بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Kesera كثر :
قِلَّةٌ ve كَثْرَةٌ sözcükleri sayılar gibi niceliklerle ilgili kullanılırlar. كَثْرَةٌ yani çokluk, yalnızca sayıya değil fazlalığa ya da üstünlüğe de işaret eder.
تَكاثُرٌ kavramı mal ve izzet çokluğu bakımından üstün olmak için birbiriyle yarışmak, rekabet etmek veya çekişmektir.
Kur'an-ı Kerim'de geçen bu köke ait Kevser كَوْثَرٌ kelimesi ya Cennette bütün ırmakların kendisinden beslendiği bir nehir; ya da Yüce Allah'ın Hz. Peygambere vermiş olduğu büyük hayırdır denmiştir. Son olarak cömert adama da Kevser كَوْثَرٌ denebilmektedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 167 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kesret, Kevser, küsurat, teksir, ekseri, ekseriyetle, inkisar, esre, kesre ve kesirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. السَّاعَةَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰتِيَةٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesi اِنَّ ‘nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder. رَيْبَ kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهَا car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktır.
اٰتِيَةٌ kelimesi, sülasi mücerredi أتي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرَ kelimesi لٰكِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. السَّاعَةَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi, اٰتِيَةٌ birinci, لَا رَيْبَ ف۪يهَا ikinci haberidir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
السَّاعَةَ ‘nin, gelmek fiiline isnadı aklî mecazdır. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir. السَّاعَة kıyametin isimlerinden biridir.
السَّاعَةَ , kıyamet gününden kinayedir.
لَا رَيْبَ ف۪يهَا cümlesindeki لَا cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder. اِنَّ ’nin ikinci haberi olan bu cümlede لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur ف۪يهَا bu mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi اٰتِيَةٌ şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اٰتِيَةٌ lafzı neden aslında şimdiki hali ifade eden ism-i fail kalıbında gelmiştir?
1-Kıyametin tahakkuk edişinin, hazır bulunan ve müşahade edebildiğimiz bir şey gibi olacağını belirtmek için,
2-Kıyametin tahakkukundan asıl muradın, onun meydana geleceğini haber vermek değil, onun tahakkukunu doğrulamak olduğu için. (Âşûr)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin ismi olan اَكْثَرَ النَّاسِ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelmiştir.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يُؤْمِنُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayetin son cümlesi, başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
اَكْثَرَ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
لَا يُؤْمِنُونَ ibaresinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
رَيْبَ - يُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَكْثَرَ النَّاسِ ifadesindekiler, müşriklerdir. Gerçekten de müşrikler o gün iman edenlerden daha fazla olacaklardır. (Âşûr)وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | رَبُّكُمُ | Rabbiniz |
|
3 | ادْعُونِي | bana du’a edin |
|
4 | أَسْتَجِبْ | kabul edeyim |
|
5 | لَكُمْ | sizden |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | الَّذِينَ | kimseler |
|
8 | يَسْتَكْبِرُونَ | büyüklenen(ler) |
|
9 | عَنْ |
|
|
10 | عِبَادَتِي | bana kulluk etmeğe |
|
11 | سَيَدْخُلُونَ | gireceklerdir |
|
12 | جَهَنَّمَ | cehenneme |
|
13 | دَاخِرِينَ | aşağılık olarak |
|
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ
قَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي cümlesi, atıf harfi وَ ‘la اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكُمُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli ادْعُون۪ٓي ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ادْعُون۪ٓي fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen اَسْتَجِبْ cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تدعوني أستجب لكم (Bana dua ederseniz, duanıza cevap veririm.) şeklindedir.
اَسْتَجِبْ talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ‘dir. لَكُمْ car mecruru اَسْتَجِبْ fiiline mütealliktir.
اَسْتَجِبْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi جوب ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَسْتَكْبِرُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَسْتَكْبِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْ عِبَادَت۪ي car mecruru يَسْتَكْبِرُونَ fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَدْخُلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. جَهَنَّمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
دَاخِر۪ينَ۟ kelimesi سَيَدْخُلُونَ ‘deki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَكْبِرُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi كبر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette, mütekellim Allah Tâlâ’dır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّكُمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla muhataplar şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبُّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan ادْعُون۪ٓي cümlesi, emir üslubunda talebi inşai isnadtır.
فَ karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevap cümlesi اَسْتَجِبْ لَكُمْ , meczum muzari fiil sıygasındadır. Takdiri إن تدعوني (Bana dua ederseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Meczum muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Alimlerimiz ادْعُون۪ٓي sözünün, arkadan gelen اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي cümlesinin delaletiyle ibadet manasında olduğunu söylemişlerdir. Nitekim Kur’an’da birçok yerde dua kelimesi ibadet manasında kullanılmıştır. Dua, her çeşit ibadetin içinde bulunan ‘hacet istemek’ manasındadır ki ibadetin özü budur. Ümmü’l-kitab da bunun üzerine bina edilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 293)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ cümlesi اِنَّ ’nin haberidir. Cümleye dahil olan سَ , istikbal bildiren harftir. Tekid ifade eder. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
دَاخِر۪ينَ۟ kelimesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Kısa yoldan ifade amacıyla gelen عِبَادَت۪ي izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, ibadeti tazim içindir.
Ayette, sıla cümlesinde geçen ‘büyüklenme’ ifadesi ile haberin سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ yergi içerecek bir tarzda geleceğine dikkat çekilmiştir. Haberin hangi tarzda olacağına işaret etmek, bazen haberin yüceltilmesine veya alçaltılmasına vesile kılınabilir. (Kazvînî, Telhîsu’l-Miftâh, s. 19)
Allah Teâlâ’nın اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي ِcümlesi, duayı terketme sebebiyle olan tehdidi, sadece kibirlenenlere tahsis etmiş olup bunun kapsamına, duadan gafil olan mümin girmez. Buradaki ism-i mevsûlün sılası bir anlamda haberi beyan etmek için gelmiştir. Bu haber bir azap cinsidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 294)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | الَّذِي | O’dur ki |
|
3 | جَعَلَ | yaptı |
|
4 | لَكُمُ | size |
|
5 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
6 | لِتَسْكُنُوا | istirahat etmeniz için |
|
7 | فِيهِ | içinde |
|
8 | وَالنَّهَارَ | ve gündüzü |
|
9 | مُبْصِرًا | görmeniz için |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | لَذُو | sahibidir |
|
13 | فَضْلٍ | lutuf |
|
14 | عَلَى | karşı |
|
15 | النَّاسِ | insanlara |
|
16 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
17 | أَكْثَرَ | çoğu |
|
18 | النَّاسِ | insanların |
|
19 | لَا |
|
|
20 | يَشْكُرُونَ | şükretmezler |
|
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktır. Takdiri, سكنا (ikamet yeri) şeklindedir. الَّيْل mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, تَسْكُنُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْكُنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru تَسْكُنُوا fiiline mütealliktır. النَّهَارَ atıf harfi وَ ‘la الَّيْلَ ‘e matuftur. مُبْصِراً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. مُبْصِراً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ذُو harfi, harfle îrab olan beş isimden biri olup اِنّ ‘nin haberi olarak ref alameti و ‘dır. فَضْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَى النَّاسِ car mecruru فَضْلٍ ‘e mütealliktir.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنْ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرَ kelimesi لٰكِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يَشْكُرُونَ cümlesi لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Önceki ayetteki رَبُّكُمُ ‘den bedeldir. (Âşûr) cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
'Tevabi'den birisi olan bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, muhatap ya da herkes tarafından bilindiğine ve sıla cümlesindeki haberin önemine işaret eder.
ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye de sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمُ , ihtimam sebebiyle mef’ûle takdim edilmiştir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, جَعَلَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede ihtibâk sanatı vardır. جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ dedikten sonra sadece النَّهَارَ مُبْصِراًۜ lafzıyla yetinilmiş جَعَلَ لَكُمُ hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
İsm-i fail vezninde gelen مُبْصِراً mef’ûl olan النَّهَارَ ‘in halidir. النَّهَارَ مُبْصِراًۜ ifadesinde istiare vardır. Canlılara mahsus olan görünür halde kılma durumu, gündüze nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur.
Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Burada جَعَلَ لَكُمُ lafzından sonra gündüz-gece ve her birine ait hallerin ifade edilmesi cem' ma’at-tefrik sanatıdır.
Geceye ait zamirin birleştiği ف۪يهِ ’de istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الَّيْلَ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gece, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
النَّهَارَ - الَّيْلَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَالنَّهَارَ مُبْصِراً [Gündüzü aydınlık kıldı] ayetinde mecâz-ı aklî vardır. Bu, bir şeyi zamanına isnat etme türündendir. Çünkü gündüz, aydınlanma zamanıdır. (Safvetü’t Tefâsir)
Şeyh Tâhir bu ayette ihtibâk olduğunu söylemiştir. Sanki ikinci cümlenin delaletiyle birinciden ve birinci cümlenin delaletiyle ikinciden bir lafız hazf edilmiştir. Kelamın aslı şöyledir: جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ ساكناً لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ جَعَلَ لَكُمُ النَّهَارَمُبْصِراًۜ لِتبصرواف۪يهِ (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 301)
Fiil ve İsm-i Fail Farkı:
Şayet, "Bu ayetin içindeki üslûbuna riayet etmek için nazmın, ya لِتَسْكُنُوا ... وَ لِتُبْصِرُوا
şeklinde yahut da جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ سَاكِنًا وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا şeklinde olması gerekirdi. Ancak ne var ki Cenab-ı Hak böyle buyurmamış, tam aksine gece hakkında لِتَسْكُنُوا fiilini, gündüz hakkında da مُبْصِرً sıfatını kullanmıştır. Şu halde, bunun hikmeti ne olabilir? Bir de, gündüz geceden daha kıymetli olmasına rağmen bu ayette, gecenin gündüzden önce zikredilmesinin hikmeti nedir?" denilirse, biz diyoruz ki, bunlardan birincisinin cevabı şudur: Gece ve uyku, gerçekte olumsuz (menfî, selbî) karakterlerdir. Binaenaleyh bunlar, zatları gereği matlub değillerdir. Ama uyanıklık ise, olumlu karakterdir. Binaenaleyh bu, zatı gereği maksûd olan bir husustur. Ayrıca, allâme Abdulkâhir en-Nahvî, "Delâilu'l-İ'câz" adlı eserinde, "İsm-i fail kalıbının, tanrılığa ve mükemmelliğe delaleti, fiil sıygasının bunlara delaletinden daha kuvvetlidir" şeklinde bir beyanatta bulunmuştur ki, işte farklılığın sebebi budur. Allah en iyisini bilendir.
Gece ve Gündüzden Efdal Olan Hangisi:
İkincisine de şu şekilde cevap verebiliriz: Zulmet, olumsuz, selbî bir karakterdir. Nûr, aydınlık ise olumlu, müspet bir karakterdir. Sonradan yaratılmışlar hakkında adem ve yokluk, varlıktan önce gelir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, En'âm Sûresi'nin başında,
وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ (En'âm, 1) buyurmuş, böylece الظُّلُمَاتِ kelimesini النُّورَ ‘dan önce getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
Bu cümle ta’liyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, veciz söz söyleme usullerinden olan izafet terkibiyle marife olmuştur.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkâf Suresi Belâgî Tefsiri, s. 238)
اِنَّ ’nin haberi لَذُو فَضْلٍ şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade edilmiştir.
فَضْلٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Lafza-i celâlin, zamir makamında zahir isim gelerek tekrar edilmesi onun eşsiz kudretinin yüceliğini vurgulamak amacıyla yapılmış ıtnâbtır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.
Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.
Lafza-i celâl bütün celâl ve kemâl sıfatları kapsar. İşte O dua edilmeye ve her şeyin O’ndan istenmesine layıktır. Çünkü O her şeye kâdirdir. Her şeyi ihsan eder. O’nun ihsan ettiklerinin en yücesi de mahlûkatına daha Kendisini tek olarak tanımadan, yani hacetlerini Kendisinden istemeye layık olan tek zat olduğunu bilmeden önce vermesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 297)
Ayetin bu cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَشْكُرُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَكُمُ ‘deki muhatap zamirinden sonra, النَّاسِ zahir ismi zikredilerek gaibe iltifat edilmiştir.
اَكْبَرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
لَا يَشْكُرُونَ ibaresinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Bu cümle ile 57 ve 59. ayetlerin son cümleleri bir kelime hariç olmak üzere tekrarlanmıştır. Bu tekrar anlamı muhatabın zihnine iyice yerleştirmek gayesiyle yapılan ıtnâbtır. Ayrıca bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّاسِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şayet “İnsanlar kelimesini tekrar etmeyip ‘onların çoğu’ deseydi, olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: Bu tekrarda hem nimete nankörlük etmenin insanoğluna tahsis edilmesi hem de insanların Allah’ın lütfuna nankörlük edip, şükretmedikleri vurgusu vardır. (Keşşâf)
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur. رَبُّكُمْ izafeti mübteda ذٰلِكُمُ ‘ün ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
خَالِقُ üçüncü haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَيْءٍۢ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ cümlesi dördüncü haber olarak mahallen merfûdur. لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إذا كانت هذه صفات الله فأنّى تؤفكون (Allah’ın sıfatları böyleyse nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?) şeklindedir.
اَنّٰى istifham ismi, zarfiye olarak تُؤْفَكُونَ ‘deki naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. تُؤْفَكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İşaret ismi mübteda, lafz-ı celâl haberdir. رَبُّكُمْ ikinci, خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ cümlesi, üçüncü haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, s. 318)
İkinci haber olan رَبُّكُمْ izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade etmenin yanında Allahın rububiyet vasfıyla insanlara bahşettiği nimetleri hatırlatma kastı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اللّٰهُ ve رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ üçüncü müsnedtir. شَيْءٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
خَالِقُ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismi ذٰلِكُمُ ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190)
İşaret ismi kendisinden sonra gelecek olan şeylerin buna müstehak olduğunu ifade eder.
خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ [Her şeyin hâlıkıdır] sözünden önce رَبُّكُمْ kelimesinin zikri, “bütün bu mahlukat sizin içindir, sizin emrinize verilmiştir, göklerde ve yerde olanlar, hepsi sizin emrinize verilmiştir” manasını taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 308)
Dördüncü müsned olan لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi, cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden لَاۤ ’nın ismi olan اِلٰهَ ’nin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasr, إِلَـٰهَ ile هُوَ arasındadır. هُوَۚ mevsûf/maksûrun aleyh, اِلٰهَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden birden fazla tekid unsuru taşıyan ve tahsis ifade eden bu gibi cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy ve nehiy ifade eden edatlardan sonra gelen nekre isimler, umum ifade eden kelimelerdendir. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 42)
فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ
فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Takdiri إذا كانت هذه صفات الله (Allah’ın sıfatları böyleyse nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelen cümlede soru zarfı اَنّٰى ‘nın müteallakı تُؤْفَكُونَ ‘dur.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تُؤْفَكُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlanan bu cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü’l acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
تُؤْفَكُونَ fiilinin manası, yüz çevirmek, doğru yoldan ayrılmak ve inkârda acele etmektir. Bu, kötü bir ahlaktır, insanı dinde helaka sürükler. Aslında bu sadece din konusunda değil, her türlü düşünce ve çalışma konularında da zararlıdır. Ayet, inkâra teşebbüs konusunda bizi uyarır ve hangi konu olursa olsun düşünmeden, acele ederek davranmaktan sakındırır; uzun uzun üzerinde teemmül ederek karar vermeye davet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 310)
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, amili يُؤْفَكُ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
يُؤْفَكُ merfû meçhul muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِ car mecruru يَجْحَدُونَ fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَجْحَدُونَ fiili كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , amili يُؤْفَكُ olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir.
Bu cümle, kendinden önceki cümleye ta’lil menzilesindeki bir itiraz cümlesidir. (Âşûr)
Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
كَذٰلِكَ irab açısından والامر şeklinde mahzuf bir mübtedanın haberidir. Bu kelime Kur'an'da çok gelmiş ve ulemamızın takdir ettiği herhangi bir şey zikredilmemiştir. Mühim olan burada kelama dikkat çekmektir. Bir kapalılık üzerine kurulmuş olan kelam üzerinde daha fazla durmayı gerektirir. Bu ifadedeki كَ harfi misil manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi كَ ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü müşarun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile keften oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize “arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır” der. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/28, c. 5, s. 176-177)
يُؤْفَكُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
يُؤْفَكُ fiilinin naib-i fail konumunda olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmenin yanında tahkir ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberi olan يَجْحَدُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
Ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması ayetler için tazim ve teşrif ifade eder. Allah lafzında tecrîd sanatı vardır.اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَـتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | الَّذِي | O’dur ki |
|
3 | جَعَلَ | yaptı |
|
4 | لَكُمُ | size |
|
5 | الْأَرْضَ | arzı |
|
6 | قَرَارًا | durulacak yer |
|
7 | وَالسَّمَاءَ | ve göğü |
|
8 | بِنَاءً | bina |
|
9 | وَصَوَّرَكُمْ | ve sizi şekillendirdi |
|
10 | فَأَحْسَنَ | ve güzel yaptı |
|
11 | صُوَرَكُمْ | şekillerinizi |
|
12 | وَرَزَقَكُمْ | ve sizi besledi |
|
13 | مِنَ |
|
|
14 | الطَّيِّبَاتِ | güzel rızıklarla |
|
15 | ذَٰلِكُمُ | işte budur |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | رَبُّكُمْ | Rabbiniz |
|
18 | فَتَبَارَكَ | ne yücedir |
|
19 | اللَّهُ | Allah |
|
20 | رَبُّ | Rabbi |
|
21 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler.Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمُ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَرَاراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
السَّمَٓاءَ بِنَٓاءً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. صَوَّرَ atıf harfi وَ ‘la جَعَلَ fiiline matuftur.
صَوَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
صَوَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi صور ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْسَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. صُوَرَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَزَقَكُمْ atıf harfi وَ ‘la اَحْسَنَ ‘ye matuftur.
رَزَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنَ الطَّيِّبَاتِ car mecruru رَزَقَكُمْ fiiline mütealliktir.
اَحْسَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حْسَنَ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, كُمُ ise muhatap zamiridir. اللّٰهُ lafza-i celâl haber olup lafzen merfûdur.
رَبُّكُمْ ikinci haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَـتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. تَبَارَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رَبُّ kelimesi اللّٰهُ lafza-i celâlin sıfatı olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبَارَكَ fiili تَفاعَلَ babındandır. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan müfaale babıyla bu bab arasındaki fark: Müfaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَالَم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, muhatap ya da herkes tarafından bilindiğine ve sıla cümlesindeki haberin önemine işaret eder.
İsm-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye de sevkeder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَاراً وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mahzuf hale müteallık olan car-mecrur لَكُمُ , ihtimam sebebiyle mef’ûle takdim edilmiştir.
İkinci mef’ûl konumundaki قَرَاراً ve atıfla gelen بِنَٓاءً kelimelerindeki tenvinler, nev ve tazim ifadesi içindir.
Gökyüzünün bina edilmekle vasfedilişi, teşbih-i beliğ yoluyla yapılmıştır. (Âşûr)
صَوَّرَكُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Birbirine atfedilmiş صَوَّرَكُمْ ve فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ cümlesindeki فَ harfi bir cümlenin diğer bir cümleye atfı için olup aynı zamanda takip manasına da delalet eder. İnsanın suretini yarattı ve hemen ona güzellik verdi, demektir. (Âşûr)
اَرْضَ - السَّمَٓاءَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صَوَّرَكُمْ - صُوَرَكُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah Teala’nın yarattıklarının özellikleri belirtilerek sıralanmasında cem' ma’at-taksim ve’t tefrik vardır.
وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ cümlesi وَ ile … جَعَلَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ car mecruru, رَزَقَكُمْ fiiline mütealliktir. مِنَ ba’diyet ifade eder.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, lafz-ı celâl haberdir. رَبُّكُمْ ikinci haberdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ cümlesinin durumu, öncesinde geçen benzer cümlenin durumu gibidir. Bunun tekrarlanmak suretiyle yeniden ifade edilmesi, tariz yoluyla onların Allah’tan başkasına ibadet etmedeki yanlış görüşlerine son vermek içindir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İsm-i işaret ve lafza-i celâl marife kelimelerdir. Hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Gâfir/64, c. 1, s. 318)
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اللّٰهُ ve رَبُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمُ ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكُ ve ذٰلِكُمْ ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 5, S. 190)
رَبُّكُمْ izafeti muzâfun ileyhe tazim ve teşrif ifade etmenin yanında Allah’ın rububiyet vasfıyla insanlara bahşettiği nimetleri hatırlatma kastı vardır.
فَـتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasl’da, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Belagî bir nedenden ötürü bu atıf yapılır.
تَبَارَكَ mazi fiildir, çekimi yoktur; ancak Allah için kullanılır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Lafza-i celâlin sıfatı olarak gelen رَبَّ الْعَالَم۪ينَ izafeti, veciz ifade içindir. Rabb ismine muzâfun ileyh olması الْعَالَم۪ينَ için şan ve şeref ifade eder.
Allah Teâlâ’dan رَبُّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi 5)
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
اللّٰهُ ve رَبُّ isimlerinde tecrîd sanatı ve mürâât-ı nazîr vardır.
تَبَارَكَ kelimesinin kök manası berekettir, bu da ziyadelik, büyüme demektir. تفاعلة babından dolayı mübalağa ifade eder. Ziyadelik, gelişme ve büyüme manaları Allah Teâlâ hakkında kullanılırsa, takdis, tenzih ve tazim ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Zuhruf Suresi Belagi Tefsiri, c. 4, s. 367 ve Âşûr)
Bereket; تَبَارَكَ الله [Allah zengin ve cömerttir.] (A‘râf 7/54) ayetinde olduğu gibi hayrın çokluğu ve artışı demek olup iki anlamı vardır: Hayrı sürekli olarak artıp çoğalan veya sıfat ve fiillerinde her şeyden daha ileri ve yüce olan demektir. (Keşşâf)
Buradaki تَبَارَكَ , ya devam ve sebatı olan yahut da hayrı bol olan demektir. (Fahreddin er-Râzî)
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هُوَ | O |
|
2 | الْحَيُّ | diridir |
|
3 | لَا | yoktur |
|
4 | إِلَٰهَ | tanrı |
|
5 | إِلَّا | başka |
|
6 | هُوَ | O’ndan |
|
7 | فَادْعُوهُ | O’na yalvarın |
|
8 | مُخْلِصِينَ | halis kılarak |
|
9 | لَهُ | yalnız kendisine |
|
10 | الدِّينَ | dini |
|
11 | الْحَمْدُ | hamd |
|
12 | لِلَّهِ | Allah’a mahsustur |
|
13 | رَبِّ | Rabbi |
|
14 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
Allah’a nisbet edilen bütün tesirler, yetkiler ve lutuflar öncelikle O’nun hayat sıfatına sahip olmasıyla izah edilebilir. Cansız bir varlıktan (meselâ kendilerine tanrısal nitelik ve işlevler nisbet edilen putlardan) bu fiiller beklenemez. Bu sebeple Tanrı’da hiçbir sıfat bulunmadığını ileri süren Aristo gibi bazı filozoflar bile hayat sıfatını bundan istisna etmişlerdir. 60. âyette Allah Teâlâ, kullarını kendisine dua ve ibadet etmeye davet etmişti; 65. âyette de aynı çağrı tekrarlanmakta; ayrıca bu duanın tam bir dindarlık ve derin bir samimiyetle yalnız Allah’a yöneltilmesi emredilmektedir. Şu halde inançta olduğu gibi dua ve ibadette de şirkten korunmak, Allah istemeyince hiç kimsenin hiçbir iyiliğe, yardıma gücünün yetmeyeceğini bilmek gerekir. Kuşkusuz insanlardan da yardım görürüz; ancak bu beklentilerin makul ölçülerde tutulması, mahlûkun hâlik yerine konmaması gerekir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 673
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْحَيُّ haber olup lafzen merfûdur.
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi mübteda هُوَ ‘nin ikinci haber olup lafzen merfûdur.
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir.
ادْعُوهُ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مُخْلِص۪ينَ kelimesi ادْعُوهُ daki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred olan haldir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ car mecruru مُخْلِص۪ينَ ‘ye mütealliktir. الدّ۪ينَ kelimesi ism-i fail مُخْلِص۪ينَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُخْلِص۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. رَبِّ kelimesi lafza-i celâlin sıfatı olup mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. عَالَم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin tarifi kasr ifade etmiştir. Müsnedin, müsnedün ileyhe kasrı söz konusudur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani kullarının üzerinde kahir olma vasfı Allah Teâlâ’dan başkasında bulunmaz.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hasr sıygası ile هُوَ الحَيُّ ifadesinde belirtildiği gibi ezelî ve ebedî olarak diri olan ancak Allah azze celledir ve bu ifadedeki kasr da iddia-i kasrdır. (Âşûr)
هُوَ mübteda, الْحَيُّ haberdir. Allah Teala’ya ait bu vasfın marife olarak gelmesi bu sıfatın onda kemâl derecede ve sadece müsnedün ileyhe has olduğunu gösterir.
هُوَ الْحَيُّ cümlesindeki kasr; vahdaniyet cümlesinden olup bu kasra yol açan bütün sözlerin açıklamasıdır. Zira O hayy ve vâhid olmadıkça mevcudat canlı olmaz. Mevcudatta sadece bir ilâh olabilir. Vâhid ve hayy olan, mülkünde hiçbir ortağı olmayan Allah’tır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 319)
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ cümlesi ikinci haberdir. Müsned olan cümle, cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
Munfasıl zamir هُوَ , cinsini nefyeden لَاۤ ’nın ismi olan اِلٰهَ ’nin mahallinden veya لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَاۤ ve إِلَّا ile oluşan kasr, إِلَـٰهَ ile هُوَ arasındadır. هُوَۚ mevsûf/maksûrun aleyh, اِلٰهَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden birden fazla tekid unsuru taşıyan ve tahsis ifade eden bu gibi cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ
Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlesindeki فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.
مُخْلِص۪ينَ kelimesi, ادْعُوا fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , ihtimam için mef'ûl olan الدّ۪ينَۚ ’ye takdim edilmiştir.
مُخْلِصِينَ ’ye müteallak olan لَهُ ’nun مُخْلِصِينَ ’nin mef’ûlüne takdimi makamın ehemmiyetine binaendir. Çünkü harf-i cerin müteallıkına olan bağı, mef’ûlun amiline olan bağından daha kuvvetlidir. (Âşûr)
ادْعُوا fiilinin failinden hal olan مُخْلِص۪ينَ , ism-i fail kalıbındadır. الدّ۪ينَ mef'ûludur. لَهُ ’nun müteallakıdır.
İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90, Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Fatiha Suresindekinin tekrarı olan bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur لِلّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.
Daha önce Fatiha suresinde de geldiği gibi, insanlara O'na nasıl hamd edeceklerini öğrettiği, Allah'a yapılacak olan senanın inşa edildiği bir istinaf cümlesi de olabilir. (Âşûr)
لِلّٰهِ için sıfat olan رَبِّ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
لِلّٰهِ lafzındaki لْ , tahsis ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ lafzen haber, manen inşâ cümlesidir. Yani ‘elhamdulillah deyiniz’ demektir. Hamd'in Allah'a mahsus olduğunu ifade eder. Bu, Arapların الكريم في العربي (Cömertlik Araplara mahsustur) sözüne benzer.
اَلْحَمْدُ , kelimesinin başındaki اَل takısı istiğrak ifade ettiği için, övgüde mübalağa sanatı vardır. Hitap şeklini zenginleştirmedir. Çünkü hitap, lafzen haber manen emir cümlesidir. Yani 'elhamdulillah deyiniz' demektir. Bu ayette اَلْحَمْدُ (hamd) لِلّٰهِ (Allah’a aittir) diyerek isim cümlesi kullanılmış ve böylelikle الحمد kelimesi Allah’a tahsis edilmiştir. Yani اَحْمَدُ (hamdederim) veya نَحْمَدُ (hamdederiz) diyerek fiil cümlesi kullanılmamış, الحمد herhangi bir zaman veya mekanla kısıtlanmamıştır.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafeti الْعَالَم۪ينَ için tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde ve رَب isminde tecrîd sanatı vardır.
الْعَالَم۪ينَ lafzının cemi gelme nedeni, kelimeye dahil olan ال takısının istiğrak ifade etmesindendir. Şayet müfret gelseydi o zaman ال 'in ahdiye veya cins için olduğu akla gelebilirdi. Dolayısıyla cemi gelmiş olması ال' in istiğrak için olduğunu belirtmiştir. (Âşûr, Fatiha/1)
Ayette, ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
Allah Teâlâ’dan رَبِّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın Malik’i olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin/5)
65. ayetin sonundaki bu cümle, Allah Teâlâ’yı sena etmeyi ifade eden istînâf cümlesidir. Şeyh Tâhir böyle demiş ve bu cümlenin Kur’ân-ı Kerîm’de kullanıldığı yerlerin çoğunda şan için geldiğini söylemiştir. Bu cümlenin mahzuf bir sözün mamulü olduğu da söylenmiş, قائلين ألحمد لله , (Elhamdulillah diyenler) veya وقولو ألحمد لله (Elhamdulillah deyin) şeklinde takdir edilmiştir. Bu görüşlerin hepsi doğrudur. Kelam bütün bu manaları taşır. Ancak mühim olan bu cümlenin çoğunlukla nimetlerin zikri makamında geldiğine dikkat etmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 322)
İbn Abbas'tan (ra) rivayet olunduğuna göre, diyor ki: "Bir kimse, "lailahe illallah" deyince, hemen ardından "Elhamdülillahi Rabbil âlemin / Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun!" desin." (Ebüssuûd)
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | إِنِّي | elbette ben |
|
3 | نُهِيتُ | men’olundum |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | أَعْبُدَ | tapmaktan |
|
6 | الَّذِينَ |
|
|
7 | تَدْعُونَ | sizin yalvardıklarınıza |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | دُونِ | başka |
|
10 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
11 | لَمَّا | zaman |
|
12 | جَاءَنِيَ | bana geldiği |
|
13 | الْبَيِّنَاتُ | açık deliller |
|
14 | مِنْ | -den |
|
15 | رَبِّي | Rabbim- |
|
16 | وَأُمِرْتُ | ve emrolundum |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | أُسْلِمَ | teslim olmakla |
|
19 | لِرَبِّ | Rabbine |
|
20 | الْعَالَمِينَ | alemlerin |
|
Yukarıda inkârcıların, yeniden dirilme ve âhiret hayatı konusundaki kuşkuları reddedilmiş; bilginin cahillikle, iyi iş yapanların kötülük yapanlarla bir tutulamayacağı belirtilmiş; ardından “Kıyamet saati mutlaka gelecektir” buyurularak hem putperestlerin bu husustaki inkârları reddedilmiş hem de orada kurtuluşun Allah’ın âyetlerine, özellikle âhiretle ilgili açıklamalara içtenlikle inanan ve iyi işler yapanların hakkı olduğuna işaret edilmişti. Burada ise inkârcılara kurtarıcı bir çağrıda bulunulmaktadır. Taberî, “Bana dua edin” buyruğunu, “Bana kulluk edin; ibadeti benden başkasına, putlara ve başka şeylere değil, sırf bana yapın ki duanızı kabul edeyim; size rahmetimle muamele edeyim ve sizi bağışlayayım” şeklinde açıklamıştır. Bu yorumdan anlaşıldığına göre âyetteki dua kavramı ibadeti de kapsamaktadır. Âyetin devamındaki ibadetle ilgili cümle de bu yorumu desteklemektedir. Hz. Peygamber’in “Dua ibadetin kendisidir” buyurduğu, ardından da bu âyeti okuduğu bildirilmiştir (Tirmîzî, “Tefsîr”, 40). Hatta ünlü âlim Süfyân-ı Sevrî, günahlardan uzak durmanın bile dua olduğunu belirtmiştir (İbn Atıyye, IV, 566). İşte âyette, başta Kur’an’ın ilk muhatapları olmak üzere inkârcılar, bu geniş anlamda Allah’a dua etmeye ve O’ndan karşılık almaya çağırılmakta; ardından bu çağrıya uymak yerine, hâlâ kör bir inatla büyüklük taslayıp Allah’a kulluk etmeyi ve Resûlullah’ın getirdiği dinin kurallarına teslim olmayı kendilerine yediremeyenlerin varacakları son yerin, zelil ve hakir vaziyette girecekleri cehennem olduğu haber verilmektedir. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 671
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli اِنّ۪ي نُه۪يتُ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. نُه۪يتُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نُه۪يتُ fiili ي üzere mukadder fetha ile mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mahzuf harf-i cerle birlikte نُه۪يتُ fiiline mütealliktir.
اَعْبُدَ fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَدْعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَدْعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefy harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
جَٓاءَنِيَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَنِيَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْبَيِّنَاتُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبّ۪ي car mecruru الْبَيِّنَاتُ ‘ın mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُمِرْتُ sükun üzere mebni mazi meçhul fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اَنْ ve masdar-ı müevvel amili اُمِرْتُ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اُسْلِمَ fetha üzere mebni mazi meçhul fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِرَبِّ car mecruru اُسْلِمَ fiiline mütealliktir. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mekulü’l-kavl olan اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
نُه۪يتُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , masdar teviliyle, mahzuf bir عَنْ harf-i ceriyle birlikte نُه۪يتُ fiiline mütealliktir.
اَعْبُدَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
دُونِ اللّٰهِ izafeti, az sözle çok anlam ifade etmek ve gayrıyı tahkir içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah'la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Azîz kitapta قَالَ (dedi) ve قُلْ (de ki) kelimeleri kadar çok kullanılan başka bir kelime yoktur ki bu ayet de قُلْ kelimesiyle başlamıştır. Bu söz Peygamber Efendimiz’e yöneliktir.
Azîz kitapta قُلْ kelimesinden sonra gelen şeyler son derece önemli manalar taşır ve şânı olan durumlarda, tenbihi ve önemi artırmak için gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 325)
نُه۪يتُ fiilinin meçhul üzere bina edilmesi; akıl sahibi olan ve aklî ayetler üzerinde düşünen kişiye bu nehyi koyanın hayy, kādir ve ma‘bûd olmayı hak eden Zat olduğuna son derece açık bir şekilde işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 326)
لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي
Fasılla gelen cümlede لَمَّا kelimesi, حين manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Cevap fiiline mütealliktir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي şeklindeki şart cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبّ۪ي izafeti, Hz. Peygambere tazim ve teşrif ifade eder.
جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ cümlesinde ayetler kelimesi mevsuftur, ancak hazf edilmiştir ve onun sıfatı olan بَيِّنَاتُ ile yetinilmiştir, çünkü bu kolayca anlaşılır. Zira ayetlerin bu sıfatta olduğu konusu Kur’an’da çok geçmiştir. Neye delalet ettiği açıktır. Burada bu sıfat جَٓاءَ fiilinin faili olarak gelmiştir, çünkü fail son derece açıktır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 328)
وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اُمِرْتُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ cümlesi لِ harf-i ceri ile birlikte اُمِرْتُ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ - رَبِّ - مِنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَدْعُونَ - اَعْبُدَ - اُسْلِمَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, نُه۪يتُ - اُمِرْتُ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafeti az sözle çok anlam ifade etme özelliği yanında muzâfun ileyhe tazim anlamı da taşır.
Allah Teâlâ’dan رَبُّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi 5)
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr ve bu isimlerin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ cümlesiyle, وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Aslında اُسْلِمَ fiili müteaddi bir fiildir. Bu ayette her şeyin âlemlerin Rabbine teslim olması gerektiğine delalet için mef‘ûl hazf olmuştur. Yani her şeyin şanı bunu gerektirir. Her şey alemlerin Rabbine teslim olur, çünkü her şey O’ndandır ve her şeyin dönüşü de yine âlemlerin Rabbinedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 329)
Dua, insanın kalbindeki bir huzur bahçesidir. Kimisi oraya hiç uğramazken, kimisi de hiç çıkmayı istemez. Kimisi başkalarından isterken, kimisi de en ufak şeyi dahi Allah’tan ister. Zira; her şeyi veren O. Öyleyse O’nun kapısına gitmemek, hangi akla sığar?
Gelişen teknoloji ve yükselen beklentilerle beraber hayat hızlandı. Çoğu insan durmadan ve kendisini dinlemeden ilerledi. Duygu ve düşüncelerine kulak vermeyi, belki zaman kaybı olarak gördü, belki de sıkıcı buldu. Ancak dinlenmeyen zihin sahipleri çok yorgun düştü.
Dua, insanın isteklerinin tamamını Allah’a arzetmesiydi. Kimisi onunla yaşadıklarını sindirirken, kimisi de umudunu yeşertir. Kimisi yaralarını sararken, kimisi de sevincini paylaşır. Zira; her şeyi yaratan ve her hali bilen Allah. Öyleyse her an O’na koşmamak hangi akla sığar?
İnsan, yaşadıklarıyla dua bahçesine çekilir. Gönlünden kopan kelimelerle Allah’ın huzuruna çıkar. Dünyanın geçiciliği ile imtihan yeri oluşunu hatırlar ve ahireti için çabalamaya hicret eder. Dua ile şükür, tevbe, sabır, zikir, tefekkür ve tevekkül kapılarını açar. Hakiki huzurun peşine düşer.
Ey bizi duaya çağıran Rabbim! Gönüllerimizi, hakkımızda hayırlı olacak isteklerle; zihinlerimizi, hayırlara vesile olacak hayallerle; dillerimizi, hayırları hatırlatacak kelimelerle doldur.
Bulunduğumuz anın aceleciliğine kapılarak duam kabul olmuyor vesveselerine yenilerek ümitsizliğe düşmekten ve dünyalıkların getirdiği heyecana kapılarak, ileride sıkıntılara sebep olacakları istemekten Sana sığınırım.
Bizi; duasını ferah tutanlardan; gönlümüzden geçen her şeyi yalnız Senden isteyenlerden; Senin katından bir değil, nice hayırları isteyenlerden; duanın kendisine gizlenmiş lezzetten ve bereketten nasiplenenlerden; tam bir iman ve teslimiyetle, Senin rızana uygun bir şekilde dua edenlerden eyle.
Amin.
Farketti ki ağzından şükürden çok şikayet ifadeleri çıkıyordu. Zira güzelliklerden çok kusurları görüyor ve mutluluktan daha fazla, daraldığı anları hissediyordu. Kulakları da hep bir çeşit şikayet işitiyordu. Belki de başka insanlarla bunları paylaşmak daha kolaydı.
Sanırım bu sorunun temeli, insanın hayata çok keskin bakmasıydı. Sanki taraflardan birini seçmesi gerekiyormuşcasına, şükür edersem ciddiye alınmam gibi davranıyordu. Halbuki şükür başkaları için değildi. Önce Allah, sonra da kendisinin selameti içindi.
Belki de sorunun temeli mutlulukla ilgili yapılan belli tanımlamaların peşinden gitmekti. İyi bir işin, evliliğin, evladın, eşin ve dostun nasıl olması gerektiğiyle ilgili belli -salt dünyaya ait- hayaller vardı. Bundan dolayı da insanlar kendi hayatlarındaki şükür sebeplerine sarılmak yerine başkalarının sahip olduğu güzelliklere imreniyordu.
Halbuki şükür etmek, sıkıntılı anların görülmemesi ya da yaşanmaması demek değildi. Şikayet sebeplerini -konuşmaktan başka bir işe yaramıyorsa eğer- gerektiğinde yutmak ve Allah’ı anarak şükür ile cümle kurmak; insana maddi ve manevi alemde iyi gelen ve onu tazeleyen bir haldi. Zaten günümüzde de pozitif psikoloji adı altında insanlara şükür günlüğü tutmaları tavsiye ediliyordu.
Temel ihtiyaçlara, hayatını kolaylaştıran gereçlere ve etrafındaki insanlara sahip olmak; aslında normalde seçmeyeceğin ya da istemeyeceğin bir şeyin olumlu taraflarını görmek; kolay ya da zor, günlük ya da nadir yapılan herhangi bir işi başarmak; başkalarıyla ve kendinle alakalı ya da çeşitli ilimlerden yeni bilgiler öğrenmek; farklı anlarda, farklı sebeplerden dolayı tebessüm etmek: bunların hepsi kendi başına birer şükür sebebidir. Şükürlerin en güzeli de bir müslüman olarak kendisini yaratan Allah’ı bilmek, O’na ibadet etmek, O’nun merhametine sığınmak ve O’nun rızası için yaşamaktır.
Ey Allahım! Sensin Hayy! Sensin Kayyûm! Geçici sebeplere sarılarak kendimizi ve yolumuzu kaybedecek kadar üzülmekten ve öfkelenmekten muhafaza buyur. Bizim için yarattığın her türlü iyilik, kolaylık ve güzellik için Sana sonsuz hamd olsun. Bizi nankör ehlinden ve onlara benzemekten; nimetleri göremeyecek kadar şikayetlerle meşgul olmaktan ve onlarla ömürlerimizi çürütmekten, kendimizi ve etrafımızdakileri yıpratmaktan koru. Bakmasını ve dinlemesini bilen; gerektiğinde şikayetini doğru yere anlatan ve her derdini ilk Sana arzederek Sana güvenen şükür ehlinden eyle. İnişli çıkışlı hallerle dolu olan dünya hayatının ardından Senin huzuruna kabul edilenlerden ve huzur, selam, iyilik ve muhabbet yurdu olan cennet hayatına kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji