fiili, muhatabı teşvik etmek için bir kez daha tekrarlanmıştır. (Osman Ertuğrul, Belâgatta Meânî İlmi)
بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ [Mallarıyla, canlarıyla savaşanlar…] ifadesi ile mallar canlardan önce zikredildiği halde Tevbe Suresi 111.ayette canlar mallardan önce zikredilmiştir. Bu ayette malların canlardan önce zikredilme sebebi nedir?
Nefis (can), maldan daha kıymetlidir. Satın alan (Allah), canı satın almaya daha istekli olduğuna dikkat çekmek için Tevbe Suresi 111. ayette önce can zikredilmiş. Satan kimse (müminler) ise canı satma konusunda daha fazla sıkıntıya düştüklerini anlatmak için, canın satılıp harcanmasına ancak en son noktada razı olması sebebiyle bu ayette de önce mal zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
دَرَجَةً kelimesinin mansub oluşu ile ilgili şu izahlar yapılmıştır:
a- O, başındaki harf-i cer hazfedildiği için mansubtur ve (bir derece ile) takdirindedir. Harf-i cer hazfedilince fiil kendisine taalluk etmiş ve (mef’ûlü olarak) onu nasb etmiştir.
b- Buradaki “derece” kelimesi, “fazilet” manasına olup bunun takdiri “Allah mücahidleri iyice üstün kılmıştır.” şeklindedir. Bu, اَكْرَمَ زَيْدٌ عَمْرًا اِكْرَامًا “Zeyd, Amr’a çok çok ikram etti.” denilmesi gibidir. Bu kelimenin nekre olarak getirilmesinin faydası ise o derecenin büyüklüğünü ve önemini belirtmek içindir. (Fahreddin er-Râzî)
دَرَجَةً kelimesinin müfret sıygasıyla gelmesi, manevi bir cinsi ifade eder. Tekliği ifade etmez. Nitekim sonraki ayette gelen دَرَجَاتٍ kelimesi de bu bilgiyi tekit eder. Çünkü cemi kelime, müfredden daha kuvvetlidir. (Âşûr)
وَكُلاًّ وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰىۜ
وَ itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb sanatıdır.
كُلًّ ُkelimesindeki tenvin, teksir ve tazim içindir. Muzâfun ileyhin hazfından dolayı gelmiş, tenvin-i ivazdır.
[Allah hepsine en güzeli; hüsnayı va’detmiştir.] cümlesinde cem’ vardır. Cihad eden ve etmeyen müminler cennete girme hükmünde toplamıştır.
الْحُسْنٰى Allah Teâlâ’nın hem mücahidlere hem de cihada katılmayan müminlere va’dettiği cennettir. Bu ifade, cihadın farz-ı kifâye olduğunu gösterir. Çünkü Cenab-ı Hakk, cenneti mücahidlere vadettiği gibi savaştan geri duran Müslümanlara da va’detmiştir. Cihad farz-ı ayn olsaydı, Allah Teâlâ cihaddan geri duranlara da cenneti va’detmezdi.
وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِد۪ينَ عَلَى الْقَاعِد۪ينَ اَجْراً عَظ۪يـماًۙ
Önceki فَضَّلَ اللّٰهُ cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin Allah ismiyle marife olması telezzüz, teberrük ve teşvik içindir.
Bu haber cümlelerinin amacı, müminlerin Allah katındaki derecelerini ifade etmektir.
الْحُسْنٰى - اَجْرًا - فَضَّلَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Ayette فَضَّلَ - اللّٰهُ - بِاَمْوَالِهِمْ - اَنْفُسِهِمْ - الْقَاعِد۪ينَ - الْمُجَاهِد۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddül’-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu ayette bütün müminlerin savaşa katılıp katılmama konusunda aynı olmadıkları bir hükümde birleştirilmiştir. Fakat mücahidlerin, savaşa katılmayanlardan üstün oldukları tefrik edilmeden önce taksim yapılarak katılmayanlar arasında özür sahibi olanlardan bahsedilip özürlü olmayanlar mukadder bırakılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu ayet-i kerimede müsnedün ileyh olan “Allah” lafzının ayetin devamında dört kez tekrarlanmış olması, verilen haberin kesinliğini ifade eder. Cümlede müsned olan فَضَّلَ fiili, muhatabı teşvik etmek için bir kez daha tekrarlanmıştır. (Osman Ertuğrul, Belâgatta Meânî İlmi)
Mücahidler mutlak bırakılmamış, öncelikle iki şeyle kayıtlanmıştır. Birisi, bu cihadın Allah yolunda olması, diğeri ise mal ve canla yapılmasıdır. Esasen şeriat örfünde مُجَاهِد۪ينَ, Allah yolunda savaşanlar demek olduğu halde “Allah yolunda” kaydının bir kez daha açıkça söylenmesi, bu erdeme ulaşmak için niyetin son derece samimi olması gerektiğini ve her savaşanın değil, her cihad edenin bile bu karşılaştırmaya dâhil olamayacağını hissettirir. (Elmalılı)
Burada الْقَاعِد۪ينَ (savaşa katılmayanlar) ve الْمُجَاهِد۪ينَ (cihad edenler) kelimeleri örfte kullanılan anlamları gereğince kendi ibareleri ile Allah yolunda savaşmaya ait bulundukları kesin olmakla beraber, asıl manalarında قُعُود yani oturma, tembelliği akla getirdiği ve mücahede ise bütün gayretini harcayarak ve zahmetler çekerek uğraşmak ve çalışmak demek olduğu ve örfte o manaları ifade etmeleri bu manadaki özelliklerinden kaynaklandığı için bu mukayese ve karşılaştırma genel olarak çalışanlarla çalışmayanların da eşit olamayacaklarını ve herhangi bir hususta Allah yolunda iyi niyetle çalışanların oturanlardan daha üstün olduğunu ve şu kadar ki kötülük ve zarar için çalışanların, bu karşılaştırmanın dışında tutulduklarını da işaret yoluyla ifade etmektedir. Bu işaret göz önüne alındığında, Allah yolunda mal ve can ile cihad etme kavramının [Bizim uğrumuzda cihad edenlere gelince elbette biz onları yollarımıza hidayet ederiz. (Ankebut Suresi, 69)] ayetinde olduğu gibi o kadar geniş kapsamı vardır ki savaş meselesi bunun bölümlerinden biri demektir. Bundan dolayıdır ki Resulullah (s.a.) savaştan geri döndükleri zaman “Küçük cihaddan büyük cihada döndük.” hadis-i şerifleri ile ruh terbiyesi ve nefsi düzeltme ile uğraşmanın büyük cihad olduğunu duyurmuşlardır. (Elmalılı)