Nisâ Sûresi 94. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً  ...

Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 إِذَا zaman
5 ضَرَبْتُمْ savaşa çıktığınız ض ر ب
6 فِي
7 سَبِيلِ yolunda س ب ل
8 اللَّهِ Allah
9 فَتَبَيَّنُوا iyi anlayın, dinleyin ب ي ن
10 وَلَا
11 تَقُولُوا demeyin ق و ل
12 لِمَنْ kimseye
13 أَلْقَىٰ veren ل ق ي
14 إِلَيْكُمُ size
15 السَّلَامَ selam س ل م
16 لَسْتَ sen değilsin ل ي س
17 مُؤْمِنًا mü’min ا م ن
18 تَبْتَغُونَ gözeterek ب غ ي
19 عَرَضَ geçici menfaatini ع ر ض
20 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
21 الدُّنْيَا dünya د ن و
22 فَعِنْدَ çünkü yanında ع ن د
23 اللَّهِ Allah’ın
24 مَغَانِمُ ganimetler vardır غ ن م
25 كَثِيرَةٌ çok ك ث ر
26 كَذَٰلِكَ böyle idiniz
27 كُنْتُمْ siz de ك و ن
28 مِنْ
29 قَبْلُ önceden ق ب ل
30 فَمَنَّ lutfetti م ن ن
31 اللَّهُ Allah
32 عَلَيْكُمْ size
33 فَتَبَيَّنُوا o halde iyice anlayın ب ي ن
34 إِنَّ çünkü
35 اللَّهَ Allah
36 كَانَ ك و ن
37 بِمَا şeyleri
38 تَعْمَلُونَ yaptıklarınız ع م ل
39 خَبِيرًا haber almaktadır خ ب ر
 

Riyazus Salihin, 395 Nolu Hadis

Cündeb İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, müslümanlardan müteşekkil bir askerî birliği müşriklerden bir kavme göndermişti. Müslüman askerler, müşriklerle karşılaştılar. Müşriklerden bir adam, müslüman askerlerden istediğine saldırıp öldürüyordu. Müslümanlardan biri de onun boş bulunduğu anı gözlüyordu. Biz bu müslümanın Üsâme İbni Zeyd olduğunu konuşup duruyorduk. Üsâme, kılıcını çekip de adamı öldüreceği sırada o:

– Lâ ilâhe illallah, dedi; fakat Üsâme onu yine de öldürdü. Peygamber Efendimiz’e müjdeci geldi. Peygamberimiz ona ordunun durumunu sordu, o da olup biteni kendisine haber verdi. Hatta o adamın durumunu ve Üsâme’nin ona ne yaptığını da anlattı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Üsâme’yi çağırdı ve ona :

– “Adamı niçin öldürdün?” diye sordu. Üsâme :

– Yâ Rasûlallah! O adam müslümanların canını yaktı; falanı ve falanı öldürdü, diyerek bir kaç şehidin adını saydı. Sözüne devamla şunları söyledi:

– Ben ise onun üzerine yürüdüm. Kılıcı görünce:

– Lâ ilâhe illallah, dedi.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz:

– “Böyle diyen adamı öldürdün mü?” diye sordu. Ben:

– Evet, dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber:

– “Lâ ilâhe illallah kıyamet günü karşına geldiğinde ne yapacaksın?” dedi. Üsâme ibni  Zeyd:

– Yâ Rasûlallah! Cenâb-ı Hak’dan beni bağışlamasını dile, dedi. Rasûl-i Ekrem durmadan:

– “Lâ ilâhe illallah kelimesi kıyamet günü huzuruna geldiğinde ne yapacaksın, söyle?” “Lâ ilâhe illallah sözü kıyamet günü huzuruna geldiğinde ne yapacaksın?” diyor, başka bir söz söylemiyordu.

Müslim, Îmân 160 

 

Ğanem غَنَمٌ bilinen bir hayvan olan koyundur. غُنْمٌ Koyunu yakalayıp ele geçirmektir. Daha sonra bu kelime düşman ve onun dışındakilerden elde edilen her şey için kullanılmıştır. مَغْنَمٌ ele geçirilen şeydir. Çoğulu مَغَانِمٌ dir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ganimettir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا 

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ, münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası  ءَامَنُوا۟’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

ءَامَنُوا۟ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

إِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  إِذَا  şart ismi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.  ضَرَبْتُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ضَرَبْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  ضَرَبْتُمْ’deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  تَبَيَّنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı, şart fiili ve cevabıdır.


وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ

 

لَا تَقُولُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la şartın cevabına matuftur.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَقُولُوا  fiili  نَ  harfinin hazfiyle meczum muzari fiildir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  تَقُولُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَلْقٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  اِلَيْكُمُ  car mecruru  اَلْقٰٓى  fiiline müteallıktır.  السَّلَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

Mekulü’l-kavli,  لَسْتَ مُؤْمِنًا ’dir.  لَسْتَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

تَ  muttasıl zamiri  لَسْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  مُؤْمِنًا  kelimesi  لَسْتَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

مُؤْمِنًا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

تَبْتَغُونَ cümlesi  تَقُولُوا ’deki failin hali olarak mahallen mansubtur.  تَبْتَغُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَرَضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

تَبْتَغُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي’dır. İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ


فَ  ta’lîliyyedir.  عِنْدَ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مَغَانِمُ  muahhar mübtedadır.  كَث۪يرَةٌ  kelimesi  مَغَانِمُ ’nun sıfatıdır.

 

كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ

 

كَ  harf-i cerdir.  ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  كُنْتُمْ’un mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  

كُنْتُمْ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  كُنْتُمْ ‘un ismi olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  مَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  مَنَّ fiiline müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri,  إن أنعم الله عليكم فتبيّنوا نعمة الله (Allah sizi nimetlendirdiyse bu nimetleri gösterin.) şeklindedir. 

تَبَيَّنُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

تَبَيَّنُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بين’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. 

 

 اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli  إِنَّ ’nin ismidir.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَان ’nin ismi, müstetir هو  zamiridir.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  خَب۪يرًا ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  خَب۪يرًا  ise  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.  

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki konuya dikkatleri çekmek içindir. Mevsûlün sılası  اٰمَنُٓوا, müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا şeklindeki nida üslubu Kur’an-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Bu üslup tekit türlerini barındırmaktadır. 

Bazı salihler Allah Teâlâ’nın, ايَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  [Ey iman edenler]  sözünü işitince sanki Allah’ın nidasını işitmiş gibi لبيك وسعديك “Emret Allah’ım, emrine amadeyim.” der. Böyle söylemek Kur’an’ın edebidir.

Yüce Allah, يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur’an’ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Muhataplara “Ey müminler!” diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin Allah’ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Safvetü't Tefasir)

Muzâfun ileyh olan şart cümlesi  ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti sebil için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir

Şartın cevabı  فَ  karinesiyle gelen  فَتَبَيَّنُوا  cümlesi, emir üslubunda talebi inşâî isnaddır. Fiilin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

“Savaştığınızda” cümlesi yerine  اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  [Allah yolunda yol teptiğinizde] cümlesi seçilerek ıtnâb yapılmıştır. Yani bir çok sıkıntıyla ölümü göze alarak zahmetli, çileli ve kutsal bir yolda, sırf Allah rızası için bulunurken bir anlık aceleye kapılıp araştırmadan, soruşturmadan size Müslüman olduğunu söyleyip selam verenlere “Mümin değilsin.” demeyin, gayenizi unutmayın.

Ayrıca  ضَرَبْ  (ayağını yere vurmak) lafzı düşmanlarla cihad etmek için istiare edilmiştir.

ضَرَبْ َkelimesinden murad, Allah yolunda ticaret için veya cihad için sefere çıkmaktır. Kelimenin asıl manası, el ile vurmaktır. Bunun sefere çıkma, yolculuk manasında kullanılışı seferdeki hızlı gidişten kinayedir. Çünkü eliyle bir insana vuran kimsenin elinin hareketi, bu vuruş esnasında çok hızlıdır. Bundan dolayı  ضَرَب  kelimesi, yolculuktaki hızlı gidişten kinaye kılınmıştır.(Fahreddin er-Râzî)

“Araştırın, açığa çıkarın” manasındaki  فَتَبَيَّنُوا  fiili tefe’ul babındandır. “Tedricen, azar azar” manası ifade eder. Yani bu araştırmayı dikkatle, acele etmeden yapın demektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

 

 وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِناًۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ 

 

وَ ’la makabline atfedilen müteakip cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şartın cevabı olup, emir ve nehiy üslubunda gelen bu iki cümle vaz edildiği anlamın dışında irşad kastı taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Emir, doğru yolu göstermek ve nasihat amacıyla gelebilir. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sılası  اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

لَا تَقُولُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ  cümlesi, menfi isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.

لَا تَقُولُوا  fiilinin failinden hal olarak gelen  تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetteki “selam” kelimesi elif ile okunur ise iki manaya gelir.

1- “Selam”dan murad, Müslümanların birbirlerini selamladıkları şeydir. Yani “Sizi, bu selam ile selamlayan kimse hakkında ‘O, bu selamı ancak kendisini korumak maksadıyla söylemiştir.’ deyip de malını (ganimet olarak) almak için hemen kılıcınızla ona saldırmayın, fakat kendinizi tutup onun izhar etmiş olduğu şeyi yani selamını kabul edin.” demektir.

2- Bu, “Sizden ayrılan ve size karşı savaşmayan kimseye ‘Sen, mümin (emniyette) değilsin.’ demeyin.” manasındadır. Kelimenin bu manası “selamet”ten gelir. Çünkü ayrılıp bir kenara çekilen kimse selamet istiyor demektir. (Fahreddin er-Râzî)

İslam selamı ile beraber şehadet kelimesi de olduğu halde ayette yalnız selamın zikriyle yetinilmesi, bu nehyi ve yasağı mübalağa ile ifade etmek ve bir de onların hatalarının pek açık olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ [Dünya hayatının geçici yararlarına göz dikerek…] ifadesi, insanı teenniyi bir kenara iterek aceleyle harekete sevk eden unsuru açıklar. Ancak buradaki nehiy (yasak), yalnız kayda değil fakat her ikisine birden yöneliktir. Yani “Siz dünya hayatının çarçabuk bitip tükenen menfaatlerini isteyerek, gözeterek size İslâm selamı ve barış (silm) ile yaklaşanlara mümin olmadıklarını söylemeyin!” demektir. (Ebüssuûd)

 

 فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ 

 

 

فَ  nehiy için ta’lîliyyedir. Cümle, beyanî istînaf veya ta’lîliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عِنْدَ اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مَغَانِمُ  muahhar mübtedadır. Car-mecrurun amiline takdimi kasr ifade eder. 

fat olan كَث۪يرَةٌ  sebebiyle cümlede ıtnâb sanatı vardır.

فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌ  ifadesi, nehyin illet ve sebebini beyan ile zımnî mükâfat vaadidir. Yani “Siz, öylelerinin malını istemeyin. Çünkü Allah katında sizin için sayısız ganimetler vardır. O, size onlardan bahşedecek ve sizin bu hatayı işlemenize gerek kalmayacaktır.” (Ebüssuûd)


كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ 

 

İsim cümlesi formunda gelmiş müstenefedir.  كان ’nin dâhil olduğu bu isim cümlesinde müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Burada işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümle makabline  فَ  ile atfedilmiştir. Müspet  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celâlin zikredilmesi, tecrîd sanatıdır.

Mahzuf şartın cevabı olan فَتَبَيَّنُواۜ  cümlesinde فَ  rabıtadır. Takdiri,  إن أنعم الله عليكم     [Allah sizi nimetlendirdiyse…] olan şart cümlesi öncesinin delaleti sebebiyle hazfedilmiştir. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve cevabından müteşekkil cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  فَتَبَيَّنُوا [Her şeyi iyice anlayıp dinleyin, açıklığa kavuşturun.] filinin başındaki  فَ  harfi, “fasîha”dır. Yani “Durum böyle olunca siz de keyfiyeti anlamaya çalışın, onun halini kendi halinizle mukayese edin ve ilk zamanlarınızda size karşı yapılanları siz de ona karşı yapın. İç ve dış halin (bâtın ile zahirin) birbirine uyup uymadığının muhasebesini yapmadan zahir hali olduğu gibi kabul edin.” demektir. (Ebüssuûd)

فَتَبَيَّنُوا - اللّٰهَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 


اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً

 

Ayetin son cümlesi fasılla gelmiştir. Lafza-i celal  اِنَّ ’nin ismi,  كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak içindir. (Ebüssuûd)

اِنّ ’nin haberinin,  كَانَ ’nin dâhil olduğu isim cümlesi olarak gelmesi sübut ifade eder.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve celâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu, teşvik ve heybet uyandırmak içindir. 

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Cümlede car mecrur  بِمَا تَعْمَلُونَ, amilinin önüne geçmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. Yani “O yaptıklarınızdan haberdardır. Haberdar olmadığı hiçbir şey yoktur.” Bu cümle, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu mananın yanında bir de olumsuz mana ifade eder. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا’da tevcih sanatı vardır. Sıla cümlesi  تَعْمَلُونَ, müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın bütün yapılanlardan haberdar olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek  sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Cenab-ı Hakk, [Şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır.] buyurmuştur ki bundan murad, kalpte bulunanın aksini izhar edip (başkalarını aldatmaktan) men etmek ve bu hususta tehditte bulunmaktır. (Fahreddin er-Râzî)

Bu, lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

كَانَ - كُنْتُمْ , مُؤْمِنًاۚ - اٰمَنُٓوا, kelime gruplarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. İmam Gazalî şöyle der: “Haberdar demek, gizli haberlerin bile kendisinden gizli kalmadığı kimse demektir. Hareketli veya hareketsiz her zerreden, muzdarip veya itminan içindeki her nefisten haberi olan demektir. Yani ayetteki  خَب۪يرًا, ‘alîm’ manasına olup ‘her şeyi bilen’ demektir. Fakat bilgi, içerdeki gizliliklere izafe edilince buna ‘uzmanlık-tecrübe’ adı verilir. Bu uzmanlık ve tecrübe sahibine de ‘habîr’ yani ‘uzman-tecrübeli’ veya ‘haberdar’ denir. Bu ayet, Üsame’nin hata ettiği gibi müctehidin de hata edebileceğine işaret eder. Üsame’nin hatası, kısas yapılmaksızın bağışlanmıştır. Aynı zamanda ayet dil ile zikrin muteber olduğunu ifade eder. Fakat mümin, dil ile zikirden kalbî zikre yükselmelidir. (Yani insan, dille zikretmekten terfi ederek kalple zikredecek aşamaya gelmelidir.) Daha sonra da ruhla zikretme aşamasına gelmeli. İşte böylece bilgisizlik karanlığından kurtulup bilgi ışığına ulaşmış olur. (Ruhu’l Beyan)

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.