16 Aralık 2025
Mü'min Sûresi 50-58 (472. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'min Sûresi 50. Ayet

قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟  ...


(Cehennem bekçileri) derler ki: “Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?” Onlar, “Evet, getirmişti” derler. (Bekçiler), “Öyleyse kendiniz yalvarın” derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 أَوَلَمْ -miydi?
3 تَكُ değil- ك و ن
4 تَأْتِيكُمْ size geliyor ا ت ي
5 رُسُلُكُمْ elçileriniz ر س ل
6 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtlarla ب ي ن
7 قَالُوا dediler ق و ل
8 بَلَىٰ evet (gelirlerdi)
9 قَالُوا dediler ق و ل
10 فَادْعُوا öyle ise yalvar(ıp dur)un د ع و
11 وَمَا fakat değildir
12 دُعَاءُ yalvarması د ع و
13 الْكَافِرِينَ kafirlerin ك ف ر
14 إِلَّا başkası
15 فِي
16 ضَلَالٍ dalaletten ض ل ل

قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَوَلَمْ تَكُ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la mukadder mekulü’l-kavle matuftur. Takdiri, أتركتكم رسلكم ولم تك تأتيكم (Resuller sizi terk etti ve apaçık deliller getirmedi mi?) şeklindedir.

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

تَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri انت ' dir. تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ  cümlesi  تَكُ ’nün haberi olarak mahallen merfûdur.

Beyzâvî bu ayetteki  لَمْ تَكُ   kelimesi için şu açıklamayı yapar:  تَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  لَمْ ’den dolayı ‘nûn’un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazf edilmiştir. Böylece geriye  تَكُ  lafzı kalmıştır. (Beyzâvî, C. 3, S. 115-116) 

تَأْت۪يكُمْ  fiili ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

رُسُلُكُمْ  muahhar fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  رُسُلُكُمْ ‘ün mahzuf haline mütealliktır.


 قَالُوا بَلٰىۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi بَلٰى  ve cevabı da mahzuf olan  أتونا فكذّبناهم (Geldiler ve biz hemen onları yalanladık) cümlesidir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

بَلٰى  nefyi iptal için gelen cevap harfidir. بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))


 قَالُوا فَادْعُواۚ وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli şart ve cevap cümlesi olarak mahallen mansubdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردتم الدعاء فدعوا (Eğer dua etmek isterseniz edin) şeklindedir. 

ادْعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  دُعٰٓـؤُا  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.     

اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي ضَلَالٍ۟  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُٓوا اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ

 

Bu cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Hemze tevbih manasında istifham, وَ  atıf harfidir.  لَمْ , muzariyi maziye çeviren, لمّا ’nın aksine istikbali kapsamayan nefiy edatıdır.

Mekulü’l-kavl cümlesi olan  اَوَلَمْ تَكُ تَأْت۪يكُمْ رُسُلُكُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ , atıf harfi وَ ‘la  takdiri  أتركتكم رسلكم  olan (Resuller sizi terk etti ve apaçık deliller getirmedi mi?)  mukadder mekulü’l-kavle matuftur.

İstifham üslubunda talebî inşaî isnaddır. Menfi muzari  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ifade eder.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı değil de azarlama ve kınama kastı taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

تَكُ ’nun haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle  devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41) 

Cehennem muhafızlarının bunu söylemekten maksadı, onların dua vakitlerini zayi etmelerinden ve icabet sebeplerini işlemez kılmalarından dolayı kendilerini ilzam etmek ve kınamaktır. (Ebüssuûd-Keşşâf) 

رُسُلُكُمْ - بِالْبَيِّنَاتِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 قَالُوا بَلٰىۜ قَالُوا فَادْعُواۚ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mahzuf mekulü’l-kavl cümlesindeki  بَلٰى , menfi soruya verilen olumlu cevap harfidir. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Takdiri  أتونا فكذّبناهم (Bize geldiler ve hemen onları yalanladık) olan cümlenin hazfedilmesi, ihtibâk sanatıdır.

قَالُوا فَادْعُواۚ  cümle istînâfiyye olarak gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri … إن أردتم الدعاء (Eğer dua etmek isterseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 


 وَمَا دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ۟

 

 

وَ , istînâfiyyedir. Cümle isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Bir olumlu bir de olumsuz manayı içeren kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ۟ , mahzuf bir habere mütealliktir. 

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

الْكَافِر۪ينَ - ضَلَالٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ضَلَالٍ۟ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.

دُعٰٓـؤُا الْكَافِر۪ينَ  izafeti muzâf için tahkir ifade eder. 

Cümle, emrin, “hafife almak, alay etmek” manasında olduğuna delalet eder. Çünkü faydası ve neticesi olmayan bir şey emredilmektedir. Bunun arkasında da onların içinde bulunduğu felakete üzülmemek, hatta umursamamak manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 254) Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Bazen mes’ul (sual sorulan kişi) kendisine sual soran kişiyle birlikte daha fazla zaman geçirmek için kelamını uzatmak ister. Bazen de bu ayetteki ateş ehli gibi, mes’ul, sual soran kişiyle zaman geçirmeyi çirkin görerek öncesindeki ve sonrasındaki cümleleri hazf ederek kelamını son derece kısa keser. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 254) 

Burada masdar olan  دُعٰٓـؤُا  kelimesi, faili olan kâfirlere muzâf olmuştur. Buna göre ayetin manası, kâfirlerin kendi kendilerine duaları demek olur, ya da bu masdar mef'ûlüne de muzâf olmuş olabilir. Bu durumda ise ayetin manası, başkalarının, kâfirlerin azaplarının hafifletilmesi için yapacakları dua boşunadır, demek olur. Her iki ihtimalde de yapılacak dua kabul olunmaz. Çünkü onlar bu duayı kabul olunacak vaktinde yapmamışlardır. (Rûhu-l Beyân)

 
Mü'min Sûresi 51. Ayet

اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ  ...


Şüphesiz ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 لَنَنْصُرُ yardım ederiz ن ص ر
3 رُسُلَنَا elçilerimize ر س ل
4 وَالَّذِينَ ve kimselere
5 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
6 فِي
7 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
8 الدُّنْيَا dünya د ن و
9 وَيَوْمَ ve günde ي و م
10 يَقُومُ (şahidliğe) duracakları ق و م
11 الْأَشْهَادُ şahidlerin ش ه د

Allah Teâlâ’nın elçilerine ve inanmış kişilere dünyadaki yar­ dımı, kendilerine düşmanlık yapanlar karşısında onları er geç zafere ulaştırması veya onlara kötülük eden düşmanlarını çeşitli felâketlerle cezalandırmasıdır; âhiretteki yardımı da onları cennetiyle ve en güzel nimetleriyle ödüllendirmesidir. Bu açıklamalar, Mekke döneminde inkârcıların maddî ve mânevî baskılarıyla büyük acılar çeken müslümanlara teselli ve ümit aşılama amacı taşımaktadır. Bu âyetlerin inmesinden birkaç yıl sonra Medine döneminde müslümanlar bu vaadlerin dünya ile ilgili olanlarına bir bir kavuşmuşlardır (Taberî, XXIV, 74-75; İbn Atıyye, IV, 564).

Zemahşerî 51. âyetteki “şahitler”i “melekler, peygamberler ve Muham­med ümmeti” olarak açıklamıştır (III, 374); Râzî de insanların yapıp ettiklerine şahit olan melek, peygamber ve mümin olarak herkesin kastedildiğini belirtir (XXVII, 76; Muhammed ümmetinin şahitliği konusunda bk. Bakara 2/143). 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 665-666

اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

نَنْصُرُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  رُسُلَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  نَنْصُرُ  fiiline mütealliktir.  الدُّنْيَا  kelimesi  لْحَيٰوةِ ‘ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  يَوْمَ  zaman zarfı, mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri,  وننصرهم يوم يقوم (Kalkış gününde onlara yardım ederiz) şeklindedir.

يَقُومُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَقُومُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْاَشْهَادُ  fail olup lafzen merfûdur. 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

اِنَّ  ve tekid lamı, cümlede beraberce bulunursa bu cümle, üç kez tekrar edilen cümle gibi olur. Çünkü  اِنَّ , cümlede iki kez tekrar gücünü taşır, buna tekid lamı da ilave edilince, üçüncü tekrar sağlanmış olur. Tekid edilen,  اِنَّ ’nin ismi ve haberinden ziyade, cümlenin taşıdığı hükümdür. (Suyûtî, İtkan, c. 2. s.176) 

Müspet muzari fiil sıygasındaki … لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hakk'ın, peygamberlere ve onlara destek olan müminlere ahiretteki yardımı, onların mükâfat mertebelerindeki derecelerini yükseltmek ve o müminleri, peygamberlerini arkadaş (ashab), kılmakla olur. Nitekim Cenab-ı Allah, ["İşte bunlar, Allah'ın in'âm ettiği peygamberler, sıddîkler, şahitler ve salih kimselerle birlikte olanlardır. Bunlar ne güzel arkadaştırlar"] (Nisa, 69) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

رُسُلَنَا  izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması  رُسُلَ  için tazim ve teşrif ifade eder.

رُسُلَنَا ’ya atfedilen cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُوا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru,  اٰمَنُوا ’ya mütealliktır.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Atıfla gelen  وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ  cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  يَوْمَ  zaman zarfı, öncesinin delaletiyle mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, وننصرهم (Onlara yardım ederiz)’dur.

Muzâfun ileyh olarak cer mahallindeki  يَقُومُ الْاَشْهَادُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şahitlerden murad, melekler ve Muhammed (sav) ümmetinden olan müminlerdir. (Rûhu-l Beyân - Âşûr)

وَيَوْمَ يَقُومُ الْاَشْهَادُۙ  Şahitlerin dikileceği günden murad da, kıyamet günüdür. Bu şekilde ifade edilmesi, nasıl yardım yapılacağını ve bunun, ilk insanlar ile son insanların huzurunda şahitlerin, peygamberlerin tebliği ve kâfirlerin de tekzibi konusunda şahitlik yapmaları şeklinde olacağını bildirmek içindir. (Ebüssuûd) 

Yardım edilenlerin resuller ve müminler şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

اٰمَنُوا - رُسُلَنَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır

Bu intikal kesin bir kopukluk ve istînâf ifade eden fasılla yapılmıştır. Böyle gelen cümleler çoğunlukla önemli bir konudadır ve muhatabın aklına gelebilecek bir soruya cevaptır. Önceki ayetler şiddetli bir azap, müthiş bir yeis ve bozgunluk içindeki halleridir. Bu ayet ise, Allah Teâlâ’nın peygamberlerine ve inananlara verdiği zaferden bahsetmektedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 255)

 
Mü'min Sûresi 52. Ayet

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ  ...


O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da onlaradır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 لَا
3 يَنْفَعُ fayda vermez ن ف ع
4 الظَّالِمِينَ zalimlere ظ ل م
5 مَعْذِرَتُهُمْ ma’zeretleri ع ذ ر
6 وَلَهُمُ ve onlar için vardır
7 اللَّعْنَةُ la’net ل ع ن
8 وَلَهُمْ ve onlara vardır
9 سُوءُ en kötüsü س و ا
10 الدَّارِ yurt(lar)ın د و ر

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ

 

يَوْمَ  zaman zarfı, önceki ayetteki  يَوْمَ ‘den bedel olup mansubdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَا يَنْفَعُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَنْفَعُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  مَعْذِرَتُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَهُمُ اللَّعْنَةُ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  لَا يَنْفَعُ ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur. 

لَهُمُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اللَّعْنَةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  لَهُمْ  atıf harfi وَ ‘la birinci  لَهُمْ ‘e matuftur.

لَهُمُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. سُٓوءُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.الدَّارِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ظَّالِم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  ظلم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ 

 

Ayet fasılla gelmiştir. Zaman zarfı  يَوْمَ , önceki ayetteki  يَوْمَ ’den bedeldir. Muzâfun ileyh konumundaki  لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَنْفَعُ  fiilinin mef’ûlü önemine binaen failine takdim edilmiştir.

Kâfirlerin zalim şeklinde isimlendirilmesi, küfrün zulüm olduğuna işarettir.

İkinci  يَوْمَ (gün) kelimesi birinciden bedeldir. Muhtemelen, bir bahane ileri sürecekler, ama fayda vermeyecektir; çünkü o bahane geçersizdir. Gerçi gerçek bir mazeret ortaya koysalar da kabul edilmeyecektir; zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: [Onlara (o gün) izin de verilmeyecek ki bahane üretsinler.] (Mürselât 76/36) (Keşşâf)


وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ

 

وَ , atıftır. Cümlenin makabline atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَهُمُ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere  mütealliktir.  اللَّعْنَةُ  muahhar mübtedadır. Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  لَهُمُ , maksurun aleyh/sıfat,  اللَّعْنَةُ  maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyh olan lanetin, takdim edilen bu müsnede yani onlara has olduğu ifade edilmiştir.

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سُٓوءُ الدَّارِ  ifadesi, cehennemden kinayedir.

Son derece kısa bir cümledir. Burada haber takdim edilmiştir. Dolayısıyla ihtisas ifade eder. Lanet, “Allah’ın rahmetinden uzak tutulmak ve kovulmak” demektir. Önceki ayetteki tehdidi artıran bir cümleciktir. Buradaki  لَهُمُ  izafetindeki  لَ  harfi, على manasına gelmiştir. Bu harf aslında diğer surelerde ve kullanımlarda görüldüğü gibi kişinin lehine olan durumlarda kullanılan bir harftir. على  harfi de kişinin aleyhine olan durumlarda kullanılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 259) Bu nedenle bu harfte istiare vardır. 

Lanet, ilâhi rahmetten uzak olmaktır. Kötü yurttan murad da, Cehennemdir. (Ebüssuûd  - Kurtubî - Âşûr) 

Aynı üslupta gelen وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ  cümlesi, makabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَهُمُ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere  mütealliktir. سُٓوءُ الدَّارِ  muahhar mübtedadır.

لَهُمْ ’un tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı, اللَّعْنَةُ  - سُٓوءُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.  يَنْفَعُ - سُٓوءُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Burada da  لَ  harfi önceki gibi  على  manasında gelmiştir. Nasıl ki lanet onların olduysa, yerin en kötüsü de onların mülkü olmuştur. Onlar ona sahip olmuştur, o yerin kötüsü de onlara sahip olmuştur. Burada  سُٓوءُ الدَّارِ  ile kastedilen ateştir. Bu kelamda, ateşin içinde olan kişilerle alay etme manası vardır. Sanki öncesindeki iki cümle bu cümle için bir hazırlıktır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 260)

Âşûr ise bu takdimlerin ihtimam için olduğu görüşündedir. (Âşûr)

 
Mü'min Sûresi 53. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَۙ  ...


53-54. Ayetler Meal  :   
Andolsun, biz Mûsâ’ya hidayet verdik. İsrailoğulları’na da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olarak o kitabı (Tevrat’ı) miras bıraktık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 اتَيْنَا biz verdik ا ت ي
3 مُوسَى Musa’ya
4 الْهُدَىٰ hidayet ه د ي
5 وَأَوْرَثْنَا ve miras kıldık و ر ث
6 بَنِي oğullarına ب ن ي
7 إِسْرَائِيلَ İsrail
8 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب

Yüce Allah, yukarıda peygamberlerine ve diğer inananlara dünyada ve âhirette yardım edeceğini bildirmişti. O’nun yardımına nâil olanlara bir örnek olarak burada Hz. Mûsâ ve onunla birlikte Firavun’un elinden kurtulup yurtlarına kavuşan İsrâiloğulları’nın durumuna değinilmektedir. Zemahşerî, Mûsâ’ya verilen “hidayet”in, mûcizeler, Tevrat ve şeriat gibi dinle ilgili ilâhî lutuflar olduğunu belirtir (III, 375), Râzî ise şunlardan biri olabileceğini söyler: a) Allah’ın Mûsâ’ya verdiği, dünya ve âhirette faydası bol olan ilim, b) Mûsâ’nın Firavun ve adamları karşısında üstün gelmesini sağlayan kanıtlar (mûcizeler), c) İnsanlara verilmiş en büyük pâye olan peygamberlik, d) Tevrat (XXVII, 77).

“İsrâiloğulları’nı kitaba mirasçı kıldık” ifadesi, Mûsâ’nın vefatıyla ona verilen Tevrat’ın yok olup gitmediğine, aksine nesiller boyunca yaşatıldığına işaret etmektedir. Kısacası Allah’ın dinini tanımayan ve peygamberine düşmanlık edip onu öldürmeye kalkışan Firavun ve onun yolunu izleyenler yok olup giderken Mûsâ kavmiyle birlikte Kızıldeniz’i geçmiş; Tûr’da Tevrat’a mazhar olmuş; yol gösterici ve ilâhî gerçekleri hatırlatıcı olan bu kitap ve onun ortaya koyduğu din Mûsâ’dan sonra da var olmaya devam etmiştir. İşte bütün bunlar, 51. âyette bildirilen ilâhî yardım sayesinde gerçekleşmiştir. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 666-667

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

Fiil cümlesidir.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مُوسَى  mef’ûlün bih olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْهُدٰى  ikinci mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Maksur isimlerdendir. اَوْرَثْنَا  atıf harfi وَ ‘la  اٰتَيْنَا ‘ya matuftur. 

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْرَثْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بَن۪ٓي  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti     ى ’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

اِسْرَٓائ۪ـلَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dır. 

اَوْرَثْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ورث ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَۙ

 

وَ , istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Kelamda îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, ولَقَدْ آتَيْنا مُوسى الهُدى والكِتابَ وأوْرَثْنا بَنِي إسْرائِيلَ الكِتابَ، (Andolsun ki biz, Musa’ya (as) hidayeti ve kitabı verip İsrailoğullarını o kitaba mirasçı kıldık.) şeklindedir. (Âşûr) 

Buradaki hidayetten murad nübüvvet, Tevrat, onun içinde bulunan hidayet ve nurdur.

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْهُدٰى  cümlesi devamıyla birlikte  اِنَّا لَنَنْصُرُ رُسُلَنَا (Ğafir ; 51) cümlesi ile tefriğ olan  فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ (Ğafir ; 55) cümlesi arasında mu’tarizadır. (Âşûr) 

وَاَوْرَثْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪ـلَ الْكِتَابَۙ  cümlesi, aynı üslupla gelerek hükümde ortaklık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayet metninde  اَوْرَثْنَا (miras bırakma) fiili kullanılmaktadır. Gerçek miras bırakma, ancak mal ile ilgili olduğundan kelimeyi gerçek manasına almak imkansızdır. Şu halde miras bırakma fiilinden mecazen verme manası kastedilmiş olmaktadır ve böylece işaret edilmektedir ki, peygamberlerin mirası ancak ve ancak ilimdir ve din konusunda hidayete götüren kitaptır. (Rûhu-l Beyân)

Burada reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıyla 23. ayette zikredilen  وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  sözüne gönderme vardır. Çünkü surenin başında da zikredilmişti ve dolayısıyla kıssanın ta başından sonuna kadar anlatılan şey hidayettir. كِتَابَ  kelimesi  كُتُب  kelimesinden daha çok şey ifade eder. Çünkü hem bir kitabı hem de daha fazla sayıda kitabı kapsar. كُتُب  kelimesi ise, üçten daha fazla kitabı ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 263)

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

 
Mü'min Sûresi 54. Ayet

هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُدًى bir yol göstericidir ه د ي
2 وَذِكْرَىٰ ve öğüttür ذ ك ر
3 لِأُولِي sahiplerine ا و ل
4 الْأَلْبَابِ sağduyu ل ب ب

هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ

 

هُدًى  hal konumundadır. Veya mef’ûlün lieclih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذِكْرٰى  kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  لِاُو۬لِي  car mecruru  ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَلْبَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ

 

Ayet fasılla gelmiştir. هُدًى  ve  ذِكْرٰى  önceki ayetteki  كِتَابَۙ  kelimesinden hal konumunda iki masdardır. Veya  هُدًى  mef’ûlun lieclihtir. ذِكْرٰى  kelimesi de  هُدًى ’e matuftur.

Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen  لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ  car mecruru  ذِكْرٰى ’ya mütealliktır.

ذِكْرٰى  ve  هُدًى ’deki tenvin; kesret, nev ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette ifade edildiği gibi bu hayırdan ancak akıl sahipleri/ اُو۬لِي الْاَلْبَابِ  faydalanır.

Hatta ister mukaddes olsun ister olmasın, umumi olarak bütün kitaplardan faydalananlar sadece akıl sahipleridir. İşte bunun için bu  اَلْبَابِ , Allah’ın bütün nimetlerinin en safı olup Allah’ın indirdiği kitablardan faydalanmanın anahtarıdır. Bunun için de  هُدًى ’in ve  كِتَابَۙ ’ın zikrinden sonra  اُو۬لِي الْاَلْبَابِ  sözünün gelmesinde, belâgat açısından büyük bir incelik, tam bir isabet ve  اُو۬لِي الْاَلْبَابِ ’ın değerine işaret  vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 264)

Ayetteki  هُدًى  ve  ذِكْرٰى  kelimeleri arasındaki fark şudur: هُدًى , bir şeye delil ve rehber olan şeydir. Daha evvel malum olup da sonra unutulan herhangi bir şeyi zikretmek de, şartından değildir.  ذِكْرٰى  ya gelince, bu da böyledir. Binaenaleyh, bu demektir ki, Allah'ın kitapları, bir kısmı hadd-i zatında müstakil olan delilleri, bir kısmı da, eski ilâhi kitaplarda bildirilen şeyleri hatırlatıcı olmak üzere, müzekkirat durumundadırlar. (Fahreddin er-Râzî)

 
Mü'min Sûresi 55. Ayet

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ  ...


Ey Muhammed! Sabret. Allah’ın va’di şüphesiz gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ederek tespih et.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْبِرْ o halde sabret ص ب ر
2 إِنَّ mutlaka
3 وَعْدَ va’di و ع د
4 اللَّهِ Allah’ın
5 حَقٌّ gerçektir ح ق ق
6 وَاسْتَغْفِرْ ve istiğfar et غ ف ر
7 لِذَنْبِكَ günahına ذ ن ب
8 وَسَبِّحْ ve an س ب ح
9 بِحَمْدِ övgü ile ح م د
10 رَبِّكَ Rabbini ر ب ب
11 بِالْعَشِيِّ akşam ع ش و
12 وَالْإِبْكَارِ sabah ب ك ر

“Allah’ın vaadi”, peygamberlerine ve inananlara mutlaka yardım edeceğine dair 51. âyetteki sözüdür. Mekke döneminin en sıkıntılı günlerinde indiği anlaşılan bu âyetlerde Hz. Muhammed’e, “Sen şimdi sabret” buyurularak, Mûsâ ve ona inananlar hakkında olduğu gibi kendisi ve ümmeti hakkında da bu vaadin mutlaka gerçekleşeceği müjdelen­mektedir.

Âyette Hz. Peygamber’den, günahının bağışlanması için dua etmesi istenmektedir; Fetih sûresinde ise ona gelmiş geçmiş bütün günahlarının bağışlandığı müjdelenmiştir. Müfessirler bu durumu, Mü’min sûresinin Fetih sûresinden önce inmiş olduğuna kanıt göstermişlerdir. Bu sûrenin Fetih’ten önce indiği kesin olmakla birlikte gösterilen bu kanıt isabetli değildir. Nitekim en son inen sûrelerden olan Nasr sûresinde de Resûlullah’a, Allah’ı hamd ile tesbih ederek O’ndan mağfiret dilemesi emredilmektedir. 

İslâm inancına göre diğer peygamberler gibi Peygamber efendimiz de mâsum (günah işlemekten korunmuş) olduğu için bazı müfessirler, “Günahının bağışlanmasını dile” buyruğunun, peygamberlikten önceki hatalarıyla ilgili olduğunu veya bu buyruğun asıl muhatabının Resûlullah’ın şahsında onun ümmeti olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bize göre peygamberi bu buyruğun dışına çıkarma çabaları pek anlamlı görünmemektedir. Zira her şeyden önce tövbe ve istiğfar da birer ibadettir. Nitekim Resûlullah, kendisinin günde yetmiş veya yüz kere istiğfar ettiğini yeminle ifade etmiştir (Buhârî, “Da‘avât”, 3; Müsned, IV, 211; bu konuda ayrıca bk. Fetih 48/1-7). 

Bazı müfessirler “Sabah akşam rabbini hamd ile tesbih et” cümlesiyle ikindi ve sabah namazlarının veya beş vakit namazın farz kılınmasından önce uygulanan iki vakit namazın kastedildiğini ileri sürmüşlerse de (bk. İbn Atıyye, IV, 565; Şevkânî, IV, 569), İbn Âşûr’un da haklı olarak belirttiği gibi (XXIV, 171) bu âyetin namazın farz olması veya namaz vakitleriyle ilgisi yoktur; Nasr sûresinde olduğu gibi burada da sadece hamd, tesbih ve istiğfar emredilmiştir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 668-669

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن آذاك قومك فاصبر كما صبر موسى (Eğer sana kavmin eziyet ederse Musa (as)‘ın sabrettiği gibi sabret) şeklindedir.

فَاصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

cümlesi itiraziyyedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  وَعْدَ اللّٰهِ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

حَقٌّ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.


وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَغْفِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. لِذَنْبِكَ  car mecruru اسْتَغْفِرْ  fiiline mütealliktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اسْتَغْفِرْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi غفر ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ

 

وَ  atıf harfidir. Fiil cümlesidir.  سَبِّـحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. بِحَمْدِ  car mecruru  سَبِّـحْ ‘nın failinin mahzuf haline mütealliktir.  

بِالْعَشِيِّ  car mecruru  سَبِّـحْ  fiiline mütealliktir. الْاِبْكَارِ  atıf harfi وَ ‘la makabline mütealliktir. 

سَبِّـحْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ 

 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

فَ , takdiri … إن آذاك قومك (Eğer sana kavmin eziyet ederse..) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan فَاصْبِرْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen  اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  وَعْدَ اللّٰهِ , veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.

وَعْدَ  kelimesinin Allah lafzına izafeti, vaade dikkat çekip önemini vurgulamak ve tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ  cümlesi, اصْبِرْ  cümlesine atıf harfi وَ ‘la atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لِذَنْبِكَ  car mecruru, اسْتَغْفِرْ  fiiline mütealliktir.

Bu ayetin manası, “Allah kesinlikle Peygamber Efendimiz’e ve onunla beraber iman edenlere nusret edecektir” şeklindedir. Ancak nusret etmesi, bu konuda zorluk olmayacağı anlamına gelmez. Bu zorluklar da sabır, meşakkatlere tahammül gerektirir. Allah’ın kendilerine nusret edeceğini bilenlerin sükûnet içinde, telaşsız olmaları gerekir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 266)


 وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ

 

Bu cümle atıf harfi وَ ‘la  فَاصْبِرْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

بِحَمْدِ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması,  كَ  zamirinin ait olduğu Hz. Peygambere tazim ve destek ifade eder. Yine Rabb ismine muzâf olması  حَمْدِ ’ye şan  ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

Bütün vakitlerden kinaye olan  عَشِيِّ  -  اِبْكَارِ (Sabah ve akşam), kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

حَمْدِ - سَبِّـحْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

"Tesbîh" kendisine yakışmayan her türlü şeyden Allah'ı tenzih ve takdis etmek demektir. بِالْعَشِيِّ وَالْاِبْكَارِ  kelimeleri için, ikindi ve sabah namazları olduğu ileri sürüldüğü gibi, "اِبْكَارِ , gündüzün evvelinden yarısına kadar,  عَشِيِّ  ise, yarısından sonuna kadar olan kısım demektir" de denilmiştir. Böylece bu ifadenin içine bütün vakitler girmiş olur. Bununla, gündüzün iki tarafının kastedilmiş olduğu da söylenmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak, ["Gündüzün iki tarafında namaz kıl.."] (Hud, 114) buyurmuştur. Netice olarak, bu ifadeyle kişinin, Allah'ı zikretmeye devam etmesi, lisanının, o zikirden ayrılmaması, kalbinin bundan gafil olmaması ve bu sayede de melekler zümresine girmesi kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Mü'min Sûresi 56. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  ...


Allah’ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş bir delilleri olmaksızın tartışanlar var ya, onların kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır. Onlar, tasladıkları büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 يُجَادِلُونَ tartışan(lar) ج د ل
4 فِي hakkında
5 ايَاتِ ayetleri ا ي ي
6 اللَّهِ Allah’ın
7 بِغَيْرِ olmadan غ ي ر
8 سُلْطَانٍ (hiçbir) delil س ل ط
9 أَتَاهُمْ kendilerine gelen ا ت ي
10 إِنْ yoktur
11 فِي
12 صُدُورِهِمْ onların göğüslerinde ص د ر
13 إِلَّا başka bir şey
14 كِبْرٌ büyüklük (taslamaktan) ك ب ر
15 مَا
16 هُمْ onlar
17 بِبَالِغِيهِ erişemeyecekleri ب ل غ
18 فَاسْتَعِذْ sen sığın ع و ذ
19 بِاللَّهِ Allah’a
20 إِنَّهُ çünkü O
21 هُوَ O’dur
22 السَّمِيعُ işiten س م ع
23 الْبَصِيرُ gören ب ص ر

Zemahşerî, âyetteki kibir kavramını, “önder ve lider olma isteği, herkesten üstün olma arzusu” şeklinde tanımladıktan sonra özetle şu açıklamayı yapar: Peygamber’in inkârcı düşmanları, onun kendilerinden daha çok itibar kazanıp ileride kendilerini yönetimi altına almasından kaygı duydukları için ona düşmanlık duyguları besliyor; ortaya koyduğu kanıtları reddediyorlardı. Çünkü peygamberlik bütün liderliklerden üstündü (III, 375). 

Âyet şu gerçeğe de işaret etmektedir: İnsan, bir konuda iki sebeple tartışmaya girişebilir. a) Kesin bilgi ve kanıt (sultân), b) Kibir duygusu. Kur’an üzerine tartışmaya girişenlerin tartışma sebepleri, akıl ve bilgi temeline değil, kibir duygusuna dayanıyordu. Onlar, Hz. Peygamber’e tâbi olmayı; daha önce müslüman olan, içlerinde kölelerin, câriyelerin de bulunduğu sıradan insanların arasına katılmayı kendilerine yediremiyorlardı. Kur’an’a karşı mücadele verirken amaçları Resûl-i Ekrem’in peygamberliğini başarısız kılmak, bu suretle onun yönetim ve önderliğini imkânsız hale getirerek putperest geleneğin kendilerine sağladığı statüyü devam ettirmekti. İşte “asla ulaşamayacakları” ifadesiyle onların bu amaçlarının gerçekleşmeyeceğine, kibirlerinin bir kuruntudan öteye geçmeyeceğine; temsil ettikleri şirk zihniyetinin –büyümek şöyle dursun– giderek küçüleceğine ve ortadan kalkacağına işaret edilmiştir.

Âyette özetlenen tavır, Câhiliye Arabı’nın baskın özelliği olmakla birlikte sadece o topluma ve o döneme mahsus olmayıp günümüzde de görülen hem bireysel hem toplumsal bir insanlık sorunudur. Kendilerini, soylu, uygar, kültürlü, aydın, çağdaş vb. sıfatlarla niteleyenlerden bazılarının, bu kavramların dışında tuttukları geniş kitlelerin inanç, değer, görüş ve yaşama tarzlarını açıkça veya dolaylı biçimde aşağılamaları aynı ilkel büyüklenme duygusunun aynı veya farklı görüntülerle dışa yansımasıdır. Genellikle seçkinlik iddiasında bulunanların, kendilerine daha çok söz, daha çok oy, daha çok özgürlük, daha çok imkân sağlanması gerektiği yönündeki anlayışları da yine bu duygunun tezahürlerindendir. İşte Kur’an en çok bu haksız ve zalim zihniyetle mücadele etmiştir; çünkü bu anlayış, esas itibariyle insanın ve iyi, doğru olan insana yaraşır değerlerin aşağılanmasıdır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 669-670

   Seme'a سمع :

  سَمْعٌ sesleri algılamayı sağlayan kulaktaki bir kuvvedir. Bu kelimeyle bazen kulak, bazen de kulağın bu duyma/işitme fiili kastedilir. Yine kimi zaman algılama ve kimi zaman da boyun eğme anlamında kullanılır.

  İftial babındaki formu olan إسْتِماعٌ dinlemek ve kulak vermek demektir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de pek çok formda 185 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli Semâ (töreni)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُجَادِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُجَادِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪ٓي اٰيَاتِ  car mecruru  يُجَادِلُونَ  fiiline mütealliktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بِغَيْرِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. سُلْطَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَتٰيهُمْ  cümlesi  سُلْطَانٍ ‘nın sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَتٰيهُمْ  fiili elif üzere mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يُجَادِلُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جدل ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)     

    

 اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ 

 

اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.ف۪ي صُدُورِ   car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. كِبْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِ  cümlesi  كِبْرٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  هُمْ munfasıl zamir  مَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

بِ  harf-i ceri zaiddir. بَالِغ۪يهِ  lafzen mecrur, مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَالِغ۪يهِ  kelimesi, sülasi mücerredi  بلغ  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إن جاؤوك يجادلونك فاستعذ بالله (Eğer seninle mücadele için gelirlerse Allah’a sığın) şeklindedir. 

اسْتَعِذْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. بِاللّٰهِ  car mecruru  اسْتَعِذْ  fiiline mütealliktir.

اسْتَعِذْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عوذ ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  haber olup lafzen merfûdur. الْبَص۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۙ اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsm-i mevsul,  اِنَّ ’nin ismi, اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ  cümlesi, haberidir.

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde  اٰيَاتِ ’nin lafza-i celâle muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif, ayrıca ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğunu ifade eder. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

جدل  fiili  ف۪ٓي  ile kullanılması halinde, batıl bir mücadeleyi,  عَنْ  ile kullanılması halinde de, meşru olan bir mücadeleyi ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)    

يُجَادِلُونَ  fiilinin muzari olarak gelmesinde, bu mücadelenin teceddüdüne yani sürekli olarak yenilendiğine; zaman zaman bu mücadele işini yaptıklarına işaret vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 194)

اَتٰيهُمْ  cümlesi  سُلْطَانٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سُلْطَانٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder.

بِغَيْرِ سُلْطَانٍ ‘de  سُلْطَانٍ  hüccet,  بِ  istiane manasındadır. Herhangi bir kanıt yokken inatla ve alayla mücadele ettiler demektir.  سُلْطَانٍ ‘in  اَتٰيهُمْۜ ‘la sıfatlanmasında istiare vardır. الإتْيانُ , zuhur, oluş manalarında müstear olmuştur. (Âşûr, Mümin/35)

Âlûsî şöyle der: “Burada mücadele edenlerin bu şekilde kayıtlanması, açıkça bir hüccet getirmelerinin imkansız olduğunu ilan etmek içindir. Çünkü dinine davet eden mütekellim, sağlam delillere ve apaçık burhanlara dayanmaktadır.” Tâhir b. Âşûr da şöyle demiştir: Bu kaydın faydası da onların mücadelelerinin çirkinliğini ifade etmektir. Demiştir ki, Allah’ın ayetleriyle mücadele etmek ancak delilsiz, sultansız olabilir, çünkü Allah’ın ayetleri vakıaya aykırı değildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 278- Ebüssuûd)

Sıla cümlesi, 35. ayetin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

اِنْ ف۪ي صُدُورِهِمْ اِلَّا كِبْرٌ مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِۚ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Kasrla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır.  ف۪ي صُدُورِهِمْ  maksur/sıfat, كِبْرٌ maksurun aleyh/mevsûftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Olumsuzluk ifade eden  اِنْ  ve  اِلَّا  istisna harfleriyle gelen bu kasr cümlesi, onların göğüslerinde kibirden başka birşey olmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 276)

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي صُدُورِهِمْ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. كِبْرٌ , muahhar mübtedadır.

مَا هُمْ بِبَالِغ۪يهِ  cümlesi  كِبْرٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

كِبْرٌ  kelimesindeki nekrelik tazim ifade eder. (Âşûr)  

كِبْرٌ  kelimesinin nekralığı tazim içindir. Yani, bir çok farklı türü olan şiddetli bir kibirdir ve o kibir, zikredilen insanların nefislerinde sağlam bir şekilde yerleşmiştir. Böylelikle  بَالِغ۪يهِۚ ‘deki açık-bariz zamir, sebep veya müsebbep alakasıyla mecaz yoluyla الكِبْرِ’e aittir. (Âşûr) 

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir.  مَا ’nın haberine dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. 

بِبَالِغ۪يهِ  ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Kelâm en şiddetli gazabı celbeden günahın sebebine yönelmiştir. Bu sebep kibirdir. Bu ayette cümlenin haberi kasr üslubunda gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 276) 

Göğüs anlamına gelen صُدُورِ  kelimesi ile kalp ifade olunmuştur. Çünkü göğüs kalbin bulunduğu yerdir. Hasr yoluyla ifade edilmesinden anlaşılmaktadır ki, onların kalpleri, kibirden başka her şeyden mahrumdur. Bir başka ifadeyle onların kalplerinde ancak Hakka uymayıp böbürlenmek, fikir ve öğrenmekten büyüklenmek vardır. Ya da kalplerinde başkanlık, peygamber ve müminlerden önde olma düşüncesi vardır. Ya da onların kalplerinde haset ve zulümlerinden dolayı Ey Resulüm Muhammed, peygamberliğin sana değil, onlardan birisine gelmesi isteği vardır. Bu sebeple peygamberlik hususunda mücadele ediyorlar. (Rûhu-l Beyân)


فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ 

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebi inşai isnadtır. Takdiri  إن جاؤوك يجادلونك (Eğer seninle mücadele için gelirlerse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Bu cümledeki rabıta  فَ ‘si,  اسْتَعِذْ  emrini öncesindeki cümleye bağlar ki o cümlenin manası sultan olmaksızın mücadele edenlerin, göğüslerinde kibirden başka birşey olmayanların bu arzularına ulaşamayacaklarıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 280)

 

اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr) Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

اِنَّ  ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, haberin mübtedaya nispetini, tekidin yanında kasr ifade eder. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür. 

Fasıl zamiri kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, müsnedün ileyh ve müsned arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Burada fasıl zamiri ve iki tarafın marife gelmesi şeklinde iki kasr üslubu bir arada kullanılmıştır. Böylece kasr manası vurgulanmıştır. Bu iki kasr şeklinden her biri diğerini tekit eder. Dolayısıyla bütün tereddütler giderilmiştir.  

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْبَص۪يرُ - السَّم۪يعُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir.

Bu fasılada  اِنَّ , fasl zamiri ve haberin elif-lâm’la mârife olarak gelmesi dolayısı ile tekidler vardır. Haberin elif-lâm’lı gelmesi kemâl sıfatlara delalet eder. Ayrıca bu fasıla öncesindeki manayla da sıkı bir ilişki içindedir. Çünkü  السَّم۪يعُ  sözü, “onların tedbirlerini, hilelerini ve tuzaklarını, birbirlerine emrettikleri şeyleri ve resulle birlikte gönderdiği şeye kurulan tuzakları işitir” manası taşır. الْبَص۪يرُ  ise “Allah Teâlâ sana karşı olan eziyet planlarını, davranışlarını görüyor” demektir. Bunlar çok güzel manalar olup Peygamber Efendimiz’in (sav) kalbini mutmain etmeye yöneliktir. Yani “onların kalplerindeki kin sana bir zarar vermeyecek, çünkü sen Rabbinin gözetimi ve himayesi altındasın” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 281)

 
Mü'min Sûresi 57. Ayet

لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük bir şeydir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَخَلْقُ yaratmak خ ل ق
2 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
3 وَالْأَرْضِ ve yeri ا ر ض
4 أَكْبَرُ çok daha zordur ك ب ر
5 مِنْ -tan
6 خَلْقِ yaratmak- خ ل ق
7 النَّاسِ insanları ن و س
8 وَلَٰكِنَّ fakat
9 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
10 النَّاسِ insanların ن و س
11 لَا
12 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

Müşrikler, öldükten sonra tekrar dirilmeyi imkânsız görüyor, bu sebeple âhirete inanmıyorlardı. Allah’ın âyetleri hakkında tartışma yaparken en çok üzerinde durdukları konulardan biri de bu idi. Bunu o kadar imkânsız görüyorlardı ki, “Çürüyüp paramparça olduğunuzda yeni bir yaratılışa konu olacağınızı iddia eden bir adam gösterelim mi size?” (Sebe’ 34/7) diyerek peygamberle alay ediyorlardı. Ama onlar, yeniden dirilmeyi imkânsız görürken gökleri ve yeri Allah’ın yarattığına da inanıyorlardı. Oysa –Allah hakkında bir güçlükten söz edilemezse de– insan mantığı açısından bakıldığında göklerin ve yerin yaratılması insanoğlunun ikinci defa yaratılmasından daha güçtür. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 670

لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ

 

İsim cümlesidir. لَ  ibtidâiyyedir. خَلْقُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اَكْبَرُ  haber olup lafzen merfûdur. مِنْ خَلْقِ  car mecruru  اَكْبَرُ ‘a mütealliktir. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

 

وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنْ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  de gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَكْثَرَ  kelimesi  لٰكِنْ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi  لٰكِنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَخَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَكْبَرُ مِنْ خَلْقِ النَّاسِ 

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim, Allah Teâlâ’dır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَ , ibtida lâmıdır. tekid ifade eder. Veciz ifade kastına binaen izafetle gelen  خَلْقُ السَّمٰوَاتِ  mübteda, اَكْبَرُ  haberdir. 

اَكْبَرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. مِنْ خَلْقِ النَّاسِ  car mecruruna müteallak olması bu sayededir. 

اَرْضِ - لسَّمٰوَاتِ  kelimeler arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

خَلْقِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Lafızdaki tekid, ibtida  لَ ’ı ile yapılmıştır. Bu tekid, görünen mananın arkasında başka bir mana olduğuna işaret  eder. Çünkü ayetin zahir manası, inkârı mümkün olmayan bir şeydir. Kavim zaten gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu kabul etmektedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 283)


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  اَكْثَرَ النَّاسِ , veciz ifade yollarından biri olan izafet formunda gelmiştir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayetin son cümlesi, başka surelerde de aynen ve ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri,  Ahkaf/28, c. 7, S. 314) 

لَا يَعْلَمُونَ  ibaresinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.

İnsanların çoğu bilmez; çünkü gaflet kendilerini iyice kapladığı ve hevalarının peşinden gittikleri için akıllarını kullanmaz ve düşünmezler. (Keşşâf)

النَّاسِ  kelimesinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mü'min Sûresi 58. Ayet

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ  ...


Kör ile gören, iman edip salih ameller işleyenler ile kötülük yapan bir değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا olmaz
2 يَسْتَوِي eşit س و ي
3 الْأَعْمَىٰ kör ع م ي
4 وَالْبَصِيرُ ve gören ب ص ر
5 وَالَّذِينَ ve kimseler
6 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
7 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
8 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
9 وَلَا ve ne de
10 الْمُسِيءُ kötülük yapan س و ا
11 قَلِيلًا az ق ل ل
12 مَا ne kadar
13 تَتَذَكَّرُونَ düşünüyorsunuz ذ ك ر
“Kör”den maksat, kibir, kıskançlık gibi kötü duygulara, sübjektif sebeplere veya taklide dayanarak hükümler veren; “gören”den maksat da akıl ve bilgiye, doğru kanıtlara dayanarak hükümler verendir (Râzî, XXVII, 79). Râzî, “Ne de kıt düşünüyorsunuz!” meâlindeki eleştiri cümlesini özetle şöyle açıklar: Aslında onlar, bilginin bilgisizlikten, erdemli işin erdemsiz işten daha iyi olduğunu bilirler; fakat bir inanç ilkesinin doğru bilgiye mi dayandığı, yoksa asılsız mı olduğu; bir işin erdemli mi erdemsiz mi olduğu hususunda yeterince düşünmezlerdi. Kıskançlık kalplerini kör eder; bu yüzden bilgisizlik ve taklidi bilgi, kin ve kibri de erdem zannederlerdi (XXVII, 79-80). İşte o dönemde Mekke toplumunun çoğunluğunu oluşturan inkârcıların, geleceği kesin olan kıyamete inanmamaları da böyle bir zihin ve ahlâk bozukluğunun sonucuydu.

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

يَسْتَوِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْاَعْمٰى  fail olup elif üzere damme ile merfûdur. الْبَص۪يرُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  atıf harfi وَ ‘la  الْبَص۪يرُ ‘a matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الصَّالِحَاتِ  mef’ûlün bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  الْمُس۪ٓيءُ  atıf harfi وَ ‘la  الَّذ۪ينَ ‘ye matuftur. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi, sülasi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

الْمُس۪ٓيءُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ

 

قَل۪يلاً  masdardan naib, mef’ûlü mutlakın sıfatı olup fetha ile mansubdur. Amili  تَـتَذَكَّرُونَ ‘dur. Takdiri, تَـتَذَكَّرُونَ تذكيراً قليلاً (Gerçekten çok az düşünürler) ’dir.

مَا  zaid olup, kılleti tekid içindir. تَـتَذَكَّرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَـتَذَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُس۪ٓيءُۜ 

 

Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasl’da, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada nefy harfi olarak لاَ  değil  مَا  kullanılmıştır. Çünkü onların o halleri açıklanmak istenmiştir ve bu da muzari fiilin başına geldiği zaman şimdiki zamanı ifade eden  مَا  harfi ile ifade edilir. لاَ  harfi ise cumhura göre gelecek zamana mahsustur. Meânîn Nahvî isimli kitabımızda da incelediğimiz gibi  لاَ , mutlak olarak kullanılır ve çoğunlukla istikbal kastedilir. Bu ayette ise onların gelecekteki halleri değil, ayetler geldiği zamanki halleri açıklanmak istenmektedir, dolayısıyla da  مَا  harfi kullanılmıştır. Rûhu'l Meânî'de başına olumsuzluk ifade eden  مَا  harfi gelen muzari fiilin teceddüdî istimrara delalet ettiği yazılıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s.224) 

الْاَعْمٰى (kör) - الْبَص۪يرُ (gören) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُ  [Kör ile gören bir olmaz] ayetinde latîf bir is­tiare vardır. Yüce Allah kâfir için körü, mümin için de göreni müstear ola­rak kullanmıştır. (Safvetü’t Tefâsir)

Allah Teâlâ kibir, cehalet ve hasetle iç içe olarak yapılan mücadele ile, hüccet ve burhanla iç içe olan mücadelenin nasıl yapılacağını beyan edince, bu iki şekil arasındaki farka bir misal getirerek "Kör olanla gören bir olmaz" buyurmuştur ki bu, "istidlalde bulunan ile körü körüne hareket eden mukallit bir olur mu" demektir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, "İman edip de iyi amellerde bulunanlarla kötülük yapan bir olmaz" buyurmuştur. Ki bu ifadelerden birincisiyle, alimle cahil arasındaki fark; ikincisiyle de, salih amel yapanla fasit ve batıl amel yapan arasındaki fark murad edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

الْبَص۪يرُ ’ya atfedilen cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Burada  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır. 

İsm-i mevsûle matuf olan  لَا الْمُس۪ٓيءُۜ ‘daki  لَا , olumsuzluğu tekid için gelmiş zaid harftir.

İman edip salih amel yapanlar, Allah’ın ayetleriyle mücadele edenlerin, körlerin ve kötülük yapanların mukabilidir. Ancak burada  كافرون (kâfirler) veya  الَّذ۪ينَ كفروا  yerine  الْمُس۪ٓيءُ  sözü gelmiştir. Bu da kâfir sıfatını daha mübalağalı ifade etmek içindir. Çünkü küfür, “Allah’ın ayetlerine karşı mücadele edenler” sözünün mefhumundandır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 285)


 قَل۪يلاً مَا تَـتَذَكَّرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. قَل۪يلاً , amili  تَـتَذَكَّرُونَ  olan masdardan naib olarak gelmiştir. Bu takdire göre müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki zaid harf  مَا  ve mef'ûlü mutlak tekid unsurlarıdır.

قَل۪يلا  keli­mesinin nekre olarak gelmesi azlık ifade etmek içindir. Cümledeki  مَا  edatı, bu belirsizlikten anlaşılan azlık manasını pekiştirmektedir. Bu, şükretmemekten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Müminun/78)

Kur'an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

 
Günün Mesajı
* Pek çok insan, öldükten sonra dirilmeyi imkansız görür. Oysa, onların yaratılması, diriltilmelerinden asla daha kolay, daha basit bir iş değildir. Bundan da öte, insanı Yaratan, yaratılmaları insanın yaratılmasından yine daha basit bir iş olmayan gökleri ve yeri de yaratmıştır ve bir gün onları yıkıp, sonra yeniden kuracaktır. Şu halde, bunları sonsuz kolaylıkta yapan Hz. Allah için hiçbir şey zor olamaz ve O, bütün insanları, hepsi öldükten sonra diriltecek ve yeni bir hayata mazhar edecektir.

* Allah'ın ayetleri karşısında insanın büyüklenmeye asla hakkı yoktur. Bir defa, insan, Allah karşısında sonsuzca zayıftır ve dolayısıyla ona düşen, bu zayıflığını, aczini idrak ile Allah'ın sonsuz kudretine dayanmaktır. Gökler, insandan çok daha kuvvetli, şuurlu ruhani varlıklarla doludur; yerde ise, insandan başka daha pek çok sayıda varlık vardır. Buna ve onca genişliklerine, büyüklüklerine ragmen gökler ve yer, Allah'a isteyerek teslim olmuştur, O'na boyun eğmiştir ve hiçbir sapma göstermeden O'nun emirleri istikametinde varlıklarını sürdürmektedir.

* Allah (c.c.), insanı yeryüzünde halife kılmıştır ve onu pek çok istidatlarla donatmıştır. Bu sebeple insan, büyük başarılara imza atabilir. Fakat, onun en büyük başarıları bile, Cenab-ı Allah'ın gökleri, yeri ve içindekileri yaratması karşısında sonsuzca sönük kalır. Dolayısıyla insan, asla başarılarıyla övünmemeli ve bunlara dayanarak Allah'ın âyetleri karşısında büyüklük taslamamalı, gönülden Allah'a teslim olup, hayatını O'nun koyduğu hükümlere göre düzenlemelidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah’ın emirlerine itaat etmediğinde, kendince sebepleri vardı. Kimisiyle başkalarını ikna ederken, kimisini sadece kendisine sakladı. 

Heveslerinin peşinden koştuğunda, kulaklarını hakikate kapattı. Suçluluk duygusunu görmezden gelmek kolaydı, nefsini sevindiren sebeplere tutundu. 

Günün birinde, sebepler ipi koptu ve dünya kendisinden gitti. Mazeretlerini dinleyeci bulamadı ve suçluluk duygusuyla boğuldu. Tek bir merhamet kırıntısına hasret kaldı. 

Görmeyen ve kötü iş yapan haliyle; gören ve iyi iş yapanla bir değildi. O, asla böyle bir hale düşeceğini düşünmezdi. Tedbirsiz, hastalığa meydan okuyan cahil gibiydi. 

Ey her şeyi gören ve işiten Allahım! Yalnız Sana sığınır, yalnız Senden isterim. Neye ihtiyacımız olduğunu, en iyi bilensin. Sana iyi bir kul olmamız için yar ve yardımcımız ol. Senden; kendim, annem ve babam, kardeşlerim ve aileleri, akrabalarım ve sevdiklerim için katında olan gönüllerimizi sevindirecek nice hayırlarının nicesini ve iki cihanda da iyilik isterim. Hakikati görenlerden, sabredenlerden ve salih ameller işleyenlerden olmamızı isterim. Senden rızanı, muhabbetini ve rahmetini isterim. Sana kavuşmayı, kurtuluşa erenlerden olmayı ve cennetinde de birbirimize kavuşmayı isterim.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji