Mü'min Sûresi 23. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ  ...

Andolsun ki biz Mûsâ’yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a gönderdik. Onlar ise; “Bu çok yalancı bir sihirbazdır” dediler.  (23 - 24. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا biz gönderdik ر س ل
3 مُوسَىٰ Musa’yı
4 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
5 وَسُلْطَانٍ ve bir yetki ile س ل ط
6 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 

Yukarıda geçmiş toplulukların tarihlerinden ders alınması gerektiğine işaret edilmişti. Buradan itibaren 46. âyete kadar süren bölümde ise geçmişten bir örnek olmak üzere Firavun’un ve onu destekleyenlerin, Hz. Mûsâ’ya karşı inkâr, isyan ve haksızlıkta direnmeleri; bu yüzden dünyada cezalandırılıp yok edilmeleri; nihayet onları âhirette nasıl bir âkıbetin beklediği anlatılmaktadır. Amaç ise bir yandan Kureyş putperestlerini ve genel olarak inkârcıları, İslâm ve peygamber karşısında olumsuz tutumlarını sürdürdükleri takdirde aynı kötü âkıbetin kendi başlarına da geleceği hususunda uyarmak; bir yandan da henüz inkârcılar karşısında güçsüz durumda bulunan müslümanlara sabır ve ümit telkin etmektir (İbn Atıyye, IV, 554). 

Hz. Mûsâ’nın, yüzyıllardır Mısır’da sıkıntı içinde yaşayan İsrâil­oğulları’nı kurtarmak üzere Allah’ın emriyle Mısır’a gitmesi ve oradaki mücadeleleri, peygamberlik faaliyetleri ve kendi halkı olan İsrâiloğulları’yla ilişkileri hakkında Kur’an’ın başka yerlerinde geniş bilgiler verilmiştir (özellikle bk. Bakara 2/40-93; A‘râf 7/103-171). Burada dikkati çeken en önemli ayrıntı, gizlice Mûsâ’ya iman etmiş olan kişinin son derece önemli uyarılarına dair geniş açıklamalardır. 

Mûsâ’ya verildiği belirtilen “âyetler”, genellikle Mûsâ’nın sergilediği mûcizeler olarak yorumlanmıştır. “Apaçık bir kanıt” diye çevirdiğimiz “sultânun mübîn” ifadesini Taberî, bizim çevirdiğimiz gibi açıklamakla yetinmiştir (XXIV, 55); Zemahşerî, bununla mûcizelerin kastedildiğini belirtir (III, 363); İbn Âşûr, Hûd sûresinin 96. âyetinde geçen aynı ifadeyle “aklî delil ya da ilâhî teyit”in, Şevkânî ise Tevrat’ın kastedildiğini söyler (IV, 558). Ancak Mûsâ’nın o dönemde peygamberlikle görevlendirildiği kesin olmakla birlikte (bk. A‘râf 7/104; Tâhâ 20/47) henüz Tevrat’ın indirilmemiş olduğu göz önüne alınırsa Şevkânî’nin açıklamasının isabetli olmadığı anlaşılır. 

Tefsirlerde Hâmân, Firavun’un veziri veya sarayındaki önemli şahsiyetlerinden biri, Karun ise Hz. Mûsâ’nın amcazadesi ve Firavun’un üst düzey bir görevlisi olarak tanıtılmaktadır (bk. Kasas 28/6, 76). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 655-656
 

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مُوسٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

مُوسٰى  gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  اَرْسَلْنَا ‘nın failinin veya  مُوسٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir.  Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  سُلْطَانٍ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  مُب۪ينٍۙ  kelimesi  سُلْطَانٍ ‘nın sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُب۪ينٍۙ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir.  قَدْ  tahkik içindir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

اٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.

سُلْطَانٍ ’deki tenvin, tazim ve nev ifade eder. 

مُب۪ينٍ  kelimesi,  سُلْطَانٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

مُب۪ينٍۙ : Bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı, Hud/96)

سُلْطَانٍ - اٰيَاتِنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetteki وَ  harfi isti’naf içindir. Bu وَ  ile ya iki mana birbirine bağlanır ya da iki mana arasındaki ilişki sona erdirilir ve bu harf ile başlayan bölüm daha önce tam olarak anlatılmış bir manaya bağlanır. Kıssanın kıssaya atfedilmesi sözünün manası budur. Buradaki isti’naf وَ ’ı, tam olarak anlatılan bir kıssayı diğerine bağlamıştır. Bu atfedilen kıssa da 23. ayetteki andolsun ki, ‘’Musa’yı gönderdik’’ sözü ile başlar, âl-i Firavun’un başına gelen kötü azaba kadar devam eder. 46. ayetteki ateş ki onun üzerine arz olunurlar sözü ve arkadan gelen onların hallerini, nârdaki münakaşalarını anlatan sözlerle açıklanır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 138)

Bu kıssa, içerisindeki iki ibret(ders) sebebiyle diğer ümmetlerin kıssalarından daha güzeldir. Birincisi yalancıların tuzakları ve inatları, sonrasında ise helak edilmeleri, ikincisi ise müminlerin sabrı ve sebatı, akabinde ise kendilerine verilen zafer (yardım). Her iki derste (ibrette) de vaîd (tehdit) ve vaat vardır. (Âşûr)