وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَث۪يراً وَسَعَةًۜ وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kim ki |
|
2 | يُهَاجِرْ | göç eder |
|
3 | فِي |
|
|
4 | سَبِيلِ | yolunda |
|
5 | اللَّهِ | Allah |
|
6 | يَجِدْ | bulur |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
9 | مُرَاغَمًا | gidecek |
|
10 | كَثِيرًا | çok yer |
|
11 | وَسَعَةً | ve bolluk |
|
12 | وَمَنْ | ve kim ki |
|
13 | يَخْرُجْ | çıkar |
|
14 | مِنْ | -nden |
|
15 | بَيْتِهِ | evi- |
|
16 | مُهَاجِرًا | göç etmek amacıyle |
|
17 | إِلَى |
|
|
18 | اللَّهِ | Allah’a |
|
19 | وَرَسُولِهِ | ve Elçisine |
|
20 | ثُمَّ | sonra |
|
21 | يُدْرِكْهُ | kendisine yetişirse |
|
22 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
23 | فَقَدْ | muhakkak |
|
24 | وَقَعَ | düşer |
|
25 | أَجْرُهُ | onun mükafatı |
|
26 | عَلَى |
|
|
27 | اللَّهِ | Allah’a |
|
28 | وَكَانَ | ve |
|
29 | اللَّهُ | Allah |
|
30 | غَفُورًا | bağışlayandır |
|
31 | رَحِيمًا | esirgeyendir |
|
Ve her kim, yolunu bilip de Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde birçok gidecek, sığınacak veya düşmanların zıddına hareket edecek yer ve genişlik bulur. Dolayısıyla yaşadıkları yerde bir tür rahat ve bolluk bulunanlar, oradan ayrılınca mutlaka sıkıntılara ve darlıklara düşeceğini zannedip de korkmamalıdırlar. Bir de, her kim Allah'a ve Rasûlüne hicret etmek üzere evinden çıkar da sonra amacına ulaşamadan ölüm kendisine yetişirse onun ecrini vermek Allah'a düşer. Yani amelini tamamlamış gibi, ulaşacağına ulaşmış olarak ecir elde eder. Dolayısıyla bu konuda, "yerimden ayrılırsam amacıma ya ulaşırım ya ulaşamam, iyisi mi elimdekini de kaybetmeyeceğim; Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan da olmayayım." diye düşünmemelidir. Allah için hareket eden, kaderde öyle yazıldığı için yarıyolda da kalsa yine tam sevap alacağını bilmelidir. " Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."
Az önce nakledildiği gibi Cündüb b. Damre Medine'ye gelirken yolda "Ten'im" denilen yerde öleceğini hissederek sağ elini sol eline koymuş, "Allah'ım, şu senin, şu da Rasûlünün. Rasûlün sana ne ile biat ettiyse ben de öyle biat ediyorum." demiş ve ruhunu teslim etmişti. Bu haber Hz. Peygamber (s.a.v.)'in ashabına ulaştığı zaman, "Medine'de vefat etseydi sevabı eksiksiz olurdu." demişler, bu âyet de bunun üzerine inmiştir. İlim aramak, haccetmek, cihad etmek veya bunlar gibi herhangi bir dini amaçla Allah rızası için yapılan her hicretin Allah ve Rasûlüne yapılmış bir hicret olduğunu da açıklamışlardır.(Elmalili Hamdi Yazir)
Riyazus Salihin, 1 Nolu Hadis: Ameller Niyetlere Göredir.
Mü’minlerin emîri Ebû Hafs Ömer ibni Hattâb radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Rasûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Rasûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”
Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26
Rağame رغم :
رَغامٌ ince toprak/tozdur. Sülasi رَغَمَ fiili burnu toprağın içine düşmek/sürtmek anlamında kullanılır. İf'al formundaki أرْغَمَ ise bir başkası onun burnunu toprağın içine sürtmesi hakkında gelir. Bu form ile öfke, hiddet, kızma ve darılma da ifade edilir. Son olarak mufâale formu olan راغَمَ - مُراغَمَةٌ kalıbı öfkelendirmek/öfkelendirmeye çalışmak anlamındadır. İstiare yoluyla tartışma, çekişme veya münakaşa etme manasında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli rağmendir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَث۪يراً وَسَعَةًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يُهَاجِرْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru يُهَاجِرْ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Şartın cevabı يَجِدْ فِي الْاَرْضِ ’dir. يَجِدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
فِي الْاَرْضِ car mecruru يَجِدْ fiiline müteallıktır. مُرَاغَمًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. كَث۪يرًا kelimesi مُرَاغَمًا ’in sıfatıdır. سَعَةً kelimesi atıf harfi وَ ’la مُرَاغَمًا ’e matuftur.
يُهَاجِرْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi هجر’dur. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
مُرَاغَمًا kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i mef’ûludur.
وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَخْرُجْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
مِنْ بَيْتِه۪ car mecruru يَخْرُجْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُهَاجِرًا hal olup fetha ile mansubtur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru مُهَاجِرًا’e müteallıktır. رَسُولِه۪ atıf harfi وَ ’la اللّٰهِ lafza-i celâle matuftur.
مُهَاجِرًا kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ
ثُمَّ atıf harfidir. يُدْرِكْهُ meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. الْمَوْتُ fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. وَقَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
اَجْرُهُ faildir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru وَقَعَ fiiline müteallıktır.
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref, haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
غَفُورًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. رَح۪يمًا۟ ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
وَمَنْ يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يَجِدْ فِي الْاَرْضِ مُرَاغَماً كَث۪يراً وَسَعَةًۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُهَاجِرْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ, cümlesi مَنْ ’in haberidir. Cevap cümlesinin haber olması da caizdir.
Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Cevap cümlesi …يَجِدْ فِي الْاَرْضِ, aynı üslupta fiil cümlesidir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
مُرَاغَمًا - وَسَعَةًۜ kelimelerindeki tenvin kesret ve nev ifade eder.
وَسَعَةًۜ [َGenişlik] kelimesi istiare-i asliyedir. Din hürriyetine kavuşup kâfirlerin baskısından kurtulmak, geniş mekâna benzetilmiştir. Câmi’; rahatlık, ferahlık, sıkıntının kalkmasıdır. Müminin de hicret etmeyip kâfirler içinde yaşaması onu sürekli sıkacak ruhen rahatsız edecektir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
مُرَاغَمًا [barınacak ve geçinecek yer] kelimesinin kullanılması, teşviki tekid içindir. Muhacir, gittiği yerde öyle hayır ve nimetler bulur da bunlar kendilerinden ayrıldığı kavmin burunlarının sörtülmesine sebep olur.
مُرَاغَمًا kelimesinin kökü olan رَغَم, burnun toprağa sürtünmesi demektir.
Diğer bir görüşe göre de hicret edecek kimse yeryüzünde bir yol bulur; kavminin burunlarını toprağa sürterek (onlara rağmen) kendilerini terk eder demektir. (Ebüssuûd)
السَّبِيلُ [yol] kelimesi bilinen bir mecazdır ve zikredilen hicret de bu manayı kuvvetlendirmiştir. Sebil kelimesinin zikriyle birlikte gelen ضَرْبٌ kelimesinde de tevriye vardır. (Âşûr)
مُرَاغَمًا kelimesi “yeryüzünde gitmek” manasındaki راغَمَ fiilinden ism-i mekândır. راغَمَ fiili “toprak” manasındaki الرَّغامِ kelimesinden müştaktır. (Âşûr)
السَّعَةُ kelimesi; “darlık, tazyik” manasındaki الضِّيقِ kelimesinin zıddıdır. Hakiki manada geniş mekân için kullanılır. Rahat, müreffeh yaşam için de kullanılır. Bu mana mecazîdir. المُراغَمُ kelimesi yeryüzünde gitmek manasında geldiyse السَّعَةُ kelimesinin ona atfedilmesi tefsir açısındandır. Ama المُراغَمُ kelimesi öfkelendirme yeri manasında ise kendini tatmin edecek ve rahat ikamet edilecek bir yer bulmaya delalet eder. Allah, küfür ülkesinden çıkan kişiye hicret ettiği yere ulaşmasa bile hicret sevabını verir. (Âşûr)
وَمَنْ يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ مُهَاجِراً اِلَى اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ
Cümle, önceki şart cümlesine matuftur. Çünkü bu cümle de şart üslubunda haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …يَخْرُجْ مِنْ بَيْتِه۪ cümlesi şarttır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği, muhatabın muhayyilesini etkiler.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهَ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan فَقَدْ وَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ cümlesi şartın cevabıdır. Rabıta harfi فَ karinesiyle gelmiş ve tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip mübteda olan مَنْ ’in haberidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması resul için şan ve şereftir.
Cümlede Allah’a hicretten sonra resulüne hicretin zikredilmesi, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ثُمَّ يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ cümlesi, şart cümlesine ثُمَّ ile atfedilmiştir.
Allah’a ve Resulüne hicret ifadesi, Allah’a ve Resulüne imandan kinayedir. Veya mecâz-ı mürseldir. Sebep söylenmiş, müsebbep kastedilmiştir.
يُدْرِكْهُ الْمَوْتُ ifadesinde aklî mecaz veya istiare ve tecessüm sanatları vardır.
يَخْرُجْ - يُهَاجِرْ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs vardır.
مُهَاجِرًا - يُهَاجِرْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
َوَقَعَ اَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ [Onun ecri Allah'a aittir.] istiare-i tebeiyedir. على َharf-i cerinin üzerine alma, üstlenme manası ile, birinin işini üstlenen, onun adına borçlanan, “Tamam o iş bana ait” diyen kişinin tavrını hatırlatır. Allah Teâlâ kendi rızası için hicrete çıkıp yolda ölen kimseyi ortada bırakmaz, onun işini bizzat kendi uhdesine alır, karşılığını verir, manasındadır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Burada “kim hicret eder” ifadesi yerine “kim evinden çıkar” ifadesinin tercih edilmiş olmasının anlamı şudur:
Bir kimse hicret niyetiyle evinden çıktıktan sonra evinin önünde bile ölse, yine o bu mükâfata mazhar olur. Allah ve Resulü yolunda hicret ederek o yolda ölenlerin mükâfatının Allah’a aidiyeti zorunluymuş gibi sabit olması demektir. (Ebüssuûd)
Allah’a hicret etmenin anlamı, Allah’ın razı olacağı bir yere hicret etmek demektir. Resul kelimesi elçiye katılmak ve onun tarafını güçlendirmek için Medine’ye hicret hususuna işaret için lafza-i celâle atfedilmiştir. (Âşûr)
Allah burada اَجْرُ (ücret) kelimesini kullanmıştır. “Ecr”, hak edilmiş olan bir menfaatten ibarettir. Müstahak olunmadan alınan şey için “ücret” denilemez, aksine “hibe” denir. (Fahreddin er-Râzî)
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُوراً رَح۪يماً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız bir mana taşır.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın arasında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَفُورًا رَح۪يمًا۟ şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُهَاجِرًا - يُهَاجِرْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül’-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi ve ayette tekrarlanması, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ [Allah gafûr ve rahîmdir.] cümlesi hüsn-i intihâdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
Bu gibi çaresizleri Allah’ın affetmesi kuvvetle umulur. Bunlar için de gitgide kâfirleşme tehlikesi düşünülebileceğinden mutlak olarak affedilirler denemezse de çocuklar henüz yükümlü bulunmadıklarından, büyükler de kalplerindeki imanı korumak şartıyla hicret etmeme hususunda mazeretli olduklarından dolayı affedilmeye ve bağışlanmaya layıktırlar. [Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır.]
(Elmalılı Hamdi Yazır)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Yani Allah, ezelde غَفُورًا ,رَح۪يمًا۟ olduğu gibi gelecekte de غَفُورًا ,رَح۪يمًا۟’dir. Onun bu vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez.
Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.