9 Aralık 2025
Mü'min Sûresi 8-16 (467. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Mü'min Sûresi 8. Ayet

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ  ...


“Ey Rabbimiz! Onları da, onların babalarından, eşlerinden ve soylarından iyi olanları da, kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine koy. Şüphesiz sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
2 وَأَدْخِلْهُمْ ve onları sok د خ ل
3 جَنَّاتِ cennetlerine ج ن ن
4 عَدْنٍ Adn
5 الَّتِي
6 وَعَدْتَهُمْ onlara söz verdiğin و ع د
7 وَمَنْ ve kimseleri
8 صَلَحَ iyi olan ص ل ح
9 مِنْ -ndan
10 ابَائِهِمْ babaları- ا ب و
11 وَأَزْوَاجِهِمْ ve eşleri(nden) ز و ج
12 وَذُرِّيَّاتِهِمْ ve çocukları(ndan) ذ ر ر
13 إِنَّكَ şüphesiz sen
14 أَنْتَ sensin
15 الْعَزِيزُ üstün olan ع ز ز
16 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibi olan ح ك م

  Dehale دخل :

  دُخُولٌ sözcüğü çıkmak anlamındaki خُرُوجٌ'un zıddıdır ve girmek anlamına gelir. Bu kelime zaman, mekan ve eylemlerle ilgili kullanılır.

  دَخَلٌ sözcüğü ise fesattan, bozulmadan, kin gibi gizli düşmanlıktan kinayedir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 126 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri dâhil, müdâhil, duhul, dahiliye, tahıl ve tahıldır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ 

 

Nida cümlesi itiraziyyedir. Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfu üzere mebni, mahallen mansubdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَدْخِلْهُمْ  atıf harfi  وَ ‘la  اغْفِرْ  cümlesine matuf olup, mahallen meczumdur. اَدْخِلْهُمْ  dua manasında, sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جَنَّاتِ  ikinci mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl,  جَنَّاتِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدْتَهُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَعَدْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ‘ la  وَعَدْتَهُمْ ‘deki mef’ûlun bih olan zamire matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  صَلَحَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

صَلَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ  car mecruru  صَلَحَ ‘nın failinin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَزْوَاجِهِمْ  ve  ذُرِّيَّاتِهِمْۜ  kelimeleri atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اَدْخِلْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  دخل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ

 

 

İsim cümlesidir. İstirham için ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُۚ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ -  الْحَك۪يمُۚ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ

 

Meleklerin duası bu ayette de devam etmektedir. İtiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mütekellimin dua cümleleri arasında nidayı tekrarlaması, onları azaptan kurtarma isteğinin şiddetini gösterir. 

Bu ayet-i kerimede  وَاَدْخِلْهُمْ (Onları .. koy.) fiilinin önceki ayette yer alan  وَقِهِمْ (koru) fiiline atfedilmesi ve iki fiilin arasına  رَبَّنَا (Rabbimiz) şeklinde nida edatının getirilmesi dua, niyaz ve yardım esnasında yakarma sesinin mübalağalı yapılması içindir.(Rûhu-l Beyân)

Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif, muhatabın münadaya yakın olma arzusunun işaretidir.

وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la, … اغْفِرْ  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Emir üslubunda gelmesine karşın cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna dua denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Duada sünnet olan, kişinin duaya önce Allah'ı överek başlamaktır. Bunun peşi sıra da dua etmektir (yani isteği bildirmektir). Bunun böyle olmasının delili bu ayettir. Çünkü melekler, duaya ve müminler için mağfiret talebinde bulunmaya yönelince, işe Allah'ı övmekle başlamışlar ve "Ey Rabbimiz senin rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır" demişlerdir. Bil ki akıl da bu sıranın gözetilmesi gerektiğine delalet eder. Çünkü Allah'ı övüp, O'na saygı göstermek ruh cevheri için, tıpkı bakır için en tesirli olan İksir-i azam gibidir. Bir damla iksir bakır âlemine düştüğünde, hepsinin altına dönüşmesi gibi, Allah'ın celâlinin bilgisi iksirinden bir damla (bir zerre), insanın ruhuna düştüğünde, o bakırın kızıllığında, kutsiyetin saflığına, temizlik aleminin bekasına geçmiş olur. Böylece insanın ruh cevherinde, marifetullah nurunun ışıldamasıyla bu ruh, daha seçkin hale gelip, daha aydın olur. Ruh ne zaman böyle olsa, kuvveti ilerler, tesiri artar. Böylece de dua ile istenen şeyin meydana gelişi, o nisbette kuvvet kazanır ve mükemmel olarak meydana gelir.(Fahreddin er-Râzî)     

جَنَّاتِ عَدْنٍ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  وَعَدْتَهُمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

اَدْخِلْهُمْ  fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘ in sılası olan  صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ  cümlesi de, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰبَٓائِهِمْ - اَزْوَاجِهِمْ - ذُرِّيَّاتِهِمْۜ  ve  الَّت۪ي - مَنْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


  اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ

 

İstirham için ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş  isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir.  اَنْتَ , fasıl zamiridir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bir başka tekid unsuru da haberin marife gelmesidir.  اِنَّ ‘nin haberinin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.

İki vasfın aralarında وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

Bu cümlenin tekid harfiyle gelmesi ihtimam içindir. (Âşûr) 

الْعَز۪يزُ -  الْحَك۪يمُۚ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu iki sıfatın ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  şeklindeki fasılada ilk göze çarpan şey tekidlerin çokluğudur. Önce  اِنَّ  gelmiştir ki tekid konusunun asıl unsurudur. Sonra munfasıl zamirle  اِنَّ ‘nin ismi olan zamir tekid edilmiştir. Haber elif-lâm’lı olarak gelmiştir. İşte bunların hepsi mukarreb duacıların dualarının kabûlüne ve bunun da ötesinde iman ehline ikramda bulunmaya ne kadar çok istekli olduklarına delâlet eder. Çünkü onların nezdinde imanın yeri çok büyüktür. İkinci olarak göze çarpan husus, fasılanın azîz ve hakîm ile bitmesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 89)
Mü'min Sûresi 9. Ayet

وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  ...


“Onları kötülüklerden koru. Sen o gün kimi kötülüklerden korursan, ona rahmet etmiş olursun. İşte bu büyük başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقِهِمُ ve onları koru و ق ي
2 السَّيِّئَاتِ kötülüklerden س و ا
3 وَمَنْ ve kimi
4 تَقِ sen korursan و ق ي
5 السَّيِّئَاتِ kötülüklerden س و ا
6 يَوْمَئِذٍ o gün
7 فَقَدْ elbette
8 رَحِمْتَهُ ona acımışsındır ر ح م
9 وَذَٰلِكَ ve işte budur
10 هُوَ o
11 الْفَوْزُ başarı ف و ز
12 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م

  Veqaye وقي :

  Bir şeyi kendisine eza ve zarar verecek şeylerden korumaya وِقايَةٌ adı verilmiştir.

  Bu köke ait تَقْوَى (takva)  kavramı ise nefsi, kendisinden korkulan şeyden koruma içine almaktır. Hakikatte anlamı budur. Bunun yanında bazen korku takva diye adlandırılır, bazen de takva korku olarak isimlendirilir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 258 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri takva, takiye, vikaye ve muttakidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ

 

قِهِمُ  atıf harfi وَ ‘la  اغْفِرْ  cümlesine matuf olup, mahallen meczumdur.  قِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Muttasıl zamir  هِمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

السَّيِّـَٔاتِ  ikinci mef’ûlun bih olup, nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 


 وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup, amili  تَقِ ‘nin mukaddem mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَقِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı olup başka bir zarfa muzâfdır. Tenvin mahzuf cümleden ıvazdır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  

رَحِمْتَهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. 

هُوَ  fasıl zamiridir. الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ۟  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعَظ۪يمُ۟  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقِهِمُ السَّيِّـَٔاتِۜ 

 

Ayet, atıf harfi  وَ ’la … اغْفِرْ  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mütekellim melekler, muhatap Allah Teâlâ’dır.

Emir üslubunda gelen cümle dua manasında olduğu için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husûle gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi) 

Bu söz; ölüm, kabir, sayha esnasındaki ba‘s, yevmü’t-telâk, mevkıf korkusu, sırat korkusu, vs. Allah’ın Ademoğluna yazdığı bütün bu korku dolu kötülüklerden korunmayı ifade eder. Dünyadaki kötülükleri de kapsar. Sıhhati, evladı, malı, kötü hakimlerin aleyhinde verdiği kötü kararları, günahları, Allah’ın gazabını celb edecek bütün davranışlarını kapsar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 91)

السَّيِّـَٔاتِۜ ‘ın elif lamla marifeliği cins içindir. İstiğrak ifadesi için kullanılabilir.(Âşûr) 


وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ 

 

Şart üslubunda gelen cümlede  وَ  istînâfiyye, şart ismi olan  مَنْ  mübtedadır. Şart cümlesi olan  مَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ  cümlesi,  مَنْ ’in haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ رَحِمْتَهُ , tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

يَوْمَ  zaman zarfı,  ئِذٍ ’e muzaftır.  ئِذٍ ’in sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

Konudaki önemine binaen tekrarlanan  سَّيِّـَٔاتِ ’in tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَوْمَئِذٍ  kıyamet gününden, ceza gününden kinayedir.

تَقِ - قِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette şartın cevabı olarak gelen cümle de  قَدْ  harfiyle tekid edilmiş ve vukuu kesin olarak ifade eden mazi fiille gelmiştir. Ayrıca burada zikredilen rahmet kelimesi, duanın başında zikredilen Rabb’in rahmetini hatırlatır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Burada o gün şeklinde bir kayıt vardır. Bu kayıt ‘’ve onları kötülüklerden koru’’ sözü için değildir. Çünkü ‘’ve onları kötülüklerden koru’’ sözü hem o günü, hem de ondan öncekileri kapsar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 92)

وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ Onları kötülüklerden yani cezalardan yahut kötülüklerin karşılığından koru! Bu durumda, buradaki kötülüklerin ya küçük günahlar yahut tövbe edilmiş büyük günahlar olduğu kabulüyle muzâf hazf edilmiş olur. Kötülüklerden korumak ise ya günahların üstünün örtülmesi yahut onlar için yapılan tövbenin kabul edilmesidir. (Keşşâf)

وَمَنْ تَقِ السَّيِّـَٔاتِ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمْتَهُۜ  cümlesi tezyîldir. Yani, kıyamet günü kötülüklerden alıkonulan herkes Allah’ın rahmetine mazhar olur. (Âşûr)  


وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْفَوْزُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

الْفَوْزُ  için sıfat olan  الْعَظ۪يمُ۟ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Cümlede  ذٰلِكَ  ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir. (Ebüssuûd, Maide/32)

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kamil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190) 

وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟ [Ve işte büyük necat budur] sözü, gerçekten mükemmel bir fasıladır. Uzaklık için kullanılan işaret ismi bu kurtuluşun yüceliğine işaret eder. Haberin marife gelişi ve fasl zamiri sebebiyle kasr vardır. Yani, bu yüce kurtuluş, kötülüklerden korunan bu kişilere tahsis edilmiştir. Bundan daha yüce bir kurtuluş yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 93)
Mü'min Sûresi 10. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُسَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ  ...


İnkâr edenler var ya, muhakkak onlara: “Allah’ın (size) gazabı, sizin kendinize olan gazabınızdan daha büyüktür. Çünkü siz imana çağırılırdınız da inkâr ederdiniz” diye seslenilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimselere
3 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
4 يُنَادَوْنَ (şöyle) seslenilir ن د و
5 لَمَقْتُ (size) kızması م ق ت
6 اللَّهِ Allah’ın
7 أَكْبَرُ daha büyüktür ك ب ر
8 مِنْ -dan
9 مَقْتِكُمْ sizin kızmanız- م ق ت
10 أَنْفُسَكُمْ kendi kendinize ن ف س
11 إِذْ zira
12 تُدْعَوْنَ siz çağrılırdınız د ع و
13 إِلَى
14 الْإِيمَانِ imana ا م ن
15 فَتَكْفُرُونَ fakat inkar ederdiniz ك ف ر

Tefsirlerde, “Allah’ın kızması” diye çevirdiğimiz ifadedeki makt kelimesinin, insanlardaki öfke duygusuyla karıştırılmaması gerektiğine önemle dikkat çekilir. Zira insanlardaki bu tür duygular azalıp artmakta, hatta zaman zaman aklın kontrolünden çıkabilmekte, hak ve adalet ölçülerinin dışına çıkabilmektedir. Bu sebeple İslâm bilginleri, öfkeyi geçici delilik olarak değerlendirmişlerdir (Râgıb el-İsfahânî, ez-Zerî‘a ilâ mekârimi’ş-şerîa, s. 346; Gazzâlî, İhyâ, III, 167). Allah bu tür beşerî duygulardan münezzeh olduğundan, “öfke, kızgınlık” anlamına gelen gazap, makt, suht kelimeleri Allah hakkında kullanıldığında genellikle, “Allah’ın günah işlenmesinden hoşnut olmaması, günahkârları rahmetinden uzaklaştırması, cezalandırmayı murat etmesi” şeklinde ulûhiyyetin şanına uygun düşecek tarzda açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 363; Râzî, XXVII, 38; İbn Âşûr, XXIV, 96). 

Allah’ın, kitapları ve peygamberleri aracılığıyla yaptığı uyarılara kulak tıkayarak dünya hayatını inkâr ve isyanlarla geçirenler, âhirette hak ettikleri kötü âkıbetle yüz yüze gelince üzüntü ve pişmanlıklarından dolayı kendilerine büyük bir kızgınlık duyacaklar; suçlu olduklarını itiraf ederek kurtuluş yolu arayacaklar, ancak cezalandırılmaktan kurtulamayacaklardır. Çünkü onlar, bütün uyarılara rağmen tevhid inancını reddetmişler, din olarak putperestliği seçmişlerdir; Allah’ın ismi anıldığında veya O’nun dinine çağırıldıklarında inkârcı bir tavır takındıkları halde Allah’a ortak koşulduğunda tereddüt etmeden bu bâtıl inanca kendileri de katılmışlardır. 

“Ey rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin” şeklindeki ifadede geçen “iki ölüm”den biri, –ağırlıklı yoruma göre– insanın ana rahminde hayata kavuşmazdan önceki yokluk hali, ikincisi dünya hayatının sona ermesi hali; “iki dirilme”den ilki ana rahminde hayat kazanması, ikincisi de öldükten sonra diriltilmesidir. Buna göre insanlar yok (ölü) iken var edilirler, sonra dünyada bir kere ölürler; kıyametten sonra da ikinci defa hayata kavuşturulurlar (Şevkânî, IV, 554); iki ölüm ve iki dirilme bundan ibarettir (bu konuda bilgi ve özellikle reenkarnasyon (tenâsüh) görüşü yönündeki yorumların reddi için bk. Bakara 2/28). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 644

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُسَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen  merfûdur. يُنَادَوْنَ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يُنَادَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

لَ  ibtidâiyye olup, tekid içindir.  مَقْتُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَكْبَرُ  haber olup lafzen merfûdur. اَكْبَرُ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ مَقْتِ  car mecruru اَكْبَرُ ‘ya mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْفُسَكُمْ  masdar olan  مَقْتِكُمْ ‘ın mef’ûlun bihi olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِذ  zaman zarfı olup  مَقْتُ اللّٰهِ ‘e mütealliktir. 

(إِذْ) : Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُدْعَوْنَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تُدْعَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى الْا۪يمَانِ  car mecruru  تُدْعَوْنَ  fiiline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ 

 

Ayet, istînâfi beyâniyye olarak fasılla gelmiştir.(Âşûr) 

Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ‘deki kafirlerden maksat, Mekke ehlinin müşrikleridir. (Âşûr)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

يُنَادَوْنَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُنَادَوْنَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)


لَمَقْتُ اللّٰهِ اَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ اَنْفُسَكُمْ اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ

 

Tekid ifade eden ibtida lâmının dahil olduğu cümle, nidanın tefsiriyyesi veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

مَقْتُ  mübteda, اَكْبَرُ  haberdir.  مَقْتُ , cümledeki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

اَكْبَرُ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp gayri munsariftir.

مَقْتُ اللّٰهِ  izafeti muzâfın tazimi içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

لَمَقْتُ اللّٰهِ  ibaresinde, müşâkele sanatı vardır. 

Bu ayetlerde göze çarpan ilk husus tekiddir. Tekid, ifade edilen mananın önemini hissettirir.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûl olması; bunun da sûrenin 3. ayetindeki Allah’ın ayetleriyle mücadele edenleri işaret etmesi göze çarpan diğer bir husustur. Surenin başındaki benzerini çağrıştıran ism-i mevsulün başına  اِنَّ  tekid harfinin gelmesi haberi farkettirir. Bu haber de meçhul fiil şeklinde gelerek, failin değil de fiilin vukuunun önemine işaret etmiştir. Mekulü’l-kavl’de  مَقْتُ اللّٰهِ (Allah’ın maktı) tamlamasının başında bulunan  لَ  ibtidaiyye olup tekid ifade eder. İşte bunların hepsi Allah’ın gazabının ve maktının şiddetine delalet eder. O halde mananın cevheri Allah’ın maktının, onların kendilerine olan maktından şiddetli olmasıdır. Bu maktın, herkesin kendine karşı ya da insanların birbirine karşı olan maktı olduğu söylenmiştir. Ama bu makt, iman ve yüce kurtuluşa götüren yola tabi olma fırsatını kaçırmış olmaları sebebiyledir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 95)

مَقْتُ , ‘şiddetli gazap ve buğz’ demektir. Ama burada ‘’şiddetli azab” manasındadır. مَقْتُ  kelimesi Kur’an’da 6 yerde geçer. İkisi bu ayette, üçüncüsü de bu surenin 35. ayetindedir: Bu kelime Allah’ın gazabla dolup taşması manasını taşır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 96- Fahreddin er-Râzî)

مَقْت  zarar veren şey hakkındaki tedebbürün azlığı manasında müstear olarak kullanmış bir lafızdır. İstiarenin bu türüne asıl olarak, اِذْ تُدْعَوْنَ اِلَى الْا۪يمَانِ فَتَكْفُرُونَ  ayeti işaret eder.

مَقْتُ اللّٰهِ , Allah’ın onlara olan buğzu demektir. Burada mecazı mürsel vardır. Buğzun aslına en yakın azap ve tahkirden kaynaklanan tesirle olan muamele için kullanılmıştır. Burada maksat eseridir ki cezalandırmaktır. Bu haber cümlesi de kınama ve pişmanlık duyulması için kullanılmıştır. (Âşûr)   

اِذْ  zaman zarfı,  مَقْتُ اللّٰهِ ‘e mütealliktir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …تَدْعُونَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. 

تُدْعَوْنَ  fiili meçhûl bina edilmiştir. Bunun sebebi, failin zikrinin amaçla alakası olmamasıdır. “Dünyadayken Allah resulleri çağırdığı zaman” demektir.

Aynı üslupta gelen  فَتَكْفُرُونَ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil sıygasında gelen fiiller teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْا۪يمَانِ -  فَتَكْفُرُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

تَكْفُرُونَ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mü'min Sûresi 11. Ayet

قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ  ...


Onlar da şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa da dirilttin. Günahlarımızı kabulleniyoruz. Şimdi (bu ateşten) bir çıkış yolu var mı?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
3 أَمَتَّنَا bizi öldürdün م و ت
4 اثْنَتَيْنِ iki kez ث ن ي
5 وَأَحْيَيْتَنَا ve dirilttin ح ي ي
6 اثْنَتَيْنِ iki kez ث ن ي
7 فَاعْتَرَفْنَا itiraf ettik ع ر ف
8 بِذُنُوبِنَا günahlarımızı ذ ن ب
9 فَهَلْ var mı?
10 إِلَىٰ
11 خُرُوجٍ çıkmak için خ ر ج
12 مِنْ hiçbir
13 سَبِيلٍ bir yol س ب ل

قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا ‘dIr.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمَتَّنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَّ  fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Nidanın cevabıdır.

اثْنَتَيْنِ  sıfatı olan masdardan naib mef’ûlü mutlak olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir. Amili  اَمَتَّنَا ‘dır.  اَحْيَيْتَنَا  atıf harfi  وَ ‘la  اَمَتَّنَا ‘ya matuftur. 

اَحْيَيْتَنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَّ  fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اثْنَتَيْنِ  sıfatı olan masdardan naib mef’ûlü mutlak olup müsenna olduğu için nasb alameti  يْ ‘dir. Amili  اَحْيَيْتَنَا ‘dır. 

فَ  atıf harfidir.  اعْتَرَفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بِذُنُوبِنَا  car mecruru  اعْتَرَفْنَا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَمَتَّنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  موت ‘dir. 

اَحْيَيْتَنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حيي ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اعْتَرَفْنَا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  عرف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن قبل اعترافنا بذنوبنا فهل نخرج من النار (Günahlarımızı itiraf ettiğimizde kabul ederse cehennemden çıkacak mıyız?) şeklindedir.

هَلْ  istifham ismidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbal ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.  

اِلٰى خُرُوجٍ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir. سَب۪يلٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

قَالُوا رَبَّنَٓا اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  رَبَّنَا ‘da, mütekellim zamirinin Rabb ismine izafesi, nida edenin Rabbin rububiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.

İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevap cümlesi  اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ , müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Arapçada bir cümlenin, kendisinden önceki cümle ile îrab yönüyle irtibatlı olmamasına istinâfiyye cümlesi denilmektedir. Münâdada aynı durum söz konusudur. Münâdadan sonra gelen yeni cümle, istînâfiyye cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. Belâgat açısından tek kelimeden oluşan münada, bir cümle olarak kabul edilmiştir. (Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi 26 (2015) Arap Dilinde Münada Ve İşlevleri Prof.Dr. M. Akif Özdoğan)

Aynı üslupta gelen  وَاَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ  cümlesi  اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ  cümlesine, tezat nedeniyle atfedilmiştir. Ve  فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا  cümleleri atıf harfi وَ ‘la nida cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ  cümlesine,  فَ  ile atfedilen  فَاعْتَرَفْنَا بِذُنُوبِنَا  cümlesi de önceki cümle gibi, mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Nidanın cevabı olan cümleler haberi cümle formunda gelmiş olmalarına rağmen dua manasında oldukları için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Cümleler mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

اَمَتَّنَا - اَحْيَيْتَنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اثْنَتَيْنِ  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Bu kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sülasisi  عرَف  olan  اعْتَرَفْنَا  fiili  افتعال  babındadır. افتعال  babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar.  افتعال  kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اَمَتَّنَا اثْنَتَيْنِ  cümlesiyle  اَحْيَيْتَنَا اثْنَتَيْنِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Süddî de şöyle demektedir: Onlar dünya hayatında öldürüldüler. Sonra sorgulanmak üzere kabirde onları diriltti. Sonra tekrar öldürüldüler, sonra da ahirette tekrar diriltildiler. (Kurtubî) 


 فَهَلْ اِلٰى خُرُوجٍ مِنْ سَب۪يلٍ

 


Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri,  إن قبل اعترفنا بذنوبنا (Günahlarımızı itiraf ettiğimizde kabul ederse cehennemden çıkacak mıyız?) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır..

Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  اِلٰى خُرُوجٍ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  مِنْ سَب۪يلٍ , muahhar mübtedadır. Zaid harf-i cer  مِنْ  cümleyi tekid etmiştir.

Müsnedün ileyhin tenkiri, yolun belirsizliğini veya nevini ifade ediyor olabilir.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebi inşâî isnaddır. 

İstifham harfi  هَلْ  şefkat istemek anlamında kullanılmıştır. (Âşûr)  

Yol manasındaki  سَب۪يلٍ , bir şeyin elde edilmesi için çare anlamında müstear olmuştur. 

Burada mübtedanın nekre oluşu da dikkate değer bir başka özellik olup  “Bunun hiçbir çaresi yok mu?” vurgusu taşır. Bu istifhamda şaşkınlık ve yeis manası vardır. İbn Münir, “Bu söz, yeis ve ümitsizliğin kapladığı kişilerin sözüdür” demiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 98) Bu yüzden mecaz-ı mürsel  mürekkebdir.

 
Mü'min Sûresi 12. Ayet

ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ  ...


“Bu, sizin tevhid çerçevesinde Allah’a çağrıldığında inkâr etmeniz, O’na ortak koşulduğunda ise inanmanız sebebiyledir. Artık hüküm yüce ve büyük Allah’a aittir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكُمْ bu
2 بِأَنَّهُ sebebiyledir
3 إِذَا zaman
4 دُعِيَ çağrıldığınız د ع و
5 اللَّهُ Allah’a
6 وَحْدَهُ tek olan و ح د
7 كَفَرْتُمْ inkar etmeniz ك ف ر
8 وَإِنْ ve eğer
9 يُشْرَكْ ortak koşulursa ش ر ك
10 بِهِ O’na
11 تُؤْمِنُوا inanmanız ا م ن
12 فَالْحُكْمُ artık hüküm ح ك م
13 لِلَّهِ Allah’a aittir
14 الْعَلِيِّ yüce ع ل و
15 الْكَبِيرِ ve büyük ك ب ر

ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle mübteda  ذٰلِكُمْ ‘un mahzuf haberine mütealliktir. 

بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ  cümlesi mukadder söz için ta’liliyyedir. Takdiri, لا ليس ثمّة خروج من النار بسبب كفركم (Hayır, senin küfrün yüzünden Cehennemden çıkış yok.) şeklindedir.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  هُ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ  cümlesi  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دُعِيَ اللّٰهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

دُعِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl naib-i fail olup lafzen merfûdur.  وَحْدَهُ  kelimesi lafza-i celâlin hali olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  karînesi olmadan gelen  كَفَرْتُمْ  cümlesi şartın cevabıdır.  كَفَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْۚ  fail olarak mahallen merfûdur.


 وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ

 

اِنْ يُشْرَكْ  atıf harfi وَ ‘la  أَنَّ ’nin haberine matuftur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُشْرَكْ  şart fiili olup, meczum meçhul muzari fiildir. Kelamın sıyakı ona delalet ettiğinden naib-i fail mahzuftur.  بِه۪  car mecruru  يُشْرَكْ  fiiline mütealliktir.

فَ  karînesi olmadan gelen  تُؤْمِنُوا  cümlesi şartın cevabıdır.  تُؤْمِنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُشْرَكْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ‘dir. 

تُؤْمِنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ

 

فَ  istînâfiyyedir.  الْحُكْمُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  الْعَلِيِّ  lafza-i celâlden bedel olup merfûdur. الْكَب۪يرِ  ikinci bedel olup merfûdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعَلِيِّ - الْكَب۪يرِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذٰلِكُمْ بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ

 

Ayet takdiri  لا ليس ثمّة خروج من النار بسبب كفركم olan söz için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ ‘un mübteda olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  بِاَنَّـهُٓ اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ  cümlesi, masdar teviliyle mahzuf habere mütealliktir.

Masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اَنَّ ’nin haberi olan  اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْ  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  دُعِيَ اللّٰهُ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  كَفَرْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بِاَنَّـهُٓ ‘deki  بِ  sebebiyyedir. Yani, ‘Allah'ın birliğine çağrıldıkları zamanki inkârları sebebiyle’ demektir. (Âşûr)  

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî  Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اِذَا  zaman zarfı, burada geçmiş zaman için kullanılmıştır. Çünkü onların Allah’a çağrılışları ve Allah’ın vahdaniyyetini inkâr edişleri dünya hayatında vaki olmuştur. Onların inkar edişleri ile neticelenen Allah’ın birliğine davet edilişleri azaba düçar olmalarının sebebi olmuştur. (Âşûr)  

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tahkir ifade eder. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Burada tarîz ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)

دُعِيَ  fiilinin naib-i failinin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması tehdidi artırmak içindir.

دُعِيَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

اِذَا ’dan sonra şart fiili olarak muzari fiil yerine mazi gelmesi tek olan Allaha davetin hak olması sebebiyledir. Bu durumda onlar eğer Allah’a şirk koşulsa hemen inanırlardı sözündeki ihtimal vurgusunun aksine tek olan Allah’a davet edilmeleri ve inkârları gerçekleşmiş gibi bir ifade vardır.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 99)

 

وَاِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُواۜ 

 

Ayetteki ikinci şart cümlesi  ذٰلِكُمْ ’nin haberi olan cümleye وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesi olan  يُشْرَكْ بِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  تُؤْمِنُواۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Fiillerin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. 

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

Ayette, “Muhataba beklemediği şekilde karşılık veya soru soran kişiye arzulamadığı bir cevap vermektir’’ şeklinde tarif edilen üslub-u hakim sanatı vardır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

دُعِيَ  ve  يُشْرَكْ  fiilleri meçhul olarak gelmiştir. Çünkü davet edenin kimliği değil tevhide çağrılmak ön plana çıkarılmak istenmiştir. Tek olan Allah’a şirk koşulmasında da failin bilinmesinin bir faydası yoktur.

اِذَا دُعِيَ اللّٰهُ وَحْدَهُ كَفَرْتُمْۚ  cümlesiyle  اِنْ يُشْرَكْ بِه۪ تُؤْمِنُوا  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

يُشْرَكْ  -  كَفَرْتُمْۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîrتُؤْمِنُواۜ - كَفَرْتُمْۚ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُشْرَكْ  -  دُعِيَ  kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanat vardır.

اِذَا  -  اِنْ  edatları arasında güzel bir iltifat sanatı ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


فَالْحُكْمُ لِلّٰهِ الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ

 

 فَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.

الْحُكْمُ  kelimesinin elif lam ile marifeliği cins içindir. (Âşûr)

لِلّٰهِ  lafzındaki  لِ  tahsis ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

Kasr-ı hakikidir. (Âşûr) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lafz-ı celâl için sıfat olan  الْعَلِيِّ -  الْكَب۪يرِ  kelimeleri mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

الْعَلِيِّ الْكَب۪يرِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı ve bu sıfatların ayetle anlam uyumunda teşâbüh-i etrâf sanatı vardır.  Bu iki sıfatın aralarında  و  olmaması, mevsûfta, her ikisinin birden mevcudiyetine işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için  لِلّٰهِ  isminde tecrîd, tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Zamir makamında Allah isminin zahir olarak zikredilmesi, tehdidi ve mehabeti artırmak içindir.

Burada  الْعَلِيِّ  ve الْكَب۪يرِ  kelimelerinin seçimi de ancak böyle bir zatın hükmünün geçerli olabileceğine açıkça delalet eder. Kâinata sadece  عَلِيِّ  olan, kendisinden daha  الْعَلِيِّ  birinin olmadığı, sadece kendisinin الْكَب۪يرِ  olduğu, kendisinden daha كَب۪يرِ  birinin olmadığı zat sâhip olabilir. İşte bütün bu manalar tercihinizin fasit olduğuna hafî delillerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 100)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)

الْعَلِيِّ ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212)
Mü'min Sûresi 13. Ayet

هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقاًۜ وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ  ...


O, size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O’na yönelen, düşünüp ibret alır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُوَ O’dur
2 الَّذِي ki
3 يُرِيكُمْ size gösteriyor ر ا ي
4 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
5 وَيُنَزِّلُ ve indiriyor ن ز ل
6 لَكُمْ sizin için
7 مِنَ -ten
8 السَّمَاءِ gök- س م و
9 رِزْقًا rızık ر ز ق
10 وَمَا ve
11 يَتَذَكَّرُ öğüt almaz ذ ك ر
12 إِلَّا başkası
13 مَنْ kimseden
14 يُنِيبُ (O’na) yönelen ن و ب

Bir önceki âyetin sonunda Allah, zâtını “yüce ve ulu” şeklinde nitelemişti; burada ise kendi yüceliği ve ululuğunun bazı kanıtlarını göstermektedir. “İşaretler” (âyât), Allah’ın varlığına, birliğine, yaratıp yönetmesine delâlet eden varlık ve olaylar; “gökten indirilen rızık” ise gerek insanların gerekse bitkilerin ve hayvanların yararlandığı yağmurdur. Burada ayrıca insanın zihnini ve gönlünü bu ilâhî işaretlere açık tutup onlardan gerekli sonuçları çıkarması, bunun için samimi bir yöneliş ve arayış içinde olması, içten bir bağlılıkla Allah’a yönelip O’na kulluk ve dua etmesi gerektiği de belirtilmektedir.

O’nun dereceleri yüksektir” diye çevirdiğimiz refîu’d-derecât tamla­masındaki refî‘ kelimesi hem “yüksek” hem de “yükselten” anlamına geldiğinden âyetin bu bölümü iki farklı şekilde yorumlanmıştır (meselâ bk. Râzî, XXVII, 42-43; Şevkânî, IV, 555; İbn Âşûr, XXIV, 106-107): 

a) “Allah’ın dereceleri yüksektir”; yani Allah, kendisinin saygınlığını ve yüceliğini gösteren sayılamayacak derecede üstün niteliklere sahiptir; bu sebeple dua ve ibadete de ancak O lâyıktır; O’nu bırakarak hangi türden olursa olsun asla O’nun derecesine ulaşması düşünülemeyecek varlıkları tanrı yerine koyup onlara tapmak akıl ve iz‘anla bağdaşmaz. b) “Allah, dereceleri yükseltendir”; meleklerin, peygamberlerin, sevdiği ve himayesine aldığı diğer kullarının derecesini yükselten O’dur. Şu halde maddî ve manevî alanda sağlıklı ve hayırlı gelişme de ancak O’nun lutuf ve inâyetiyle mümkündür. Çünkü O, “Arşın sahibidir”; yani mutlak hükümranlık O’nundur, bütün varlık ve olayların yönetimi ve nihaî kaderi O’nun elindedir. 

Râzî, 15. âyet metninde vahyin “ruh” kelimesiyle ifade edilmesini özetle şöyle açıklar: “Ruhlar, ilâhî bilgiler ve kutsal hakikatlerle hayat kazanır; vahiy ruhlara bu bilgileri ve hakikatleri kazandırdığı için ruh diye anılmıştır. Ruh, canlı olmanın sebebi, vahiy ise belirtilen mânevî hayata ulaşmanın sebebidir” (XXVII, 44). Yüce Allah, kullarından dilediğine, yani peygamberlerine vahiy indirmek suretiyle dinî ve ahlâkî hayatları bakımından bireyler ve toplumlar için bir ruh ve can değerinde olan lutufta bulunmuş olmaktadır. Son ilâhî vahiy olan Kur’an da bu anlamda ruh olarak isimlendirilmiştir (Zuhruf 42/52). 

Âhiret gününde bütün yaratılmışlar veya semavî varlıklarla dünyevî varlıklar ya da yaratıcıyla kulları bir araya geleceği için 15. âyette o gün “buluşma günü” şeklinde nitelendirilmiştir. Bu buluşmayı, zalimlerle mazlumların veya insanlarla onların dünyadayken yaptıkları işlerin buluşması olarak açıklayanlar da vardır (Zemahşerî, III, 365; Şevkânî, IV, 555; İbn Âşûr, XXIV, 109). 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 646-647

هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقاًۜ

 

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُر۪يكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُر۪يكُمْ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰيَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُر۪يكُمْ  bilmek anlamında kalp fillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَزِّلُ  atıf harfi  وَ ‘la  يُر۪يكُمْ ‘e matuftur.  يُنَزِّلُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  لَكُمْ  car mecruru  رِزْقاً ‘nın mahzuf haline mütealliktir.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  يُنَزِّلُ  fiiline mütealliktir.  رِزْقاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يُر۪يكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رأي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

يُنَزِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ

 

وَ  itiraziyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَتَذَكَّرُ  damme ile merfû muzaridir. اِلَّا  hasr edatıdır. مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  يَتَذَكَّرُ ‘nin faili olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُن۪يبُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُن۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

يُن۪يبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

يَتَذَكَّرُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim, teşrif kastının yanında, sıla cümlesindeki habere dikkat çekmek içindir.

Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam/2)

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

اٰيَاتِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetler için tazim, teşrif ifade eder.

Ayetin başındaki هُوَ  zamiri, önceki ayette geçen Allah lafzına aittir. Ayetin böyle zamirle başlama sebebi, önceki kelamı devam ettirmek ve orada icmâlî olarak zikredilen hususu tafsilatlandırmak içindir. Böylece konu devam ederken, vahdaniyetine davet edildiğinizde küfrettiğiniz, şirk koşulduğunda inandığınız yüce Allah’ın tecellilerinin beyanına geçiş yapılmıştır.

İsm-i mevsûl haber olduğu için kendisinden sonra gelen sıla cümleleri de haber konumundadır. Bunlar tek başına Peygamberimiz için hüccet olabilecek ayetlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 102)


 وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقاًۜ

 

Aynı üslupta gelen cümle atıf harfi  وَ ‘la, sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Gökyüzünden rızkın indirilişinden murad, yağmurun yağmasıdır. Çünkü yağmurun kendisi, bizzat rızkın sebebidir. Bu ayeti kerime, şükran ve minnet manaları ile idmâc edilmiştir. Bu sebeple ardından  وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ  ifadesi gelmiştir. (Âşûr) 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. مِنَ السَّمَٓاءِ  ve  لَكُمْ  car mecrurları  يُنَزِّلُ  fiiline mütealliktir ve önemine binaen mefûle takdim edilmiştir. 

Mef’ûl olan  رِزْقاً ’daki tenvin tazim, kesret ve nev ifade etmektedir.

وَيُنَزِّلُ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ رِزْقاًۜ [Gökten rızık indirir] ifadesinde müsebbebiyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Müsebbep, diğer bir deyişle sonuç zikredilmiş ama sebep kastedilmiştir. Zikr-i müsebbep irade-i sebep de denir. Bu ibare mübalağa ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi


وَمَا يَتَذَكَّرُ اِلَّا مَنْ يُن۪يبُ

 

 

Ayetin son cümlesi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  يُن۪يبُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.

Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

Bu ayetlerde muzari fiil, bu olayların bizi sarıp sarmaladığına işaret eder. Biz itaat ederek hamd ile tesbih etmezsek, kerhen hamd ile tesbih ederiz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 103)

 
Mü'min Sûresi 14. Ayet

فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ  ...


O hâlde, kâfirlerin hoşuna gitmese de, siz dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَادْعُوا o halde çağırın د ع و
2 اللَّهَ Allah’a
3 مُخْلِصِينَ halis kılarak خ ل ص
4 لَهُ yalnız O’na
5 الدِّينَ dini د ي ن
6 وَلَوْ şayet
7 كَرِهَ hoşuna gitmese de ك ر ه
8 الْكَافِرُونَ kafirlerin ك ف ر
Riyazus Salihin, 1420 Nolu Hadis
Abdullah İbni’z-Zübeyr radıyallahu anh namazdan sonra selâm verince her defasında şöyle derdi:
“Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr; lâ havle velâ kuvvete illâ billâh; lâ ilâhe illallahu velâ na‘büdü illâ iyyâh; lehü’n-ni‘metü ve lehü’l-fazlu ve lehü’s-senâü’l-hasen; lâ ilâhe illallahu muhlisîne lehü’d-dîne velev kerihe’l-kâfirûn: Allah’tan başka ilâh yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter. Günahtan kaçacak güç, ibadet edecek kuvvet ancak Allah’ın yardımıyla kazanılabilir. Allah’tan başka ibadete lâyık bir ilâh yoktur. Biz yalnız O’na ibadet ederiz. Sahip olduğumuz nimet ve lutuf O’nundur. En güzel medh ü senâ O’na yakışır. Kâfirler hoşlanmasa bile, bütün samimiyetimizle, Allah’tan başka ilâh yoktur, deriz”.
Abdullah İbni’z-Zübeyr, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in her namazdan sonra bu sözlerle zikrettiğini söyledi.
(Müslim, Mesâcid 139, 140. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 25; Nesâî, Sehv 34 )

فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ

 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن أردتم رضا الله (Allah'ın rızasını isterseniz) şeklindedir.

Fiil cümlesidir. ادْعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مُخْلِص۪ينَ  kelimesi  ادْعُوا ‘nun failinin hali olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَهُ  car mecruru  مُخْلِص۪ينَ ‘e mütealliktir.  الدّ۪ينَ  ismi-i fail  مُخْلِص۪ينَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.  2. Haber olmalıdır.  3. Sıfat olmalıdır.  4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.  6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir.Burada  مُخْلِص۪ينَ  hal konumundadır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

مُخْلِص۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

 

وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ  hal cümlesidir. وَ  haliyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.

كَرِهَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْكَافِرُونَ  fail olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

الْكَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri  إن أردتم رضا الله (Allah'ın rızasını isterseniz.) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebi inşâî isnaddır. 

مُخْلِص۪ينَ  kelimesi,  ادْعُوا  fiilinin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , ihtimam için mef'ûl olan  الدّ۪ينَۚ ’ye takdim edilmiştir.

ادْعُوا  fiilinin failinden hal olan  مُخْلِص۪ينَ , ism-i fail kalıbındadır.  الدّ۪ينَ ’yi mef'ûl,  لَهُ ’yu harf-i cer olarak alabilmesi bu sayededir.

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90, Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

فَادْعُوا - مُخْلِص۪ينَ - الدّ۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Buradaki  فَ ’nin fesahat ve inanç bakımından çok önemli bir yeri vardır, çünkü üç sıla cümlesinden sonra bu dua emri gelmiştir. Allah’ın ayetlerini gösterdiği ve onları gören kişi, hemen bu ayetlerin arkasında yatan asıl unsuru, yani Allah’ı görür. Yağmurun nasıl rızka dönüştüğünü anlar, bunun üzerinde düşünür ve O’na yönelir; düşünür, delil çıkarır, yakînen inanır; hiç vakit geçirmeden dini sadece O’na has kılarak Rabbine yönelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 104)

En mühim olan şey, dinlerin ve bedenlerin faydasına olan şeyi görüp gözetmektir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak, kulların dinlerinin faydasına olan şeyi, beyyinelerini ve ayetlerini açıklamak suretiyle; bedenlerinin faydasına olan şeyi de, rızıklarını gökten indirmek suretiyle görüp gözetmiştir. Dinlere göre, ayet ve delillerin konumu; bedenlere göre rızıkların konumu gibidir. O halde ayetler dinlerin hayatiyeti; rızıklar da, bedenlerin hayatiyeti için vazgeçilmezdir. Bu iki şey tahakkuk ettiği an, nimet verme işi en mükemmel ve tam bir biçimde tahakkuk etmiş olur. (Fahreddin er-Râzî) 

  

وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

 

وَ  haliyyedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  كَرِهَ الْكَافِرُونَ  cümlesi şarttır. 

Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

كَافِرُونَ - مُخْلِص۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Mü'min Sûresi 15. Ayet

رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ  ...


O, dereceleri hakkıyla yükseltendir, Arş’ın sahibidir. Buluşma günü hakkında (insanları) uyarmak için, irâdesiyle ilgili vahyi kullarından dilediğine, kendi indirir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رَفِيعُ yükselten ر ف ع
2 الدَّرَجَاتِ dereceleri د ر ج
3 ذُو sahibi
4 الْعَرْشِ Arş’ın ع ر ش
5 يُلْقِي indirir ل ق ي
6 الرُّوحَ ruhu ر و ح
7 مِنْ
8 أَمْرِهِ emrinden olan ا م ر
9 عَلَىٰ üzerine
10 مَنْ
11 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
12 مِنْ -ndan
13 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
14 لِيُنْذِرَ uyarmak için ن ذ ر
15 يَوْمَ gününe karşı ي و م
16 التَّلَاقِ buluşma ل ق ي

رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ 

 

İsim cümlesidir.  رَف۪يعُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  الله  şeklindedir. الدَّرَجَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

ذُوا  harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و ‘dır. Mahzuf mübtedanın ikinci haberidir. الْعَرْشِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ

 

يُلْقِي الرُّوحَ  cümlesi, mahzuf mübtedanın üçüncü haberi olarak mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir. يُلْقِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الرُّوحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنْ اَمْرِه۪  car mecruru  الرُّوحَ ‘un mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  عَلٰى  harf-i ceriyle يُلْقِي  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ عِبَادِ  car mecruru mahzuf aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi, يُنْذِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُلْقِي  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنْذِرَ  fetha ile mansub muzari filldir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri, الناس (insanlar) şeklindedir.  

يَوْمَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri, شدة يوم التلاق أو أهوال يوم التلاق  (Telâk gününün şiddeti veya korkusu) şeklindedir.  التَّلَاقِ  muzâfun ileyh olup mahzuf  يَ  üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  

يُلْقِي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لقي ’dir. 

يُنْذِرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ‘dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

رَف۪يعُ  sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ ذُوالْعَرْشِۚ  cümlesi, takdiri  الله  olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin izafetle marife olması veciz anlatımın (az sözle çok mana ifade etme) yanında tazim ifade eder.

ذُوالْعَرْشِۚ , takdiri  الله  olan mübtedanın ikinci haberidir. ذُو , beş isimden biri olduğu için وَ ’la merfû olmuştur.

يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ  cümlesi de üçüncü haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Bu âlemin ruhanîleri hususunda müşahede edilen hallerin en kıymetlisi, vahyin eserlerinin zuhur etmesidir. Vahiy de, şu dört ana unsur ile ancak tamam olur.

a) Gönderen (mursil). Bu, Allah (cc)'dır. İşte bundan dolayı O, vahyi ilkâ etme işini, kendisine nispet ederek, "Vahyi...ilkâ eder" demiştir.

b) Gönderi ve vahiy. Bu da, (bu ayette), er-rûh diye adlandırılan şeydir.

c) Allah'tan olan vahyin peygamberlere ulaşması, ancak melek vasıtasıyla mümkün olur ki, işte bu ayette bu hususa da sözüyle işaret edilmiştir. Binaenaleyh, ruhanî olan bu kısım da emr kelimesiyle ifade edilmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak da, ["Her semaya emrini vahyetti"] (Fussilet,12) ve ["Dikkat ediniz, emir de O'nundur, halk da.."] (A'raf, 54) buyurmuştur.

d) Allah'ın, vahyi kendilerine ilkâ ettiği peygamberler ki bu hususa da, bu ayette "kullarından kimi dilerse, ona.." buyurarak işaret edilmiştir. Bir beşinci temel husus da, peygamberlere bu vahyin ilkâ edilmesinin maksat ve gayesinin tayin edilmesidir. Binaenaleyh bütün bunlar, ilâhi mükâşefe ilimlerinden yüksek birtakım alamet ve işaretlere delalet eden çok ilginç bir tertiptir. (Fahreddin er-Râzî)  

يُلْقِي الرُّوحَ  ibaresi sebep alakasıyla mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Zemahşerî buna istiare-i tasrihiyye de demiştir. 

Burada vahiyden  رُّوحَ  diye bahsetmesi, ruhları diriltmesi sebebiyledir. Nasıl bedenleri ruhlar diriltiyorsa, ruhları da vahiy diriltir. Bedenlerde ruh olsa, ama bu ruhlarda “vahiy” manasındaki ruh olmasa, bu bedenler ruhlarıyla ölüdürler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 108)

الرُّوحَ , vahiyden kinayedir.  مِنْ اَمْرِه۪ ’deki  مِنْ  beyaniyye veya ibtidaiyyedir.  مِنْ عِبَادِه۪ ’deki  مِنْ  ise ba’diyet ifade eder. 

Burada Allah'ın bu iki vasfının zikredilmesi, ibadetin O'na tahsis edilmesini ve dinin O'na halis kılınmasını gerektiren O'nun yüce şanını ve muazzam hükümranlığını bildirmek içindir. Bu iki vasıf, ya anılan tahsislere kanıt olmak üzere zikredilmiştir. Zira Allah'ın hükümranlığı ve kudret kabzası altında meleklerin arşa yükseltilmesi ve arşın, ulvî (yüce) ve süfli (aşağı) âlemlerin etrafını kuşatmış olması, Allah'ın şanının yüceliğinin ve hükümranlığının büyüklüğünün sınırsız olmasını gerektirmektedir. Yahut anılan iki vasıf (melekleri arşa yükseltmek ile arşın sahibi olmak), Allah'ın şanının yüceliğini ve hükümranlığının büyüklüğünü mecaz yoluyla anlatmak içindir.(Ebüssuûd) 

يُلْقِي  fiilinde irsâd sanatı vardır.

Ayetteki  مِنْ ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları mevcuttur.

اَمْرِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması emre tazim ve teşrif ifade eder.

Mecrur mahaldeki  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü, عَلٰى  harfiyle birlikte  يُلْقِي  fiiline  mütealliktir. Sılası olan  يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  مِنْ عِبَادِه۪ , mahzuf aid zamirin mukadder haline mütealliktir. 

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garib birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada Allah'ın dilediğinden murad, elçiliği için ve hükümlerini insanlara tebliğ için seçtiği peygamberlerdir. Korkutandan murad, Allah'tır, yahut peygamberlerdir, yahut vahiydir.   (Ebüssuûd) 

Veciz ifade kastına matuf  عِبَادِه۪  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِۙ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle,  يُلْقِي  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَوْمَ التَّلَاقِ  kıyamet gününden veya hesap gününden kinayedir.

يَوْمَ  zaman zarfı يُنْذِرَ  fiiline mütealliktir.

يَوْمَ التَّلَاقِۙ ; kavuşma günüyle korkutmak ibaresinde mecazî isnad vardır. Gerçekte korkulacak olan gün değil, o günde görülecek azaptır.

دَّرَجَاتِ  -  رَف۪يعُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  مِنْ  - مَنْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

يُلْقِي - التَّلَاقِۙ  kelimelerinde iştikak cinası (Âşûr) ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Keşşâf sahibi şöyle der: "Bu ifadeler, ya ayetteki  رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ 'nin üç ayrı haberidir; ya da marife ve nekrelik açısından farklılık arzetmesine rağmen, mahzûf bir mübtedanın haberleridir. Medh üzere, nasb ile "Sıfatları yüce olan Allah'ı kastediyor, O'nu methediyorum" şeklinde de okunmuştur. Birinci sıfat,  رَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ  vasfıdır. Bil ki,  رَف۪يعُ  kelimesiyle ‘yükselten’ manasının kastedilmiş olması muhtemel olduğu gibi, ‘yüksek, yükselen’ manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. 

a) O'nun varlığı ve varlığının bütün sıfatları hususunda, kendisi dışında kalan her şeyden müstağnî olmasıdır. 

b) Kendisi dışında kalan her şeyin, varlığı ve varlığının sıfatları hususunda, O'na muhtaç olması.. O halde, ayetteki  رَف۪يعُ  kelimesini yüksek manasına alırsak, bunun manası, O, mevcudatın en üstünü, bütün celâl ve ikram sıfatları açısından en yücesidir olur. Yok eğer, bu kelimeyi, yükselten diye tefsir edersek, ayetin manası Kendisi dışında kalanlar için söz konusu olan her türlü derece, fazilet, rahmet ve şeref O'nun yaratması, var etmesi, fazlı ve rahmeti ile vücûd bulmuştur şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)  

Ayette, özellikle Arşın zikredilmesinin faydası ise, o Arşın, cisimlerin en büyüğü olmasıdır ki, bunun da maksadı, Cenab-ı Hakk'ın mükemmel Hanlığını, kudret, nüfuz ve hükümranlığını açıklamaktır. Binaenaleyh, kendisinde tasarruf ve tedbirde bulunulan mahal ve yer ne kadar üstün ve büyük olursa, bu mahallin, o kudretin mükemmel oluşuna delaleti de o nispette güçlü ve kuvvetli olur.(Fahreddin er-Râzî)    

Buradaki üç cümlecik haber olarak gelmiştir ve bunlarla birlikte mana genişlemiştir. Bunlar önceki ayetteki ayetlerini gösterir, sizin için semâdan rızık indirir, ona yönelenden başkası düşünmez sözlerinin benzerleridir. O halde dini O’na has kılarak Allah’a dua edin ayetinden sonra gelmiştir. Sanki [kâfirler kerih görse de] sözüyle O ki size ayetlerini gösterir ile başlayan haber bitmiştir. Sonra zamiri ile yeni bir haber başlamaktadır. Yani ayet  هورَف۪يعُ الدَّرَجَاتِ  şeklindedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 107)

 
Mü'min Sûresi 16. Ayet

يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۚ لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ  ...


O gün onlar ortaya çıkarlar. Onların hiçbir şeyi Allah’a gizli kalmaz. Bugün mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında tutan Allah’ındır

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ o gün ي و م
2 هُمْ onlar
3 بَارِزُونَ ortaya çıkarlar ب ر ز
4 لَا
5 يَخْفَىٰ gizli kalmaz خ ف ي
6 عَلَى
7 اللَّهِ Allah’a
8 مِنْهُمْ onlardan
9 شَيْءٌ hiçbir şey ش ي ا
10 لِمَنِ kimindir?
11 الْمُلْكُ mülk م ل ك
12 الْيَوْمَ bugün ي و م
13 لِلَّهِ Allah’ın
14 الْوَاحِدِ tek و ح د
15 الْقَهَّارِ ve kahhar ق ه ر

“Buluşma günü”nde yani âhirette olup biteceklerin bir özeti verilmektedir. Buna göre bütün insanlar, –dünyadayken yaptıkları eylemlerin hiçbiri Allah’a gizli kalmaksızın– yeniden hayat sahnesine çıkacaklar; kendisinden başka hiç kimsenin hükümranlık yetki ve imkânının bulunmadığı, sınırsız otorite sahibi, dolayısıyla tek ve mutlak hâkim olan Allah’ın âdil ve süratli yargılamasının sonunda hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmaksızın herkes dünyada yaptıklarının karşılığını bulacak; cenneti hak edenler cennete, cehennemi hak edenler cehenneme gönderilecektir. 

Bir yoruma göre bütün insanlar mahşerde toplandıklarında bir görevli, 16. âyetteki ifadesiyle “Bugün hükümranlık kimindir?” diye seslenecek; bunun üzerine mahşerde toplananların hepsi bir ağızdan, “Elbette tek ve mutlak hükümran olan Allah’ındır!” diye cevap vereceklerdir. Soru soranın bir melekler topluluğu, cevap verenin de başka bir melekler topluluğu veya soru soranın ve cevap verenin bizzat yüce Allah olacağı yönünde görüşler de vardır (Râzî, XXVII, 46-47). 16. âyette, insanların ya inanmadıkları için hiç hesaba katmadıkları veya inanmakla birlikte gaflet ve ihmalleri yüzünden yeterince dikkate almadıkları âhiret gerçeğiyle yüz yüze gelince hissedecekleri korku ve çaresizliğin, içine düşecekleri yalnızlık halinin veciz ve sarsıcı bir ifadesi yer almaktadır.

يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۚ

 

يَوْمَ  önceki ayetteki  يَوْمَ التَّلَاقِ ‘den bedel olup mansubdur.  هُمْ بَارِزُونَۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. بَارِزُونَ  haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

بَارِزُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi برز  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ

 

لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ  cümlesi, munfasıl zamir  هُمْ ‘ün ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَخْفٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru  يَخْفٰى  fiiline mütealliktir. 

مِنْهُمْ  car mecruru  شَيْءٌ ‘nün mahzuf haline mütealliktir. شَيْءٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur.


لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ

 

 

Mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقول الله: لمن الملك (Allah der ki: Mülk kimindir?) şeklindedir. 

İsim cümlesidir.  مَنِ  ism-i istifham ismi  لِ  harf-i ceriyle mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمُلْكُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı masdar  مُلْكُ ‘e mütealliktir.


لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

 

Başka bir mukadder sözün mekulü’l kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, يقول الله يجيب نفسه: الملك لله (Allah kendine cevap vererek der ki: Mülk Allah’ındır.) şeklindedir.

İsim cümlesdir.  لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. Takdiri,  مُلْكُ  (mülk) şeklindedir.  

الْوَاحِدِ  kelimesi  لِلّٰهِ ‘dan bedel olup mecrurdur. الْقَهَّارِ  kelimesi  الْوَاحِدِ ‘nin sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ هُمْ بَارِزُونَۚ 

 

يَوْمَ  önceki ayetteki  يَوْمَ التَّلَاقِۙ ’dan bedeli kül’dür. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  هُمْ بَارِزُونَ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

يَوْمَ  kıyamet gününden kinayedir.  يَوْمَ  kelimesinde zamana isnad vardır. İsnad gerçek merciye yapılmadığı için bu ifade mecaz-ı mürseldir.

بَارِزُونَۚ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 


لَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْهُمْ شَيْءٌۜ 

 

بَارِزُونَۚ ’deki zamirden hal olarak fasılla gelmiştir. Veya ikinci haberdir.

Menfi muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle, hâl-i müekkide olarak ıtnâbdır. Bu durumun sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. 

Hal; cümlede failin, mefulün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır. Müekkid hal ise, cümleye yeni bir mana yüklemeyip sadece kendinden önceki failin, mefulün ya da cümlenin manasını tekid eder. Müekkid hal ile medh, ta’zim, tahkir veya tehdit amaçlanır. (ŞIRNAK ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 2017/3 yıl: 8 cilt: VIII sayı: 18 s.174)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ  ve  مِنْهُمْ  car mecrurları, fail olan  شَيْءٌۜ ‘a takdim edilmiştir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. بَارِزُونَۚ  - يَخْفٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

لَا يَخْفٰى - بَارِزُونَۚ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَۜ 

 

Car mecrur olan  لِمَنِ , beyanî istînâf olarak fasıla gelen ve takdiri  يقول الله ( Allah der ki: ) olan mahzuf cümlenin mekulü’l-kavlidir. Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mekulü’l-kavl konumundaki cümle, istifham üslubunda talebî inşai isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikrar ve itiraf kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. 

مَنِ  soru harfi, harf-i cerle birlikte mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْكُ  muahhar mübtedadır.  الْيَوْمَۜ  zaman zarfı  الْمُلْكُ ’ye mütealliktir.

الْمُلْكُ  bütün cinslere işaret eden masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Masdar vezninde olması, müteallak olmasını sağlamıştır.

الْيَوْمَۜ  ayette önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 


 لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

 

Takdiri  يقول الله ( Allah der ki: )olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  

Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mahzuf  يقول  fiilinin mekulü’l-kavli olan لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ  cümlesi , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede mübtedanın mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, الملك لله (Mülk Allahındır) şeklindedir. Car mecrur  لِلّٰهِ , mahzuf habere mütealliktir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Lafz-ı celâl için iki sıfat olan  الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ  kelimelerinin aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Allah isminin ayette tekrarlanması telezzüz, teberrük ve hükmün illetini bildirmek içindir, ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 
Günün Mesajı
12. ayet, Cehennem ehlinin ileri süreceği ve önceki ayette ifade olunan mazeretlerin temelsiz ve geçersiz olduğunu beyan buyurmaktadır. Onların küfrü meseleleri bilmemekten, gerçeğin kendilerine tebliğ edilmemesinden değil, fakat gerçeği daha başka nefsani sebeplerle bilerek reddetmelerinden kaynaklanmaktadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsanın seçimleri ve öncelikleri, hayatına sonradan girenlerde ve sevdiklerinde önemli bir rol oynar. Yalnız fiziksel alemde değil, kalb aleminde de nasıl bir hayat yaşadığına ya da yaşamak istediğine uygun özelliklere sahip insanlarla çevrelenir. Böylece, konuştuğu konular ve bulunduğu mekanlar da belirlenir. Zamanla beraber bunların hepsi birbirini besler ve ayrılmaz parçalara dönüşür.

Allah’a teslim olan kul, zaruri haller dışında pis bir evin içine girmeyi istemeyeceği gibi Allah’ın nurundan nasibini alamamış bir kalbin içinde bulunmayı da ısrarla istememelidir. Zira; temiz olmayan kalpten geçenler ya temiz değildir, ya da temizlik sıfatını, bulunduğu yerdeki pisliklerden dolayı bir süre sonra kaybeder. Kişinin kendisi onlarla beraberken Rabbini daha az anar ve edinilen duaların çoğu temenniden öteye geçmeden yarım kalır. 

Bir yerde denilir ki: sağlığına ya da ışıklar içinde uyusun. Başka yerde ise denilir ki: Allah sağlık-sıhhat versin ya da Allah rahmet eylesin. Kulun, zamanının çoğunu nerede ve kimlerle geçirmeyi seçtiği önemlidir. Kalbindeki isteklerle dış alemindeki seçimlerinde tutarsızlık varsa müdahele etmelidir. Yoksa zamanla, kalbindeki istekler, nefse yenilir ve dış alemdeki seçimlerine uyum sağlar. Zira; örnekte de görüldüğü gibi günlük dualardan tut, bulunduğu mekanlara kadar hayatındaki etkisi büyüktür.

Ey Allahım! Kalplerimizi; rahmetin ile arındır, nurun ile güzelleştir. Samimiyetle Sana yönelen kullarından eyle ve öyle kullarını kalplerimize ve bizi de onların kalplerine yerleştir. Dünyada da, ahiretinde de; hayırlı kalplerde, hayırlı dualarda, hayırlarla anılanlardan olalım. Meleklerin dualarında buyurduğu gibi; bizi cennetine kabul buyur ve bizi kötü sonuçlardan koru ve bizi rahmetine mazhar kıl.

Amin.

***

Yeryüzünün herhangi bir yolundan iyi ya da kötü, doğru ya da yanlış ve rahat ya da zor olan bir çıkış yolu her zaman vardır. Kimisinin sonu ferahlığa, kimisininki ise karanlığa çıkar. Allah’ın emirleri ile bu ayrımı yapmak kolaydır. Bu yüzden de önemli olan Allah’ın rızasını gözeterek doğru yolda kalmak için devamlı surette mücadele vermektir. Yani kişinin hangi yolda ilerleyeceğine ya da yönünü değiştirip değiştirmemesi gerektiğine dair karar verirken nefsine mi (batıla teşvik eden) yoksa kalbine mi (hakikati hatırlatan) danıştığı önemlidir. 

Heva ve hevesine uyan bir kişinin gözünde sanki çıkış kapıları sınırsızdır. Öyle ki ömrü ve gücü tükenmeyecekmiş gibi yaşar. Kendi isteklerine öncelik vermeye o kadar odaklanır ve kendisine öyle bir değer biçer ki yaptıklarının bedelini ödemeden her şeyden bir şekilde sıyrılacağına inanır. Kur’an-ı Kerim’de Allah’a isyan edenlerin ahiretteki tutumlarını anlatan ayetleri okurken de aynı tabloya şahit olmak mümkündür. Allahım hakikati gördük, hatamızı anladık, bizi dünyaya geri gönder de telafi edelim gibi ifadeler kullanırlar. Bir çıkış kapısının olmadığını anlayınca da başkalarının daha çok azap görmesini dilerler. Sanki dünyadaki ahlaksızlık ya da kötülük anlayışları devam etmektedir. Artık tevbe kapısının kapanmasından dolayı tam anlamıyla çıkışı olmayan bir halin içindedirler.

İşte bu yüzden denilir ki: görüştüğün bir arkadaş, aldığın bir karar ya da başladığın bir iş ile yürümeyi seçtiğin yola iyi bak! Hiçbir kural yokmuş gibi davranarak sadece dünyaya hizmet eden ve ahiret huzurunu tehlikeye atan bir yolda kalmak için neden bu kadar ısrarcısın diye bir sor. Elbette her insan herhangi bir yolda yürüme hakkına sahiptir ama bir müslümanın sınırları vardır. Yok diyorsa bilgi de eksiklik mevcut demektir. Zira mümin için önemli olan Allah’a itaat ile iç ve dış dünyasını temiz tutarak O’nun huzuruna varmaktır. Pisliklerden korunmak için de her yola girmemesi, her taşa basmaması ve her eli tutmaması gerekir. 

Ey bütün yolların sahibi olan Allahım! Bizim yolumuzu ve sonumuzu karanlıklardan koru. Heva ve hevesimize uyarak sınırlarını görmezden gelme ve bunu bir marifet sayma gafletinden muhafaza buyur. Nurun ve hidayetin ile önümüzü ve kalplerimizi aydınlat ve iki cihanda da her yolumuzun sonunu selamete çıkar. Bizi, ahlaklarımızı ve bedenlerimizi, maddi ve manevi pisliklerden arındır. Yollarımızı, ibadetlerimizi, işlerimizi, arkadaşlarımızı, niyetlerimizi ve ahlaklarımızı; rahmetin ile iyi’leştir ve bizi takva sahibi iyilikte yarışan salih kulların arasına kat. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji