Mü'min Sûresi 29. Ayet

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ  ...

“Ey kavmim! Bugün yeryüzüne hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama başımıza geldiğinde bizi, Allah’ın azabından kim kurtarır?” Firavun, “Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 لَكُمُ sizindir
3 الْمُلْكُ mülk م ل ك
4 الْيَوْمَ bugün ي و م
5 ظَاهِرِينَ hakimsiniz ظ ه ر
6 فِي
7 الْأَرْضِ yeryüzüne ا ر ض
8 فَمَنْ kim
9 يَنْصُرُنَا bizi kurtarır? ن ص ر
10 مِنْ -ndan
11 بَأْسِ hışmı- ب ا س
12 اللَّهِ Allâh’ın
13 إِنْ eğer
14 جَاءَنَا bize gelirse ج ي ا
15 قَالَ dedi ق و ل
16 فِرْعَوْنُ Fir’avn
17 مَا
18 أُرِيكُمْ ben size göstermiyorum ر ا ي
19 إِلَّا başkasını
20 مَا şeyden
21 أَرَىٰ gördüğüm ر ا ي
22 وَمَا ve
23 أَهْدِيكُمْ ben sizi iletmem ه د ي
24 إِلَّا başkasına
25 سَبِيلَ yoldan س ب ل
26 الرَّشَادِ doğru ر ش د
 

Firavun’un ailesinden olduğu bildirilen bu mümin kişinin, Firavun’un amcasının oğlu, Kıptî asıllı biri olduğu rivayet edilir (Zemahşerî, III, 368; Râzî, XXVII, 58). İbn Âşûr’a göre ismi bilinmeyen bu kişi muhtemelen dinî arayışı olan, bu hususta düşünüp taşınan aklı selim sahibi ve erdemli biriydi. Mûsâ’nın davetini öğrendiğinde aradığı gerçeği bulduğunu düşünmüş ve ona iman etmiştir. Daha sonra Firavun’un Mûsâ’yı öldürmeye karar verdiğini öğrenince onun huzuruna çıkarak kendisini bu kararından vazgeçirmek istemiş, Firavun ise kendi toplumundan olduğu için onu suçlamamış, aksine tavsiyesini dikkate almıştır. İbn Âşûr, Tevrat’ın Çıkış kitabında (10/7) geçen, “Ve Firavun’un kulları kendisine dönüp dediler: Ne vakte kadar bu adam bize tuzak olacak? Adamları salıver de Allahları rabbe ibadet etsinler...” ifadesiyle bu zata işaret edildiği kanaatindedir (XXIV, 128-129). 

Ukbe b. Ebû Muayt isimli putperestin, Kâbe’de bulunan Hz. Peygam­ber’e saldırarak boğazına sarıldığını gören Hz. Ebû Bekir, saldırganı ellerinden yakalayarak Resûllah’ı kurtarmış; daha sonra burada kendisinden bahsedilen mümin kişinin sözlerini nakleden âyetin, “Adamı, ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz? Oysa o size rabbinizden âyetler getirmiştir” meâlindeki bölümünü aynen tekrarlamıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 40/1; Müsned, II, 204). Hz. Ali’nin, “Allah’a yemin ederim ki Ebû Bekir’in davranışı Firavun ailesinden olan mümin kişininkinden daha da önemlidir. Çünkü o kişi imanını saklamıştı, oysa Ebû Bekir inandığını açıkça ifade etmiş, malını ve canını bu yola adamıştır” dediği rivayet edilir (Bezzâr, III, 15). 

Mümin kişinin, Mûsâ ile ilgili olarak “Eğer yalancı biriyse yalanı kendi zararınadır; ama eğer doğru söylüyorsa size bildirip uyardığı şeyin bir kısmı başınıza gelecektir” ifadesi, Mûsâ’nın ortaya koyduğu gerçekler hakkında kuşkusu olduğu anlamına gelmez. Bu ifadesiyle o, Firavun ve taraftarlarının fevrî davranarak Mûsâ’yı öldürmelerini önlemeyi, onun tebliğleri hakkında soğuk kanlı ve sağlıklı olarak düşündükten sonra bir karar vermelerini sağlamayı amaçlamıştı. Bu ifade, aynı zamanda farklı bir düşünce ve inanç ortaya koyanlar karşısında ölçülü, soğukkanlı davranmak, sağ duyuyla hareket etmek; bunların doğruluğu ve yanlışlığı üzerinde düşünüp taşındıktan sonra bir karara varmak ve tavır belirlemek gerektiği yönünde genel bir ders ve uyarı anlamı taşımaktadır. 29. âyet ise siyasî güç ve hâkimiyetin, zorbalık, baskı ve haksızlık aracı olarak kullanılmaması gerektiğini; aksine davranmakta ısrar edenlerin, sonunda ilâhî cezaya çarptırılmalarının kaçınılmaz olduğunu hatırlatması bakımından son derece önemlidir.

Firavun’un, “Ben sadece kendi gördüğümü size gösteriyorum ve sizi yalnızca doğru yola yönlendiriyorum” şeklindeki ifadesinden, mümin kişinin söylediklerinin başkaları tarafından haklı görüldüğü veya en azından Firavun’un Mûsâ’yı öldürme düşüncesinin doğru olup olmadığı konusunda onların zihninde tereddüt uyandırdığı anlaşılmaktadır. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 656-658
 
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur :”Cenab-ı Hakk’ın yönetici yaptığı bir kimse, yönettiği insanları aldatarak ölürse ,Allah Teala ona cennet yüzü göstermez .”(Buhari ,Ahkam 8; Müslim ,İman 227-228, İmare 21).
 

  Raşede رشد :   رَشَدٌ ve رُشْدٌ sözcükleri, غَيٌّ 'ın yani sapıklığın zıddı olup hidayet anlamında kullanılır. Bazıları رَشَدٌ sözcüğünün, رُشْدٌ'den daha özel anlamlı olduğunu ifade etmişlerdir. Çünkü rüşd رُشْدٌ, hem dünyevi hem de uhrevi işlerle ilgili kullanılırken, رَشَدٌ sözcüğü ise yalnızca uhrevi işlerle ilgili kullanılır.

  رَشِيدٌ ve راشِدٌ formlarına gelince bunlar her ikisi için de kullanılmaktadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 19 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Reşid, mürşit, rüşt, irşad, rüşdiye ve Râşid'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ 

 

İsim cümlesidir.  يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَكُمُ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. الْمُلْكُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْيَوْمَ  zaman zarfı mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. 

ظَاهِر۪ينَ  kelimesi  لَكُمُ ‘deki zamirin hali olup nasb alameti ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْاَرْضِ   car mecruru  ظَاهِر۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاء بأس الله (Allah'ın azabı gelirse) şeklindedir.

مَنْ  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَنْصُرُنَا  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَنْصُرُنَا  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ بَأْسِ  car mecruru  يَنْصُرُنَا  fiiline mütealliktir. اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَنَا  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ظَاهِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظهر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  فِرْعَوْنُ  fail olup gayri munsariftir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli,  مَٓا اُر۪يكُمْ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اُر۪يكُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  birinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen  mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَرٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَرٰى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  َأنا ‘ dir. 

مَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ  cümlesi atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَهْد۪يكُمْ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  birinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. سَب۪يلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الرَّشَادِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

يَا قَوْمِ لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzafun ileyhten ivazdır. 

Nidanın cevabı olan  لَكُمُ الْمُلْكُ الْيَوْمَ ظَاهِر۪ينَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır. لَكُمُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمُلْكُ , muahhar mübtedadır. Cümledeki takdim, kasr ifade etmiştir. Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

ظَاهِر۪ينَ  kelimesi  لَكُمُ ‘deki zamirin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.   

Müsned, mukaddem olması gereken mübteda şeklindeki müsnedün ileyhin önüne geçerse bu dizilişin ifade ettiği bazı belaği sırlar vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada ilk dikkati çeken şey, kelamın nida harfi ile başlamasıdır. Ayrıca buradaki nida harfi, uzak için kullanılan nida harfidir. Bu tercihte söyleyeceği sözün ve mananın çok önemli olduğuna işaret vardır. Çünkü nida eden kişi, nida edilen kişinin yanına gelmesini ister ki söyleyeceği şeyi duysun. İnsan sadece önemli ve değer verdiği şeyleri nida ederek söyler. Diğer yandan burada nida harfinden sonra kavmim sözü gelmiştir. Onları kavmi olmakla nitelendirmiştir. Kendisi de onlardandır. Dolayısıyla bu kişi kavminin menfaati, kavmi de onun menfaati için çalışır. Böylece kavmim kelimesi aralarındaki sıkı ilişkiye işaret eder. Her ikisi de birbirinden zararı def etmek için çalışırlar. Burada bu kişi kavmini büyük bir belaya karşı uyarmaktadır ki ne kavmin, ne de bu kişinin bu belayı def etmeye gücü yetmez. Bütün bu manaları aynı anda ifade etmesi için burada kavmim sözü tercih edilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 165)

Burada  لَكُمُ الْمُلْكُ  sözünde,  لَكُمُ ‘ün takdimi sebebiyle ihtisas vardır. Ayrıca bu sözde kibirlenmeye, izzetini, saltanatını, diktatörlüğünü ve üstünlüğünü korumaya işaretler vardır. Kişinin hayatında vatanının aziz, galip, kadir olmasından, bunu korumaya yönelik yaşamasından ve düşmanına galip gelmesinden daha önemli birşey yoktur. Yine kişi için vatanında zelil, mağlup olarak başkasının hakimiyeti altında yaşamaktan daha kötü birşey yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 166)

Burada  الْيَوْمَ  kelimesi, nekre olarak değil marife olarak gelmiştir. Bu da onların bu görünür mülkünün, izzetinin ve galip oluşunun herhangi bir güne mahsus değil, genel bir hal olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 166)


 فَمَنْ يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ اِنْ جَٓاءَنَاۜ 

 

Rabıta harfi  فَ  , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olsa da cümlenin meydan okuma, korkutma anlamında olduğu açıktır. Soru anlamından çıkan bu terkip mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Takdiri;  إن جاء بأس الله (Allah’ın azabı gelirse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda inşâî isnaddır. 

مَنْ  istifham harfi, ref mahallinde mübtedadır.  يَنْصُرُنَا مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ  cümlesi, haberdir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ بَأْسِ اللّٰهِ  car mecruru  يَنْصُرُنَا  fiiline mütealliktir. 

اِنْ جَٓاءَنَا  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.  

بَأْسِ اللّٰهِ   izafeti veciz ifade ile birlikte muzâfa tazim ifade eder.

مَنْ  ve مِنْ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


قَالَ فِرْعَوْنُ مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Ayet müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَٓا اُر۪يكُمْ اِلَّا مَٓا اَرٰى cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır.

İstisna harfi  اِلَّا  ve  nefy harfi  مَا  ile oluşmuş, iki tekid hükmündeki kasr, cümleyi tekid ederek olumluya çevirmiştir. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ’nın sılası olan  اَرٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Cümledeki ikinci  مَٓا  müşterek ism-i mevsûl,  مَٓا اُر۪يكُمْ  fiilinin mef’ûludür. İki  مَٓا  arasında tam cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 مَٓا اُر۪يكُمْ  cümlesiyle  اَرٰى  cümlesi arasında mukabele sanatı, bu iki fiil arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

[Ben size ancak gördüğümü gösteriyorum…] diye cevap vermiştir. Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem'in açıklamasına göre: ‘’Benim size gösterdiğim yol kendim için uygun gördüğüm yoldan başkası değildir’’. (Kurtubi)

Bu cümle وَ  bağlacı olmaksızın gelmiştir. Çünkü mümin kişinin sözüne cevaptır. Ama bundan sonraki ayet  وَ  harfiyle başlamıştır. Bunda da mümin kişinin Firavun’la konuşmaya devam etmek istemediğine işaret vardır. Yani, o başka bir makamda konuşmasına devam etmiştir. Bu yüzden araya  وَ  harfi girmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 168)


 وَمَٓا اَهْد۪يكُمْ اِلَّا سَب۪يلَ الرَّشَادِ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelam olan cümlede kasr sebebiyle, bir olumlu bir de olumsuz mana vardır. İstisna harfi  اِلَّا  ve  nefy harfi  مَا  ile oluşmuş, iki tekid hükmündeki kasr, cümleyi tekid etmiştir.  سَب۪يلَ الرَّشَادِ  izafetiاَهْد۪يكُمْ ‘un ikinci mef’ûldür. 

Kasr, fiille mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani, fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Ya da faille mef’ûl arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir.

اَهْد۪يكُمْ - الرَّشَادِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Firavun dedi: Size ancak kendi gördüğümü gösteriyorum. Onu işaret ediyorum, öldürülmesini doğru buluyorum, ben ancak doğru bildiğim şeyi size bildiriyorum; bu konuda kalbimle dilim birbiriyle uyuşmaktadır (içim dışım birdir). (Sizi ancak doğru yola iletiyorum). الرَّشَّادِ  şeklinde de okunmuştur ki, mübalağa olur,  رشيدا 'den gelir,  علّام allam veznindedir ya da  رشَدَ 'den gelir bu da  عبّاد  veznindedir,  ارشَدِ 'den değildir. Bu ikincisi kıyasî değil, semâîdir. (Beyzâvî)

Burada  سَب۪يلَ  kelimesi amel manasında müsteardır. Karine de  الرَّشادِ  kelimesine muzâf olmasıdır. Yani, ben size sadece içinde hidayet bulunan bir amel ile nasihat ediyorum. Böylece adeta müminlerin sözlerinin saçma sapan sözler olduğunu öne sürmektedir.  (Âşûr)

Firavun, onun nasihatini dinledikten sonra dedi ki: Ben size ancak doğru bildiğimi öldürülmesini işaret ediyorum ve size ancak doğruyu sağlık veriyorum. Yahut ben size ancak bildiğimi söylüyorum ve sizden bir şey gizlemiyorum.

Fakat Firavun, bu sözünde de yalan söylüyordu. Çünkü büyük bir korku içindeydi, ama sahte bir celadet gösteriyordu. Zaten öyle olmasaydı, kimseye de bir şey danışmazdı. (Ebüssuûd)