بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ
Allah’a iman edip gösterdiği yoldan gidenler kurtuluşa erecek, inkâr ve isyanda olanlar ateşe yani cehenneme gideceklerdir. 41. âyette mümin kişinin kurtuluşa, diğerlerinin ise ateşe çağırdıkları ifade buyurulmuş; sonraki âyetlerde bunun açılımı verilmiştir. Mümin kişinin, Allah’a ortak koşulan şeylere dair “hiçbir bilgiye sahip olmadığım şeyler” şeklindeki sözü, “Sizin tanrı kabul ettiğiniz Firavun’un, putların ve daha başka şeylerin tanrı olduğuna dair hiçbir bilgim yoktur, olması da mümkün değildir” anlamına gelir (Şevkânî, IV, 561).
Firavun’un Hz. Mûsâ’yı öldürmeye karar verdiğini bildiren âyetin ardından 28. âyette Mûsâ’nın hayatını kurtarmaya çalışan kişinin imanını gizlediği belirtilmişti. Bu son âyetlerden ise bu kişinin artık inancını açıkça ortaya koyduğu ve halkının çok tanrılı dinini reddettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda söz konusu kişiyle ilgili âyetlerin uzunca bir zaman içinde olup bitenleri özetlediği, dolayısıyla onun başlangıçta inancını gizlerken zamanla ya ortamın yumuşaması veya –daha güçlü bir ihtimalle– şartların kendisini zorlaması sebebiyle inancını açıkça ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. Nitekim 45. âyetin, “Nihayet Allah, onların kurdukları kötü tuzaklardan bu kişiyi korudu” meâlindeki cümlesi, Firavun tarafının o kişiyle ilgili gerçeği öğrendiklerini ve kendisi hakkında kötü planlar peşinde olduklarını göstermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 662-663
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا istifham harfi mübteda olarak mahallen merfûdur. ل۪ٓي car mecruru mahzuf mübtedaya mütealliktir.
اَدْعُوكُمْ fiil cümlesi ل۪ٓي ‘deki zamirden hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına وَقَدْ gelir. Bazen sadece و gelir. Nadiren و sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَدْعُوكُمْ fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَى النَّجٰوةِ car mecruru اَدْعُوكُمْ fiiline mütealliktir.
تَدْعُونَن۪ٓي cümle mukadder cümlenin hali olarak mahallen mansubdur. Takdiri, وما لكم تدعونني (Sizin neyiniz var da beni …. davet ediyorsunuz?) şeklindedir. تَدْعُونَن۪ٓي fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Merfu muzari fiillere, mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez.
Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. تَدْعُونَن۪ٓي fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denilir.
اِلَى النَّارِ car mecruru تَدْعُونَن۪ٓي fiiline mütealliktir.
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ
Bu cümle atıf harfi وَ ’la, 39. ayetteki nidaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham ism-i مَا mübtedadır, haberi mahzuftur. Cümledeki müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. لِيَ , bu mahzuf habere mütealliktir.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp taaccüb (Âşûr), nasihat ve kınama manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ cümlesi ل۪ٓي ‘deki zamirden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَدْعُونَن۪ٓي cümlesi atıf harfi وَ ‘la aynı üsluptaki hal cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
تَدْعُونَن۪ٓي fiilinin sonundaki ن vikaye, esre ise mütekellim zamirinden ivazdır. اِلَى النَّارِۜ car mecruru تَدْعُونَن۪ٓي fiiline mütealliktir.
مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ cümlesiyle تَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
النَّجٰوةِ - النَّارِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Burada النَّجٰوةِ , Cennet’e girmenin sebebi, النَّارِۜ da helak sebebi olduğundan tıbâk vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
اَدْعُوكُمْ - تَدْعُونَن۪ٓي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu, Firavun’un hanedanından iman eden o zatın, son sözleridir. Çünkü o, onları, Hz Musa'yı tasdike ve onun yoluna sımsıkı girmeye davet etmişti. Yine bu zat, kavmi içinde üç kez çağrıda bulunmuştu. Birincisinde onları, o dini kabule icmalen davette bulunmuş; diğer ikisinde ise tafsilatlı bir biçimde davette bulunmuştur. İcmalî olan, "Ey kavmim, siz bana uyun. Size doğru yolu göstereceğim..." şeklindeki sözüdür. "Bana uyun..." ifadesiyle, taklîdî uymak kastedilmemiştir. Çünkü o, bu ifadesinin hemen peşinden, "Size doğru yolu göstereceğim" demiştir. Bu ifade, Firavun ve kavminin izledikleri yolun sapıklık yolu olduğunu çok net biçimde bir anlatmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
"Ey kavmim!" çağrısının tekrarlanması, onları gaflet uykusundan uyandırmak, çağrı konusuna pek önem verildiğini göstermek ve öğüdüne verdikleri karşılıktan dolayı kendilerini ağırca kınamak içindir. (Ebüssuûd)
Bu kelamdan murad, onların, çağırdıkları nesnelerin, Allah'ın ortakları olmadıklarını ve ilâhlık için, hakkında ilmi mucip olan kesin delilin gerekli olduğunu bildirmektir. (Ebüssuûd)
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تَدْعُونَنِي | siz beni çağırıyorsunuz |
|
2 | لِأَكْفُرَ | nankörlük etmeğe |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
4 | وَأُشْرِكَ | ve ortak koşmağa |
|
5 | بِهِ | O’na |
|
6 | مَا | şeyleri |
|
7 | لَيْسَ | olmayan |
|
8 | لِي | benim |
|
9 | بِهِ | onun hakkında |
|
10 | عِلْمٌ | bilgim |
|
11 | وَأَنَا | ben ise |
|
12 | أَدْعُوكُمْ | sizi çağırıyorum |
|
13 | إِلَى |
|
|
14 | الْعَزِيزِ | aziz olana |
|
15 | الْغَفَّارِ | çok bağışlayana |
|
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ
Fiil cümlesidir. تَدْعُونَن۪ي önceki ayette geçen تَدْعُونَن۪ي fiilinden bedelidir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَدْعُونَن۪ٓي mukadder cümlenin hali olarak mahallen mansubdur. Takdiri, وما لكم تدعونني (Sizin neyiniz var da beni …. davet ediyorsunuz?) şeklindedir.
تَدْعُونَن۪ٓي fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Merfû muzari fiillere, mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. تَدْعُونَن۪ٓي fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denilir.
لِ harfi, اَكْفُرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte تَدْعُونَن۪ي fiiline mütealliktir.
اَكْفُرَ fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir. اللّٰهِ lafza-i celâl بِ harf-i ceriyle birlikte اَكْفُرَ fiiline mütealliktir.
اُشْرِكَ بِه۪ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
اُشْرِكَ fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri انا ‘dir. بِه۪ car mecruru اُشْرِكَ fiiline mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ل۪ي car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. بِه۪ car mecruru عِلْمٌ ‘a mütealliktir. عِلْمٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
اُشْرِكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi شرك ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَدْعُوكُمْ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَدْعُو fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ' dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَى الْعَز۪يزِ car mecruru اَدْعُوكُمْ fiiline mütealliktir. الْغَفَّارِ kelimesi الْعَز۪يزِ in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ
Bu cümle birinci تَدْعُونَن۪ي cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, تَدْعُونَن۪ي fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ cümlesi atıf harfi وَ ‘la aynı üsluptaki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ cümlesinde kinaye vardır. “İlmin kendisi veya sıhhati yoktur” demektir. (Âşûr)
Bu ifadede ilmin nefyedilmesiyle, malûmun nefyi kastedilmiştir. Buna göre bu zat adeta, "İlâh olmayanı O'na ortak koşmaya beni çağırıyorsunuz. Halbuki, ilâh olmayanın, ilâh olana ortak kılınması nasıl düşünülebilir?.." demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اُشْرِكَ fiilinin mef'ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan لَيْسَ لىى بِه۪ عِلْمٌ , nakıs fiil لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لىى , nakıs fiil لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عِلْمٌ , muahhar ismidir.
عِلْمٌ ’daki tenvin nev ve taklil ifade eder.
Davet edilen şeyin küfür ve şirk olmak üzere sayılması taksim sanatıdır.
Ayetteki fiillerin hepsi muzari sıygada gelmiştir.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin ilk kısmı önceki ayetteki müphem sözü izah sadedinde ıtnâbdır.
Hakkında; yani rubûbiyeti hakkında hiçbir bilgim… Bilgisi olmadığını söylemekten kasıt bilgiye konu olan şeyin olmadığıdır. Adeta şöyle demektedir: İlâh olmayan bir şeyi Allah’a ortak koşmamı istiyorsunuz! İlâh olmayan bir şeyin, ilâh diye bilinmesi nasıl mümkün olabilir!? (Keşşâf, Ebüssuûd)
اَكْفُرَ - اُشْرِكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la … تَدْعُونَن۪ي cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin fiil cümlesine atfı söz konusudur. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنَا۬ mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ cümlesi, haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلَى الْعَز۪يزِ car mecruru اَدْعُوكُمْ fiiline mütealliktir. الْغَفَّارِ kelimesi الْعَز۪يزِ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الْعَز۪يزُ - الْغَفَّارُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve bu sıfatların ayetle anlam uyumunda teşabüh-i etraf sanatı vardır. Bu iki sıfatın aralarında و olmaması, mevsûfta, her ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.
الْعَز۪يزُ - الْغَفَّارُ kelimeleri mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ cümlesiyle اَدْعُو كُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
اَدْعُوكُمْ - تَدْعُونَن۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedün ileyhin fiil cümlesi olarak gelen habere takdim edilmesi hükmü takviye ifade eder. (Âşûr)
اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ cümlesinde اِلَى ‘nın delaleti ile istiare vardır. Hissî olan necat yani kurtuluş, aklî olan Allah’ın tevhidine inanmaya davet etmeye benzetildi. Burda اِلَى , istiare-i mekniyye, tahyiliyye ve tebeiyyedir. الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ , istiare-i mekniyyedir. اَدْعُوكُمْ , istiare-i tahyiliyye ve tebeiyyedir. (Âşûr)
O, onların, kendisini küfre ve şirk koşmaya davet ettiklerini beyan edince, kendisinin onları, Azîz ve Gaffâr olan Allah'a inanmaya davet ettiğini beyan etmiştir. Binaenaleyh, ayetteki el-Azîz ism-i celîli O'nun kudretinin mükemmel olduğuna bir işarettir. Ki burada, ilâh olanın, kudreti mükemmel ve en üstün olan zât olduğuna dikkat çekme vardır. Firavun ise, alabildiğine aciz bir kimsedir. Öyleyse, nasıl ilâh olabilir? Putlar da yontulmuş taşlardır. Şu halde, onların ilâh olmaları nasıl düşünülebilir. Ayetteki, el-Gaffar ism-i şerifi de, kişinin, uzun süreden beri küfürde ısrar etmiş olması sebebiyle, Allah'ın rahmetinden ümit kesmemesi gerektiğine; çünkü, bu alemin ilâhı, her ne kadar mağlup edilemeyen bir Azîz; karşı konulamayan bir kadir ise de, ne var ki O'nun bir anlık iman ile yetmiş senelik bir küfrü bağışlayan bir Gaffâ olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا | yok (ki) |
|
2 | جَرَمَ | şüphe |
|
3 | أَنَّمَا | kesinlikle |
|
4 | تَدْعُونَنِي | siz beni çağırıyorsunuz |
|
5 | إِلَيْهِ | ona |
|
6 | لَيْسَ | (oysa) yoktur |
|
7 | لَهُ | onun |
|
8 | دَعْوَةٌ | du’aya değer tarafı |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
11 | وَلَا | ne de |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
14 | وَأَنَّ | ve elbette |
|
15 | مَرَدَّنَا | bizim dönüşümüz |
|
16 | إِلَى |
|
|
17 | اللَّهِ | Allah’adır |
|
18 | وَأَنَّ | ve elbette |
|
19 | الْمُسْرِفِينَ | aşırı gidenler |
|
20 | هُمْ | işte onlar |
|
21 | أَصْحَابُ | halkıdır |
|
22 | النَّارِ | ateş |
|
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ
Fiil cümlesidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.
جَرَمَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اَنَّمَا cümlesi لَا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur.
أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. مَا müşterek ism-i mevsûl, أَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَن۪ٓ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَدْعُونَن۪ٓي fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. تَدْعُونَن۪ٓي fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denilir.
اِلَيْهِ car mecruru تَدْعُونَن۪ٓي fiiline mütealliktir.
لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ cümlesi أَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
دَعْوَةٌ kelimesi لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. فِي الدُّنْيَا car mecruru دَعْوَةٌ ‘a mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru دَعْوَةٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir.
وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مَرَدَّنَٓا kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi اَنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ cümlesi اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَصْحَابُ mübtedanın haberi lafzen merfûdur. النَّارِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُسْرِف۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ
Nidanın cevabına dahil olan bu cümle fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu ve sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَا ’nın haberi mahzuftur.
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ile tekid edilmiş اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen في harf-i ceriyle birlikte لَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin ismi olan مَا ’nın sılası olan تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَنَّ ‘nin haberi olan لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ cümlesi, nakıs fiil لَیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. دَعْوَةٌ muahhar ismidir. فِي الدُّنْيَا car mecruru, دَعْوَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
Tezâyüf nedeniyle فِي الدُّنْيَا ‘ya atfedilen وَلَا فِي الْاٰخِرَة ‘daki nefy harfi لَا , olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.
تَدْعُونَن۪ٓي - دَعْوَةٌ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْاٰخِرَةِ - الدُّنْيَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
لَا جَرَمَ hiç kuşkusuz, şüphesiz, kesinlikle manalarındadır. Zeccâc şöyle der: “ لَا edatı, onların, fayda vereceğini sandıkları şeyin, nefyini (olumsuzluğunu) ifade eder. جَرَمَ kelimesi ise, ‘fiili kazanmak’ manasınadır. Buna göre bunun manası, ”Bu onlara fayda vermez. Bu fiili kesbetmek, kazanmak da onlara fayda vermez. Hem dünyada hem de ahirette zarar onların başınadır” şeklinde olur. (Fahreddin er- Râzî)
لَا جَرَمَ (Hiç şüphesiz, muhakkak ki): Basra dil okulunun temsilcilerine göre bu ifadenin bulunduğu bağlamda لَا , kavminin inandıkları şeyin reddedilmesi anlamına gelir. جَرَمَ kelimesi de kesinleşti, gerçek oldu anlamında bir fiildir. Sonrasında gelen اَنَّ ve cümlesi de bu fiilin faili konumundadır; yani onu çağırdıkları şeyin batıllığı kesin ve gerçek olmuştur. (Keşşâf)
جَرَمَ isimdir, fiil değildir. Fiil olsaydı mazi olacaktı. Nefy harfi olan لَا , mazinin başına gelmez. (Âşûr)
لَا جَرَمَ ; “davet ettikleri şey için red yoktur” demektir. جَرَمَ fiili feale veznindedir, حقّ manasınadır, faili de (şüphesiz beni davet ettiğiniz şey için ne dünyada ne de ahirette davet yetkisi yoktur) kavlidir. Yani İlâhlarınızın kendilerine tapmaya davet hakkı yoktur, çünkü onlar cansızdırlar, ilâh olmalarını gerektirecek bir şey yoktur ya da makbul davetlerinin olmaması haktır veyahut onlara yapılan duanın kabul olunmaması haktır.
Şöyle de denilmiştir: جَرَمَ fiili, كسب manasınadır, faili de içindeki gizli zamirdir yani ona yapılan dua ona dua değildir, şu manaya ki, bundan ancak yapılan çağrının batıl olması meydana gelir.
Şöyle de denilmiştir: الجَرْمِ ’den فَعَلَ veznindedir, kesmek manasınadır, tıpkı لا بُدَّ ’nin التَّبْدِيدِ ’den ayırmak manasında olması gibidir. (Beyzâvî)
وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ‘nin dahil olduğu اَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle, önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
مَرَدَّنَٓا kelimesi اَنَّ ‘nin ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِلَى اللّٰهِ car mecruru, اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ cümlesi, masdar ve tekid herfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. الْمُسْرِف۪ينَ ‘nin müsnedün ileyhi olan اَصْحَابُ النَّارِ ‘nin müsned olduğu cümlede fasıl zamiri هُمْ , kasr ifade etmiştir.
Müsriflerin, müminlerin aksine ateş ashabı olmaları iddiaî kasrdır. (Âşûr)
اَصْحَابُ النَّارِۢ ifadesinde istiare vardır. Ateş, dostları bir araya toplayacak, hoşlanılan bir şeye benzetilmiştir. Bu benzetme cehennem ateşinin korkunçluğunu artırmak içindir.
اَاَصْحَابُ النَّارِۚ (Ateş ashabı) ibaresindeki اَصْحَابُ kelimesinin kökü صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmak manasında Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir. اصحاب النار (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.
اَصْحَابِ النَّارِ ifadesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
الْمُسْرِف۪ينَ (aşırı gidenler) Katâde’den (v. 117/735) nakledildiğine göre müşriklerdir. Mücâhid bunların, haksız yere çok kan dökenler olduğunu söylemiştir. Aşırı gidenler’in, şerleri hayırlarına galip gelen kimseler olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf, Âşûr)
الْمُسْرِف۪ينَ ‘daki marifelik, istiğrak ifade eden cinstir. (Âşûr)
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا عاينتم العذاب يوم القيامة (Kıyamet gününde azabı gördüğünüz zaman) şeklindedir.
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَتَذْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَقُولُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru اَقُولُ fiiline mütealliktir.
وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُفَوِّضُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَمْر۪ٓي mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru اَمْر۪ٓي fiiline mütealliktir.
اُفَوِّضُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فوض ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar
اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur.
بَص۪يرٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. بِالْعِبَادِ car mecruru بَص۪يرٌ ‘a mütealliktir.فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ
Rabıta harfi فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin başındaki سَ harfi tekid içindir.
Takdiri إذا عاينتم العذاب يوم القيامة (Kıyamet gününde azabı gördüğünüz zaman) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bu ifadede ahiret günüyle ilgili bir tehdit ve uyarı vardır.
تَذْكُرُونَ istiare-i mekniyye ve tebeiyyedir. Şimdi size söylediğim şey, gerçekleştiği gün akla gelecektir demektir. Böylece, yüz çevirmeyi unutmaya benzetmiş ve unutmaya da, istiare-i mekniyye yoluyla bu fiille işaret etmiştir. (Âşûr)
Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan اَقُولُ لَكُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la, 41. ayetteki … ما لِي أدْعُوكم إلى النَّجاةِ cümlesine atfedilmiştir. (Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Firavun’un hanedanından olup, iman etmiş olan bu zat, bütün bunları böylece tafsilatlı bir şekilde anlatınca, sözünü güzel bir hatime ile tamamlayıp, "Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız" demiştir. Bu, tehdit manası taşıyan kapalı (müphem) bir ifadedir. Bu ifadedeki hatırlatma (zikir) işinin, dünyada ölüm vaktinde olması muhtemel olduğu gibi, Kıyamette, insanın Kıyamet dehşetlerini müşahede ettiği zamanda olması da muhtemeldir. Velhasıl bu söz son derece kuvvetli bir uyarıdır. (Fahreddin er-Râzî)
Daha sonra bu zat, "Ben işimi Allah'a havale ediyorum" demiştir. Bu, kişiyi korktuğu şeyle tehdit edenin söyleyeceği bir sözdür. Binaenaleyh sanki onlar, bu zatı ölümle tehdit etmişler, bu da onları, Önce, "Size söylemekte olduklarımı yakında hatırlayacaksınız!" diyerek uyarmış; daha sonra onların tehdit, hile ve tuzaklarını savuşturma hususunda, Allah'ın lütfuna ve korumasına dayanarak, "Ben işimi Allah'a havale ediyorum" demiştir ki bu zat, bu yolu, Hz Musa'dan öğrenmişti. Çünkü Firavun Musa (as)'ı ölümle tehdit edince, o da, bu belayı savuşturma hususunda Allah'a tevekkül etmiş, ["Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığındım"] (Mümin/ 27) demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Lafzı celalin zamir yerine zahir olarak zikredilmesi, uyarı ve tenbih maksatlıdır. Bu tekrarda; reddü’l-acüz ale’s-sadr ve ıtnâb sanatları vardır.
Müsned olan بَص۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Bu sözün tekidle başladığı görülür. Ardından zamir yerine lafza-ı celâl gelmiştir. Aslında daha önce Allah sözü geçtiği için burada zamir gelebilirdi. Sonra بَص۪يرٌ kelimesi gelmiştir. بَص۪يرٌ ‘dan sonra gelen بِالْعِبَادِ sözünde ise bir tahsîs vardır. Zira Allah Teâlâ yarattığı her şeyi, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında olan her şeyi gördüğü halde burada özellikle بِالْعِبَادِ şeklinde kullar zikredilmiştir. Aslında göklerin ve yerin yaratılışı, insanların yaratılışından daha zordur. İşte bu fasılada bu delaletler vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 230)
Görmekten maksat teşvik ve tehdittir. Yani ahirette verilecek karşılık kastedilmiştir. Lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Bu sözlerinin o iman eden kişiyi öldürmek istediklerine delil teşkil ettiği de söylenmiştir. Bu sözleri söyleyenin Musa (as) olduğu da söylenmiştir. Ancak daha zahir olan bu sözlerin Firavun ailesinden iman eden kişinin sözleri olduğudur, İbn Abbâs'ın görüşü de budur. (Fahreddin er-Râzî)
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
Tefsirlerin çoğunda, Firavun taraftarlarının, bu kişinin Hz. Mûsâ’yı tasdik ettiğini öğrenince onu öldürmeye veya işkence etmeye karar verdikleri, ancak Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’yla birlikte bu zatın da Mısır’ı terkederek kurtulduğu belirtilir.
“Firavun ailesini kuşatıp helâk eden şiddetli azap”, onların hem Kızıldeniz’de boğulmaları hem de âhirette cehenneme atılmaları olarak açıklanır (İbn Atıyye, IV, 562; Şevkânî, IV, 566). “Sabah akşam” sözü, azabın sürekliliğini ifade eden bir deyimdir. Âyetin bu bölümü, “berzah” denilen, ölümle kıyamet arasındaki dönemde inkârcıların ruhlarına her gün sabah ve akşam cehennemdeki yerlerinin gösterileceği şeklinde yorumlanmış ve âyetin bu bölümü kabir azabının varlığına delil olarak gösterilmiştir (bk. Râzî, XXVII, 73; Şevkânî, IV, 566).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 663
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. وَقٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. سَيِّـَٔاتِ ikinci mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
مَٓا ve masdar-ı müevvel سَيِّـَٔاتِ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَاقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. بِاٰلِ car mecruru حَاقَ fiiline mütealliktir. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سُٓوءُ muahhar fail olup lafzen merfûdur. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا
فَ , istînâfiyyedir. Ayet müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve hükmün kesinliğini bildirmek içindir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Masdar harfi مَا ve akabindeki مَكَرُوا cümlesi, masdar teviliyle سَيِّـَٔاتِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
سَيِّـَٔاتِ - مَكَرُوا kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا izafeti az sözle çok mana ifade etme amacına matuftur.
Bu cümlede de birçok mana gizlidir. Kavmi ona her çeşit hile ve eziyeti yapmıştır, ama bunlar sona ermiştir. İşte bunlar bu ayetin bahsetmediği (meskûtun anh) şeylerdir. Bu mananın delili de Allah’ın onu koruduğunun zikredilmesidir. Bu bir îcâz şeklidir. İnceliği ve gizliliği sebebiyle çok az belâğat alimi bu uslûbu kullanabilir. سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا sözündeki مَا harfi, masdariyye olup mana ‘hilelerinin kötülükleri’ şeklindedir. Bu izafet, sıfatın mevsûfuna izafesi kabilindendir. Kötülükleri kelimesinin öne geçmesi, bu işi en iyi şekilde açıklamak içindir. ‘Bu hileleri kötülükte en son raddeye gelmiş’ demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 233, Âşûr)
Allah, o mümin zatı, onların o çetin şer planından ve muhaliflerine vermek istedikleri azaptan kurtardı. Deniliyor ki, bu mümin zat da, Hz Musa ile beraber kurtarılmıştı.
Yine deniliyor ki, anılan mümin zat, sonunda bir dağa kaçtı ve bir grup insan, onu yakalamak için peşine düştüler. Nihayet onu bulduklarında namaz kılıyordu ve yabani hayvanlar, onun etrafında saf olmuşlardı. Bunu gören o insanlar, dehşete kapılıp geri döndüler. Bunun üzerine Firavun, bu insanları öldürttü.
Burada kötü azaptan murad, denizde boğulmak, öldürülmek ve Cehennem ateşidir. (Ebüssuûd)
وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ
وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la وَقٰي cümlesine atfedilmiştir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَيِّـَٔاتِ - سُٓوءُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَيِّـَٔاتِ - الْعَذَابِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
Her ne kadar asıl olan Firavun da olsa bu cümlede, ehlinin başına gelen azabın içine Firavun zımnen dahildir. Bu üslupta dalalet ehlinin büyüklerine tabi olmaktan vazgeçmeyen insanların çoğunluğunun başına gelen, kalplerin ve akılların örtülüp çalışmaz hale geldiği körü körüne tabi olmanın tehlikesine işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 234)
["Firavun hanedanını ise kötü azap kuşattı"] ayeti ile ilgili olarak el-Kisaî şöyle demektedir: Bir şey inip (gelip, çatar) ve lazım (gerekli ve ayrılmaz) olursa, o takdirde: ‘Kuşattı, kuşatır, kuşatmak’ denir. (Kurtubî)
حَاقَ , burda أحاطَ anlamındadır. (Âşûr)
الْعَذَابِۚ ‘daki marifelik ahd içindir ve الغَرَقُ kastedilmiştir. (Âşûr)
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | النَّارُ | ateş |
|
2 | يُعْرَضُونَ | sunulurlar |
|
3 | عَلَيْهَا | ona |
|
4 | غُدُوًّا | sabah |
|
5 | وَعَشِيًّا | ve akşam |
|
6 | وَيَوْمَ | ve günü |
|
7 | تَقُومُ | koptuğu |
|
8 | السَّاعَةُ | kıyametin |
|
9 | أَدْخِلُوا | sokun (denilir) |
|
10 | الَ | ailesini |
|
11 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
12 | أَشَدَّ | en çetinine |
|
13 | الْعَذَابِ | azabın |
|
Seve'a سوع :
Saat (ساعَةٌ) zaman dilimlerinden biridir. Ayrıca bu kelimeyle Kıyamet kastedilir.
سُواعٌ ise Kur'an'da da ismi geçen bir putun adıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda 49 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli saattir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ
İsim cümlesidir. اَلنَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur. يُعْرَضُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُعْرَضُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهَا car mecruru يُعْرَضُونَ fiiline mütealliktir. غُدُواًّ zaman zarfı, يُعْرَضُونَ fiiline mütealliktir. عَشِياًّ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَوْمَ zaman zarfı mukadder fiile mütealliktir. Takdiri, يقول الله (Allah der ki) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقُومُ السَّاعَةُ۠ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقُومُ damme ile merfû muzari fiildir. السَّاعَةُ۠ fail olup lafzen merfûdur.
اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ cümlesi mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقول الله للملائكة (Allah meleklerine der ki) şeklindedir.
اَدْخِلُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِرْعَوْنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) اَشَدَّ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْعَذَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَدْخِلُٓوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi دخل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلنَّارُ , mübtedadır. يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ cümlesi haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غُدُواًّ (sabah) - عَشِياًّ (akşam) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Bu kelimeler bütün zamanlardan kinayedir.
Burada اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ sözü, önceki ayetteki سُٓوءُ الْعَذَابِۚ sözünden bedeldir. Bedel-i iştimâl olabilir, zira azabın kötüsü nâr’ı kapsar. Bedel-i ba‘z olabilir, çünkü ateşe arz olunmak kötü azabın bir kısmıdır. Bedel-i mutabık da olabilir. Ayrıca bu cümle mübteda veya haber de olabilir. Yani اَلنَّارُ mübteda, يُعْرَضُونَ de haberidir. Yahut bu ikisi birden mahzuf bir mübtedanın haberi olabilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 235)
يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا sözü, nâr’ın/ateşin onlar için ortaya çıktığını, görünür hale geldiğini ve onların da orada oturacakları yerleri gördükleri manasını taşır. Zemahşerî şöyle demiştir: اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا sözü, “onlar kılıçlara arz edildiler, yani öldürüldüler” sözü gibidir. Cehenneme arz edilmenin manası, onlara orada azap edilmesi demektir
(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 236, 237)
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ sözündeki وَ harfi, اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُواًّ وَعَشِياًّۚ cümlesine atıf ya da isti’nâf içindir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَوْمَ , zaman zarfı يقول الله şeklinde takdir edilen mahzuf bir fiile mütealliktir.
Muzâfun ileyh konumundaki تَقُومُ السَّاعَةُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ sözünden murad, Firavun âlinin sabah akşam ateşe arz edildiği halden daha şiddetli bir azaba naklolduğu vakti tayin etmektir. Bunun için de saat kelimesinin zikri münasip olmuştur. Çünkü biz vaktimizi saate göre ayarlarız. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 239)
تَقُومُ السَّاعَةُ ifadesinde istiare vardır. Saatin gelmesi ile kastedilen, vaktinin, onun için belirlenen zaman diliminin gelmesidir. Arapların قد قامت السوق (Pazar geldi/başladı) sözleri de bu manada olup, pazar esnafının hareketlenip alışveriş yapacakları vakit başladı demektir. Kıyamete القيامة adının verilmesi de bu manaya göredir. Yine o vakitte insanların ayakları üzerine dikilmelerinden dolayı onun bu şekilde isimlendirilmiş olması da mümkündür. Çünkü kıyametin asıl anlamı ‘ayağa kalkma’dır. Nitekim Yüce Allah bu manada يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ [O gün insanlar alemlerin Rabbi huzurunda ayağa kalkacaklardır] (Mutaffifin/6) buyurmuştur. Yine Allah’ın bu suredeki وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ [Göğün ve yerin, onun buyruğu ile ayakta durması da O’nun delillerindendir] sözüne gelince, bunun manası, göğün ve yerin Allah’ın iradesiyle uzay boşluğundaki tutunma yerlerine sarılmaları, durmalarıdır. Söz sahibinin إنَّما يقوم الأمر فلان بكذا (Falanca bu işi ancak şununla ayakta tutar) anlamındaki sözü de bunun gibidir ki, o işin ancak o şeye yapışarak ayağa kaldırılacağını ifade etmek istemektedir. Halbuki burada, gerçek anlamda, kendisine işaret edilen ayakta durma (kıyam) diye bir şey mevcut değildir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Ehl-i sünnet alimlerimiz, kabir azabının olduğuna bu ayeti delil getirerek şöyle demişlerdir: "Bu ayet, sabah-akşam onların ateşe arz olduklarını (sunulduklarını) gösterir. Bu arz olma ile ahiret azabı kastolunmuştur. Çünkü Hak Teâlâ, bu ifadenin peşi sıra da, "Kıyametin koptuğu gün ise, "Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun" buyurmuştur. Bu ayetle, dünyadaki azap da kastedilmemiştir. Çünkü dünyada iken, onlara böyle, sabah akşam bir ateş (azabı) verilmemiştir. Dolayısıyla, bu arz işinin, Ölümden sonra, Kıyametten önce olduğu anlaşılır. Bu, bu kimseler için kabir azabının olacağına delalet eder. Bu azap, onlar hakkında söz konusu olunca, başkaları hakkında da söz konusu olur. Çünkü başkalarıyla bunlar arasında bir fark olduğunu söyleyen yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
Onların sabah akşam ateşe arz olunmaları, ateşte yakılmaları demektir. Nitekim İbn-i Mesûd'dan (ra) rivayet olunduğuna göre diyor ki:" o kâfirlerin ruhları, kara kuşlar bünyesinde kıyamete değin sabah akşam ateşe arz olunur.
Burada "sabah akşam" denilmesi, o iki vakte tahsis içindir, yahut sabahtan akşama kadar, demektir. Onların halini ancak Allah bilir. Yahut dünya devam ettiği müddetçe ebedî olarak bu azaba düçar olacaklar, demektir. (Ebüssuûd, Âşûr)
Buhârî ve Müslim'in rivayetine göre Ömer (ra) Resulullah (sav)'ın şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Sizden herhangi bir kimse öldü mü sabah ve akşam ona kalacağı yer gösterilir. Eğer cennet ehlinden ise cennet ehlinden birisi olarak (ona yer gösterilir). Şayet cehennem ehlinden ise yine cehennem ehlinden birisi olarak (yeri gösterilir) ve: Yüce Allah'ın kıyamet gününde buraya seni sokacağı vakte kadar senin (ebediyyen) kalacağın yer burasıdır, denilir." Buhârî, I, 464, III, 1184; Müslim, IV, 2199; Nesâî, IV, 106, 107; İbn Mace, II, 1427; Muvatta’, I, 239; Müsned, II, 16, 113, 123 (Kurtubî, Âşûr)
اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ
Cümle mukadder mekulü’l-kavl cümlesidir. Takdiri, يقول الله للملائكة (Allah meleklere der ki...) şeklindedir.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اٰلَ فِرْعَوْنَ ve اَشَدَّ الْعَذَابِ izafetleri اَدْخِلُٓوا emir fiilinin mefulleridir.
Veciz ifade kastına matuf اَشَدَّ الْعَذَابِ (Azabın en şiddetlisi) tabiri cehennem azabından kinayedir. Bu izafet sıfatın mevsûfuna muzâf olması babında mübalağa ifade eder. (Âşûr)وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve |
|
2 | يَتَحَاجُّونَ | birbirleriyle tartışırlarken |
|
3 | فِي | içinde |
|
4 | النَّارِ | ateşin |
|
5 | فَيَقُولُ | dediler ki |
|
6 | الضُّعَفَاءُ | zayıf olanlar |
|
7 | لِلَّذِينَ |
|
|
8 | اسْتَكْبَرُوا | büyüklük taslayanlara |
|
9 | إِنَّا | elbette biz |
|
10 | كُنَّا | idik |
|
11 | لَكُمْ | size |
|
12 | تَبَعًا | uymuş |
|
13 | فَهَلْ | -misiniz? |
|
14 | أَنْتُمْ | siz |
|
15 | مُغْنُونَ | savabilir- |
|
16 | عَنَّا | bizden |
|
17 | نَصِيبًا | ufak bir parçasını |
|
18 | مِنَ |
|
|
19 | النَّارِ | ateşin |
|
Başka birçok benzerinde olduğu gibi Firavun’un yönetimindeki toplum içinde de âyette “müstekbirler” (büyüklük taslayanlar) denilen, siyasî ve ekonomik güç sahibi bir aristokrat kesimin, bir de bunların etkisinde kalan ve genellikle zayıfların yani mevki ve itibarları düşük olanların (İbn Atıyye, IV, 563) oluşturduğu etkisiz çoğunluğun bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu ikincilerden, dünyadayken inanç ve eylemlerini kendi özgür iradeleriyle seçmek yerine, baskıcı kesimin talepleri istikametinde hareket edenler, bu tutumları sebebiyle âhirette diğerleriyle birlikte cehenneme atılınca, dünyada onları izlediklerini ve onların yüzünden bu cezaya çarptırıldıklarını dikkate alarak, “Şimdi bu ateşin hiç olmazsa bir kısmından bizi kurtarabilir misiniz?” diye soracaklardır. Ancak diğerleri artık gerçeği görmüşler, ne kendilerini ne de başkalarını kurtaracak durumda olmadıklarını anlamışlardır. Esasen, öyle anlaşılıyor ki, istekte bulunanlar da bu gerçeği bilmektedirler (Râzî, XXVII, 74); maksatları ise onların, azabın bir kısmını bile giderecek güçlerinin bulunmadığını ve artık kendileri gibi sadece âciz varlıklar olduklarını yüzlerine vurmaktır.
Bu âyetlerde yüce Allah, Firavun toplumunun âkıbetini örnek göstererek insanlığa gerçek özgürlük ve gerçek kurtuluş için şu hayatî uyarılarda bulunmaktadır:
a) İnsanlar, hasbelkader yüksek bir ekonomik güç, toplumsal ve siyasî statü elde etmiş olan inkârcı ve erdemsiz kesimlerin, baskın grupların uydusu olmak yerine, kendilerini Allah karşısında sorumlu duruma düşürecek inanç ve davranış konularında özgür bireyler olarak seçimlerini hür iradeleriyle kendileri yapmalıdırlar; aksi halde âhirette “Allah kulları arasında hükmünü verince” artık kimse kimseyi kurtaramayacak, melekler bile yardım isteklerine olumsuz cevap vereceklerdir.
b) İnsan kendi kurtuluşunu arama görevini kıyamet gününe bırakmamalıdır; çünkü o zaman Allah’ın dilemesi dışında kimse kimseye yardımcı olamayacaktır. Şu halde insan, kurtuluş çarelerini dünyada aramalı, bunun için de kendisini yoldan çıkaran içindeki nefsânî arzulara mağlûp olmak ve dışındaki saptırıcı baskın gruplara bilinçsizce bağlanıp peşlerine takılmak yerine, görevi gerçek imanı, üstün ahlâk ve faziletleri öğretmek olan Allah elçisinin sesini dinlemeli, onun getirdiği açık seçik gerçeklere yönelmeli, onun sünnetini yani tertemiz hayat çizgisini izlemelidir.
Tebe'a تبع :
تَبِعَ ve أتْبَعَ fiilleri bir kimsenin izini ya da adımını takip etti/izledi anlamını taşır. Bu takip etme/izleme kimi zaman bedenle kimi zaman da emre itaat etme ve uymayı ifade eder.
تُبَّعٌ kavramına gelince ya Kadim Yemen hükümdarlarının genel adıdır ve siyasette ve başkanlıkta arka arkaya geldikleri için bu ismi almışlardır. Ya da تُبَّعٌ, kavmi tarafından izlenen bir kraldır. Ayrıca تُبَّعٌ sözcüğü gölge manasına da gelmektedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 173 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri tâbi, tebaa, tâbiiyet ve ittibâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِذْ mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri, اذكر şeklindedir. يَتَحَٓاجُّونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَحَٓاجُّونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي النَّارِ car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir.
يَتَحَٓاجُّونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi حجج ‘dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur( görünmek ve zorlanmak), tedric (bir işin aşamalı olarak ,aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ damme ile merfû muzari fiildir. الضُّعَفٰٓؤُ۬ا fail olup lafzen merfûdur.
لِلَّذ۪ينَ Cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِِ harf-i ceriyle birlikte يَقُولُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَكْـبَرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتَكْـبَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavl cümlesi اِنَّا كُنَّا ‘dır. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا muttasıl zamir اِنَّ ‘in ismi olarak mahallen mansubdur. اِنَّ ‘in haberi كُنَّا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir.
كُنَّا nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَا muttasıl zamir كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru تَبَعاً ‘nın mahzuf haline mütealliktir. تَبَعاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olarak mansubdur.
اسْتَكْـبَرُٓ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هَلْ istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُغْنُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. نَص۪يباً kelimesi ism-i fail olan مُغْنُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
عَنَّا car mecruru مُغْنُونَ kelimesine mütealliktir. مِنَ النَّارِ car mecruru نَص۪يباً mütealliktir.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُغْنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ
وَ , istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر (Hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur.
Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelam olan يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Zaman ismi olan اِذْ 'in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
فِي النَّارِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ateş, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ateşin etkisini tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
Burada اِذْ zarf olarak gelmiştir, müstakbel manası taşır, وَ ise istînâf içindir. Çünkü kelam yeni bir söze geçmiştir. Bu bir kıssanın bir kıssaya atfıdır. Matuf olan kıssa ateş içindeki bağrışmalardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 241)
Firavun hanedanından iman eden o zatın hadisesiyle ilgili ayetlerin sonu burasıdır.
Bu hadise hakkındaki söz, cehennemin hallerinin açıklanmasına kadar uzayınca, Allah Teâlâ, cehennemlik liderlerle onlara tabî olanlar arasında cereyan eden münazara ve münakaşalardan bahsetmek üzere; buyurmuştur ki bu ‘Ey Muhammed, kavmine, onların birbirleriyle nasıl cedelleşeceklerini de hatırlat’ demektir. Daha sonra Cenab-ı Hak, onların nasıl cedelleşeceklerini açıklamıştır: Çünkü zayıf olup, tabi durumunda olanlar, liderlere "Biz, dünyada iken size tabi olmuştuk" derler. (Fahreddin er-Râzî)
فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ has ism-i mevsûlu başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte يَقُولُ fiiline mütealliktir. Sılası olan اسْتَكْـبَرُٓوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
Büyüklük taslayanların ism-i mevsûlle ifade edilmesi tahkir kastının yanında, sonraki habere dikkat çekme amacıyladır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَان ’nin dahil olduğu كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمْ , önemine binaen كَان ’nin haberi olan تَبَعاً ‘e takdim edilmiştir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اسْتَكْـبَرُٓوا - الضُّعَفٰٓؤُ۬ا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
الضُّعَفٰٓؤُ۬ا - اسْتَكْـبَرُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır
النَّارِ kelimesi, siyaktaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki, "Şimdi siz, hiç olmazsa ateşin bir parçasını bizden savabilir misiniz?" ifadesi, "Ey liderler, bizim o azabımızın hiç değilse bir kısmını savuşturabilir misiniz, bari bunu yapın" demektir. Bil ki tabi olanlar liderlerin bu azabın hafifletme ve giderme imkânları olmadığını biliyorlardı. Onların böyle söylemekten maksadları, o liderleri alabildiğine utandırmak ve üzmektir. Çünkü tabi olanları her türlü sapıklığa düşürmeye gayret gösteren bunlardır. (Fahreddin er-Râzî)
فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ
Cümle atıf harfi فَ ile اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cevap cümlesi olan …فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يباً مِنَ النَّارِ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu cümle haber manalı olduğu için öncesindeki haber cümlesine atfedilmiştir.
Bu istifham cevap beklenen bir soru olmadığı için, vaz edildiği mananın dışına çıkmıştır. Ateşin içindeki bu kişilerin, ‘’Bize burada bir fayda sağlar mısınız, bizi buradan az da olsa kurtarabilir misiniz?’’ sözü; hasret, pişmanlık, utanç içinde söylenmiş bir sözdür. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu cümle haber manalı olduğu için öncesindeki haber cümlesine atfedilmiştir.
عَنَّا car mecruru, مُغْنُونَ ’ye mütealliktir. مِنَ النَّارِ ise نَص۪يباً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
نَص۪يباً ‘deki tenvin kıllet ifade eder. Yani, az bile olsa herhangi bir nasip kastedilmiştir.قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi(ler) ki |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | اسْتَكْبَرُوا | büyüklük taslayanlar |
|
4 | إِنَّا | elbette biz |
|
5 | كُلٌّ | hepimiz |
|
6 | فِيهَا | onun içindeyiz |
|
7 | إِنَّ | şüphesiz |
|
8 | اللَّهَ | Allah |
|
9 | قَدْ | elbette |
|
10 | حَكَمَ | hüküm verdi |
|
11 | بَيْنَ | arasında |
|
12 | الْعِبَادِ | kullar |
|
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَكْبَرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتَكْبَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اِنَّا كُلٌّ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كُلٌّ ف۪يهَٓا cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur. كُلٌّ mübteda olup lafzen merfûdur. ف۪يهَٓا car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اسْتَكْبَرُٓوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, istif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli, إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. قَدۡ حَكَمَ cümlesi إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدۡ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. حَكَمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بَيْنَ zaman zarfı حَكَمَ fiiline mütealliktir. الْعِبَادِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır. Ahiretle ilgili olaylar anlatılırken henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine mazi fiil gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
قَالَ fiilinin mekulü’l- kavli olan اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
إِنَّ ‘nin haberi olan كُلٌّ ف۪يهَٓا cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهَٓا mübteda olan كُلٌّ ’nün mahzuf haberine mütealliktir. كُلٌّ ‘deki tenvin umuma delalet etmesinin yanında muzâfun ileyhin mahzuf olduğuna da işaret eder.
Cümlenin takdiri إنّا كُلُّنا في النّارِ (Muhakkak ki biz hepimiz nârın içindeyiz.) şeklindedir. (Âşûr)
İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşte bu noktada o liderler de "Biz hepimiz bunun içindeyiz" yani "Hepimiz bu azabın içindeyiz. Eğer biz, bu azabı sizden def edebilecek olsaydık, önce kendi başımızdan savuştururduk" demişlerdir. Daha sonra bu liderler, "Şüphe yok ki Allah kulları arasında hükmü verdi" demişlerdir. Bu, "Allah herkese layık olduğu nimet veya azabı vermiştir" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ
Ayetin son cümlesi beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması, mütekellimin tazim, teberrük ve haşyet duygularını bildirmek içindir.
اِنَّ ’nin haberi قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesi şeklinde gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Bu kelamın zahirinden anlaşılan şey, hesabın kesilmiş olduğudur. Çünkü onlar madem ki ateşin içindeler, öyleyse Allah onlar hakkında hüküm vermiştir. Bu kelamda çok kuvvetli bir îcâz vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 246)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi(ler) ki |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | فِي | içindekiler |
|
4 | النَّارِ | ateş |
|
5 | لِخَزَنَةِ | bekçilerine |
|
6 | جَهَنَّمَ | cehennemin |
|
7 | ادْعُوا | du’a edin |
|
8 | رَبَّكُمْ | Rabbinize |
|
9 | يُخَفِّفْ | hafifletsin |
|
10 | عَنَّا | bizden |
|
11 | يَوْمًا | bir gün |
|
12 | مِنَ | biraz |
|
13 | الْعَذَابِ | azabı |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ
Fiil cümlesidir. وَ istinâfiyyedir. Atıf harfi olması da caizdir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ادْعُوا رَبَّكُمْ 'dir. Îrabdan mahalli yoktur.
فِي النَّارِ car mecruru الَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf sıla cümlesine mütealliktir.
لِخَزَنَةِ car mecruru قَالَ fiiline mütealliktir. جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ادْعُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تدعوا ربّكم يخفّف (Rabbinize hafifletmesi için dua ederseniz) şeklindedir.
يُخَفِّفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَنَّا car mecruru يُخَفِّفْ fiiline mütealliktir.
يَوْماً zaman zarfı يُخَفِّفْ fiiline mütealliktir. مِنَ الْعَذَابِ car mecruru يُخَفِّفْ fiiline mütealliktir. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri, شيئا (Bir şey) şeklindedir.
يُخَفِّفْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi خفف ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.
Ahiretle ilgili olaylar anlatılırken henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine mazi fiil gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecâz-ı mürsel sanatı vardır.
قَالَ filinin faili konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur. فِي النَّارِ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فِي النَّارِ ibaresinde istiare vardır. Burada فِي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak cehennemdekilerin zor durumunu ifade etmek üzere bu harf علي harfi yerine kullanılmıştır. Ateşte yanma, bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.
لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ibaresinde جَهَنَّمَ , zamir makamında zahir isim gelerek korkutma maksadıyla ıtnâb yapılmıştır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan ادْعُوا رَبَّكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّكُمْ izafetinde, Rabb ismine cehennem bekçilerine ait كُمْ zamirinin muzâf olması, onlara şeref ifade etmesinin yanında, mütekellimin Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
فَ karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevap cümlesi يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْماً مِنَ الْعَذَابِ meczum muzari fiil sıygasındadır. Takdiri إن تدعوا ربّكم (Rabbinize dua ederseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Meczum muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَوْماً ‘deki tenvin kıllet içindir.
جَهَنَّمَ - النَّارِ- الْعَذَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır
جَهَنَّمَ açıkça zikredilmiştir; zira onun zikredilmesinde korkutma ve dehşete düşürme vardır. Cehennemin, ateşin en derin yeri olması da mümkündür; zira Araplar “çok derin kuyu” anlamında بئر جهنام derler. (Keşşâf)
Tabi olanlar liderlerinden ümit kesince, cehennem bekçilerine dönüp, onlara, "Rabbinize dua edin bizden bir gün olsun azabı hafifletsin" derler.
Cehennemi bizzat zikrederek, "cehennemin bekçilerine dediler ki..." denildi.
Burada cehennemin bizzat söylenmesinin maksadı dehşete düşürmek ve alabildiğine korkutmaktır. (Fahreddin er-Râzî)
Cehennem ehlinin, azabın tamamen kaldırılmasını veya büyük bir kısmının uzun bir zaman kaldırılmasını istemeyip yalnız az bir azabın kısa bir zaman için hafifletilmesini istemeleri, böyle isteklerinin gerçekleşmesini imkan dahilinde görmedikleri için bunların, temennileri içinde olmadığından dolayıdır. (Ebüssuûd)
Sevgili Nefs’im;
Canın istediğinde, sahip olduğun kapasite inanılmazdır. Heveslerinin peşinden koşarken, aldığın darbeler karşısında oldukça dayanıklısındır.
Dünyalık bir ödül uğruna; saatlerce aç kalırsın, ayakta durursun, ağrıya katlanırsın ve daha birçok şeyi göze alırsın. Ancak dünyalık hevesler için acı çekmek, çoğunlukla psikolojik ya da fiziksel rahatsızlıklarla sonuçlanır. Kendini benim başıma gelmez diye kandırsan da, aslında dünyada da çok şey kaybedersin. Zira nefsim, sen doyumsuzsundur ve o doyumsuz halinin sahibi de bir noktada kontrolünü kaybeder.
Allah rızası için çağrıldığında ise; bedenindeki enerji çekilir, gücün birden kaybolur ve neşenin yerini huysuzluk alır.
Heveslerinin içinden başını kaldır ve kalbinin hakikati hatırlatan sesini dinle. Asla doymayacağını bile bile oradan oraya sürüklenmektense, her manada doyacağın ve bir daha acıkmayacağın günü bekle. İki cihanda da kurtuluşu seç. Seni yaratan Allah’ın rızasını kazan ve O’na kavuş.
Ey izzet sahibi olan Allahım! Bizi; hakikate çağrıldığında, davete icabet edenlerden; hakikat hatırlatıldığında, itaat edenlerden; batılla karşılaşıldığında, hakikat çizgisinde kalanlardan, nefsi heyecanlandığında, hakikat ile sakinleştirenlerden eyle. Dünyası için değil, ahireti için yaşayanlardan; nefsini değil, kalbini dinleyenlerden; ateşe değil, kurtuluşa doğru gidenlerden; azabına ve gadabına değil, rahmetine ve affına mazhar olanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji