12 Aralık 2025
Mü'min Sûresi 34-40 (470. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'min Sûresi 34. Ayet

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ  ...


Andolsun, daha önce Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti de, onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz. Daha sonra o ölünce de, “Allah, ondan sonra aslâ peygamber göndermez” demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri böyle saptırır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 جَاءَكُمْ size gelmişti ج ي ا
3 يُوسُفُ Yusuf
4 مِنْ
5 قَبْلُ daha önce ق ب ل
6 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtlarla ب ي ن
7 فَمَا fakat
8 زِلْتُمْ geri durmadınız ز ي ل
9 فِي (olmaktan)
10 شَكٍّ şüphede ش ك ك
11 مِمَّا şeyler hakkında
12 جَاءَكُمْ size getirdikleri ج ي ا
13 بِهِ onun
14 حَتَّىٰ nihayet
15 إِذَا zaman
16 هَلَكَ öldüğü ه ل ك
17 قُلْتُمْ dediniz ق و ل
18 لَنْ asla
19 يَبْعَثَ göndermez ب ع ث
20 اللَّهُ Allah
21 مِنْ
22 بَعْدِهِ ondan sonra ب ع د
23 رَسُولًا elçi ر س ل
24 كَذَٰلِكَ işte böyle
25 يُضِلُّ saptırır ض ل ل
26 اللَّهُ Allah
27 مَنْ kimseleri
28 هُوَ o
29 مُسْرِفٌ aşırı giden س ر ف
30 مُرْتَابٌ şüpheci ر ي ب
 

Kur’an-ı Kerîm’de 12. sûrenin hemen tamamı Hz. Yûsuf’la ilgili olup onun ismini taşımaktadır. Orada görüldüğü üzere Hz. Yûsuf, kardeşlerinin bir ihaneti sonucunda Mısır’a götürülüp köle olarak satılmış, iftiraya uğrayarak hapse atılmış, Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet sayesinde rüyaları yorumlamadaki maharetiyle ismini Mısır hükümdarının sarayına kadar duyurmuş, hükümdarın rüyasını yorumlayarak onun ilgisini kazanmış ve hazine işlerine bakmakla görevlendirilmişti.

Hz. Yûsuf’a özel bir kitap indirilmediği bilinmektedir. Ayrıca Yûsuf sûresinde (12/55) onun, kendisinin dürüstlüğünden söz ederek hazinenin yönetimine atanmasını talep ettiği bildirilmekle beraber açık bir dinî tebliğde bulunduğuna dair bilgi verilmemektedir. Bununla birlikte daha hapishanedeyken yanındakilere Allah’ın kendisine özel bir bilgi öğrettiğini söylüyor; ayrıca Mısır halkının Allah’a ve âhiret gününe inanmadıklarını belirtip bunu eleştiriyor; kendisinin, ataları İbrâhim ve İshak ile babası Ya‘kub’un dinî geleneğine tâbi olduğunu açıklıyordu (Yûsuf 12/37-38). Bu şekildeki beyanlarını hapishaneden çıktıktan ve önemli devlet görevine getirildikten sonra da devam ettirmiş olabilir. Bu durumda konumuz olan 34. âyette Yûsuf’un Mısırlılar’a getirdiği bildirilen “açık kanıtlar” (beyyinât), muhtemelen onun, bir peygamber olarak Mısır yöneticilerine ve halkına İbrâhimî gelenekteki temel dinî inançlara dair zaman zaman yaptığı açıklamalar ve bu konularda verdiği açık seçik bilgiler, gösterdiği kanıtlar olmalıdır. Ne var ki Mısırlılar, dünya işleri konusunda Yûsuf’un bilgisinden ve dürüstlüğünden istifade ederken, 34. âyetten anlaşıldığına göre dinî meselelerde ortaya koyduğu bu açık gerçekleri kuşkuyla karşılamışlar; Hz. Yûsuf vefat ettikten sonra da âdeta ondan kurtulduklarına şükrettikleri anlamına gelen sözler söylemişlerdi. 

İşte konumuz olan âyetlerde sözleri nakledilen mümin kişi, Mûsâ dönemindeki Mısırlılar’a yüzyıllar önce atalarının Yûsuf karşısında takındıkları olumsuz tavrı hatırlatıyor ve atalarının yaptıkları yanlışları tekrar etmemeleri gerektiği yönünde onları uyarıyordu. 

Bu âyetlerde, peygamberler karşısında inkârcı ve isyankâr tutumlar sergileyenlerin niteliklerini ifade etmek üzere seçilmiş olan kelimeler özellikle dikkat çekicidir. Bunlardan müsrif, gerçeklik, adalet ve dürüstlük ölçülerini aşan her türlü inanç, düşünce ve eylemin sahibini ifade eder. Kur’an’da bu kelime yoğun olarak, peygamberler ve onların ortaya koydukları ilâhî hakikatler karşısında sağduyulu, adaletli ve gerçekçi davranış ölçüsünden sapan; çıkar kaygılarının veya öfke ve şiddet duygularının etkisine kapılıp tepkisel davranışlar sergileyen, taşkınlık yapan putperest ve inkârcılar için kullanılır. Meâlde “kuşkulara boğulmuş” diye çevirdiğimiz mürtâb kelimesi, müsbet anlamda hakikati arayıp bulmaya yönelik iyi niyetli kuşkuculukla ilgisi olmayan; aksine, vicdanen doğruluğuna kani olsa bile çıkar kaygılarının, bencil duygu ve tutkularının etkisinde kalan kimsenin ilâhî gerçekler hakkında kuşku uyandırmaya yönelik kötü niyetli çabalarını gösterir. “Büyüklük taslayan, kendini beğenmiş” anlamına gelen mütekebbir de saçma ve küstahça bir benlik duygusuyla Allah, peygamber ve vahiy karşısında bile gurur ve kibir taslayan, bu sebeple de peşin bir red ve inkâr tavrına kendini kaptıran inkârcı kişiyi ifade eder. “Zorba” diye çevirdiğimiz cebbâr ise bu bağlamda anılan üç olumsuz ruh halinin bir bakıma sonucu olmak üzere zalim, baskıcı ve despotça davranış ve uygulamalar sergileyen kişi ve yönetime işaret eder. Böylece gizli olarak Mûsâ’ya inanmış olan mümin kişinin ifadesini aktaran bu âyetler, dolaylı olarak tam da Firavun’u hatırlatan bir tiran tipinin yanında, bir toplumsal zihniyeti, sınıf ve zümre psikolojisini tanımlamaktadır.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 658-660

   Zevele زول :

  زالَ-يَزُولُ  fiili bir şey bulunduğu yolundan meylederek ayrıldı demektir.

  Zeval زَوالٌ sözcüğü daha önce sabit, hareketsiz ve durağan şeyle ilgili kullanılır ve hareket/idare etmek anlamındadır.

  ما زالَ ve لا يَزالُ  formları ise, hâlâ ve hâlen anlamındadır.(Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve isim kalıbında 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri zâil olmak, zevâl, izale ve zavallıdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يُوسُفُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  جَٓاءَكُمْ  fiiline mütealliktir. قَبْلُ  zaman ismi olup, damme üzere mebnidir.  بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  يُوسُفُ ‘nun mahzuf haline mütealliktir. 

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar. Burda muzâfun ileyh hazf edildiğinden damme üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ 

 

مَا زِلْتُمْ  atıf harfi  فَ  ile kasemin cevabına matuftur. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا زِلْتُمْ  istimrar fiillerinden olup, كان  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. تُمْ  muttasıl zamiri  مازال ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  

ف۪ي شَكٍّ  car mecruru  مازال ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  شَكٍّ ‘e mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَٓاءَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِه۪  car mecruru  جَٓاءَكُمْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. حَتّٰٓى  ibtidâiyyedir. 

حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

هَلَكَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

هَلَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

قُلْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ ‘dir.  قُلْتُمْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. 

يَبْعَثَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ بَعْدِه۪  car mecruru  يَبْعَثَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رَسُولاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ

 

كَ  harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يُضِلُّ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

يُضِلُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ مُسْرِفٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مُسْرِفٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مُرْتَابٌ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

يُضِلُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُسْرِفٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ

 

وَ , istînâfiyyedir.  لَ , mukadder kasemin cevabına dahil olan harftir.  قَدْ  tahkik içindir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan  جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Ref üzere mebni  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  جَٓاءَكُمْ  fiiline mütealliktir.

قَبْلُ  kelimesinin sonundaki ötre, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri, مِنْ قَبْلُ مُوسٰى ’dır.

وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ (Yemin olsun önceden Yusuf da size apaçık belgelerle gelmiş idi) ayeti ile ilgili olduğu söylendiğine göre bu sözler, Musa (as)'ın sözleridir. Firavun ailesinden olup iman eden kişinin verdiği öğütlerin geri kalan bölümü olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî) 

 

فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ 

 

 

Bu cümle kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi nakıs fiil  مَا زَالَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا زَالَتْ  istimrar fiillerindendir. İsmini ref haberini nasb yapar. Devamlılık bildirir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي شَكٍّ  car mecruru  مازال ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

شَكٍّ ’deki tenvin tahkir ve nev ifade eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا , başındaki harf-i cerle birlikte  شَكٍّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sılası olan  جَٓاءَكُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Geldi anlamındakı  جَٓاءَ  fiili  بِ  harfiyle kullanıldığında getirdi manasına gelir. Bu, tazmindir.

Farklı konumdaki  مَّا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  ف۪ي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır.  شَكٍّ  içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat şüphe içinde olduklarını mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmeye benzetilmiştir. İnkârcılarla şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazruf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkündür (yerleşme, sabit olma). 


حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. حَتّٰٓى , ibtidaiyye olarak gelmiştir.

Şart üslubundaki cümlede  اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfıdır. Şart cümlesi olan  هَلَكَ , aynı zamanda  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاًۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قُلْتُمْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولاً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber, talebî kelamdır.  لَنْ , muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

رَسُولاً ’deki tenvin tarif edilmeksizin belirsiz bir ferdi ifade eder. Olumsuz siyakta nekre selbin umumuna delalettir.

بَعْدِ - قَبْلُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 


كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 

Müfessirlerin bir kısmı bu sözün Allah Teâlâya, bir kısmı da mümin kişiye ait olduğunu beyan etmişlerdir. (Âşûr) 

Cümlede îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , amili  يُضِلُّ  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir.

Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu takdirde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ’in sılası olan  هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مُرْتَابٌ  kelimesi  مُسْرِفٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

مُرْتَابٌۚ  -  شَكٍّ  ve  مُسْرِفٌ  -  يُضِلُّ ve  يَبْعَثَ  - جَٓاءَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

جَٓاءَكُمْ , اللّٰهُ , مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَذٰلِكَ  îrab açısından  و الامر كذلك  şeklinde mahzuf bir mubtedanin haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Buradaki  كَ  harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir.  ذٰلِكَ  işaret ismi  كَ  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen  ذٰلِكَ  ile  كَ  harfinden oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. ‘Bize arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’ der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 176-177)
Mü'min Sûresi 35. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ  ...


Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında tartışan kimselerdir. Bu ise Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 يُجَادِلُونَ tartışırlar ج د ل
3 فِي hakkında
4 ايَاتِ ayetleri ا ي ي
5 اللَّهِ Allah’ın
6 بِغَيْرِ olmadan غ ي ر
7 سُلْطَانٍ bir delil س ل ط
8 أَتَاهُمْ kendilerine gelmiş ا ت ي
9 كَبُرَ ne büyük ك ب ر
10 مَقْتًا bir kızgınlıktır م ق ت
11 عِنْدَ yanında ع ن د
12 اللَّهِ Allah
13 وَعِنْدَ ve yanında ع ن د
14 الَّذِينَ kimseler
15 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
16 كَذَٰلِكَ işte böyle
17 يَطْبَعُ mühürler ط ب ع
18 اللَّهُ Allah
19 عَلَىٰ üzerini
20 كُلِّ her ك ل ل
21 قَلْبِ kalbi ق ل ب
22 مُتَكَبِّرٍ kibirli ك ب ر
23 جَبَّارٍ zorbanın ج ب ر

اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ 

 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُجَادِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُجَادِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ٓي اٰيَاتِ  car mecruru  يُجَادِلُونَ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بِغَيْرِ  car mecruru  يُجَادِلُونَ ‘deki failinin mahzuf haline mütealliktir. سُلْطَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَتٰيهُمْ  cümlesi  سُلْطَانٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتٰيهُمْ  fiili elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesi  اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَبُرَ  fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَقْتاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harfi cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عِنْدَ اللّٰهِ  car mecruru  مَقْتاً ‘e mütealliktir. عِنْدَ mekân zarfı atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

يُجَادِلُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جدل ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  يَطْبَعُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

يَطْبَعُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  عَلٰى كُلِّ car mecruru  يَطْبَعُ  fiiline mütealliktir. Aynı  zamanda muzâftır. قَلْبِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُتَكَبِّرٍ  kelimesi  قَلْبِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. جَبَّارٍ  kelimesi ikinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُتَكَبِّرٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ 

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

يُجَادِلُونَ  fiilinin muzari olarak gelmesinde, bu mücadelenin teceddüdüne, yani sürekli olarak yenilendiğine; zaman zaman bu mücadele işini yaptıklarına işaret vardır. 

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

بِغَيْرِ سُلْطَانٍ  car mecruru,  يُجَادِلُونَ  fiiline mütealliktir.  سُلْطَانٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder.

سُلْطَانٍ  hüccet,  بِ  istiane manasındadır. Herhangi bir kanıt yokken inatla ve alayla mücadele ettiler.  سُلْطَانٍ ‘in  اَتٰيهُمْۜ ‘la sıfatlanmasında istiare vardır.  الإتْيانُ  zuhur, oluş manalarında müstear olmuştur. (Âşûr)

جدل  fiili  ف۪ٓي  ile kullanılması halinde, batıl bir mücadeleyi,  عَنْ  ile kullanılması halinde de, meşru olan bir mücadeleyi ifade eder. (Fahreddin er-Râzî ve Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 194)

اَتٰيهُمْۜ  cümlesi  سُلْطَانٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سُلْطَانٍ - اٰيَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ (cedelleşenler) ifadesi, öncesindeki aşırı gidenden bedeldir. Şayet “Sonraki ifade çoğul olduğu halde, önceki tekil ifadenin nasıl bedeli olabilir ki?” dersen şöyle derim: Olur; çünkü Allah Teâlâ bu ifadeyle sadece aşırı giden bir kişiyi kastetmiyor; adeta “bütün aşırı gidenler” diyor. (Keşşâf, Zemahşeri) 

كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ  cümlesi  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Siyakın delaletiyle faili hazf edilmiştir. Takdiri,  جدالُهُمْ  ’dir. 

كَبُرَ مَقْتاً  sözüyle zem kastedilmiştir.  مَقْتاً  şiddetlendi, büyüdü” demektir.  مَقْتاً  kelimesi, temyizdir. Fail, önceki sözden anlaşılan cidâl mefhumundaki zamirdir. Yani “cidâl makt bakımından şiddetlendi” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 194)

مَقْتاً  kelimesi temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren  ıtnâbtır.

عِنْدَ اللّٰهِ  izafeti  عِنْدَ ’nin şanı içindir.  عِنْدَ الَّذ۪ينَ  izafeti,  عِنْدَ اللّٰهِ ’ye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür.

عِنْدَ  için muzâfun ileyh konumundaki  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

الَّذ۪ينَ  ve  عِنْدَ ’lerin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İman edenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi onların bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, onlara tazim içindir.

يُجَادِلُونَ - اٰمَنُواۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

Mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ  sözünün haberi,  كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklinde gelmiştir. 

Ayet-i kerîme’de geçen  اَلَّذ۪ينَ  lafzı mübteda, كَبُرَ  lafzı da haberidir.

Şeyh Tâhir  سُلْطَانٍ ’ın vasfı olan  اَتٰيهُمْۜ  kelimesini “zuhur” olarak açıklamıştır. Bu durumda mecâz-ı mürseldir, çünkü zuhur  إتيان ’ın (geliş’in) sonucudur. Burada zuhurla kastedilen aklen görmekdir, sanki içinden bir şeyler gelmiş ve aklı tarafından da görülmüştür. Yani üzerinde düşünerek ortaya çıkmış ve sabit olmuştur. Böylece, bu sıfatla Allah’ın ayetlerine delillerle karşı çıkmanın imkansızlığı tekid edilmiştir. Çünkü Allah’ın ayetleri kuvvetli burhanlar üzerine kuruludur ve batıl ona giremez; batılın ona ulaşmak için bir yol bulma ihtimali yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 194)

Burada  كَبُرَ مَقْتاً عِنْدَ اللّٰهِ  buyurulmuş ve  عِنْدَ  zarfı, lafza-i celâl’e izafe edilmiştir. Bu da tehdidi ve gazabı artırır.  مَقْت  kelimesi, buğz kelimesinden daha şiddetlidir. عِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ    sözünün  عِنْدَ اللّٰهِ  yanında zikredilmesi, iman edenleri tekrim içindir ve onların Allah katında bir değeri olduğuna işaret  eder. Böylece mümin kişinin de Allah katında bir değeri olduğuna işaret edilmiş olur. Çünkü o da Allah’ın ayetleri ile Allah’ın ayetlerinin taraftarı olarak mücadele etmektedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 195)


كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَذٰلِكَ , amili  يَطْبَعُ  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir.

Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ  car mecruru,  يَطْبَعُ  fiiline mütealliktir.

مُتَكَبِّرٍ  ve جَبَّارٍ  kelimeleri  قَلْبِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

جَبَّارٍ  kelimesi mübalağa kalıbıyla kullanılarak vurgu yapılmıştır. 

جَبَّارٍ  ve مُتَكَبِّرٍ  sıfatlarının kalbe isnad edilmesi cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir. Ayrıca bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kalplerin mühürlenmesi ifadesinde istiare vardır. Kalp hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır.

Cümlede hükmün illetini belirtmek ve ikazı artırmak için zamir makamında Allah isminin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَبُرَ - مُتَكَبِّرٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَذٰلِكَ  îrab açısından  والأمر كذلك  şeklinde mahzuf bir mübtedanın haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Buradaki  ك  harfi  مثل  manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile  ك  harfinden oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 176-177)

يَطْبَعُ اللّٰهُ , kalpte bulunup onu ferahlatan ve doğruyu kabul etmesine vesile olan inceliklerin yok edilmesi anlamına gelmektedir. Bu inceliklerin yok edilmesinin sebebi; kalbi mühürlenenlere fayda vermeyeceğinin ve kalplerinde olumlu bir etki bırakmayacağının bilinmesidir. Anlatacaklarının boşa gideceğini bilen vaizin, etkilenmeyen ve faydalanma isteği olmayan birine anlatmaktan vazgeçmesi gibi.  يَطْبَعُ اللّٰهُ  ifadesi, kalplerinin katı olması, hırs ve pas bürümesi sebebiyle bu durumlarına kinaye yapılmıştır. İşte bu şekilde cahillerin kalpleri katılaşır ve paslanır. Öyle ki iyi/haklı insanlara, kötü/haksız damgasını vururlar. Böyle yapanlar Allah’ın yarattıkları arasında kötülüğün dibini bulanlardır. (Abdülcelil Bilgin, Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâf’ı, 320)

Kalp kelimesinin sonu tenvinlenerek  قَلْبٍ  şeklinde okunmuştur. Bu durumda, kibir ve zorbalıkla vasıflanan kalp olmuş olur; çünkü o, bu iki halin hem merkezi hem de kaynağıdır. Nitekim “göz gördü”, “kulak işitti” dersin. Tıpkı “[Şahitliği gizleyen kişinin kalbi günahkar olur!”] (Bakara 2/283) ayetindeki gibi ki aslında günahkâr olan, bütün varlığıyla insandır. Bu ifadede muzâfın hazf edilmiş olması da mümkündür ki o zaman anlam  عَلٰى كُلِّ ذي  قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ [kibirli kalp sahibinin tamamını] şeklinde olur ve kibirlilik kalbin değil kalp sahibinin sıfatı olmuş olur. (Keşşâf, Zemahşerî)

 
Mü'min Sûresi 36. Ayet

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحاً لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ  ...


36-37. Ayetler Meal  :   
Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 يَا هَامَانُ Hâmân
4 ابْنِ yap ب ن ي
5 لِي bana
6 صَرْحًا yüksek bir kule ص ر ح
7 لَعَلِّي belki
8 أَبْلُغُ erişirim ب ل غ
9 الْأَسْبَابَ sebeplere س ب ب

“Yollar” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki esbâb (sebepler) kelimesi “kapılar” veya “gök tabakaları” şeklinde de açıklanmıştır (bk. Taberî, XXIV, 64-65). Müfessirlerin çoğu bu âyeti zâhirî ve lafzî anlamıyla yorumlamışlar, yani gerçekten Firavun’un “Mûsâ’nın ilâhını” görebilmek için veziri Hâmân’dan yüksek bir kule yapmasını istediğini belirtmişlerdir. Râzî (XXVII, 65) ve Şevkânî (IV, 563) gibi bazı müfessirler, Firavun’un bu şekilde Allah’ı göklerde aramak için kule yaptırmak istemesinin, onun son derece cahil ve ahmak oluşuna delâlet ettiğini belirtirler. 

Ancak Râzî’ye göre Firavun, dağlardan daha yüksek bir kule yapıla­mayacağını bilmeyecek kadar ahmak değildi; dolayısıyla maksadı yüksek bir yer bulmak olsaydı, kule yaptırmak yerine yüksek bir dağa çıkardı. Gerçekte bir materyalist (dehrî) olan Firavun’un asıl amacı şunu kanıtlamaktı: Bir şeyin varlığını kabul etmek için onu görmek gerekir; en yüksek bir yerden bile Mûsâ’nın sözünü ettiği Tanrı’yı görmek mümkün olmadığına, O’nu görmenin bir yolu bulunamayacağına göre bu Tanrı’nın varlığına dair bilgi edinmek de mümkün değildir. Râzî’ye göre bilgi edinmenin sadece bir yoluna (duyu) dayandığı için Firavun’un bu kuşkusu temelsizdir; çünkü bilginin “haber ve düşünme”den (nazar) oluşan iki yolu daha vardır ve bu yollarla Mûsâ’nın sözünü ettiği Tanrı’nın varlığını kanıtlamak mümkündür (XXVII, 65-66). 

Firavun’un kule yapma talebi, Mûsâ’nın tanrı anlayışıyla alay için söylenmiş boş bir söz de olabilir. Muhtemelen Firavun, alaylı ama gerçekte Allah’ın varlığı gibi insanoğlunun en büyük arayışı konusunda son derece çirkin ve yanlış olan bu tür söz ve davranışlardan zevk de alıyordu. “İşte böylece, yaptığı çirkin iş Firavun’a güzel gösterildi” meâlindeki ifadeyle bu hususa işaret edildiği düşünülebilir.

Firavun’un yüksek bir kule yaptırıp oraya çıkarak Allah’ın olup olmadığını anlayacağını söylemesi, halkı kandırmak için bir düzen, bir hile de olabilir. Halk (avam tabakası), Tanrı’nın yukarıda olduğuna inanır. Plana göre Firavun, kimsenin çıkamayacağı bir yüksekliğe ulaşmış, fakat Tanrı’yı görememiş olacak; inince de “Baktım, göremedim, şu halde Tanrı yok” diyecekti. 

Firavun’un tuzağı”, onun kule yaptırma tasarısı olarak açıklanmış ve bu tasarının başarısızlıkla sonuçlandığı, yaptığı harcamaların da boşa gittiği belirtilmiştir (Taberî, XXIV, 66). Onun tuzağı, Râzî’nin belirttiği yanlış akıl yürütme metodu veya alaylı ifade ve davranışlarla Mûsâ’nın etkisini azaltma planı da olabilir. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 660-661

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحاً 

 

وَ  istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli  يَا هَامَانُ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfi,  هَامَانُ  münada, müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  ابْنِ ل۪ي صَرْحاً ‘dır. ابْنِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  ل۪ي  car mecruru  ابْنِ  fiiline mütealliktir.  صَرْحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


  لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ

 

İsim cümlesidir. لَعَلّ۪ٓ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.  ي  mütekellim zamiri  لَعَلّ۪ٓ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَبْلُغُ  kelimesi  لَعَلّ۪ٓ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَبْلُغُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.  الْاَسْبَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحاً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette, Allah Teâlâ, Firavun’un sözlerini bildirmektedir.

İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan   يَا هَامَانُ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstînafiyye olarak fasılla gelen  ابْنِ ل۪ي صَرْحاً  cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Bu ayet-i kerîmede  ابْنِ (yap) kelimesi hakîkî manada kullanılmıştır ama  هَامَانُ  bu kuleyi yapacak kişi değildir. O, emir verecektir adamları yapacaktır. İşte böyle isnadlarda kelimeler hakiki manalarında kullanıldığı halde fiiller, ya da fiil manasındaki kelimeler hakiki faillerine isnad edilmemişlerdir. Bunun için mecazî isnad vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


 لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.  إنّ  gibi isim cümlesine dahil olup, ismini nasb haberini ref eder.  لَعَلَّ ’nin haberi olan  اَبْلُغُ الْاَسْبَابَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ  edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır.  لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)

Burada asıl temenni harfi yerine terecci harfinin gelmesi bu isteğin ne kadar şiddetli olduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Belki yollara, göklerin yollarına erişirim de... Burada ”göklerin yolları" ifadesi daha önce geçen ”yollar" kelimesini beyan etmektedir. Yolların önce kapalı ifade edilmesi, sonra da arkasından açıklanması yolların şanını yüceltmek ve bunu duyan kimseyi yolların ne olduğunu öğrenmeye teşvik etmektir. (Ruhu’l Beyan)

 
Mü'min Sûresi 37. Ayet

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَسْبَابَ sebeplerine س ب ب
2 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
3 فَأَطَّلِعَ böylece bakayım ط ل ع
4 إِلَىٰ
5 إِلَٰهِ tanrısına ا ل ه
6 مُوسَىٰ Musâ’nın
7 وَإِنِّي çünkü ben
8 لَأَظُنُّهُ onu sanıyorum ظ ن ن
9 كَاذِبًا yalancıdır ك ذ ب
10 وَكَذَٰلِكَ ve böylece
11 زُيِّنَ süslü gösterildi ز ي ن
12 لِفِرْعَوْنَ Fir’avn’a
13 سُوءُ kötü س و ا
14 عَمَلِهِ işi ع م ل
15 وَصُدَّ ve çıkarıldı ص د د
16 عَنِ
17 السَّبِيلِ yoldan س ب ل
18 وَمَا ve değildi
19 كَيْدُ tuzağı ك ي د
20 فِرْعَوْنَ Fir’avn’ın
21 إِلَّا başka
22 فِي
23 تَبَابٍ hüsrandan ت ب ب

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى

 

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ  önceki ayetteki  اَبْلُغُ الْاَسْبَابَ ‘den bedel olup mansubdur.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy ,talep bulunması gerekir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel önceki emirden kaynaklanan masdara matuf mahallen merfûdur. Takdiri, ليكن منك بناء فاطّلاع منّي (Senden bir bina olsun ki ben ulaşayım) şeklindedir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَطَّلِعَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.  اِلٰٓى اِلٰهِ  car mecruru اَطَّلِعَ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَطَّلِعَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  طلع ’dir. İftial babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftial babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ 

 

اِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ  cümlesi, atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اَظُنُّهُ  kelimesi  نَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَظُنُّهُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  كَاذِباً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَظُنُّهُ  sanmak anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَاذِباًۜ  kelimesi, sülasi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili  زُيِّنَ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك  ise muhatap zamiridir.

زُيِّنَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لِفِرْعَوْنَ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline müteallik olup gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha alırlar.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

سُٓوءُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  عَمَلِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

صُدَّ   atıf harfi وَ ‘la  زُيِّنَ ‘ye matuftur.  صُدَّ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir.  عَنِ السَّب۪يلِ  car mecruru  صُدَّ  fiiline mütealliktir. 

زُيِّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَيْدُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayr-ı munsarıf olduğu için kesra yerine fetha alırlar. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي تَبَابٍ۟  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ 

 

اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ , önceki ayetteki  اَسْبَابَ ’den bedel-i küldür. 

Fa-i sebebiyye’nin dahil olduğu  فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى  cümlesi, masdar teviliyle, öncesindeki emirden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, ليكن منك بناء (Senden bir bina olsun) ’dir. 

Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِباًۜ  cümlesi mekulü’l-kavle matuftur. 

اِنَّ , lam-ı muzahlaka ve isnadın tekrarıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ظُنُّ  fiili iki zıt anlama gelmektedir. Hem zannetti, sandı, hem de kesin olarak bildi 

demektir. Burada kesin olarak bildi anlamında ‘Ben onun yalancı olduğundan eminim, kesinlikle o bir yalancıdır’ manasındadır.

Burada  ظُنُّ  kelimesi yakin bilgi ve katiyyet manasında kullanılmıştır. (Âşûr) 

كَاذِباً  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olan  اَظُنُّهُ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Kelimenin tenvinli gelmesi tahkir ve kesret ifadesi içindir. Fiil cümlesinde ism-i fail vezniyle gelmesi hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir.

اَسْبَابَ  kelimesinin tekrarı ibhamdan sonra izah babında yapılmış  ıtnâbtır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şayet  اَسْبَابَ  kelimesinin tekrar edilmesinin anlamı nedir? ‘Belki göklerin yollarına ulaşırım!’ şeklinde bir defada söylenseydi olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: Bir şey önce müphem bırakılıp sonra açıklanınca, bu o şeyin önemini artırma anlamına gelir. Firavun ulaşmak istediği gök yollarının önemini artırmak isteyince, önce müphem olarak zikredip sonra açıklamıştır. Ayrıca, gökyollarına ulaşmak şaşırtıcı bir iş olduğu için konuşmanın devamını arzu içinde bekleyen kimseye bu şekilde söylemek istemiştir ki dinleyici bu şaşırtıcılığın hakkını versin, yani duyduğunda iyice şaşırmış olsun. Böylece, Hâmân söyleyeceklerini istekle beklesin diye önce müphem zikredip sonra da açıklamıştır. (Keşşâf)

فَاَطَّلِعَ  mansub olarak da okunmuştur ki bu durumda, tereccinin cevabı olur ve terecci, temenniye benzetilmiş olur. (Keşşâf)

اِلٰٓى  ve  اِلٰهِ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs sanatı vardır. (Âşûr)

"Göklerin sebeplerine” bu da onu açıklamaktadır. Sebeplerin kapalı verilip de sonra açıklanması önemini artırmak ve dinleyiciyi onu tanımaya teşvik etmek içindir. (Beyzâvî)


 وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ 

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , mahzuf bir mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri, …تزييناً مِثل ذلك زُيِّن  (Bu şekilde süslenerek) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

كَذٰلِكَ  îrab açısından  والأمر كذلك  şeklinde mahzuf bir mübtedanin haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Buradaki  ك  harfi  مِثل  manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi  ك  ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen işaret ismi ile  ك  harfinden oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize arkadan gelecek olan şeyler şu anda Bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 176-177)

لِفِرْعَوْنَ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline mütealliktir.  سُٓوءُ عَمَلِه۪ , muahhar naib-i faildir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِفِرْعَوْنَ , ihtimam için naib-i faile takdim edilmiştir. 

وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

السَّب۪يلِۜ  kelimesi ‘din’ manasında istiaredir.  السَّب۪يلِۜ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

زُيِّنَ  ve  صُدَّ  fiilleri, faile değil, mef’ûle dikkat çekmek üzere meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

Burada  زُيِّنَ  fiili, meçhul olarak gelmiştir. Çünkü maksat kimin süslediğini bildirmek değildir. Burada murad, çirkin ve kötü bir işin süslenmesidir. Firavun’un bu süslenmiş çirkin sözünde geçen kizb kelimesi burada hakîkati ve kamufle edilmiş hileyi araştırmak manasında gelmiştir. Kötülük  سُٓوءُ عَمَلِه۪  şeklinde amele muzâf olarak gelmiştir. Bu da amelleri içinde süslenmiş kötülükte Firavun’un tek olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 207)

صُدَّ  fiili de  زُيِّنَ  fiilinde olduğu gibi meçhul olarak bina edilmiştir. Burada maksat yoldan çeviren kişinin amacı değil, sebîlden uzaklaşmaktır.  السَّب۪يلِۜ  kelimesinin başındaki tarif de “ana yolu”  ifade eder, çünkü hidayet yolu; hakka götüren, yani kahir, galip olan yol  السَّب۪يلِۜ  olarak isimlendirilmiştir. Bu aynı zamanda müminlerin ve Allah’ın dosdoğru yoludur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 209)


 وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la  زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪  cümlesine atfedilmiştir. Kasrla tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Firavun’un tuzağının hiçbir işe yaramayacağı, yok olup gideceği kasr üslubuyla etkili bir şekilde ifade edilmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَيْدُ فِرْعَوْنَ  mübtedadır.  ف۪ي تَبَابٍ۟  mahzuf habere mütealliktir. Müsnedün ileyh olan  كَيْدُ فِرْعَوْنَ  izafeti, sözü kısaltmış ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmiştir. Ayrıca muzâfa ‘tahkir’ anlamı da katmıştır.

 ف۪ي تَبَابٍ۟  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  تَبَابٍ۟ , içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü helak hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Durumu mübalağalı ifade etmek için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Mü'min Sûresi 38. Ayet

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ  ...


O inanan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ dedi ki ق و ل
2 الَّذِي (adam)
3 امَنَ inanan ا م ن
4 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
5 اتَّبِعُونِ bana uyun ت ب ع
6 أَهْدِكُمْ sizi götüreyim ه د ي
7 سَبِيلَ yola س ب ل
8 الرَّشَادِ doğru ر ش د

Buradan itibaren 44. âyete kadar devam eden sözlerin Hz. Mûsâ’ya ait olabileceği ileri sürülmüşse de (bk. Şevkânî, IV, 560-561), müfessirlerin çoğunluğunun da kabul ettiği üzere, ifadenin akışından bu sözlerin, Mûsâ’ya inandığını gizli tutmaya çalışan kişiye ait olduğu anlaşılmaktadır. 

Önceki âyetlerde bildirildiğine göre söz konusu kişi, Firavun ve adamlarını, Mûsâ’ya karşı şiddete başvurmalarının kendileri için yanlış olduğu ve tehlikeli sonuçlar doğuracağı hususunda uyararak Mûsâ’nın söyledikleri üzerinde sabır, teenni ve sağduyu ile düşünüp sağlıklı karar vermeye çağırmıştı. Burada ise bu çağrısına uymaları halinde doğru yolu bulacaklarını bildirmektedir. “Doğru yol”dan maksat, dünyanın gelip geçici menfaatlerini aşıp “ebedîlik yurdu” olan âhiret kurtuluşuna götüren yoldur. Bu kurtuluşa ise ilâhî gerçekleri inkâr edip kötülükler yaparak değil, inanıp iyi ve yararlı işler yaparak ulaşılabilir. Bu âyetlerde özellikle şu hususlar dikkat çekmektedir: a) Dünya hayatı ve ondaki menfaatler geçici, âhiret hayatı ve oradaki nimetler ise süreklidir; şu halde dünyayı âhirete tercih ederek yalnız dünya için yaşamak akıllı bir seçim değildir. b) Âhirette kötülükler sadece dengiyle karşılık bulacak, iyilikler ise “hesapsız nimetler”le ödüllendirilecektir (bilgi için bk. el-En‘âm 6/160). c) İyilik olsun kötülük olsun, insanların yaptıklarının karşılığını bulması bakımından Allah katında erkek-kadın ayırımı yapılmayacaktır. Başka bir ifadeyle cinsiyet özellikleriyle uyumlu olarak belirlenmiş ödev ve sorumluluklarını yerine getiren erkekler ve kadınlar, cinsiyet ayırımı yapılmadan ödüllendirilecek, kötülük yapanlar da kötülüklerine denk olarak cezalandırılacaktır; çünkü Allah katında insan ve kul olarak erkek ve kadın eşittir. İbn Âşûr’un görüşünün aksine (XXIV, 151) burada erkek ve kadının özellikle zikredilmesi, âhirette amellerin karşılığını bulması bakımından iki cins arasında ayırım yapılabileceği yönündeki bir kanaati önleme amacı taşımaktadır. d) Yapılan iyiliklerin âhirette karşılığını bulması iman şartına bağlıdır. Allah’a ve âhirete inanmayanların bu dünyada yaptıklarının karşılığı yine bu dünyada elde ettikleriyle sınırlı olup âhiret kurtuluşunu sağlamayacaktır.

 

 Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 661-662

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada irab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اتَّبِعُونِ ‘dir. 

اتَّبِعُونِ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Burada bu  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir. 

فَ  karînesi olmadan gelen  اَهْدِكُمْ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. 

اَهْدِكُمْ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

سَب۪يلَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الرَّشَادِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اتَّبِعُونِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fail konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan  اٰمَنَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenin bilinen kişi olmasının yanında ona tazim ifade eder.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَا قَوْمِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

İstînâfiyye olarak fasılla gelen  اتَّبِعُونِ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İman eden kişi, 29. ayetteki  يَا قَوْمِ  nidasını bu ayette tekrarlamıştır. Bu tekrarda tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. 


اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ

 

Talebin cevabı olan cümle meczum muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Takdiri … إن تتّبعوني (eğer bana tabi olursanız..) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

سَب۪يلَ  kelimesi,  اَهْدِكُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür.  سَب۪يلَ الرَّشَادِ  izafetiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir.

اَهْد۪يكُمْ - الرَّشَادِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mü'min Sûresi 39. Ayet

يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ  ...


“Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 إِنَّمَا gerçekten
3 هَٰذِهِ bu
4 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 مَتَاعٌ bir geçinmedir م ت ع
7 وَإِنَّ ve gerçekten
8 الْاخِرَةَ ahiret ا خ ر
9 هِيَ o
10 دَارُ yerdir د و ر
11 الْقَرَارِ ebedi olarak durulacak ق ر ر

يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ 

 

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ ‘dır.

اِنَّمَا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usül ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org 

İşaret ismi  هٰذِهِ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْحَيٰوةُ  ism-i işaret  هٰذِهِ ‘den bedel olup lafzen merfûdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةُ ‘nün sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَتَاعٌۘ  haber olup lafzen merfûdur.


 وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الْاٰخِرَةَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

هِيَ  fasl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دَارُ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الْقَرَارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

İstînâfiyye olarak fasılla gelen  اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ  cümlesi ise sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümleye dahil olan  اِنَّـمَٓا , kaffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise, اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَٓا  demektir.

Ayetteki  اِنَّمَا  ile gerçekleşen kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr,  هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا  mevsuf/maksûr,  مَتَاعٌۘ  sıfat/maksûrun aleyh olmak üzere kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Kasr, iki tekid mesabesindedir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

اِنَّـمَٓا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Dünya hayatının  هٰذِهِ  ile işaret edilmesinde tahkir ve istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi tezattır.

اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّ ’nin ismi  الْاٰخِرَةَ , haberi دَارُ الْقَرَارِ ’dır. Haberin izafetle gelmesi, veciz ifade kastına matuftur.

الْاٰخِرَةَ  - الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ  cümlesiyle, وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Münadinin nidasını atıf harfi olmadan tekrarlaması her ikisinin tefsirinin birbiriyle bağlantılı olduğuna delalettir.  يَا قَوْمِ  şeklinde tekrar nida etmesi, münadinin konuya ve kavmine ihtimam gösterdiği, daveti kabul etmemeleri sebebiyle onları azarladığı anlamına gelir. 

Önceki ayette doğru yolu göstereyim dedikten sonra bu ayette bu sözün açıklanması ibhamdan sonra izah babında ıtnâbdır.

İnanan zat önce;… ben de sizi doğru yola götüreyim demek suretiyle ifadeyi mücmel bırakmış; ardından bu sözünü tefsir etmiş ve konuşmasına dünyayı zemmedip önemsiz göstererek başlamıştır; çünkü bütün kötülüklerin temeli ebedi kalacakmış gibi dünyaya yapışmaktır. (Keşşâf)

Dünya hayatının metalanmadan başka birşey olmadığı anlamını tekid eder.

Bu kelam  اِنَّمَا  ile başlamıştır. Bu, kasr üslubudur. Dünya hayatının sadece tek bir şeye mahsûs olduğunu  ifade eder. Burada kasr üsluplarından  اِنَّمَا  harfinin kullanılması tercih edilmiştir ki bu edat bu konuda hiç kimsenin bir şüphesi olmadığına veya inkâr eden bir kimsenin bulunmadığına delalet eder. Yani akıl sahibi herkes bu konuda hemfikirdir. Çünkü bu dokunulabilir bir hakikattir. Yaşayan her kişi bilir ki, kendisinden öncekiler bir süre bu dünyada yaşamışlar, sonra da buradan çekip gitmişlerdir. Bu ifadede bulunan işaret ismi yakınlığa delalet eder. Hayat kelimesi burada dünya ile sıfatlanmış olarak gelmiştir. Dünya kelimesi “yaklaşmak” kelimesinden türemiştir. Bu  ifadede dünya hayatı,  مَتَاعٌ  kelimesine hasredilmiştir.  مَتَاعٌ  kelimesi de nekre olup azlık ifade eder. Hayattan faydalanmak, onun zevklerinden, eğlencelerinden, oyunlarından, süslerinden az bir zaman faydalanmak demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 213) 

اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ  sözündeki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. Yani, geçici bir faydalanma olması dışında dünyaya yakışan hiçbir sıfat yoktur. Buradaki kalp kasrı, dünya hayatının nimetleri için delicesine mücadele eden kavmi, o’nun (dünyanın) faydalarının sonsuz olduğunu vehmedenlerin menzilesine indirmiştir. (Âşûr)

يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ  [Ey kavmim! Kuşkusuz bu dünya hayatı geçici bir eğlencedir. Fakat ahiret gerçekten kalma yurdudur.] ayetinde mukabele vardır. Yüce Allah dünya hayatı ve geçici eğlenceye karşılık, ahireti ve kalma yurdunu zikret­ti. Bu güzelleştirici edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsir)

38-39:

Burada  يَا قَوْمِ  tekrar edilmiştir. Çünkü konuşan kimse, gittikleri yolun yanlış olduğu noktasında kavmini uyarmakta, onlar için onların faydasına olan şeyleri istemekte ve teşvik etmektedir. (Ali Bulut /Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

يَا قَوْمِ  nidasının tekrarı; muhatabın hakkı kabul etmesi ve hidayete ermesi içindir. Nida harfi olan  يَا  aslında uzak için kullanılan bir harftir. Yakında olan kavim için kullanılması tazim ve teşrîf içindir. Buna  قَوْمِ  kelimesinin izafe edilmesinde ise; yapılan nasihatin her türlü şüpheden uzak, ihlaslı bir nasihat olduğuna delalet vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mü'min Sûresi 40. Ayet

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ  ...


“Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min olarak salih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 عَمِلَ yaparsa ع م ل
3 سَيِّئَةً bir kötülük س و ا
4 فَلَا
5 يُجْزَىٰ cezalandırılmaz ج ز ي
6 إِلَّا başkasıyla
7 مِثْلَهَا onun mislinden م ث ل
8 وَمَنْ ve her kim
9 عَمِلَ yaparsa ع م ل
10 صَالِحًا faydalı bir iş ص ل ح
11 مِنْ -ten
12 ذَكَرٍ erkek- ذ ك ر
13 أَوْ veya
14 أُنْثَىٰ kadın(dan) ا ن ث
15 وَهُوَ ve o
16 مُؤْمِنٌ inanarak ا م ن
17 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
18 يَدْخُلُونَ girerler د خ ل
19 الْجَنَّةَ cennete ج ن ن
20 يُرْزَقُونَ kendilerine rızık verilir ر ز ق
21 فِيهَا orada
22 بِغَيْرِ olmaksızın غ ي ر
23 حِسَابٍ hesabı ح س ب

   Saleha صلح :

   Salah صَلاحٌ, fesad فَسادٌ sözcüğünün zıddıdır. Hem salah ve hem de fesad kullanımlarının çoğunda fiillerle ilgili kullanılırlar. Kuran'da salah kavramı kimi zaman fesadın (فَسادٌ) kimi zaman da seyyienin (سَيِّئَةٌ )karşıtı olarak kullanılmaktadır.

  صُلْحٌ,  insanlar arasındaki nefreti gidermek anlamındadır. 

  Yüce Allah'ın kullarını ıslah etmesi (إصْلاحٌ) bazen onu salih biri olarak yaratması ile, bazen onda bulunan fesadı ortadan kaldırması şeklinde, bazen de kulunun lehine salaha hükmederek olur. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok türeviyle 180 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Sâlih, sulh, ıslah, ıstılah, maslahat, ıslahat ve salâhiyettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ 

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَمِلَ سَيِّئَةً  cümlesi, mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

عَمِلَ  şart fiili olup, fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  سَيِّئَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَا يُجْزٰٓى  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو (O)’dur.

يُجْزٰٓى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ 

 

Şart ismi  مَنْ , atıf harfi وَ ‘la önceki  مَنْ ‘e matuftur. 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur. عَمِلَ صَالِحاً  cümlesi mübteda  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

عَمِلَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ ذَكَرٍ  car mecruru  عَمِلَ ‘nin failinin mahzuf haline mütealliktir. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْثٰى  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِنٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. صَالِحاً  kelimesi, sülasi mücerredi  صلح olan fiilin ism-i failidir. 

مُؤْمِنٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ

 

 

 فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَدْخُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

الْجَنَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يُرْزَقُونَ  fiili  يَدْخُلُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُرْزَقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  يُرْزَقُونَ  fiiline mütealliktir.  

بِغَيْرِ  car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir.  حِسَابٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ 

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nidanın cevabına dahildir.

Şart üslubunda, haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنِ  mübteda konumundadır.  عَمِلَ سَيِّئَةً cümlesi haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

عَمِلَ  fiilinin mef’ûlü olan  سَيِّئَةً ’in nekre gelişi nev içindir.

فَ  karinesiyle gelen şartın cevabı  فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا  cümlesi, kasr ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri; هو  (O) olan mübteda mahzuftur.

Haber konumundaki  لَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkarî kelamdır.

Nefy harfi  لَا  ve  istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.  

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Sadece onun kadar yani kötülük kadar ceza görür; çünkü kötülüğün karşılığından fazlasıyla ceza vermek çirkin bir şeydir, zira bu zulümdür. Fakat iyiliğin karşılığından fazlasıyla mukabelede bulunmak iyidir; çünkü bu lütuftur. (Keşşâf)


 وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Şart üslubunda, haberî isnaddır.

Sübut ifade eden isim cümlesi  وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ  şarttır.  Şart ismi  مَنِ  mübteda konumunda,  عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ  cümlesi, haberdir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112) 

مَنْ  kelimesi; mana bakımından her ikisini de kapsadığı halde ayrıca kadın ve erkek şeklinde açıklanması, bu kelimenin her iki tür için kullanıma uygun müphem bir lafız olmakla birlikte, zikrolunduğu zaman zahir manası erkeklere mahsus olması dolayısıyladır. Bundan dolayı açık bir şekilde “erkek olsun, kadın olsun” denmek suretiyle vaadin her iki türü de içine alması istenmiştir. (Keşşâf) 

عَمِلَ  fiilinin mef’ûlu veya  عَمًلًا şeklinde takdir edilen mahzuf mef’ûlunun sıfatı olan  صَالِحاً  ism-i faildir. İsm-i mef’ûl yerinde ism-i fail kullanılması mecazî isnaddır. Mefûliyyet alakasıyla mecaz-ı aklîdir.  صَالِحاً ’daki tenvin tazim ifade eder. 

مِنْ ذَكَرٍ  ve  ona matuf olan  اُنْثٰى , failin mahzuf haline mütealliktir. ذَكَرٍ  ve  اُنْثٰى  kelimelerindeki tenvin cins ifade eder. Salih amel yapan kimseler dedikten sonra kadın ve erkek olarak açıklanması, ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır.

عَمِلَ  fiilinin failinden hal olan  وَهُوَ مُؤْمِنٌ  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlenin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin, ism-i işaretle marife olması işaret edilenleri tazim amacına matuftur.  اُو۬لٰٓئِك  işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi ister.  يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ  cümlesi haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilen  يُرْزَقُونَ  cümlesi,  يَدْخُلُونَ ‘deki failden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Car mecrur  ف۪يهَا , mahzuf hale mütealliktir. بِغَيْرِ , mahzuf mef’ûlun bihin sıfatıdır. Takdiri,  يرْزقون رزقاً واسعاً بلا حسابٍ و لا تبيعة (Bir anlaşmaya ve hesaba göre olmaksızın rızıklandırılırlar) şeklinde olabilir.

حِسَابٍ ‘deki tenvin kesret ifade eder.

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً  ile  اُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ  cümleleri arasında müfret cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً  - مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

ذَكَرٍ  - اُنْثٰى  ve  سَيِّئَةً  - صَالِحاً  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

مَنْ  -  عَمِلَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Fiil; girerler anlamında  يَدْخُلُونَ  ve sokulurlar anlamında  يُدْخَلُون  şeklinde okunmuştur. بِغَيْرِ حِسَابٍ (Hesapsız bir şekilde) ifadesi  اِلَّا مِثْلَهَا  (sadece onun kadar) ifadesinin karşısına getirilmiştir; yani kötülüğün karşılığı -sahibine müstehak olduğundan fazlası verilmesin diye- bir hesap ve ölçü iledir; ama salih amelin karşılığı için herhangi bir ölçü ve hesap yoktur. Aksine, hak ettiğinin üzerine fazlalık, çokluk ve bolluk olarak dilediğini ekleyebilirsin. (Keşşâf)

يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ  sözü, büyük bir mükâfattır, ki insanlar buna Allah’ın fazlıyla layık olurlar. Çünkü onlar iyi işler yapmışlardır. Burada müsnedün ileyh, fiil olan habere takdim edilmiştir ki bu da ihtisas  ifade eder, yani ‘sadece onlar cennete girer’ demektir. Zira iki şeyi, yani salih ameli ve imanı hakkıyla yerine getirmişlerdir. 

يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ  cümlesi de hal cümlesidir. Burada muzari fiil vardır. Muzari fiil, rızkın teceddüdünü ve hudûsunu, yani zaman zaman tekrarlandığını ifade eder. بِغَيْرِ حِسَابٍ  kelimesi de Allah Teâlâ hakkında olduğu vakit, atasının sınırsız olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 218) 

Ceza cümlesinin başında ism-i işaret gelmesi ve isim cümlesi olması, sevabın katlanması rahmetin baskınlığını göstermek içindir. Amelin asıl sayılıp imanın hal olarak verilmesi de imanın amelde şart olduğunu ve imanın sevabının amelin sevabından daha yüksek olduğunu bildirmek içindir. (Beyzâvî)

 
Günün Mesajı

Firavun hanedanından olup, iman eden kişinin kavmi ile diyaloğunun anlatıldığı kıssada başkalarına öğüt vermek isteyen, herhangi bir hayra çağırmak isteyen herkes için kendisi ile yolunu aydınlatması mümkün olan bir takım hususlar yer almaktadır. Bunların bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
a. Açık delil ve kesin belge ile bakış açısının doğruluğuna onları ikna etmeye çalışmak.
b. Yumuşak, hikmetli, nasihat ve doğruyu göstermekte en güzel olan yolu izlemek.
c. Öğüt verdiği kimselere karşı bir üstünlük ya da bir büyüklük tasladığını hissettirmemek.
d. Öğüt verdiği kimselere kendisinin de onlardan bir fert olduğunu, onlar için faydalı olanın kendisi için de faydalı, zarar verecek olanın kendisi için de zararlı olduğunu açıklamak.
e. Öğüt verdiği kimselere onlara anlatmak istediklerini açıklayan misaller vermeli ve bu misaller onların anlayabilecekleri şekilde olmalı.

 f. Onlara âhiret gününü ve bugünde itaat edenlere verilecek sevabı, isyankârlara da verilecek cezayı hatırlattığı gibi Allah Teala'nın lütfunu, rahmetini ve adaletini de hatırlatmalıdır.

g. Öğüt verirken ellerinden tutarak, kalplerini kazanmaya çalışarak onlarla tedrici bir yol izlemelidir.
h. Sonra da korkutup uyarmakla birlikte öğüdü oldukça konsantre bir halde ortaya koymalı, bundan sonra Allah'a tevekkül ederek işini Allah'a havale etmeli, kullarından dilediğine hidâyet vermeyi de şanı yüce ve mübarek Allah'a bırakmalıdır.

Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın hayal gücü ve idrak kabiliyeti sınırlıdır. Yazılan en uçuk hikayelerin temeli bile dünyada olan bir gerçekliğe dayalıdır. Belki insanların yapabildiği değil de, hayvanların yapabildiğidir. Belki uyanık halde görülenden değil de, rüya aleminde görülen bir şeyden esinlenilmiştir. Kimi insanın hayal gücü daha geniştir çünkü onlar düşünmeye zaman ayıranlardır. 

Çoğu insanın hayal gücü ve idrak kabiliyeti ise oldukça sınırlıdır. 100 yıl öncekilere, şimdi sahip olduğumuz teknolojik imkanlar anlatılsaydı, imkansız cevabını verirlerdi. Zira; aklına fazlasıyla güvenen yani her şeyi bildiğini sanan ya da ulaşabildiği yerin ötesinin olmadığına inanan için gözünde canlandıramadıklarını da silip atması olağandır. 

İnkarcılar, inanmak için elle tutulur kanıt istedi: Firavun, Hâmân’a dedi ki: yüksek bir kule yap da, Musa’nın Rabbini görelim! Kavimler peygamberlerine dedi ki: Rabbiniz bir ayet indirsin. Ancak; kibrin ve nankörlüğün daha da daralttığı idrak kabiliyetlerinden ve kararttıkları kalp dünyalarından dolayı çeşitli bahanelerle gelen mucizelere de sırt çevirdiler.

Böylesi; elinde tutabildiklerinin ve görebildiklerinin peşinden gitmek için kendisini bilmediği ve hayal edemediği ahirete hazırlanmak fikrine kapatır. Dünyalık mutlulukların hepsinin geçici olduğunu bilir ama şimdi mutlu olmak istiyorum der. İslam nuruyla aydınlanmayan kalbin, idrak kabiliyeti daha da sınırlıdır çünkü o, her şeyi bildiğinden emindir.

Ey Allahım! Hakikatleri idrak etmemizi kolaylaştır. İmanımızı şüphelerden arındır. Teslimiyetimizi sağlamlaştır. Hallerimizi güzelleştir. İbadetlerimizi samimileştir. Zihinlerimizi dinçleştir. Bizi affet. Rızan ve rahmetin ile mükafatlandır. Cennet nimetlerin ile sevindir. Cennetinde sevdiklerine ve sevdiklerimize kavuştur. 

Amin.

***

Denir ki; bir müslüman ruhen ve bedenen nereye davet edildiğine dikkat etmelidir! Arkadaşları, işleri, okudukları, izledikleri ve sevdikleriyle beraber hangi yöne doğru kaydığına bakmalıdır. Seçimleri sonucunda Allah’ın yolundan ve ibadetlerinden uzaklaşıyorsa eğer, harekete geçmelidir. Zira bu bir şeylerin doğru olmadığını gösteren bir uyarıdır. Tercihlerinin yanlış olduğuna dair kalbinde uyanan şüphe gibi hislere ya da seslere kulak vermedikçe onları duymaz hale gelir ve aklı başına gelene kadar da Allah’a yakınlaşmaktan mahrum kalır. 

Bu yüzden de hayatının her günü imanını koruması için Allah’a dua etmeli ve kendisi de bir kul olarak bunun için çaba göstermelidir. Yeni bir şeyle karşılaştığı zaman çağıranların dış görünüşünü, davet edildiği yerlerin şıklığını ve fikirlerin popüleritesini bir kenara bırakıp aklen, kalben ve bedenen bulunduğu ortamın Allah’ın sınırlarına uyup uymadığını kontrol etmelidir. Başka bir ifadeyle; Allah’a olan kulluğuna mani olup olmadığına bakmalıdır. Hoşuna gitse de, mutlu hissetse de, nefsi ikna olsa da, kendisini koruyabileceğini iddia etse de; bir müslüman Allah’ın emirlerine aykırı olan ya da kendisini Allah’ın yolundan ve rızasından uzaklaştıran her işe hayır diyebilme cesaretine sahip olmalıdır. 

Ey bizi cennete ve mağfirete çağıran Allahım! İşittik ve itaat ettik. Bizi davetine icabet edenlerden ve Senin yolunda yaşayıp ölenlerden eyle. Ayağımızı kaydıracak ve imanımızı sarsacak hallerden muhafaza buyur. Gözlerimizi açık ve kalplerimizi uyanık kıl. Tehlikelerden uzaklaşmamızı kolaylaştır ve Senin rızanı kaybetmemize sebep olabilecek işler ile kişilere hayır deme gücü ver. Son nefesimize kadar her geçen gün kul olarak Sana daha da yaklaşanlardan eyle. Dünyaya, dünyalıklara sevdalanmaktan ve bu yüzden kaybedenlerden olmaktan muhafaza buyur. Bizi mağfiretine ve cennetine kavuşan; iki cihanda da kazanan kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji