11 Aralık 2025
Mü'min Sûresi 26-33 (469. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'min Sûresi 26. Ayet

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ  ...


Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ق و ل
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 ذَرُونِي bırakın beni و ذ ر
4 أَقْتُلْ öldüreyim ق ت ل
5 مُوسَىٰ Musa’yı
6 وَلْيَدْعُ ve yalvarsın د ع و
7 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
8 إِنِّي çünkü ben
9 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
10 أَنْ diye
11 يُبَدِّلَ onun değiştirecek ب د ل
12 دِينَكُمْ dininizi د ي ن
13 أَوْ yahut
14 أَنْ diye
15 يُظْهِرَ çıkaracak ظ ه ر
16 فِي
17 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
18 الْفَسَادَ fesad ف س د

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. فِرْعَوْنُ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli  ذَرُون۪ٓي ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

ذَرُون۪ٓي  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَقْتُلْ مُوسٰى  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تتركوني أو إن تذروني أقتل (Beni bırakırsan öldüreceğim) şeklindedir. 

اَقْتُلْ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ‘dir. مُوسٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لْ  emir lam’ıdır.  يَدْعُ   fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ  fiili  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  أنا ‘dir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُبَدِّلَ  fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  د۪ينَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُظْهِرَ  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُظْهِرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يُظْهِرَ  fiiline mütealliktir.  الْفَسَادَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُبَدِّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يُظْهِرَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ظهر ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ 

 


وَ , istînâfiyyedir. Ilk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ذَرُون۪ٓي , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Buradaki vav harfi, Firavun’un sözüyle onların sözlerini birbirine bağlar. Ancak bunların arasında bir tertip söz konusu değildir. Sadece bu iki sözün söylendiğini ifade edilmiştir.  Bu söz, Firavun’un Musa’yı (as) öldürme konusundaki isteğinin kuvvetini beyan eder. Bu bir mübalağa üslubudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 146)

فَ  karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevap cümlesi  اَقْتُلْ مُوسٰى , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Takdiri  إن تتركوني (Eğer beni bırakırsanız…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupta gelen  وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ  cümlesi  ذَرُون۪ٓي  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

رَبَّهُ  izafeti az sözle çok anlam ifadesi içindir.

Anlaşılıyor ki Hazret-i Musa'nın mucizeleri karşısında Firavun'un istibdadı, baskısı kırılmış, dilediğini yapamaz olmuş ve şaşırmıştı. A'raf Sûresi'nde geçtiği üzere mesele cemiyetin yalnız görüşüne müracaattan, başvurmaktan ibaret kalmamış, bir müdahale mahiyetini almış olmalı ki bırakın beni diye bağırıyor. Demek ki o cebbar, zorba Firavun, zorlamasını yürütemez olmuş ve şaşırmış idi, şaşkınlığından saçma sapan konuşuyordu. Bir taraftan o Rabbine dua etsin diye Allah'ı inkâr etmek veya hafife almak istiyor, bir taraftan da dininizi değiştirecek diye dindarlık gösteriyor. Belki onun Allah dediği kendi saltanatıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Lanetli Firavun'un  durumdan hoşlanmamasından anlaşılan, Hazret-i Musa'nın peygamber olduğuna ve onun, kendilerine gösterdiği şeylerin, sihir olmayıp açık mucizeler olduklarına kesin olarak inanıyordu; fakat onu öldürmeye kalkarsa, hemen helâk olmaktan korkuyordu. Onun: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim" demesi, kendi kavmine, kendisini engelleyen, onlar oldukları, kendileri olmasa, Musa'yı öldüreceği vehmini vermeye çalışıyordu. Aslında kendisini engelleyen, içindeki müthiş korkudan başka bir şey değildi. Onun: "O da, Rabbine yalvarsın!.." demesi, zahire göre celadet izhar edip onun yalvarmasına aldırmadığını, asıl korkusunun, kendisine ve putlara tapmak olan dinlerini değiştirmesi ve bunu başaramadığı takdirde de o topraklarda savaş ve karışıklık çıkarması olduğunu göstermek idi. (Ebüssuûd)

Ayetteki, "(Varsın) Rabbine yalvarsın" sözünü, Firavun istihza yollu söylemiş olup, "Ben onu öldüreyim de, o da varıp Rabbine şikayet etsin. O da benim elimden Musa'yı kurtarsın göreyim" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

ولْيَدْعُ رَبَّهُ  ifadesindeki emir lam’ı tesviye ve aldırmama manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

 

اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ

 

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.

أخافُ  fiiliyle birlikte gelmesi beklenen  مِنَ  harfi bu ifadeyle  أنْ  arasında olduğu için hazf edilmiştir. (Âşûr)

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlenin gelişinden Firavun’un İsrailoğullarının Musa (as)’ın dinine girmesinden sürekli bir endişe duyduğu ve telaşlandığı anlaşılmaktadır.

اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ  cümlesi  اَوْ  ile makabline atfedilmiştir. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ  cümlesi, masdar teviliyle, önceki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu sözün maksadı, Hazret-i Musa'yı öldürmeyi gerektiren sebebi ortaya koymaktır. Bu sebep de, " Musa (as)'nın varlığı ya dinin, ya dünyanın fesada gitmesine sebeptir. Dinin fesadı şöyle olur: Firavun ve adamları, doğru dinin, kendi dinleri olduğuna inanmışlardı ve dolayısıyla Musa (as), onu ifsâd için uğraşınca, adeta, onların inancında, hak olan dini, Musa (as) ifsada uğratmış oldu. Onun dünyayı ifsadı da, Musa (as)'ın etrafında mutlaka bazı insanlar toplanacak, böylece bu iş birtakım düşmanlıkların meydana gelmesine ve fitnenin eşelenmesine sebep olacak olmasıdır. İnsanların, dinlerine olan sevgisi, mallarına olan sevgilerinden daha fazla olunca, Firavun önce dini ileri sürmüş, "Onun dininizi değiştirmesinden (korkuyorum)" demiş; sonra da dünyanın fesada uğramasını ileri sürerek, "Yahut yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum" demiştir. (Fahreddin er-Râzîi)

 
Mü'min Sûresi 27. Ayet

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟  ...


Mûsâ da, “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ق و ل
2 مُوسَىٰ Musa
3 إِنِّي elbette ben
4 عُذْتُ sığındım ع و ذ
5 بِرَبِّي benim de Rabbim ر ب ب
6 وَرَبِّكُمْ ve sizin de Rabbinize ر ب ب
7 مِنْ -nden
8 كُلِّ hepsi- ك ل ل
9 مُتَكَبِّرٍ kibirlilerin ك ب ر
10 لَا
11 يُؤْمِنُ inanmayan ا م ن
12 بِيَوْمِ gününe ي و م
13 الْحِسَابِ hesap ح س ب

  Aveze عوذ :   عَوْذٌ başkasına sığınmak ve ona bağlanmaktır. Fiil olarak عاذَ şeklinde falan kişi falan kişiye sığındı manasında kullanılır.

  Türkçede de kullandığımız مَعاذَ الّله  maazallah lafzı, yani bunu yapmaktan Allah'a sığınırız ve O'ndan yardım dileriz demektir. Çünkü bu cüret etmekten sakındığımız, kendimizi uzak tuttuğumuz bir fenalıktır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 17 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri maazallah ve istiâzedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Mekulü’l-kavli  اِنّ۪ي عُذْتُ ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عُذْتُ  fiili  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  عُذْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  أنا ‘dir.  بِرَبّ۪ي  car mecruru  عُذْتُ fiiline mütealliktir. 

رَبِّكُمْ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ كُلِّ  car mecruru  عُذْتُ  fiiline mütealliktir. مُتَكَبِّرٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟  cümlesi مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِيَوْمِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline  mütealliktir.  الْحِسَابِ۟  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مُتَكَبِّرٍ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

يُؤْمِنُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ مِنْ كُلِّ مُتَكَبِّرٍ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبّ۪ي  izafeti, Hz Musa’yı tazim ve teşrif ifade eder.  رَبِّكُمْ  izafeti ise az sözle çok mana ifade etmek için gelmiştir.

Hz. Musa, sözlerinde inanmayanlara aid zamiri Rabb ismine izafe ederek, onlar inanmasa da Allah’ın onların da rabbi olduğunu ve onlar üzerindeki nimetlerini hatırlatmak istemiştir.

تفعّل  babının ism-i faili olan مُتَكَبِّرٍ ’deki tenvin tahkir ve nev ifade eder.

لَا يُؤْمِنُ بِيَوْمِ الْحِسَابِ۟  cümlesi,  مُتَكَبِّرٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Musa (as)’ın sözü üzerinde yeniden düşünülürse, اِنّ۪ي  ile tekid edildiği görülür. Bu tekid İmam Râzî’ye birşey ima etmiştir ki bu da Musa (as)’ın şiddet anında Rabbine sığınırken sözünü tekidli söylemesidir. Bu, bütün Allah ehlinin ve salihlerin genel davranışına uygundur. Zaten O’ndan başka sığınacak hiç bir varlık yoktur. O Allah Teâlâ onlara kâfidir, gözetir, himaye eder.

Ancak Fahreddin Râzî burada bir şeyi gözden kaçırmıştır. Buradaki tekid sadece isnadı tekid etmekle kalmaz cümleyi bulunduğu yer bakımından da tekid eder. Musa (a.s) melun kişinin tehdidini duyduğu anda yaptığı duayı tekitli bir şekilde söylemiştir. Burada yapılan vurgu sadece Allah’a sığınma manasına değil bu sığınma anını da vurgular, oraya dikkat çekilir, çünkü bu an kerb anıdır. Kerb, ‘meşakkat, endişe, üzüntü, acı’ gibi manaları olan bir kelimedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 153)

Buradaki وَ harfi, Musa (as)’ın Firavun’a karşı red ifade eden bu sözünün tek bir zamana mahsus olmadığına delâlet eder. Buradaki atıf fasl ve vasl kaidelerinde olduğu gibi, bir kelamın kendisinden kaynaklandığı bir kelama atfı manasında değildir. Yani, bir kelamın bir kelama atfıdır, ama bu atıf fasıl ve vasıl konusundaki kaideye uygun olan şekilde değildir. Ayrıca bunda şu manaya da işaret vardır: Musa (as) Firavun’un sözünü duymuştur, ama Rabbine sığınırken, kendisini şüpheler sarmış biri gibi sığınmamıştır.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 148)

Hazret-i Musa, bu bedduasında, Firavunu açıkça zikretmemiştir. Çünkü bazı bakımlardan onun, Musa (as) üzerinde, terbiye etmiş olması sebebiyle bir hakkı bulunuyordu. İşte o hakkı gözettiği için, bizzat ve ismen, Firavun'dan bahsetmemiştir.

Firavun, her ne kadar bu fiili açıkça yapmış ise de, Musa (as)'ın, Firavun'un aleyhine bizatihi ismini anarak duada bulunmasında bir fayda yoktur. Tam aksine uygun olanı, bu sıfatları taşıyan herkesin kötülüğünü önleme hususunda, Allah'a sığınmak ve O'ndan yardım istemektir. Böylece bu sığınmanın şümulüne, düşmanlığını izhar etsin, etmesin düşman olan herkes dahil olur. (Fahreddin er-Râzî)

Haberin  إنَّ  harfiyle tekid edilmesi haberin lâzımına yöneliktir. Yani Allah onun güvenliğini garanti etmiştir. Bu tekid, kendisine karşı duydukları şefkat dolayısıyla kavmin bir kısmını veya çoğunu konu hakkında mütereddit menziline koymak içindir. Allah için mütekellim zamirine muzâf olan Rabb isminin gelmesinde O’na sığınmaya ima vardır. Çünkü kul efendisine sığınır. (Âşûr)

 
Mü'min Sûresi 28. Ayet

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  ...


Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü’min bir adam şöyle dedi: “Rabbim Allah’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve (şöyle) dedi ق و ل
2 رَجُلٌ bir adam ر ج ل
3 مُؤْمِنٌ mü’min ا م ن
4 مِنْ -nden
5 الِ ailesi- ا و ل
6 فِرْعَوْنَ Fir’avn
7 يَكْتُمُ gizleyen ك ت م
8 إِيمَانَهُ imanını ا م ن
9 أَتَقْتُلُونَ öldürüyor musunuz? ق ت ل
10 رَجُلًا bir adamı ر ج ل
11 أَنْ diye
12 يَقُولَ diyor ق و ل
13 رَبِّيَ Rabbim ر ب ب
14 اللَّهُ Allah’tır
15 وَقَدْ oysa gerçekten
16 جَاءَكُمْ size gelmiştir ج ي ا
17 بِالْبَيِّنَاتِ kanıtlarla ب ي ن
18 مِنْ -den
19 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
20 وَإِنْ ve eğer
21 يَكُ o ise ك و ن
22 كَاذِبًا bir yalancı ك ذ ب
23 فَعَلَيْهِ kendi zararınadır
24 كَذِبُهُ yalanı ك ذ ب
25 وَإِنْ ve eğer
26 يَكُ o ise ك و ن
27 صَادِقًا doğru söylüyor ص د ق
28 يُصِبْكُمْ başınıza gelir ص و ب
29 بَعْضُ bir kısmı ب ع ض
30 الَّذِي
31 يَعِدُكُمْ size va’dettiklerinin و ع د
32 إِنَّ şüphesiz
33 اللَّهَ Allah
34 لَا
35 يَهْدِي doğru yola iletmez ه د ي
36 مَنْ kimseyi
37 هُوَ o
38 مُسْرِفٌ aşırı giden س ر ف
39 كَذَّابٌ yalancı ك ذ ب

Firavun’un ailesinden olduğu bildirilen bu mümin kişinin, Firavun’un amcasının oğlu, Kıptî asıllı biri olduğu rivayet edilir (Zemahşerî, III, 368; Râzî, XXVII, 58). İbn Âşûr’a göre ismi bilinmeyen bu kişi muhtemelen dinî arayışı olan, bu hususta düşünüp taşınan aklı selim sahibi ve erdemli biriydi. Mûsâ’nın davetini öğrendiğinde aradığı gerçeği bulduğunu düşünmüş ve ona iman etmiştir. Daha sonra Firavun’un Mûsâ’yı öldürmeye karar verdiğini öğrenince onun huzuruna çıkarak kendisini bu kararından vazgeçirmek istemiş, Firavun ise kendi toplumundan olduğu için onu suçlamamış, aksine tavsiyesini dikkate almıştır. İbn Âşûr, Tevrat’ın Çıkış kitabında (10/7) geçen, “Ve Firavun’un kulları kendisine dönüp dediler: Ne vakte kadar bu adam bize tuzak olacak? Adamları salıver de Allahları rabbe ibadet etsinler...” ifadesiyle bu zata işaret edildiği kanaatindedir (XXIV, 128-129). 

Ukbe b. Ebû Muayt isimli putperestin, Kâbe’de bulunan Hz. Peygam­ber’e saldırarak boğazına sarıldığını gören Hz. Ebû Bekir, saldırganı ellerinden yakalayarak Resûllah’ı kurtarmış; daha sonra burada kendisinden bahsedilen mümin kişinin sözlerini nakleden âyetin, “Adamı, ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz? Oysa o size rabbinizden âyetler getirmiştir” meâlindeki bölümünü aynen tekrarlamıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 40/1; Müsned, II, 204). Hz. Ali’nin, “Allah’a yemin ederim ki Ebû Bekir’in davranışı Firavun ailesinden olan mümin kişininkinden daha da önemlidir. Çünkü o kişi imanını saklamıştı, oysa Ebû Bekir inandığını açıkça ifade etmiş, malını ve canını bu yola adamıştır” dediği rivayet edilir (Bezzâr, III, 15). 

Mümin kişinin, Mûsâ ile ilgili olarak “Eğer yalancı biriyse yalanı kendi zararınadır; ama eğer doğru söylüyorsa size bildirip uyardığı şeyin bir kısmı başınıza gelecektir” ifadesi, Mûsâ’nın ortaya koyduğu gerçekler hakkında kuşkusu olduğu anlamına gelmez. Bu ifadesiyle o, Firavun ve taraftarlarının fevrî davranarak Mûsâ’yı öldürmelerini önlemeyi, onun tebliğleri hakkında soğuk kanlı ve sağlıklı olarak düşündükten sonra bir karar vermelerini sağlamayı amaçlamıştı. Bu ifade, aynı zamanda farklı bir düşünce ve inanç ortaya koyanlar karşısında ölçülü, soğukkanlı davranmak, sağ duyuyla hareket etmek; bunların doğruluğu ve yanlışlığı üzerinde düşünüp taşındıktan sonra bir karara varmak ve tavır belirlemek gerektiği yönünde genel bir ders ve uyarı anlamı taşımaktadır. 29. âyet ise siyasî güç ve hâkimiyetin, zorbalık, baskı ve haksızlık aracı olarak kullanılmaması gerektiğini; aksine davranmakta ısrar edenlerin, sonunda ilâhî cezaya çarptırılmalarının kaçınılmaz olduğunu hatırlatması bakımından son derece önemlidir.

Firavun’un, “Ben sadece kendi gördüğümü size gösteriyorum ve sizi yalnızca doğru yola yönlendiriyorum” şeklindeki ifadesinden, mümin kişinin söylediklerinin başkaları tarafından haklı görüldüğü veya en azından Firavun’un Mûsâ’yı öldürme düşüncesinin doğru olup olmadığı konusunda onların zihninde tereddüt uyandırdığı anlaşılmaktadır. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 656-658
“Cihadın en faziletlisi, zalim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.”
(Ebu Dâvud, Melâhim 17 ; Tirmizi ,Fiten 13 ; Nesai , Bey’at 37; İbni Mace, Fiten 20).

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَجُلٌ  fail olup lafzen merfûdur. مُؤْمِنٌ  kelimesi  رَجُلٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ اٰلِ  car mecruru mahzuf ikinci sıfata mütealliktir.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ  cümlesi  رَجُلٌ ‘un üçüncü sıfatı olarak mahallen merfûdur.  يَكْتُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ا۪يمَانَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli cümlesi  اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  تَقْتُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

رَجُلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mukadder ل  harfi cerriyle birlikte  تَقْتُلُونَ  fiiline mütealliktir.  

يَقُولَ  fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  رَبِّيَ اللّٰهُ cümlesidir.  يَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبِّيَ  haber olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  

قَدْ جَٓاءَكُمْ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. Veya  يَقُولَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  وَقَدْ  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren  و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

جَٓاءَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiilinin failinden mahzuf haline mütealliktir. 

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  الْبَيِّنَاتِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  car mecruru mahzuf ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُؤْمِنٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.يَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

يَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  كَاذِباً  kelimesi  يَكُ ’nun haberi olup lafzen mansubdur.  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  اِنْ ’den dolayı nûnun harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.  

عَلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

كَذِبُهُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَاذِباً  kelimesi sülasi mücerredi olan  كذب  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَكُ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  يَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  يَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  صَادِقاً  kelimesi  يَكُ ’nun haberi olup fetha mansubdur. 

يَكُ ’nun aslı  يَكُونُ ’dir. Şart edatı  اِنْ ’den dolayı  نَ ’un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için  و  hazf edilmiştir. İllet harfi  وَ ’a benzediğinden tahfif için  نْ  hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır.  

فَ  karînesi olmadan gelen  يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ  cümlesi şartın cevabıdır. يُصِبْكُمْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَعْضُ  fail olup lafzen merfûdur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعِدُكُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَعِدُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. 

صَادِقاً  kelimesi sülasi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُصِبْكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

لَا يَهْد۪ي  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ مُسْرِفٌ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُسْرِفٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  كَذَّابٌ  kelimesi  مُسْرِفٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.  

كَذَّابٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْرِفٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  رَجُلٌ  kelimesi nekre olarak gelmiştir. Bu kişinin belirli olmasının getirdiği bir fayda yoktur. Bu ayette maksad, muhatabın sözün söylenmiş olduğunu ve Musa (as)’ katlinin büyük bir hata olduğunu bilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  رَجُلٌ  kelimesi nekre gelmiştir. Halbuki bu adam Firavun’un evinde büyümüş ve apaçık ayetler getirmişti. Dolayısıyla bilinen biriydi. Arab dilinde nekre kelimeler bilinmezlik ifade eder. Bu hakîm ve aklıyla insanları yenen kıvrak zekalı adam, burada bu üslubu tercih etti. “Sizin tuttuğunuz yol, yani Musa (as)’ı öldürmek olacak iş değildir” manasını  ifade ederken, sanki “Ben aslında burada Musa (as)’ın şahsını korumuyorum. Sizin onu öldürmenize de karşı değilim. Ben sadece bu işi, yani ‘Benim Rabbim Allah’tır’ diyen herhangi bir adamı öldürme işinizi kınıyorum” demiştir. Bu, çok önemli bir manadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 159)

مُؤْمِنٌۗ , fail olan  رَجُلٌ ‘ün sıfatıdır.  مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ  car mecruru,  رَجُلٌ ’ün mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. Takdiri  منسوب (Mensubdur) ‘dur.  

يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ  cümlesi de  رَجُلٌ  için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Ayette mananın bozulmaması için  مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ  car ve mecruru  يَكْتُمُ  fiilinin önüne geçmiştir. Zira adı geçen fiil takdim edilse,  مِنْ  harf-i cerinin  يَكْتُمُ  fiiline ait olduğu düşünülürdü ve o adamın Firavun kavminden olduğu anlaşılmazdı. (Mohammed Ali Shareef , El-Hatîb El-Kazvînî’nin Telhîsu’l-Miftâh Eseri Işiğinda Klâsik Türk Edebiyati Belâgat Terimlerinin Tasnîfi)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp inkâr, tevbih ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ  cümlesi, masdar teviliyle mahzuf harf-i cerle birlikte  تَقْتُلُونَ  fiiline mütealliktir. Mütekellimin telaşla konuştuğuna işaret etmek için harf-i cerin hazf olması, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Çünkü bu kullanım yaygındır. Burada Allah isminin zikredilmesi de Kıptî ilâhlarından birinin ismi olmaması dolayısıyladır. (Âşûr)

يَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّيَ اللّٰهُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَالَ - يَقُولَ  ve  مُؤْمِنٌۗ - ا۪يمَانَهُٓ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette önemine binaen tekrarlanan  رَجُل  kelimelerinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Firavun’un, Musa (as)’ın ve mümin kişinin konuşmalarının başında  قَالَ  sözüne dahil olan  وَ  harfleri, bu konuşmaların bir mecliste geçmediğine ve bu sözlerin birbirine karşılık olarak söylenmediğine, ama bir kavlin başka bir kavle eklendiğine delalet eder.

Eğer bu mümin kişinin sözü, Firavun’un istişare meclisinde geçiyor olsaydı yahut yine Firavun’un 26. ayetteki ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى  [Beni bırakınız Musa’yı öldüreyim] sözüne cevap olarak gelseydi, diyalog uslûbunda olduğu gibi atıfsız gelirdi. Bu sözü Tâhir b. Âşûr söylemiştir. Belâgat alimleri diyalog üslubunun böyle olduğunda hemfikirdir. Çünkü birisi bir şey söylediği zaman, dinleyen kişinin zihninde “Acaba buna ne cevap verildi?” diye bir soru uyanır. Dolayısıyla onun cevabı da kemâl-i ittisal sebebiyle ve bağlacı olmaksızın gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 155)

Belâgat alimleri ‘Firavun’un âlinden’ sözünün, bu adamın vasfı olduğunu, dolayısıyla da araya başka sözler girmeden mevsufa ilave edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü araya mesafe girerse mana karışır, tam olarak anlaşılmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 156)

Bu kelamın başında, istifham hemzesi yer almıştır. Bu istifham hemzesi inkâra, taaccübe, azarlamaya, kınamaya ve onları câhillikle suçlamaya delâlet eder. Mana şöyledir: “Şu istediğiniz şey çok çirkindir. Eğer bu işi yaparsanız akıllı insanların gözünde sizi temize çıkaracak hiçbir şey kalmaz.” Böyle konuşmasının yani kelamının başında böyle bir istifham hemzesini zikretmesinin sebebi, onu heyecanlandıran, suskunluğunu bozan, Firavun’un karşısında konuşmaya sevk eden olaydır. Musa’nın yanında hikmetiyle ve onun için duyduğu endişeyle yer almıştır ki Firavun da Musa’nın bir tehlike arz ettiğini, onun gerçekten doğruyu söylediğini anlamıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 158)

اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ  sözü de mef‘ûlün li-eclihi’dir. Çünkü  لِاَنْ اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُِ  manasındadır. Lâmu’t-ta’lîl burada hazf olmuştur. Çünkü makam, söylemek istediğini bir an önce söyleme makamıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 159)

Mümin zat, Hazret-i Musa'yı öldürmeye teşebbüs etmenin caiz olmadığına dair bir hüccet öne sürmüştür ki, bu da, meseleyi taksime tabi tutmak suretiyle ifade etmektir. İşte bu sebeple bu zât, "Eğer bu adam yani Musa yalan söylüyorsa, onun yalanının günahı ve sorumluluğu kendisinedir. Binaenaleyh, onun yakasını bırakınız. Yok eğer, doğru söylüyor ise, sizi uyarageldiği o şeylerin bazısı, sizi mutlaka bulacaktır. Böylece, her iki durumda da, evlâ olan hareket tarzının, onu öldürmemek olduğu sabit olmuş olur" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)


وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ 

 

Bu cümle  رَجُلٌ ‘in veya  يَقُولَ ‘nin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, talebî kelamdır. 

قَدْ , mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.  بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru,  جَٓاءَكُمْ  fiilinin failinin mahzuf haline,  مِنْ رَبِّكُمْۜ  car mecruru ise  بِالْبَيِّنَاتِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

رَبِّكُمْۜ  izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. 

Bu hal cümlesi inkârî istifham ile bağlantılıdır ve inkârı, olayın çirkinliğini artırır. Ve dile getirilecek en yüce sözü söyleyen nekre gelmiş olan  رَجُلٌ ‘e aittir ve onu seçilmiş hayırlı kişiler makamına, yani Allah’ın hidayet ettiği ve hidayeti bulan kişiler makamına yükseltir. Yani, Allah’ın hidayet ettiği ve hidayeti bulan kişiler makamına yükselir. İşte bu kimseler Allah’ın kitap, hüküm ve nübüvvet verdikleridir. Çünkü Rabbinden apaçık ayetleri getirmek, sadece seçilmiş nebîlere ait bir iştir. Ayrıca bu hal cümlesi, mümin kişinin halindeki gizliliği hafifçe aralar. Çünkü apaçık delilleri zikretmek, sadece bu delilleri getiren kişiye inanan tarafından yapılabilir. Üstelik bu sözlerini apaçık delilleri getiren kişiyi öldürme konusunda ısrarcı olan kişiler karşısında söylemiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 160)


 وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ

 

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la … اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesinin haber manalı olması atfı mümkün kılmıştır.

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  يَكُ كَاذِباً  şart cümlesi müspet muzari sıygada gelen nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

كَان ’nin haberi olan  كَاذِباً , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap  فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  كَذِبُهُ  muahhar mübtedadır.

Bu takdim ihtisas ifade eder.  عَلَيْهِ ‘nin müteallakı olan haber maksurun aleyh/sıfat,  كَذِبُهُۚ maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Yani “Onun yalanının vebali sadece kendisine aittir.” 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ  cümlesi,  اِنْ يَكُ كَاذِباً  cümlesine matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda haberî isnaddır.  يَكُ  şart cümlesi müspet muzari sıygada gelen nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap  يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ   cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَعْضُ  için muzâfun ileyh konumunda olan müfret müzekker ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  يَعِدُكُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ - اِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

كَاذِباً ‘de irsâd sanatı vardır.

كَاذِباً - صَادِقاً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ  cümlesi, belâgat, îcâz ve tesir bakımından son derece belîğdir. Ancak dilimizde çok dolaştığı için, biz bunun kıymetinden gafiliz ve değerini fark etmiyoruz. Bu terkip, فَعَلَيْهِ عَاقِبَةِ كَذِبُهُۚ  manasındadır. Yani, ‘yalan söylüyorsa bunun vebali sizin değil onun boynuna’ demektir. Bu sözde; bir tasvir, îcâz ve görülmemiş bir mecaz vardır ki burada aslolan, yalanın, onların değil de Musa’nın (as) aleyhine olduğunun vurgulanmasıdır. Zaten bunun için burada haber makamında olan car mecrur takdim olmuştur ki bu da hal karinesiyle ihtisas ifade eder. Dolayısıyla bu sözde, onların içine gark oldukları bu hatanın son derece çirkin ve büyük olduğuna delâlet vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 161)

Bu mukabil iki cümle zayıf ihtimal ifade eden şart harfi  اِنْ  harfi ile kurulmuştur. Bu harf, işin olma ihtimalinin çok zayıf olduğuna işaret eder. اِنْ  harfi burada iki manada gelmiştir: Birinci mana olumsuzluğun kesin olduğu, yani onun kesinlikle yalancı olmadığıdır. İkincisi de olumlu mananın kesin olduğu, yani onun doğru sözlü olduğudur. Bunun için kelâm farz-ı muhal şeklinde gelmiştir. Çünkü mümin kişi, onlarla Musa’da (as) gördüğü özellikler hakkında değil “Rabbim Allah” diyen ve Rabbinden apaçık delil getiren herhangi bir kişi hakkında konuşmaktadır. Dolayısıyla bu üslup onları, içlerinde bulundukları hali, durumu yeniden düşünmeye ve tahkik etmeye sürükler. Bu kelamda söylenecek her şey söylenmiştir, yani onların önünde iki ihtimal vardır: Mûsâ (a.s) yalancıdır ya da doğru sözlüdür. Her iki halde de katli caiz değildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 162)


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ   cümlesi, haberdir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teşvik ve mehabeti artırmak amacına matuftur. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ’in sılası olan هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَذَّابٌ  kelimesi  مُسْرِفٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

كَذَّابٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Bu makamda bu kişinin vasat bir yol tuttuğunu ve bazen “eğer yalan söylüyorsa” sözünü, “eğer doğru söylüyorsa” sözüne takdim ederek Musa’nın aleyhine, bazen de tarafsız görünen, ama aslında Musa (as) lehine olup Firavun’u aşağılayan bir makamı ifade eden bir tavırla ve konuştuğunu görüyorum. Madem ki Allah müsrif ve yalancı olanı hidayete erdirmez, o halde Musa (as) Rabbinden apaçık delil getirdiğine göre müsrif ve yalancı değildir. Böylece Allah Teâlâ’nın apaçık ayetlerini ve nübüvvet delillerini bir müsrife ve yalancıya vermediğini kesin bir dille ifade etmiştir. Diğer yandan bu mümin kişinin sözünde, söylediği şeylerin önemine delalet eden bazı şeyler vardır. Bir kere sözünü  اِنَّ  ile tekid etmiştir. Sonra müsnedün ileyhi, fiil olan habere takdim etmiştir, kemâl sıfatlara delalet eden lafza-i celâl gelmiştir.  مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  sözünde de gizli bir işaret vardır. Burada  مَنْ  ism-i mevsûldür, هُوَ  mübtedadır,  مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  da haberdir هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  şeklindeki isim cümlesi sıla cümlesidir. Bu sözle, 28. ayetteki  اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  sözü arasında ince bir fark vardır. Çünkü  مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  şeklinde sılasıyla birlikte gelen ism-i mevsûlde, bu sılanın çok meşhur, bilinen birşey olduğuna delalet vardır. Dolayısıyla bu özelliklerle meşhur biri var demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 163)

 كَاذِبا - كَذِبُهُ  - كَذَّابٌ  ve  مُؤْمِنٌ  - ا۪يمَانَهُٓ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası,  مَنْ - مِنْ  ve  اِنَّ – اِنْ  arasında cinas ve bu gruplardaki kelimeler arasında arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

اللّٰهَ - يَكُ - اِنْ - رَبِّ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bazıları bu adamın İsrailoğullarından olduğunu zannetmişlerse de "Firavun ailesinden" sıfatından anlaşılan mana bunun daha çok Mısırlılardan ve belki Firavun'un kendi ailesinden olduğunu anlatıyor. Nitekim Süddî bunu Firavun'un amcası oğlu diye rivayet eylemiştir. Veliahtı ve polis şefi olduğu da söylenmiştir. Firavun'un Musa'yı öldüreyim derken Allah, kendi adamlarından böyle bir kahramanı başına dikmiş, karşısına çıkarmıştı; bu sebeple Firavun ailesinin mümini diye bilinmiş ve tanınmış olan bu adamın Firavun'a ve Firavun ailesine karşı olan konuşmalarını ve mücadelesini Cenab-ı Allah burada özellikle hikaye buyurduğu için, bu sureye onun adına izafe olarak Mü’min Suresi denilmiştir. Bu kişi önceleri imanını gizleyerek gizliden gizliye tedbirlerle bir süre Firavun'u avutmuş ise de, nihayet Hazret-i Musa'nın kesin kararı karşısında meydana çıkmak gereğini hissederek önce yavaş yavaş nasihata başlamış, sonra da açıktan savaş meydanına atılmıştır. Onun için önce yine belli etmemek üzere diyor ki; Aa! Bir adamı, Rabbim Allah diyor diye öldürecek misiniz? Rabbinizden size delillerle gelmiş iken, sonra da yavaş yavaş imanını açıklamaya kadar gitmek üzere ihtiyat ve tedbir ile delil getirmeye kuvvet vererek ekliyor: Hem eğer yalancı çıkarsa yalanı sırf kendi üzerine, kendi boynuna geçer, vebalini, cezasını kendi çeker, size zararı olmaz. Dolayısıyla yalancılığı ortaya çıkmadan öldürmeye ihtiyacınız yok. Buna karşılık ve eğer doğru çıkarsa size yapmakta olduğu tehditlerin bazısı, hiç olmazsa bazısı başınıza gelir, size isabet eder. Yani ahirete inanmıyorsanız dünyada azabı gelir. Şüphe yok ki Allah yalancı, müsrif kimseyi doğru yola çıkarmaz, başarılı kılmaz. Bu iki anlamlı, bir başka delil getirme biçimidir. Birincisi, o aşırı bir yalancı olsa idi, Allah ona o delilleri vermez, o mucizelerle desteklemezdi. İkincisi, eğer aşırı bir yalancı ise, toplum içinde yeri olamayacağından şüphe yoktur. Öldüreceğiz diye uğraşmaya ne gerek var? Bu iki mana ile asıl maksat da Firavun'a dokundurma ve taş atmadır. Yani sen bu kadar kan döken müsrif bir yalancısın, Allah seni onu öldürmek gayesine erdirmez, kendin zarar edersin. (Elmalılı Hamdi Yazır)

 
Mü'min Sûresi 29. Ayet

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ  ...


“Ey kavmim! Bugün yeryüzüne hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama başımıza geldiğinde bizi, Allah’ın azabından kim kurtarır?” Firavun, “Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 لَكُمُ sizindir
3 الْمُلْكُ mülk م ل ك
4 الْيَوْمَ bugün ي و م
5 ظَاهِرِينَ hakimsiniz ظ ه ر
6 فِي
7 الْأَرْضِ yeryüzüne ا ر ض
8 فَمَنْ kim
9 يَنْصُرُنَا bizi kurtarır? ن ص ر
10 مِنْ -ndan
11 بَأْسِ hışmı- ب ا س
12 اللَّهِ Allâh’ın
13 إِنْ eğer
14 جَاءَنَا bize gelirse ج ي ا
15 قَالَ dedi ق و ل
16 فِرْعَوْنُ Fir’avn
17 مَا
18 أُرِيكُمْ ben size göstermiyorum ر ا ي
19 إِلَّا başkasını
20 مَا şeyden
21 أَرَىٰ gördüğüm ر ا ي
22 وَمَا ve
23 أَهْدِيكُمْ ben sizi iletmem ه د ي
24 إِلَّا başkasına
25 سَبِيلَ yoldan س ب ل
26 الرَّشَادِ doğru ر ش د
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur :”Cenab-ı Hakk’ın yönetici yaptığı bir kimse, yönettiği insanları aldatarak ölürse ,Allah Teala ona cennet yüzü göstermez .”(Buhari ,Ahkam 8; Müslim ,İman 227-228, İmare 21).

  Raşede رشد :   رَشَدٌ ve رُشْدٌ sözcükleri, غَيٌّ 'ın yani sapıklığın zıddı olup hidayet anlamında kullanılır. Bazıları رَشَدٌ sözcüğünün, رُشْدٌ'den daha özel anlamlı olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü rüşd رُشْدٌ, hem dünyevi hem de uhrevi işlerle ilgili kullanılırken, رَشَدٌ sözcüğü ise yalnızca uhrevi işlerle ilgili kullanılır.

  رَشِيدٌ ve راشِدٌ formlarına gelince bunlar her ikisi için de kullanılmaktadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 19 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Reşid, mürşit, rüşt, irşad, rüşdiye ve Râşid'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ 

 

İsim cümlesidir.  يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَكُمُ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. الْمُلْكُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

ظَاهِر۪ينَ  kelimesi  لَكُمُ ‘deki zamirin hali olup nasb alameti ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْاَرْضِ   car mecruru  ظَاهِر۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاء بأس الله (Allah'ın azabı gelirse) şeklindedir.

مَنْ  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَنْصُرُنَا  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَنْصُرُنَا  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ بَأْسِ  car mecruru  يَنْصُرُنَا  fiiline mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَنَا  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ظَاهِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظهر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli,  مَٓا اُر۪يكُمْ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اُر۪يكُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  birinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَرٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَرٰى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  َأنا ‘ dir. 

مَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ  cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَهْد۪يكُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  birinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. سَب۪يلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الرَّشَادِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzafun ileyhten ivazdır. 

Nidanın cevabı olan  لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır. لَكُمُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْكُ , muahhar mübtedadır. Cümledeki takdim, kasr ifade etmiştir. Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

ظَاهِر۪ينَ  kelimesi  لَكُمُ ‘deki zamirin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.   

Müsned, mukaddem olması gereken mübteda şeklindeki müsnedün ileyhin önüne geçerse bu dizilişin ifade ettiği bazı belaği sırlar vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada ilk dikkati çeken şey, kelamın nida harfi ile başlamasıdır. Ayrıca buradaki nida harfi, uzak için kullanılan nida harfidir. Bu tercihte söyleyeceği sözün ve mananın çok önemli olduğuna işaret vardır. Çünkü nida eden kişi, nida edilen kişinin yanına gelmesini ister ki söyleyeceği şeyi duysun. İnsan sadece önemli ve değer verdiği şeyleri nida ederek söyler. Diğer yandan burada nida harfinden sonra kavmim sözü gelmiştir. Onları kavmi olmakla nitelendirmiştir. Kendisi de onlardandır. Dolayısıyla bu kişi kavminin menfaati, kavmi de onun menfaati için çalışır. Böylece kavmim kelimesi aralarındaki sıkı ilişkiye işaret eder. Her ikisi de birbirinden zararı def etmek için çalışırlar. Burada bu kişi kavmini büyük bir belaya karşı uyarmaktadır ki ne kavmin, ne de bu kişinin bu belayı def etmeye gücü yetmez. Bütün bu manaları aynı anda ifade etmesi için burada kavmim sözü tercih edilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 165)

Burada  لَكُمُ الْمُلْكُ  sözünde,  لَكُمُ ‘ün takdimi sebebiyle ihtisas vardır. Ayrıca bu sözde kibirlenmeye, izzetini, saltanatını, diktatörlüğünü ve üstünlüğünü korumaya işaretler vardır. Kişinin hayatında vatanının aziz, galip, kadir olmasından, bunu korumaya yönelik yaşamasından ve düşmanına galip gelmesinden daha önemli birşey yoktur. Yine kişi için vatanında zelil, mağlup olarak başkasının hakimiyeti altında yaşamaktan daha kötü birşey yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 166)

Burada  الْيَوْمَ  kelimesi, nekre olarak değil marife olarak gelmiştir. Bu da onların bu görünür mülkünün, izzetinin ve galip oluşunun herhangi bir güne mahsus değil, genel bir hal olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 166)


 فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ 

 

Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olsa da cümlenin meydan okuma, korkutma anlamında olduğu açıktır. Soru anlamından çıkan bu terkip mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Takdiri;  إن جاء بأس الله (Allah’ın azabı gelirse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda inşâî isnaddır. 

مَنْ  istifham harfi, ref mahallinde mübtedadır.  يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ  cümlesi, haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ  car mecruru  يَنْصُرُنَا  fiiline mütealliktir. 

اِنْ جَٓاءَنَا  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.  

بَأْسِ اللّٰهِ   izafeti veciz ifade ile birlikte muzâfa tazim ifade eder.

مَنْ  ve مِنْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ayet müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır.

İstisna harfi  اِلَّا  ve  nefy harfi  مَا  ile oluşmuş, iki tekid hükmündeki kasr, cümleyi tekid ederek olumluya çevirmiştir. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ’nın sılası olan  اَرٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümledeki ikinci  مَٓا  müşterek ism-i mevsûl,  مَٓا اُر۪يكُمْ  fiilinin mef’ûludür. İki  مَٓا  arasında tam cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 مَٓا اُر۪يكُمْ  cümlesiyle  اَرٰى  cümlesi arasında mukabele sanatı, bu iki fiil arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

[Ben size ancak gördüğümü gösteriyorum…] diye cevap vermiştir. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in açıklamasına göre: ‘’Benim size gösterdiğim yol kendim için uygun gördüğüm yoldan başkası değildir’’. (Kurtubi)

Bu cümle وَ  bağlacı olmaksızın gelmiştir. Çünkü mümin kişinin sözüne cevaptır. Ama bundan sonraki ayet  وَ  harfiyle başlamıştır. Bunda da mümin kişinin Firavun’la konuşmaya devam etmek istemediğine işaret vardır. Yani, o başka bir makamda konuşmasına devam etmiştir. Bu yüzden araya  وَ  harfi girmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 168)


 وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelam olan cümlede kasr sebebiyle, bir olumlu bir de olumsuz mana vardır. İstisna harfi  اِلَّا  ve  nefy harfi  مَا  ile oluşmuş, iki tekid hükmündeki kasr, cümleyi tekid etmiştir.  سَب۪يلَ الرَّشَادِ  izafetiاَهْد۪يكُمْ ‘un ikinci mef’ûldür. 

Kasr, fiille mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

اَهْد۪يكُمْ - الرَّشَادِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Firavun dedi: Size ancak kendi gördüğümü gösteriyorum. Onu işaret ediyorum, öldürülmesini doğru buluyorum, ben ancak doğru bildiğim şeyi size bildiriyorum; bu konuda kalbimle dilim birbiriyle uyuşmaktadır (içim dışım birdir). (Sizi ancak doğru yola iletiyorum). الرَّشَّادِ  şeklinde de okunmuştur ki, mübalağa olur,  رشيدا 'den gelir,  علّام allam veznindedir ya da  رشَدَ 'den gelir bu da  عبّاد  veznindedir,  ارشَدِ 'den değildir. Bu ikincisi kıyasî değil, semâîdir. (Beyzâvî)

Burada  سَب۪يلَ  kelimesi amel manasında müsteardır. Karine de  الرَّشادِ  kelimesine muzâf olmasıdır. Yani, ben size sadece içinde hidayet bulunan bir amel ile nasihat ediyorum. Böylece adeta müminlerin sözlerinin saçma sapan sözler olduğunu öne sürmektedir.  (Âşûr)

Firavun, onun nasihatini dinledikten sonra dedi ki: Ben size ancak doğru bildiğimi öldürülmesini işaret ediyorum ve size ancak doğruyu sağlık veriyorum. Yahut ben size ancak bildiğimi söylüyorum ve sizden bir şey gizlemiyorum.

Fakat Firavun, bu sözünde de yalan söylüyordu. Çünkü büyük bir korku içindeydi, ama sahte bir celadet gösteriyordu. Zaten öyle olmasaydı, kimseye de bir şey danışmazdı. (Ebüssuûd)

 
Mü'min Sûresi 30. Ayet

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  ...


30-31. Ayetler Meal  :   
İman etmiş olan adam dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 الَّذِي (adam)
3 امَنَ inanan ا م ن
4 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
5 إِنِّي elbette ben
6 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
7 عَلَيْكُمْ üzerinize
8 مِثْلَ mislinden م ث ل
9 يَوْمِ gününün ي و م
10 الْأَحْزَابِ öncekilerin ح ز ب

Mümin kişi, halkını iki büyük tehlike konusunda uyarmaktadır: İlki, peygamberlerine karşı gelip inkâr ve kötülüklerinde ısrar eden eski toplulukların kötü âkıbetleridir. Allah, onları hak ettikleri için cezalandırmıştır, çünkü O, kullarına haksızlık yapılmasını istemez. İkinci uyardığı tehlike ise “insanların (dehşet içinde) çığlıklar atacağı” mahşer gününde yardımsız, koruyucusuz kalacakları sıradaki çaresizlikleridir. 30-31. âyetlerdeki ifadeden, Kıptîler’den oluşan Mısırlılar’ın, Nûh kavmi, Âd ve Semûd gibi eski kavimlerin başlarına gelenlerden haberdar olduklarını göstermektedir. Zira Nûh tûfanı her dönemde bilinen meşhur bir olaydı; Mısır’a yakın bir coğrafî bölgede yaşamış olan Âd ve Semûd’un başına gelen büyük felâketlerden haberdar olmamaları da mümkün değildi. 

Allah, kulları için hiç bir zulmü istemez” cümlesindeki zulüm hem şirk ve inkârı hem de her türlü haksız muameleyi ifade etmekte olup âyette her iki anlamı da kastedilmiştir. Ayrıca zulüm kelimesinin nekre olması her türlü zulmü kapsar. Buna göre yüce Allah ne kendisi kullarına zulmeder ne de kullarının herhangi bir şekilde haksızlığa tevessül etmelerine razı olur (İbn Âşûr, XXIV, 135). 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 658

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

يَا  nida,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır. Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzaf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavl cümlesi  اِنّ۪ٓي اَخَافُ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَخَافُ  fiili  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  أنا ‘dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَخَافُ  fiiline mütealliktir. مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَحْزَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰمَنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ

 

Ayet atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fail konumundaki müfret has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan  اٰمَنَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.

يَا قَوْمِ  cümlesi itiraziyye cümlesidir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Cümlede nidanın müteallakı olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَوْمِ - يَوْمِ  kelimeleri arasında cinası nakıs, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  sözünde yine müphemlik vardır. Çünkü Ahzâb gününün benzerinin gelmesinden korktuğu söylenmiştir. Burada mevsuf hazf edilmiş ve sıfatın delaletiyle yetinilmiştir. Bu hazifte ahzâbın yok olduğuna, onların başına gelen şeyin çirkinliğine işaret vardır. Bu üslupta kavmin helak olduğu günü dahi telaffuz etmek istemediğine delalet bulunmaktadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 172)

مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  sözünde,  يَوْمِ  kelimesi tekil,  الْاَحْزَابِۙ  kelimesi çoğul gelmiştir. Halbuki burada kastedilen gün, tek bir gün değildir. Aksine her kavmin kendine mahsus bir helak günü vardır. Ancak bu günlerin hepsi de helak ifade ettiği için, sanki tek bir gün gibi zikredilmiştir. Dikkat edilirse bu mümin kişinin, tarih ve eski milletlerin davranışları, Allah’a ve peygamberlerine karşı çıkanların helakı konusunda, yani Allah’ın mahlukatı ve peygamberler tarihi hususundaki sünneti hakkında geniş bir bilgiye sahip olduğu görülür. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 172)

Cenab-ı Hak,  يَوْمِ (gün) kelimesini,  الْاَحْزَابِۙ ‘a (fırkalara) muzâf kılıp,  الْاَحْزَابِۙ ‘ı da, Nûh, Âd ve Semûd kavimleri olarak açıklayınca, her grubun bela hususunda belli bir günü olduğu ortaya çıkmış oldu. Dolayısıyla da bir karışıklık olmadığı için, cemî kelime ( أَيَّام - günler) yerine, müfred  يَوْمِ  kelimesiyle yetindi. Daha sonra bu ifadeyi, "Nûh kavminin, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin hali gibi..." ifadesiyle açıkladı. Onların hali ise, küfür, yalanlama ve diğer türlü isyanlar açısından, bunların amellerinin dûnundadır (altındadır). Bu cümlenin maksadı, ahiret azabına dikkat çekmektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Mü'min Sûresi 31. Ayet

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِثْلَ gibi م ث ل
2 دَأْبِ durumu د ا ب
3 قَوْمِ kavminin ق و م
4 نُوحٍ Nûh
5 وَعَادٍ ve ’Ad ع و د
6 وَثَمُودَ ve Semud’un
7 وَالَّذِينَ ve
8 مِنْ
9 بَعْدِهِمْ onlardan sonrakilerin ب ع د
10 وَمَا ve değildir
11 اللَّهُ Allah
12 يُرِيدُ isteyecek ر و د
13 ظُلْمًا zulmetmek ظ ل م
14 لِلْعِبَادِ kullara ع ب د

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ 

 

مِثْلَ  kelimesi önceki ayetteki  مِثْلَ ‘den bedeldir.  دَأْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  قَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  

مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


  وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ

 

وَ  itiraziyyedir.  مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  مَا ’nın ismi olup lafzen merfûdur.  يُر۪يدُ  fiili  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  ظُلْمًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  لِ  takviye için zaiddir. 

لِلْعِبَادِ  car mecruru  ظُلْمًا ‘e mütealliktir. 

يُر۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ 

 

دَأْبِ ‘e muzâf olan  مِثْلَ  lafzı, önceki ayette geçen  مِثْلَ ‘den bedeldir.  وَعَادٍ  , وَثَمُودَ  kelimeleri ve  الَّذ۪ينَ  muzafun ileyhe matuftur. 

Has ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. Car mecrur  مِنْ بَعْدِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Azap görmüş kavimlerin Nuh kavmi, Âd ve Semud kavmi ve sonrakiler şeklinde sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.

نُوحٍ - عَادٍ - ثَمُودَ  kelimelerinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada  مِثْلَ  kelimesi tekrar edilmiştir ve buna  دَأْبِ  kelimesi izafe edilmiştir.  مِثْلَ يوم قَوْمِ نُوحٍ ya da  مِثْلَ قَوْمِ نُوحٍ  buyurulmamıştır. Onların hali, devam ve alışkanlık manasındaki  دَأْبِ kelimesiyle ifade edilmiştir. Yani hallerinin çirkin olduğu dile getirilmiştir. Dolayısıyla bu söz ‘onların adetleri, Rablerinden apaçık ayetleri getiren kişiyi yalanlamaktı’ manasını taşır. Ardından Nuh kavmi zikredildi ki onlar da günahları sebebiyle boğulmuşlardı. Sanki bunda Firavun ve kavminin de boğularak helak olacağına gizli bir işaret vardır. Sonra Âd kavminin günü zikredildi ki onlar kendilerinden daha kuvvetliydi, ama Allah Âd kavminin üzerine uğursuz bir günde soğuk, kavurucu bir rüzgar gönderdi. Arkasından Semud kavminin tuğyanları sebebiyle helakları zikredildi. Daha sonra gelen kavimler zikredilmedi, onlara sadece  مِنْ بَعْدِهِمْ  şeklinde işaret edildi; mesela Lut kavmi –ki onlar da taş yağmuruyla helak edilmiştir– ve Ashabu’l-Eykedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 172) 


 وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ

 

Ayetin ikinci cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Nefy harfi  مَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  harfi  ليس  gibi amel etmiştir.

مَا ’nın haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Nefy siyakında müsnedün ileyhin takdimi kasr ifade etmiştir.

Zulüm irade etmeyi Allah Teâlâ’dan nefyeden cümlede kasr-ı kalb vardır. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis  ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

ظُلْماً ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. 

Burada ilk olarak dikkati çeken şey; Kur’an ayetlerinde sayıca, kuvvetçe, servetçe zengin oldukları zikredilen pek çok ümmetin helak olduğunun zikredilmesidir. Bu iman eden kişi ve hitap ettiği kavmi, geçmiş kavimlerin yaptıklarını, yani helak olmalarına sebep olan işlerini biliyorlardı. Yoksa Allah Teâlâ zulmetmez. Bunun için nefy harfi zulüm kelimesinin başına değil de irade fiilinin başına geldi. Yani, zulüm istememek nefyedildi. Bu uslûb, zulmün nefyinden daha belîğdir ve bu ümmetlerin yaptıkları işlerin ne kadar çirkin ve kötü olduğunu ifade eder. Ayrıca bu kişi, kavminin yaptığı helak edici günahlara sadece işaret etmekle yetinmiş, daha ileri gitmemiştir. Bu fasılada dikkati çeken başka birşey de nefy harfinin; fiil olan haberin, takdim edilmiş olan müsnedün ileyhinin başına gelmiş olduğudur. Yani  ما أنا فعلت  Ben yapmadım cümlesi gibidir. Bu terkip Şeyh Abdu’l-Kâhir’e göre kesinlikle ihtisas ifade eder. İhtisas da, nefyedilen şeyin diğerlerine değil, sadece zikredilen şeye hapsedilmesi, mahsus olmasıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 175)

 
Mü'min Sûresi 32. Ayet

وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ  ...


32-33. Ayetler Meal  :   
“Ey kavmim! Gerçekten sizin için, o bağrışıp çağrışma gününden, arkanıza dönüp kaçmaya çalışacağınız günden korkuyorum. (O gün) sizi, Allah’(ın azabın)dan kurtaracak kimse yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek de yoktur.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 إِنِّي gerçekten ben
3 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
4 عَلَيْكُمْ sizin için
5 يَوْمَ gününden ي و م
6 التَّنَادِ o çağırma ن د و

وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Mekulü’l-kavl cümlesi  اِنّ۪ٓي اَخَافُ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَخَافُ  fiili  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  أنا ‘dir.

عَلَيْكُمْ car mecruru  اَخَافُ  fiiline mütealliktir.  يَوْمَ  zaman zarfı  اَخَافُ  fiiline mütealliktir. التَّنَادِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَيَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ

 

Bu cümle atıf harfi  وً ‘la  30. ayetteki … اِنّ۪ٓي اَخَافُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Cümlede nidanın müteallakı olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Nidanın cevabı olan  اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ  cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ  cümlesi, اِنَّ ‘nin haberidir. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَوْمَ التَّنَادِۙ  kıyamet gününden kinayedir.

Kıyamet gününe bu adın veriliş sebebi, insanların birbirlerine yüksek sesle çağrışacaklarından dolayıdır. (Kurtubî)

قَوْمِ - يَوْمَ  kelimeleri arasında cinası nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nida tekrar edilmiş,  قَوْمِ  kelimesi mütekellim ى ’sına muzâf olmuştur. Bu üslupta şu hissedilmektedir: Kavmi onu izzetli kılmıştır, ona ve onun zafer kazanmasına yardım etmiştir. Bu mananın tekidle ifade edilmesi, onun da kavmi için aynı duyguları beslediğine delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 177)

يوم الراجفة  (sarsıntı günü), يوم الطامَة (büyük gün), يوم الصاحة (çığlık günü), “göğün yarıldığı gün”,  يوم الصاخَة (çığlık günü) ve “dağların yürütüldüğü gün” gibi yine Kur’an-ı Kerim’de bugünü anlatan çok sayıda kelime içinden bunun seçilmesinin sırrı konusuna herhangi bir müfessirin işaret ettiğini görmedim. Sadece Şeyh Tâhir b. Âşûr burada bu kelimenin seçilmesi konusunda latif bir söz söylemiştir. Bu da bu tabirin mümin kişinin kavmine nida etmesiyle ilişkili olmasıdır. Bu güzel bir yöndür. Biz başka bir yön daha bulduk, o da Firavun’un çeşitli yerlerde kavmine nida etmiş olduğudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 178)

Sanki burada  يَوْمَ التَّنَادِۙ  isminin tercih edilmesinde diktatörlük, kibir ve kahr baskısı altında kaybolup gidenlerin, tabi olanların helak olduğuna ve onlar için bu felaketten kurtuluş olmadığına –ki bu tabi oluş onların akıllarını, seçimlerini, güçlerini yok edip bu sonuca sebep olmuştur– işaret vardır. Bunlara dikkat çekmek için  يَوْمَ التَّنَادِۙ  kelimesi zikredilmiştir. Bu da o gün içinde vaki olan en kötü şeyi ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 178)

Bu makamda  يَوْمَ  kelimesinin sıfatı olarak bu kelimenin zikredilmesinde belagî bir incelik vardır. Kıyamet günündeki bütün korkunç nidalardan kurtuluşu isteyerek onlara ya kavmim diye nida etmiş ve onlarla birlikte olduğunu hatırlatmıştır. (Âşûr)
Mü'min Sûresi 33. Ayet

يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 تُوَلُّونَ arkanızı dönüp و ل ي
3 مُدْبِرِينَ kaçarsınız د ب ر
4 مَا ama yoktur
5 لَكُمْ sizin için
6 مِنَ -tan
7 اللَّهِ Allah-
8 مِنْ hiç
9 عَاصِمٍ kurtaracak kimse ع ص م
10 وَمَنْ ve kimi
11 يُضْلِلِ şaşırtırsa ض ل ل
12 اللَّهُ Allah
13 فَمَا artık olmaz
14 لَهُ ona
15 مِنْ hiçbir
16 هَادٍ yol gösteren ه د ي

يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ 

 

قَوْمِ  zaman zarfı önceki ayette geçen  يَوْمَ التَّنَادِ ‘dan bedeldir.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تُوَلُّونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُوَلُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مُدْبِر۪ينَ  kelimesi  تُوَلُّونَ ‘deki failin hali olup nasb alameti ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُوَلُّونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  ولى ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُدْبِر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ 

 

مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem  مَا ‘nın haberine mütealliktir. 

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  عَاصِمٍ  kelimesine mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  عَاصِمٍۚ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın muahhar ismi olarak mahallen  merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaid olan  مِنْ  harf-i ceri  لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا ’dan sonra geldiğinde umumiyetle ‘hiç’ (istiğrak) manası ifade eder. Buradaki zaid olan  مِنْ  harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına  لَيْسَ ’ye benzeyen nefy  مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَاصِمٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عصم fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  cezm eden şart edatı muahhar mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يُضْلِلِ meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem  مَا ‘nın haberine  mütealliktir. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  هَادٍ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.  هَادٍ  mankus isimdir. Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de ي olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki  ي  harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُضْلِلِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  يَوْمَ التَّنَادِ ‘den bedeldir.

Muzâfun ileyh konumundaki  تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُدْبِر۪ينَ  kelimesiتُوَلُّونَ  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

يَوْمَ تُوَلُّونَ مُدْبِر۪ينَۚ  kıyamet gününden kinayedir.

تُوَلُّونَ - مُدْبِر۪ينَۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  يَوْمَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تُوَلُّونَ  fiil şeklinde gelmiştir, çünkü onlar ateşe doğru sevk edilirken bu kaçma hali yenilenmektedir. Her ne zaman onun kükremesini duysalar, geri dönerler. Ayrıca  مُدْبِر۪ينَۚ  sözü, isim kalıbında gelmiştir. İsmin delaleti ile fiilin delaleti arasındaki fark açıktır. ادْبِار۪  kelimesinin manası, geldiği yöne doğru geri dönmektir. Bu kelime isim kalıbında geldiği için sübut ve devam ifade eder. Yani onlar sürekli olarak tek bir hal, yani geri dönüş halindedir. Bu hal devamlıdır, fiil gibi yenilenerek devam etmez. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 180) 


 مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ 

 

Fasılla gelen cümlede  مَا  nafiyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  مِنْ عَاصِمٍۚ  muahhar mübtedadır. Car mecrur  مِنَ اللّٰهِ  ism-i fail olan  عَاصِمٍۚ ’e mütealliktir. İsim cümlesinde ism-i fail sübut ve istimrar ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَاصِمٍۚ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder.

مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ  sözü, mukaddem haber olan car mecrurun önündeki nefy harfiyle gelmiştir. Mübteda nekredir,  مِنَ harfi de mübtedanın başına gelmiş zaid bir harftir, manayı tekid eder. Yani (Onlar için hiçbir kurtarıcı yok) manasını taşır.  مِنَ اللّٰهِ  sözü de, عَاصِمٍۚ  sözüne mütealliktir.

مَا لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ عَاصِمٍۚ  sözündeki takdim, ihtisasa delalet etmez. Çünkü bu durumda mana doğru olmaz. Eğer burada ihtisas olsaydı, başkaları için Allah’ın dışında kurtarıcı varmış gibi anlaşılırdı ki, bu mana doğru değildir. Bunun benzeri kullanımlar çoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 180)

 

 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

Bu cümle atıf harfi وَ ‘la, nidanın cevabı olan  اَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِۙ  cümlesine atfedilmiştir.  

Şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalı olması, haber cümlesine atfını sağlamıştır.

Şart cümlesinde, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan  هَادٍ ‘e dahil olan  مِنْ , tekid ifade eden zaid harftir.

Cümledeki takdim kasr ifadesi içindir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  لَهُ  maksurun aleyh/sıfat,  هَادٍ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113) 

هَادٍ  ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هَادٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ifade eden  مِنْ  de bu manayı pekiştirir. Ayrıca nefy sıyakında nekre umuma delalettir. Yani ‘hiçbir yol gösterici yoktur’ anlamındadır.

مَا  ve  مَنْ  ism-i mevsûlleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki  يُضْلِل (saptırır) ve  هَادٍ (yol gösterici) sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanı sıra birincisi fiil, ikincisi isimdir.

هَادٍ  kelimesindeki tenvin kıllet ve nev ifade eder.

فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  sözünde ihtisas manası vardır. Allah’ın saptırdığı kişi için hiçbir hidayetci yoktur. Ama bunun aksi, yani Allah’tan başkasının, bir beşerin saptırdığı kişi için hidayetçi olarak Allah vardır. Bunun altında bir mana daha vardır, bu mana da dalalete düşürenin Hak Mabûd değil Firavun olduğudur. O halde Allah’ın hidayetinden ümidinizi kesmeyin. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 181)
Günün Mesajı
Allah Teala'nın Resüllerine ve müminlere yardım etmesi belirli bir zaman dilimine münhasır değildir. Bu sabit ve değişmez bir sünnet (ilâhi kanun)tir. Ama bu Allah'ın dilediği vakitte tahakkuk eder.
Öğüt verirken samimi olmak ve öğüt verilen kimseye yumuşak davranmak bir zorunluluktur.
İnsan kendisinden, aile halkından ve içinde yaşadığı toplumdan sorumludur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

 Hakikatten uzaklaşan, batılın karanlığında kalır. Işıkların kapandığı bir odada tedbir almadan hareket eder. Cahilliğinden dolayı yaralanır ama umursamaz. Elinin değdiği eşyalara gerçek manada vâkıf olamaz. Yanlışlarının farkında olmadığı gibi hakikati hatırlatanları küçümser. En ufak aydınlığı farkettiğinde, karanlıkta olmasına rağmen gözlerini ve kulaklarını kapatır. Ömrü bittikten sonra ışıklar açılır ve korkunç bir görüntüyle karşı karşıya kalır. Hiçbir şeyi amacına uygun kullanamamış ve dünyada ne verildiyse hepsi kırılıp gitmiş, ahirete de eli boş gelmiştir. 

Hakikate yaklaşanın dünyası ve kalbi aydınlığa kavuşur. Dünyalık imtihanların darbesiyle zorlandığı anlar olsa da hakikati hatırlamakla beraber Allah’a yönelir. Sahip olduklarını net bir şekilde görür ve Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kullanır. Tehlikeler karşısında gereken tedbirlere uyar ve kararlarını da doğru niyetlerle alır. Ömrü bittiğinde, ben bu zamanın geleceğini biliyordum diyerek hamd eder. Hesap kitabını almak için sağ elini uzatır. Allah’ın nuru ile aydınlanır ve feraha kavuşur. İki cihanda da kazananlardan olur. 

Ey Allahım! Bizi, batıl karanlığının her zerresinden koru ve iç dünyamızda karanlıkta kalmış her zerremizi aydınlığa kavuştur. Duygu ve düşüncelerimizi, rahmetinle arındır ve nurunla güzelleştir. Hakikat hatırlatıldığında; Sana hamd edenlerden ve hatırlatana da teşekkür edenlerden eyle. Ey Allahım! Peygamberin hz. Musa’nın dediği gibi: hesap gününe inanmayan her kibirli kişinin şerrinden Sana sığınırız. Bizi; hesap gününe hazırlananlardan ve o güne rahmetin ile hazır ulaşanlardan eyle. Hesabımızı kolaylaştır; o gün kulaklarımızı dehşet çığlıklarından, gözlerimizi de kararmış yüzlerden muhafaza buyur. Yüzümüzü cennet tarafına ve cennetliklere doğru çevir. Cehenneme ve cehennemliklere dair hiçbir şey öğrenmeden; Sana, rızana ve cennetine kavuşanlardan eyle.

Amin.

***

Aynı hikayeyi dinleyen ya da hadiseyi deneyimleyen insanların, olayların farklı bölümlerine odaklandığına ya da farklı algılayıp hatırladığına şahit olunur. Öyle ki bazen yanı başındakinin kendinden ne kadar farklı anladığına ve anlattığına şaşırılıp kalınır. Sadece nefs ile dinlendiği ya da yaşandığı zaman bu yorumların arasındaki uçurum daha da açılır. 

Zaten bu hayatta insanları en çok zorlayan da nefsinin anlık tecrübelerine yakıştırdığı manalar, çağrıştırdığı düşünceler ve hissettirdiği duygulardır. Bu yüzden de akıl sağlığı uzmanlarının hepsinin anlaştığı ortak noktalardan biri şudur: insan aklından geçen her düşünceye inanmamalıdır. İslam’ın çözümü de şudur: kişi nefsini arındırmalı ve terbiye etmelidir.

En başta insan kim için -nefsi için mi yoksa Allah için mi- yaşadığını hatırlamalıdır. Böylelikle kararları şekillenir. Nefsi için yaşayan kişi de hep bir kaybetme korkusu vardır: saygı, sevgi, itibar gibi birçok örnek sayılabilir. İnsanlar arasındaki çoğu ilişkileri bozan da budur. Taraflar en basit mevzularda bile devamlı haklılığını, saygınlığını ve üstünlüğünü kanıtlamaya çalışır. 

Allah için yaşayan bir kul ise bütün kararları zaten tek başına almamaktadır. Allah’ın sınırlarına uymak ve emirlerine itaat etmek; tepkilerinin neredeyse tamamına yakınını şekillendirir. Allah’a güvenmenin verdiği rahatlık ile gereken yerlerden doğru şekilde uzaklaşır ve doğruya da yaklaşır. Böylelikle tecrübelerinden alması gerekenleri alıp yoluna devam eder. 

Bunun için de Allah’ı hep zikretmeli ve İslam’ı iyi öğrenmeli ve yaşamalıdır. Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i ve son elçisi hz. Muhammed (sa)’de iyi tanımalıdır. Aksi takdirde nefsinin kölesi olur. Allah muhafaza kurtuluşuna vesile olacak hakikat ile karşılaştığı zaman da dünyadaki mutluluğunun tehdit edildiği korkusu ile Firavun’un, hz. Musa’ya verdiği aşırıya kaçan tepkileri verir. 

Ey Allahım! Bizi nefsi için değil, yalnız Senin için yaşaması gerektiğini idrak edenlerden ve öyle yapanlardan eyle. Bizi nefsiyle değil, kalbindeki iman ile dinleyenlerden ve konuşanlardan eyle. İç dünyamızdan geçen faydasız ve zararlı düşüncelerin ve duyguların hepsinden Sana sığınırız. Zihinlerimizi ve kalplerimizi, Senin muhabbetin ile uyanmış faydalı düşüncelerle ve duygularla doldur. Bizi bildiğimiz ve bilmediğimiz her türlü kötülükten ve kendimizden koru. Bizi, Seninle ve Seni anmakla, Sana amel etmekle ve Senin sevdiklerinle meşgul eyle. Bize Senin rızan için çabalama meşguliyetini kolaylaştır, sevdir ve iki cihandaki huzurumuza vesile kıl.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji