Nisâ Sûresi 99. Ayet

فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَفُواًّ غَفُوراً  ...

Umulur ki, Allah bu kimseleri affeder. Çünkü Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأُولَٰئِكَ işte
2 عَسَى umulur ع س ي
3 اللَّهُ Allah’ın
4 أَنْ
5 يَعْفُوَ affetmesi ع ف و
6 عَنْهُمْ onları
7 وَكَانَ ك و ن
8 اللَّهُ ve Allah
9 عَفُوًّا çok affedendir ع ف و
10 غَفُورًا çok bağışlayandır غ ف ر
 

Ancak bir çare bulamayacak, hicretin gerektirdiği sebeblere güç yetiremeyecek ve kendi kendine veya bir vasıta ile yolu doğrultup gidemeyecek olan gerçekten güçsüz ve çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar hariç. Zira bu gibi çaresizleri Allah'ın affetmesi kuvvetle umulur. Bunlar için de gitgide kâfirleşme tehlikesi düşünülebileceğinden mutlak olarak affedilirler denemezse de çocuklar henüz yükümlü bulunmadıklarından, büyükler de kalplerindeki imanı korumak şartıyla hicret etmeme hususunda mazeretli olduklarından dolayı affedilmeye ve bağışlanmaya layıktırlar. "Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır."

( Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

 

فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

عَسَى اللّٰهُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  عَسَى  camid nakıs fiildir,  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  عَسَى ’nın ismi olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسَى’nın haberi olarak mahallen mansubdur.  يَعْفُوَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  عَنْهُمْ  car mecruru  يَعْفُوَ  fiiline müteallıktır.

Reca (ümit) Fiilleri: Ümit ifade eden fiiller “belki, umulur ki, herhalde, ola ki, -bilir” gibi manalara gelir. Bu fiillerin sadece mazileri kullanılır ve haberlerinin başındaki muzari fiillerin önlerinde  اَنْ  bulunur. Fiili muzarinin başına  “اَنْ”  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir.  عَسَى  fiili Allah ile ilgili kullanıldığında nakıs fiil bile olsa kesinlik ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَكَانَ اللّٰهُ عَفُواًّ غَفُوراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

عَفُوًّا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  غَفُورًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir. 

عَفُوًّا غَفُورًا  kelimeleri mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 

فَاُو۬لٰٓئِكَ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْۜ


فَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, bahsi geçenleri tazim içindir. Müsnedün ileyh olan, terecci manalı nakıs fiil  عَسَى ’nın dahil olduğu  عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَعْفُوَ عَنْهُمْ  cümlesi, gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. 

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde korku hissettirmek içindir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır. Ayette tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنْ ’den sonra gelen müspet muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle  عَسَى ’nın haberi konumundadır.

عَسَى  mukarebe fiillerinden biridir ki “ummak, ümid etmek, öyle olmasını istemek” manalarına gelir. Bu manalar, Allah hakkında düşünülemez. Buna şöyle cevap verilir:  عَسَى  kelimesi, “arzulandırmak” manasındadır. Halbuki arzu ettirmede ne bir şekk ne bir yakîn manası vardır. Bazı alimler, Allah’ın (ümit vermesinin), kesinlik ifade edeceğini söylemişlerdir. Allah Teâlâ hakkında Kur’an’da kullanılan (olur ki belki) kelimesi, kesinlik ifade eder. (Fahreddin er- Râzî)

عَسَىٰۤ  muzarisi olmayan bir fiildir. Sadece mazisi çekilir. Bunun mazisinden de özellikle  عَسَيْتُمَا ,عَسَيْتُمْ  şekilleri kullanılır. Nitekim Hakk Teâlâ,  فَهَلْ عَسَيْتُمْ  (Muhammed Suresi, 23) buyurmuştur. Kendisinden sonra gelen isim merfû kılınır. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk, “İşte onlar, Allah'ın kendilerini affedeceğini umabilirler.” buyurmuştur. Bu ifade ile ilgili şöyle bir soru var: Bu insanlar, hicretten aciz olduklarına, bir şeyden aciz olan, onunla mükellef olmayacağına ve onunla mükellef olmayanın, onu yapmadığı zaman bir cezayı hak etmeyeceğine göre Cenab-ı Hakk niçin “Allah’ın kendilerini affedeceğini umabilirler.’ buyurmuştur? Halbuki af, ancak günah bulunduğu zaman söz konusudur. Hem  عَسَى  kelimesi de “ummak”, “arzu etmek” manasına gelir. İşte bu kelime, onların affedilmelerinin kesin olmadığını gösterir?

Bunun sorusuna şöyle cevap verilir:  Ayette  عَسَى  kelimesinin kullanılmasının faydası, hicret etmemenin, asla caiz olmayan ve taviz verilmemesi gereken bir iş olduğunu göstermektir. Hatta öyle ki acizliği apaçık ortada olan kimsenin bile “Umulur ki Allah beni affeder.” dediği bu işte ya böyle olmayanların hali nice olur, demektir. Bu izahı, bu soruya cevap olarak Keşşâf sahibi yapmıştır. Fakat evlâ olan, daha önce söylediğimiz şu izahtır: Vatanını terk etme hususunda aşırı nefreti olduğu için insan, çoğu kez aslında öyle olmadığı halde vatanını terk etmekten aciz olduğunu zanneder, işte bu sebepten ötürü, burada af, katiyyet ifade eden kelimelerle değil,  عَسَى (umulur ki) kelimesi ile anlatılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)

Burada ümit veren bir ifade ile bir af kelimesinin kullanılması, hicretin son derece önemli bir vâcip olduğunu, kendisine hicret vâcip olmayan kimselerin bile onu terk etmeleri halinde aflarının kesin olmadığını fakat ümitle yalvarıp yakararak bağışlanmalarını isteyecekleri bir günah sayılması gerektiğini belirtir. (Ebüssuûd)

Buradaki  فَ  fasiha içindir. İsm-i işaret gelmesi zikredilen mağfiret hükmüne layık olduklarına dair uyarı içindir. (Âşûr)


وَكَانَ اللّٰهُ عَفُواًّ غَفُوراً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlesi zamandan bağımsız bir mana taşır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

عَفُوًّا غَفُورًا  şeklinde mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَعْفُوَ - عَفُوًّا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül’-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allahu Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Bu gibi çaresizleri Allah’ın affetmesi kuvvetle umulur. Bunlar için de gitgide kâfirleşme tehlikesi düşünülebileceğinden mutlak olarak affedilirler denemezse de çocuklar henüz yükümlü bulunmadıklarından, büyükler de kalplerindeki imanı korumak şartıyla hicret etmeme hususunda mazeretli olduklarından dolayı affedilmeye ve bağışlanmaya layıktırlar. [Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır.]

(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiçbir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah, ezelde  عَفُوًّا غَفُورًا olduğu gibi gelecekte de  عَفُوًّا غَفُورًا’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. 

Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.