بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْيَوْمَ | bugün |
|
2 | تُجْزَىٰ | cezalanır |
|
3 | كُلُّ | her |
|
4 | نَفْسٍ | can |
|
5 | بِمَا |
|
|
6 | كَسَبَتْ | kazandığıyle |
|
7 | لَا | yoktur |
|
8 | ظُلْمَ | zulüm |
|
9 | الْيَوْمَ | bugün |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | سَرِيعُ | çabuk görendir |
|
13 | الْحِسَابِ | hesabı |
|
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ
اَلْيَوْمَ zaman zarfı تُجْزٰى fiiline mütealliktir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُجْزٰى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. كُلُّ naib-i fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِ sebebiyyedir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle تُجْزٰى fiiline mütealliktir.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder.
ظُلْمَ kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. الْيَوْمَ zaman zarfı لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
سَر۪يعُ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. سَر۪يعُ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَوْمَ zaman zarfı, önemine binaen amili olan تُجْزٰى fiiline takdim edilmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudus, istimrar, teceddüd ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُجْزٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Zaten fiilin failinin Allah Teâlâ olduğu aşikârdır.
نَفْسٍ ’in tenkiri kesret ve cins ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا harf-i cerle birlikte تُجْزٰى fiiline mütealliktir. Sılası olan كَسَبَتْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِمَا كَسَبَتْۜ sözü; “ne arttırılır ne de eksiltilir, tam olarak karşılığı verilir” demektir. Bu söz nefse aittir, çünkü nefis yaptığı şeyi tercih ederek yapmıştır. Bunda nefsin kazandığı şeylerle cezalandırılacağı manası da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 115)
لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ
Ayetin ikinci cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ظُلْمَ , kelimesi لَا ’nın ismidir.
Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. الْيَوْمَ ’nin müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
الْيَوْمَ kıyamet gününden kinayedir. Ayette önemine binaen, muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ cümlesi اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ için bedel-i iştimâl olarak gelmiştir. Yani içerisinde zulmün olmadığı, adil bir karşılık demektir. Cinsini nefyeden لا ’dan sonra gelenin nekra olmasına binaen tam olarak: ‘içerisine zulmün en küçük bir parçasının dahi karışmadığı adil bir karşılık’ anlamına gelmektedir.(Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
سَر۪يعُ , sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Mübalağa ifade eder.
Ayette müsnedin marife gelişi isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle tahsis ifade eder.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
سَر۪يعُ الْحِسَابِ sıfatının ayetle mükemmel uyumu teşabüh-il etraf sanatının güzel bir örneğidir.
الْحِسَابِ - تُجْزٰى ve كَسَبَتْۜ - الْحِسَابِ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْذِرْهُمْ | ve onları uyar |
|
2 | يَوْمَ | güne (karşı) |
|
3 | الْازِفَةِ | yaklaşan |
|
4 | إِذِ | zira |
|
5 | الْقُلُوبُ | yürekler |
|
6 | لَدَى | dayanmıştır |
|
7 | الْحَنَاجِرِ | gırtlaklara |
|
8 | كَاظِمِينَ | yutkunur dururlar |
|
9 | مَا | yoktur |
|
10 | لِلظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | حَمِيمٍ | dostu |
|
13 | وَلَا | ve yoktur |
|
14 | شَفِيعٍ | bir aracıları |
|
15 | يُطَاعُ | sözü tutulur |
|
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اَنْذِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَوْمَ zaman zarfı ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاٰزِفَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِذِ zaman zarfı يَوْمَ ‘den bedel olup mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقُلُوبُ ile başlayan isim cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْقُلُوبُ mübteda olup lafzen merfûdur. لَدَى mekân zarfı olup, mübteda الْقُلُوبُ ‘nun mahzuf haberine mütealliktir. الْحَنَاجِرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَاظِم۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada hal müfred hal olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْذِرْهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْاٰزِفَةِ kelimesi, sülasi mücerredi أزف olan fiilin ism-i failidir.
كَاظِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كظم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ
مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ cümlesi يَوْمَ الْاٰزِفَةِ ‘den hal olup mahallen mansubdur. Mukadder rabıtın takdiri, فيه (Orada) şeklindedir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal menfi (olumsuz) isim cümlesi olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لِلظَّالِم۪ينَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. حَم۪يمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. شَف۪يعٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. يُطَاع fiili شَف۪يعٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُطَاعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَف۪يعٍ ve حَم۪يمٍ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muhatap Hz. Peygamber, mütekellim Allah Teâlâ’dır.
الْاٰزِفَةِ ’ye muzâf olan يَوْمَ zaman zarfı, اَنْذِرْهُمْ fiiline mütealliktir.
اِذْ zaman zarfı يَوْمَ ’den bedeldir.
Bedel; Arap dilinde bir kelimenin yerine kullanılan başka bir kelimenin atıf yapılmadan ve tefsir maksatlı kullanılmasıyla yapılan ıtnâb sanatıdır. Bedel yapmanın amacı, kapalı olan kelamı açmak, açık olanı ise tekid etmektir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı: 1 Yıl: 2000)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
الْقُلُوبُ ve الْحَنَاجِرِ kelimelerinin aslı إذْ قُلُوبُهم لَدى حَناجِرِهِمْ dir. ألْ takısı; hazf edilen muzafun ileyhden ivazdır. Çünkü muzâfun ileyh hazf edilince muzâfa elif-lam takısı verilir. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَدَى الْحَنَاجِرِ , mahzuf habere mütealliktir.
كَاظِم۪ينَۜ kelimesi mübtedanın halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اٰزِفَةِ ; kıyamet günü, ölüm günü, insanların sevk edildikleri gün veya telâk günü anlamlarına gelmektedir. Bu, kıyamet günü demektir. "Âzife", birşey yaklaşıp geldiğinde kullanılan اَزِفَ الْاَمْرُ (iş yaklaştı-gelip çattı) fiilinin ism-i failidir.
Zeccâc: "Kıyamet hakkında اٰزِفَةِ denilmiştir. Çünkü insanlar, onun zamanını uzak görseler de, aslında o yakındır. Zira gelecek olan her şey yakındır" demiştir.
Bil ki اٰزِفَةِ kelimesi, mahzûf bir müennes kelimenin sıfatı olup, takdiri, القِيامَةُ الآزِفَةُ yahut المُجَاظَاة الآزِفَة şeklindedir. Kaffal şöyle der: Kıyametin isimleri, onlarda bir دَاهِيَةٌ (dehşet) manası bulunduğu için الحَاقَّة , الطَّامَة ve benzeri isimlerinde olduğu gibi, müennes olarak gelirler (çünkü bunlar mübalağa (ileri derece) ifade ederler.
Âzifet çizgisi, cehennem ehlinin cehenneme girmeye başladıkları çizgidir.
Diğer bir görüşe göre اٰزِفَةِ , ölüm anıdır. Tıpkı: [Can, boğaza dayandığında…] (Vakıa: 83) ve [Can, köprücük kemiğine dayandığında…] (Kıyamet: 26) ayetlerinde de aynı an anlatıldığı gibi.
Yani yürekler, yerlerinde yukarı çıkıp boğazlarına yapışır ve artık yerlerine geri dönmüyor ki rahatlasınlar ve dışarı da çıkmıyor ki ölüp kurtulsunlar. (Ebüssuûd)
الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَ [Yürekler gırtlaklara dayanmıştı] sözü mecazdır, hakîkî mananın düşünülmemesi için bir karine vardır. Çünkü kalpler boğaza gelmez/dayanmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 120)
Bu ayette, âzifet günündeki kalplerin tasviri ile Vâkıa Suresi 83. ayette zikredilen ölüm halindeki kalplerin tasvirini mukayese etmek güzel olur. Vâkıa Suresinde إِذَا بَلَغَتِ ٱلۡحُلۡقُومَ buyurulmuştur. Bu sözle ruhun boğaza gelmesi kastedilmektedir. كَاظِم۪ينَ kelimesi ‘boğaza ulaşıncaya kadar yola düşmek’ demektir ve bunda gecikme, oyalanma, bir vakit alma manası vardır. Halbuki üzerinde çalıştığımız ayetteki “kalpler hançerededir” sözünde sanki kalpler korkudan oraya yapışmış, ne geri dönebiliyor, ne dışarı çıkabiliyor olduğu manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 119)
اَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ [Yaklaşan günle uyar] ifadesinde mecazî isnad vardır. Burada yaklaşma fiili, mecaz-ı aklî yoluyla gün kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki maksat hakiki fail olan Allah Teâlâ’nın azabıdır. Allah Teâlâ hakiki faildir ama fiili, o gün işlemektedir. Dolayısıyla hakiki fail ile zaman ifade eden kelime arasında bir mülâbeset vardır. Bunun için zamaniyye denilen mecaz-ı aklî ile fiil zamana isnad edilmiştir.
الْاٰزِفَةِ kelimesinin aslı السّاعَةُ الآزِفَةُ , veya القِيامَةُ الآزِفَةُ şeklindedir. Çok yakın olduğundan dolayı mevsuf hazf edilmiştir. (Âşûr)
مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ
Bu cümle kalp sahiplerinin hali olarak fasılla gelmiştir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi ليس gibi amel etmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır. لِلظَّالِم۪ينَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ حَم۪يمٍ lafzen mecrur, mahallen merfû muahhar mübtedadır. مِنْ tekid ifade eden zaid harftir.
مِنْ حَم۪يمٍ ve ona matuf olan لَا شَف۪يعٍ ‘deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. مِنْ harfi, selbin, umumi olduğunu göstererek kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümûle işarettir. Yani, zalimler için hiçbir yakın dost ve şefaatçi yok demektir.
لَا شَف۪يعٍ kelimesi, حَم۪يمٍ ’e tezayüf nedeniyle atfedilmiştir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu tekid içindir.
لِلظَّالِم۪ينَ ‘deki الْ takısı umum ifade eder. Bu konuda söylenebilecek olan en son şey, bu ayet-i kerimenin, kâfirleri kınamak için geldiğidir. Çünkü itibar, sebebin hususiliğine değil de, lafzın umumiliğinedir.
Harf-i tarifte aslolan, onun daha önce geçmiş bilinen ve mâhud olan birisine ait olmasıdır. Bu ayette de, daha önce geçmiş ve mâhud olan kimseler bulunmaktadır, ki bunlar da Allah'ın ayetlerine karşı mücadele eden kâfirlerdir. O halde elif lâm'ın buna yönelik olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)
لِلظَّالِم۪ينَ ‘deki الْ takısı, istiğrak ifade eder. (Âşûr) İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُطَاعُۜ cümlesi, شَف۪يعٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
يُطَاعُۜ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
شَف۪يعٍ ve حَم۪يمٍ kelimeleri mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbındadırlar. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
شَف۪يعٍ - حَم۪يمٍ ve كَاظِم۪ينَۜ - لظَّالِم۪ينَ gruplarındaki kelimeler arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı, قُلُوبُ - حَنَاجِر kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu cümle müste’nefe olarak gelmiştir. Şefaatçi bulunma ihtimalini nefyeder ve onların içinde bulunduğu korkunç durumun kesilmeksizin devam edeceğini ifade eder. Müste’nef cümlenin başına nefy harfi gelmiştir. Bu cümlede haber makamında olan car mecrur öne alınmıştır. Mübteda da حَم۪يمٍ şeklinde nekre olarak gelmiştir. Dolayısıyla burada bir vurgu vardır. Yani, zalimler için yakın bir dost değil, hiçbir yakın dost yok demektir. Bunların hepsi yerinde manalardır. Bu ayette zalimler sözü ile kâfirler murad edildiğinde ihtisas manası da taşıyabilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 121)
Şefaatçinin vasfı olarak يُطَاعُ gelmesi, şefaatin nefyi manasını tekid eder. Çünkü bu sıfat şefaatin nefyi konusunda delil mesabesindedir. Sanki bunun manası şöyledir: Zalimler için hiçbir şefaatçi yoktur, bunun delili de şefaatçiye itaat edilmemesidir. Çünkü şefaatçinin şefaati, ancak kabul olduğu zaman geçerli olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 121)
Mukaddem car mecrurun başına gelen nefy harfi, ihtisas ifade eder. Yani, şefaatin nefyini zalimlere tahsis eder ki bu zalimler, kâfirlerdir. Bu yapı ihtisas değil, hükmü takviye ve tekid de ifade edebilir. Ayrıca bu sözde, zalimlerden başkasına şefaatin olduğuna dair bir delil de yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 121)
مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ cümlesi الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ cümlesine bedel-i iştimâl olarak gelmiştir. Çünkü bu durum, Allah katında kendilerine şefaatçi olarak seçtikleri kimselerin şefaatini beklemelerini, başka bir dosta ya da şefaatçiye yönelmemelerini gerektirmektedir. (Âşûr)
مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ Bu sözde ihtisas vardır. Çünkü burada murad, zalimler, yani kâfirlerdir ve özellikle onlara şefaatçi yoktur. Halbuki müminler için şefaatçi vardır. Dolayısıyla bu sözün mefhum-ı muhalifi, yani onlardan başkalarına şefaatçinin olduğu sözü doğrudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 180)
Bu ayet 17. Ve 19. Ayetler arasında itiraziyye cümlesi olarak gelmiştir. (Âşûr)
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
“Gözlerin kötü niyetli bakışı”ndan maksat, bakılması helâl olmayan şeylere veya helâl olmayan şekilde, tarzda bakmak; “kalplerin sakladıkları” ise insanın içinden benimsediği, ancak farklı sebeplerle eylem olarak dışa yansıtmadığı veya yansıtamadığı niyet ve düşünceleridir (Zemahşerî, III, 366). Daha çok ahlâk kitaplarında insanın bütün tutum ve davranışları “uzuvların fiilleri ve kalbin fiilleri” diye ikiye ayrılır. Allah’ın ilmi her iki fiil alanını da kuşatmıştır. Hz. Peygamber, amellerin niyetlere göre değerlendirileceğini (Buhârî, “Îmân”, 41; Müslim, “İmâre”, 155); bir kimse hayırlı bir iş yapmaya niyet etmekle birlikte herhangi bir engel yüzünden bunu gerçekleştiremese bile yine de Allah’ın ona sevap yazacağını bildirmiştir (Nesâî, “Kıyâmü’l-leyl”, 63; İbn Mâce, “İkāme”, 177). Buna karşılık insan, içinden bir kötülük yapmayı düşünmek, hatta kesin karar vermekle birlikte, düşünce ve niyetini eyleme dönüştürmezse bundan dolayı günahkâr sayılmaz (bk. Buhârî, “Talâk”, 11; Müslim, “Îmân”, 201, 203, 204). Hatta Gazzâlî’nin açıklamalarına göre eğer kötü eylemden vazgeçmenin arkasında Allah korkusu, insan sevgisi, pişmanlık duyup günah işlemekten sakınma gibi olumlu sebepler varsa, iyi bir nedenle ondan vazgeçtiği için sevap bile kazanır. Ancak –günah işleme arzusu değişmemekle birlikte– korku, acizlik, şartların elverişli olmaması gibi sebeplerle niyet ve düşüncesini gerçekleştirememiş kişi, buna rağmen kötü niyet ve düşüncesinden dolayı günahkâr sayılır (İhyâ, III, 42). Nitekim 20. âyette Allah’ın adaletle hüküm vereceğini bildiren ifade de buna işaret etmektedir.
Bütün bu açıklamalarda putperestlerin bâtıl inançlarından kurtarılması, onlara yeni bir dinî ve ahlâkî zihniyet aşılanması amaçlanmaktadır. Gerçek Tanrı her bir kulunun neler yaptığını, hatta neler düşündüğünü, içinde ne tür niyetler taşıdığını bilir; onlar hakkında niyet ve amellerine göre hükümler verir, nihayet ödüllendirir veya cezalandırır. Buraya kadar geçen âyetlerde gerçek ilâh hakkında iki kategoride bilgi verildi:
1. O vardır, birdir; bilgisi, kudreti, hükümranlığı gibi niteliklerinde eşsiz ve mükemmeldir; 2. O aynı zamanda insanlar için dinî, ahlâkî planda yasa koyucudur; buyrukları ve yasaklarıyla bireylerin ve toplumların hayatlarına, iradesine uygun bir düzen vermek ister. Nihaî planda bütün insanları âhirette âdil bir şekilde yargılayıp hükümlerine uyanları ödüllendirecek, uymayanları cezalandıracaktır. Putperestlerin tanrı diye taptıkları nesnelerin sadece hüküm verme gücüne sahip olmamaları bile onlara tapmanın anlamsız ve yersiz olduğunu göstermeye yeteceği için 20. âyette bu hatırlatmayla yetinilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 649-650
Havene خون :
Hıyanet (خِيانَةٌ) ve nifaq (نِفاقٌ) anlam olarak birdir, yalnız hıyanet yani hainlik sözleşme, ahit ve emanet baz alınarak kullanılırken, nifaq ise din baz alınarak kullanılır. Bu iki kavram anlam olarak iç içe giren bir mana taşımaktadır.
Hıyanet sözcüğünün zıddı emanettir أمانَةٌ. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 16 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hain ve hıyanettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
Fiil cümlesidir. يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. خَٓائِنَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَعْيُنِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la خَٓائِنَةَ ‘e matuftur. İsm-i mevsûlun sılası تُخْفِي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تُخْفِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الصُّدُورُ fail olup lafzen merfûdur.
خَٓائِنَةَ kelimesi, sülasi mücerredi خون olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُخْفِي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خفي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ
Ayet ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, istimrâr, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ izafeti sözü kısaltmış ve veciz az sözle çok şey ifade etmek hale getirmiştir. Bu izafet, sıfatın mevsufuna muzâf olması şeklinde lafzî izafettir.
خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ (Gözlerin hainliği) ifadesinde mecaz-ı mürsel vardır. Asıl hain olan gözler değil gözlerin sahibidir. Bu mecazda cüz-kül alakası vardır.
Veya gözlerin hainliği ifadesinde mecazî isnad vardır. Gerçekte hain olan gözler değildir. Hainlik gözlerin sahibi yerine gözlere isnad edilmiştir. Bu isnadla hainliğin ne denli fazla olduğunu, gözlerde dahi bunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Veya Allah Teâlâ'nın her şeyi bildiği, bakışlardaki en ufak bir hainliği dahi bildiğini ifade etmek için mecaz yapılmıştır.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, خَٓائِنَةَ ’ye matuftur. Sılası olan تُخْفِي الصُّدُورُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تُخْفِي fiili افعال babındadır. Bu fiilde افعال babının kesret manasının etkisi barizdir.
مَا تُخْفِي الصُّدُورُ (Kalplerin gizledikleri) ifadesinde mecazî isnad vardır. Gizleme fiili kalplerin sahibi yerine kalbe isnad edilmiştir. Halbuki gizleme işini yapan kalplerin sahibidir.
Bu manalara ilaveten bu cümlede Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün, onların hallerini kapsamlı olarak bilmesine dayalı olduğuna işaret vardır. Bu idmâc sanatıdır.
خَٓائِنَةَ kelimesi afiyet kelimesinin benzeri olarak gelmiş bir masdardır.
Göğüslerde olanı bilir, yani sadrların (göğüslerin) gizlediği şeyi bilir ve bu bâtının da ötesinde gizlilik ifade eden bir usluptur. Çünkü göğüste olan şey zaten gizlidir, göğsün gizlediği şey, gizlinin de gizlisi demektir. Göğüslerin gizlediği şey sözü, dışarıdan belli olmaması için çok hırslı olmayı ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 123)
يَعْلَمُ lafzından sonra bilinenlerin gözlerin hain bakışı ve göğüslerde gizlenenler şeklinde sıralanması taksim sanatıdır.
اَعْيُنِ - صُّدُورُ lafızları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاللَّهُ | Allah |
|
2 | يَقْضِي | hükmeder |
|
3 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
4 | وَالَّذِينَ | kimseler ise |
|
5 | يَدْعُونَ | yalvardıkları |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
8 | لَا |
|
|
9 | يَقْضُونَ | hüküm veremezler |
|
10 | بِشَيْءٍ | hiçbir şeye |
|
11 | إِنَّ | çünkü |
|
12 | اللَّهَ | Allah |
|
13 | هُوَ | O |
|
14 | السَّمِيعُ | işitendir |
|
15 | الْبَصِيرُ | görendir |
|
وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَقْض۪ي mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur.
يَقْض۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِالْحَقّ car mecruru يَقْض۪ي fiiline mütealliktir.
وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَدْعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَدْعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, يدعونهم من دونه (Ondan başkasına dua ediyorlar.) şeklindedir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَقْضُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِشَيْءٍ car mecruru يَقْضُونَ fiiline mütealliktir.
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
هُوَ fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
السَّم۪يعُ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الْبَص۪يرُ۟ kelimesi اِنّ ‘nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
لسَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ۟ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Lafza-i celâl mübteda, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan
يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ cümlesi, haberdir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بِالْحَقِّۜ car mecruru, يَقْض۪ي fiiline veya mahzuf hale mütealliktir.
Muktezâ-i zâhir’e göre kelamın şöyle gelmesi gerekirdi: يَعْلَمُ خَٓائِنَةَ الْاَعْيُنِ وَمَا تُخْفِي الصُّدُورُ وَ يَقْض۪ي بِالْحَقِّۜ Yani يَقْض۪ي fiilinin kendisinden sonra gelen وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ sözünde olduğu gibi ُ يَعْلَمُ 'ya atfedilmesi uygun olurdu. Halbuki ayetin başında ُوَاللّٰهُ şeklinde lafza-i celâl zikredilmiştir. Dolayısıyla zamir gelmesi gereken yere zahir isim gelmiştir. Bunun sebebi de lafza-i celâl’in bütün kemâl vasıfları cem’ etmesidir. Bunda hüküm vermenin ne kadar önemli olduğuna işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 124)
وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍۜ
Ayetin ikinci cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Önceki cümleyle bu cümle, kalb kasrı oluşturarak hakla hükmetmeyi Allah’a hasretmiştir. (Âşûr)
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında onlara tahkir ifade eder.
مِنْ دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
Faide-i haber ibtidaî kelam olan لَا يَقْضُونَ بِشَيْءٍ cümlesi, müsneddir.
Müsnedin menfi muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
O’ndan başka ibadet ettikleri ise birşey ile hükmedemezler. Bu, alay ve tehekküm üslubudur. Çünkü O’nun dışında dua edilen şeyler, zaten kendileri birşey değildir ki bir şeye hükmetmeleri mümkün olsun. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 124)
"Ve Allah, adaletle hükmeder; onların Allah'tan başka taptıkları ise, hiçbir şeye hükmedemezler."
Bu ifade, onların ilahları ile istihza anlamını taşımaktadır. Çünkü cansız varlıklar hakkında "hükmeder" denmez. (Ebüssuûd)
بِشَيْءٍ ’in tenkiri, nev ve taklîl ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma işaret eder.
يَقْض۪ي - لَا يَقْضُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ۟
Ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ , fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin yani السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ۟ kelimelerinin marife gelmesi müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret etmenin yanında kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemâl derecede olmak üzere, sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ۟ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
Ayrıca bu cümlede yine zamir yerine ism-i celâl gelmiştir. Bu tercihin sebebi ism-i celâl’in sahip olduğu celâl ve kemal vasıflarına işaret ederek tazim ve heybeti artırmaktır. Çünkü ism-i celâl bütün kemal sıfatları taşır. Sonra gelen fasl zamiri, yani َهُوَ de kasr manasını tekid eder. Haberin elif-lâm’lı olması, bu sıfatların mutlak kemâl manada olduğuna delâlet eder. Burada السَّم۪يعُ ve الْبَص۪يرُ۟ gelmesi, ayetin başında zikredilen onları korkut sözüne daha uygundur. Çünkü inzâr (uyarmak), bütün bu ayetlerde geçen temel manadır. Allah Teâlâ’nın سَّم۪يعُ ve بَص۪يرُ۟ olması da, onları işittiğini ve gördüğünü ifade eder ve dolayısıyla uyarmak manasını tekid eder. Aynı zamanda her şeyi işiten ve gören kişinin emrine muhalefet etmekle de korkutur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 125)اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَسِيرُوا | gezip dolaşmadılar mı? |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
5 | فَيَنْظُرُوا | görsünler |
|
6 | كَيْفَ | nasıl |
|
7 | كَانَ | olduğunu |
|
8 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | كَانُوا | olan |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önceki |
|
13 | كَانُوا | idiler |
|
14 | هُمْ | onlar |
|
15 | أَشَدَّ | daha üstün |
|
16 | مِنْهُمْ | kendilerinden |
|
17 | قُوَّةً | kuvvet bakımından |
|
18 | وَاثَارًا | ve eserleri bakımından |
|
19 | فِي |
|
|
20 | الْأَرْضِ | yeryüzündeki |
|
21 | فَأَخَذَهُمُ | fakat onları yakaladı |
|
22 | اللَّهُ | Allah |
|
23 | بِذُنُوبِهِمْ | günahları yüzünden |
|
24 | وَمَا | ve |
|
25 | كَانَ | olmadı |
|
26 | لَهُمْ | onları |
|
27 | مِنَ | karşı |
|
28 | اللَّهِ | Allah’a |
|
29 | مِنْ | hiçbir |
|
30 | وَاقٍ | koruyan |
|
Yüce Allah’ın, kendilerine gönderilen peygamberleri ve onların doğruluklarının belgeleri olan kutsal kitapları yahut mûcizeleri red ve inkâr eden; böylece inkâr ve kötülükte direnen toplumları daha dünyadayken cezalandırıp tarih sahnesinden sildiğini hatırlatan bu kısa değinme, Kur’an’ın ilk muhataplarıyla ilâhî hakikatler karşısında benzer tutumlar sergileyen diğer topluluklar için anlamlı bir uyarıdır. Kur’an’a ve peygambere karşı direnen putperestler, genellikle güçlerine ve servetlerine güvendikleri için, bunun nasıl bir aldanış olduğuna dikkat çekilmektedir. 22. âyetin sonunda Allah’ın gücünün ve çetin azabının hatırlatılması da güçlerine ve servetlerine güvenenlere yöneltilen uyarıyı pekiştirmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 650Nezara نظر:
نَظَرٌ bir şeyi algılamak, görmek ve idrak etmek için gözü ve uz bakışı ona çevirmektir. Bu kavramla bazen acele etmeden düşünmek (te'emmül) ve araştırmakta kastedilir.
Halk dilinde nazar, daha çok gözle bakmak anlamında, ulemâ dilinde ise basiret anlamında kullanılır.
نَظَرَ ve إنْتَظَرَ fiilleri bir şeyin gelmesini intizar etmek/beklemek/gözlemektir. İf'al babındaki formu olan أنْظَرَ fiili ise tehir etmek/ertelemek anlamında kullanılır.
Yine نَظَرٌ nazar sözcüğü aynı zamanda bir meseleyle ilgili hayret etmek ve şaşırmak manasına da gelir.
نَظِيرٌ ise benzer/eş demektir.
Son olarak münazara مُناظَرَةٌ kavramı, görüş alışverişinde karşılıklı görüşlerini ortaya koyma, birbirini tenkit etmek, üstün gelmek için rekabet etmek ya da çekişmek şeklinde sergilenen tartışmadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 129 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri nazar, nazari, nâzır, nazariye, intizar, müntazır, manzara, münazara, nezaret, mütenâzır, (sarfı) nazar ve naziredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Hemze istifham harfidir. Atıf harfi وَ ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri, أغفلوا (Gafil oldular) şeklindedir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَس۪يرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَس۪يرُوا fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْظُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. كَيْفَ istifham ismi كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
هُمْ fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَشَدَّ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak lafzen mansubdur. مِنْهُمْ car mecruru اَشَدَّ ‘ye mütealliktir. قُوَّةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰثَاراً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اٰثَاراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. بِذُنُوبِهِمْ car mecruru اَخَذَهُمُ ‘deki mef’ûlun bih olan zamirin haline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لَهُمْ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru وَاقٍ ‘a mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَاقٍ lafzen mecrur, كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
وَاقٍ mankus isim olduğundan cer alameti mahzuf يَ üzere mukadder kesradır.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاقٍ kelimesi, sülasi mücerredi وقي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Ayet takdiri, …أغفلوا (Gaflet ettiler) olan istinaf cümlesine matuftur.
İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. وَ atıf harfi, لَمْ muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren harftir. لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.
İstifham takriridir. (Âşûr)
Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkâr ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Makabline فَ ile atfedilen فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle, istifhama dahildir.
كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi, tefekkür manasındaki فَيَنْظُرُوا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَانَ ’nin muahhar ismi olan عَاقِبَةُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir kastına matuftur.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قَبْلِ - عَاقِبَةُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı, كَيْفَ ve baştaki hemze arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Akıbet için müzekker fiil kullanılmıştır. كَانَتْ buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akıbet ‘azap’ manasındadır. Eğer müennes geldiyse ‘cennet’ manasındadır. Müenneslik ve müzekkerliğin manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Murâatü’l Maqâm, S. 106)
عَاقِبَةُ kelimesinin sonundaki yuvarlak ةُ müenneslik alameti değildir. Bu kelimenin müennesliği mecazîdir.
يَس۪يرُوا - فَيَنْظُرُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً , faide-i haber inkârî kelamdır. اَشَدَّ haber, هُمْ tekid ifade eden fasıl zamiridir.
Zalimlere ait olan fasıl zamiri, sadece hükmü tekid ve takviye içindir. Müsnedi, müsnedün ileyhe kasretmek murad edilmemiştir. (Âşûr)
مِنْهُمْ car mecruru, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَشَدَّ ’ye, فِي الْاَرْضِ ise اٰثَاراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
قُوَّةً وَاٰثَاراً temyiz olarak ıtnâb sanatıdır.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/36 s.124)
اَشَدَّ - قُوَّةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْ
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Vasıl’da, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
فَأخْذَهُمُ اللَّهُ sözündeki ف harfi, bu kimselerin Kureyş ehlinden daha güçlü olduklarını ifade için الأخْذِ kelimesine tefri’ olarak güç-kuvvetten kinaye olarak kullanılmıştır. Burada yapılan kinaye haktan yüz çevirme ve davetten kaçma şeklindedir. Takdiri ise şöyledir: Yüz çevirdiler veya inkâr ettiler ve bu yüzden Allah onları yakaladı. (Âşûr)
الأخْذُ : Yok etmek ve helak etmek demektir. Burada yakalayıp cezalandırmaktan kinaye edilmiştir. Veya الأخْذُ , cezalandırma anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede, takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُمْ , nakıs fiil كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ وَاقٍ car mecruru, كَانَ ‘nin muahhar ismidir. Zaid مِنْ harfi sebebiyle وَاقٍ lafzen mecrur, mahallen merfudur.
Car mecrur مِنَ اللّٰهِ , konudaki önemine binaen amili olan müsnedün ileyhe takdim edilmiştir. (Bunu Âşûr da söylüyor)
مِنْ وَاقٍ ‘deki tenvin, kıllet, nev ve umum ifade eder. مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfi siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. Zaid harfin de ilavesiyle ‘kesinlikle hiçbir bilgiye sahip değilim’ manasına gelir.
مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr, 3/79)
Bu ayette كَانَ fiilinin çok tekrarlandığı göze çarpar. كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُوا هُمْ اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً , Allah muradını daha iyi bilir ama bu tekrarlarda manayı çok eski zamanlara götürme kastı vardır. Zaman bakımından çok eskiden yaşamış birçok millet vardır ve bunlar hakkındaki Allah’ın sünneti değişmemiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 130)
كَانَ - كَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerin ve فِي الْاَرْضِ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ - مَا كَانَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَاقٍ ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّهُ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bu |
|
2 | بِأَنَّهُمْ | onların (sebebiyledir) |
|
3 | كَانَتْ | olmaları |
|
4 | تَأْتِيهِمْ | onlara getirirdi |
|
5 | رُسُلُهُمْ | elçileri |
|
6 | بِالْبَيِّنَاتِ | açık kanıtlar |
|
7 | فَكَفَرُوا | ama inkar ediyorlardı |
|
8 | فَأَخَذَهُمُ | bu yüzden onları yakaladı |
|
9 | اللَّهُ | Allah |
|
10 | إِنَّهُ | zira O |
|
11 | قَوِيٌّ | güçlüdür |
|
12 | شَدِيدُ | çetin olandır |
|
13 | الْعِقَابِ | cezası |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ذا işaret, ل harfi buud, yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceri ile mübteda ذٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَانَتْ ile başlayan isim cümlesi أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekan zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تْ te’nis alametidir.
كَانَتْ ‘nin ismi, müstetir olup takdiri هى ‘dir. تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ cümlesi كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَأْت۪يهِمْ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رُسُلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru تَأْت۪يهِمْ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فَ atıf harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
اِنَّهُ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. قَوِيٌّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. شَد۪يدُ kelimesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا
Ta’liliyye olarak gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular.
Bu ism-i işaret Allah’ın ahzı ile irtibatlı olduğundan, bu ahzın şiddetine de delâlet eder. Aynı zamanda gazabın çoğaldığına da delâlet eder, çünkü ahzın sebebi gazabın şiddetli oluşudur. Yani, ahz sonuçtur. Bu da Rahmân ve Rahîm’in gazabının sonucudur. Burada sebep ifade eden بِ harfi geldi. Eğer burada lam-ı ta’lîl gelse bu mana yerine gelmezdi. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 133)
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, sebep bildiren بِ harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰلِكَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. اَنَّ ’nin haberi olan كَانَتْ تَأْت۪يهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَأْت۪يهِمْ fiilinin teceddüt için muzari fiil olarak geldiğini Âşûr da söylüyor.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Müşriklerin hiçbir yardımcı bulamayacaklarına işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
فَكَفَرُوا cümlesi atıf harfi فَ ile makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Burada فَكَفَرُوا sözündeki فَ hiç mühlet vermeksizin tertip ifade eder. Yani, onlar bu apaçık delil üzerine hemen küfretmişlerdir. Ayrıca bu fiil takip etmemesi gereken bir fiilden sonra gelmiştir. Çünkü apaçık delilleri gördükten sonra inkâr değil iman etmeleri gerekirdi. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 134)
فَكَفَرُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُۜ
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. فَ bu olaylar arasında çok zaman geçmediğine işaret etmektedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّهُ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوِيٌّ birinci, شَد۪يدُ الْعِقَابِ ise اِنَّ ’nin ikinci haberidir.
شَد۪يدُ الْعِقَابِ , az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir. Allah Teâlâ’nın bu iki sıfatının aralarında وِ olmadan gelmesi bu iki vasfın birden onda mevcudiyetine işarettir.
قَوِيٌّ - شَد۪يدُ الْعِقَابِ vasıflarının arasındaki ayetlerle anlam bütünlüğü teşâbüh-i etrâf, birbiriyle uyumu ise mürâât-ı nazîr sanatıdır.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu cümle ile daha önceki ayetin fasılası olan cümleyi yan yana koyarsak, bu iki cümle arasında kuvvetli bir benzerlik ve manalar arasında da çok latîf bir tertip olduğunu görürüz. Sanki ikinci fasıla, ilk fasılanın illetidir. Yani ‘onlar için Allah’tan başka hiçbir kurtarıcı yoktur, çünkü Allah kuvvetlidir, azabı da şiddetlidir’ manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 134)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
Yukarıda geçmiş toplulukların tarihlerinden ders alınması gerektiğine işaret edilmişti. Buradan itibaren 46. âyete kadar süren bölümde ise geçmişten bir örnek olmak üzere Firavun’un ve onu destekleyenlerin, Hz. Mûsâ’ya karşı inkâr, isyan ve haksızlıkta direnmeleri; bu yüzden dünyada cezalandırılıp yok edilmeleri; nihayet onları âhirette nasıl bir âkıbetin beklediği anlatılmaktadır. Amaç ise bir yandan Kureyş putperestlerini ve genel olarak inkârcıları, İslâm ve peygamber karşısında olumsuz tutumlarını sürdürdükleri takdirde aynı kötü âkıbetin kendi başlarına da geleceği hususunda uyarmak; bir yandan da henüz inkârcılar karşısında güçsüz durumda bulunan müslümanlara sabır ve ümit telkin etmektir (İbn Atıyye, IV, 554).
Hz. Mûsâ’nın, yüzyıllardır Mısır’da sıkıntı içinde yaşayan İsrâiloğulları’nı kurtarmak üzere Allah’ın emriyle Mısır’a gitmesi ve oradaki mücadeleleri, peygamberlik faaliyetleri ve kendi halkı olan İsrâiloğulları’yla ilişkileri hakkında Kur’an’ın başka yerlerinde geniş bilgiler verilmiştir (özellikle bk. Bakara 2/40-93; A‘râf 7/103-171). Burada dikkati çeken en önemli ayrıntı, gizlice Mûsâ’ya iman etmiş olan kişinin son derece önemli uyarılarına dair geniş açıklamalardır.
Mûsâ’ya verildiği belirtilen “âyetler”, genellikle Mûsâ’nın sergilediği mûcizeler olarak yorumlanmıştır. “Apaçık bir kanıt” diye çevirdiğimiz “sultânun mübîn” ifadesini Taberî, bizim çevirdiğimiz gibi açıklamakla yetinmiştir (XXIV, 55); Zemahşerî, bununla mûcizelerin kastedildiğini belirtir (III, 363); İbn Âşûr, Hûd sûresinin 96. âyetinde geçen aynı ifadeyle “aklî delil ya da ilâhî teyit”in, Şevkânî ise Tevrat’ın kastedildiğini söyler (IV, 558). Ancak Mûsâ’nın o dönemde peygamberlikle görevlendirildiği kesin olmakla birlikte (bk. A‘râf 7/104; Tâhâ 20/47) henüz Tevrat’ın indirilmemiş olduğu göz önüne alınırsa Şevkânî’nin açıklamasının isabetli olmadığı anlaşılır.
Tefsirlerde Hâmân, Firavun’un veziri veya sarayındaki önemli şahsiyetlerinden biri, Karun ise Hz. Mûsâ’nın amcazadesi ve Firavun’un üst düzey bir görevlisi olarak tanıtılmaktadır (bk. Kasas 28/6, 76).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 655-656وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مُوسٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
مُوسٰى gayri munsariftir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِاٰيَاتِنَا car mecruru اَرْسَلْنَا ‘nın failinin veya مُوسٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سُلْطَانٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مُب۪ينٍۙ kelimesi سُلْطَانٍ ‘nın sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُب۪ينٍۙ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ
وَ istînâfiyyedir. لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir. قَدْ tahkik içindir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sübut, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
اٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
سُلْطَانٍ ’deki tenvin, tazim ve nev ifade eder.
مُب۪ينٍ kelimesi, سُلْطَانٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. İsm-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
مُب۪ينٍۙ : Bilindiği gibi إبان ’den ism-i faildir. إبان ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca مُب۪ينٍۙ (açık) demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı, Hud/96)
سُلْطَانٍ - اٰيَاتِنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayetteki وَ harfi isti’naf içindir. Bu وَ ile ya iki mana birbirine bağlanır ya da iki mana arasındaki ilişki sona erdirilir ve bu harf ile başlayan bölüm daha önce tam olarak anlatılmış bir manaya bağlanır. Kıssanın kıssaya atfedilmesi sözünün manası budur. Buradaki isti’naf وَ ’ı, tam olarak anlatılan bir kıssayı diğerine bağlamıştır. Bu atfedilen kıssa da 23. ayetteki andolsun ki, ‘’Musa’yı gönderdik’’ sözü ile başlar, âl-i Firavun’un başına gelen kötü azaba kadar devam eder. 46. ayetteki ateş ki onun üzerine arz olunurlar sözü ve arkadan gelen onların hallerini, nârdaki münakaşalarını anlatan sözlerle açıklanır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 138)
Bu kıssa, içerisindeki iki ibret(ders) sebebiyle diğer ümmetlerin kıssalarından daha güzeldir. Birincisi yalancıların tuzakları ve inatları, sonrasında ise helak edilmeleri, ikincisi ise müminlerin sabrı ve sebatı, akabinde ise kendilerine verilen zafer (yardım). Her iki derste (ibrette) de vaîd (tehdit) ve vaat vardır. (Âşûr)
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ
اِلٰى فِرْعَوْنَ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. فِرْعَوْنَ alem isim olduğundan gayri munsariftir.
هَامَانَ ve قَارُونَ isimleri atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
قَالُوا atıf harfi فَ ile اَرْسَلْنَا fiiline matuftur. Fiil cümlesidir.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli هو سَاحِرٌ كَذَّابٌ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَاحِرٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو (O) şeklindedir. كَذَّابٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
كَذَّابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَقَارُونَ فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَهَامَانَ car-mecrurları, önceki ayetteki اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir.
فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ cümlesi atıf harfi فَ ile önceki ayetteki … اَرْسَلْنَا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Bu cümle … وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى cümlesiyle … فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ cümlesi arasında itiraziyyedir. (Âşûr)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan سَاحِرٌ كَذَّابٌ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هُوَ olan mübteda mahzuftur.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan سَاحِرٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
كَذَّابٌ kelimesi سَاحِرٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَذَّابٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
فَقَالُوا سَاحِرٌ كَذَّابٌ sözündeki فَ harfi üzerinde düşünülürse, bu kişilerin Allah’ın ayetlerini, yetkisini, apaçık sultanını hiç düşünmeden hemen reddettikleri ve iftira saydıkları görülür. Onlar hiç düşünmeden şiddetli bir fücur ile Musa’nın (as) sözlerini reddetmişlerdir. Halbuki Musa’dan (as) hiç sihir görülmemişti. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 139)
İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)
"Yemin olsun ki, biz, Musa'yı mucizelerimizle ve apaçık hüccetle Firavun'a, Hâman'a ve Kârun'a gönderdik. Onlar ise: "Bu, çok yalancı bir sihirbazdır" dediler."
Bu apaçık ve kahredici hüccet, ya anılan mucizelerin aynısıdır. Buna göre, aynı mucizelerin iki değişik ifade ile veya iki farklı unvan ile zikredilmeleri içindir. Yahut bu hüccetlerden murad, asa mucizesi gibi onların bazı meşhurlarıdır. Buna göre, onların da genel mucizelere dahil oldukları halde ayrıca zikredilmeleri, üstünlüklerinden dolayıdır. Tıpkı Hz. Cebraîl ile Mikâil (as) da, meleklere dahil oldukları halde ayrıca zikredildikleri gibi. (Ebüssuûd)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | (Musa) ne zaman ki |
|
2 | جَاءَهُمْ | onlara gelince |
|
3 | بِالْحَقِّ | hakk ile |
|
4 | مِنْ | -dan |
|
5 | عِنْدِنَا | katımız- |
|
6 | قَالُوا | dediler |
|
7 | اقْتُلُوا | öldürün |
|
8 | أَبْنَاءَ | oğullarını |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | امَنُوا | inanan(ların) |
|
11 | مَعَهُ | onunla beraber |
|
12 | وَاسْتَحْيُوا | ve sağ bırakın |
|
13 | نِسَاءَهُمْ | kadınlarını |
|
14 | وَمَا | ve değildir |
|
15 | كَيْدُ | tuzağı |
|
16 | الْكَافِرِينَ | kafirlerin |
|
17 | إِلَّا | başkası |
|
18 | فِي |
|
|
19 | ضَلَالٍ | boşa çıkandan |
|
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı, قَالُوا ‘nun cevabına müteallık olup mahallen mansubdur.
Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükûn üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالْحَقِّ car mecruru جَٓاءَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir.
مِنْ عِنْدِنَا car mecruru الْحَقِّ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اقْتُلُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَبْنَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مَعَ mekân zarfı اٰمَنُوا ‘nun failinin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اسْتَحْيُوا atıf harfi وَ ‘la اقْتُلُٓوا ‘ya matuftur.
اسْتَحْيُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. نِسَٓاءَهُمْۜ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اسْتَحْيُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi حيي ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَيْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْكَافِر۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اِلَّا hasr edatıdır. ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ
فَ , istinâfiyyedir. لَمَّا , kelimesi حين manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cevap fiiline mütealliktir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ مِنْ عِنْدِنَا şeklindeki şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzafun ileyhidir.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدِنَا izafetinde azamet zamirine muzaf olan عِنْدِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumunda olan اَبْنَٓاءَ için muzâfun ileyh konumunda olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا مَعَهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَعَهُ car mecruru, اٰمَنُوا fiilinin mahzuf haline mütealliktir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelerek اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ cümlesine atfedilen وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْ cümlesinin atıf sebebi tezattır.
اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ cümlesiyle, وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اسْتَحْيُوا - اقْتُلُٓوا ve اَبْنَٓاءَ - نِسَٓاءَهُمْۜ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
وَمَا كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ
وَ istînâfiyyedir. Kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ mübtedadır. ف۪ي ضَلَالٍ mahzuf habere mütealliktir.
كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ izafeti sözü veciz (az sözle çok şey ifade etmek) ifade yanında muzâfa tahkir anlamı da katmıştır.
ف۪ي ضَلَالٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
Bu ayetin sonu, kasr üslubuyla söylenmiştir. Bu kasr üslubunda onların hileleri yokluğa kasredilmiştir ki ‘onlar hiçbir şey yapamayacaklar’ demektir. Burada كَيْدُ الْكَافِر۪ينَ [kâfirlerin hilesi] diye bahsedilen şey, 25. ayetteki اقْتُلُٓوا اَبْنَٓاءَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ وَاسْتَحْيُوا نِسَٓاءَهُمْۜ sözüyle kastedilen olaydır. Yani, onlar İsrailoğulları’nın erkek çocuklarını öldürüp, kız çocuklarını hayatta bırakma işini yapamadılar. Nitekim bu, başka ayetlerde de Allah’ın İsrailoğullarına verdiği nimetler arasında zikredilmiştir. Allah nimetiyle İsrailoğullarını Firavun ehlinin kötülüğünden, azabından kurtarmıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 143)
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)