Mü'min Sûresi 28. Ayet

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  ...

Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü’min bir adam şöyle dedi: “Rabbim Allah’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve (şöyle) dedi ق و ل
2 رَجُلٌ bir adam ر ج ل
3 مُؤْمِنٌ mü’min ا م ن
4 مِنْ -nden
5 الِ ailesi- ا و ل
6 فِرْعَوْنَ Fir’avn
7 يَكْتُمُ gizleyen ك ت م
8 إِيمَانَهُ imanını ا م ن
9 أَتَقْتُلُونَ öldürüyor musunuz? ق ت ل
10 رَجُلًا bir adamı ر ج ل
11 أَنْ diye
12 يَقُولَ diyor ق و ل
13 رَبِّيَ Rabbim ر ب ب
14 اللَّهُ Allah’tır
15 وَقَدْ oysa gerçekten
16 جَاءَكُمْ size gelmiştir ج ي ا
17 بِالْبَيِّنَاتِ kanıtlarla ب ي ن
18 مِنْ -den
19 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
20 وَإِنْ ve eğer
21 يَكُ o ise ك و ن
22 كَاذِبًا bir yalancı ك ذ ب
23 فَعَلَيْهِ kendi zararınadır
24 كَذِبُهُ yalanı ك ذ ب
25 وَإِنْ ve eğer
26 يَكُ o ise ك و ن
27 صَادِقًا doğru söylüyor ص د ق
28 يُصِبْكُمْ başınıza gelir ص و ب
29 بَعْضُ bir kısmı ب ع ض
30 الَّذِي
31 يَعِدُكُمْ size va’dettiklerinin و ع د
32 إِنَّ şüphesiz
33 اللَّهَ Allah
34 لَا
35 يَهْدِي doğru yola iletmez ه د ي
36 مَنْ kimseyi
37 هُوَ o
38 مُسْرِفٌ aşırı giden س ر ف
39 كَذَّابٌ yalancı ك ذ ب
 

Firavun’un ailesinden olduğu bildirilen bu mümin kişinin, Firavun’un amcasının oğlu, Kıptî asıllı biri olduğu rivayet edilir (Zemahşerî, III, 368; Râzî, XXVII, 58). İbn Âşûr’a göre ismi bilinmeyen bu kişi muhtemelen dinî arayışı olan, bu hususta düşünüp taşınan aklı selim sahibi ve erdemli biriydi. Mûsâ’nın davetini öğrendiğinde aradığı gerçeği bulduğunu düşünmüş ve ona iman etmiştir. Daha sonra Firavun’un Mûsâ’yı öldürmeye karar verdiğini öğrenince onun huzuruna çıkarak kendisini bu kararından vazgeçirmek istemiş, Firavun ise kendi toplumundan olduğu için onu suçlamamış, aksine tavsiyesini dikkate almıştır. İbn Âşûr, Tevrat’ın Çıkış kitabında (10/7) geçen, “Ve Firavun’un kulları kendisine dönüp dediler: Ne vakte kadar bu adam bize tuzak olacak? Adamları salıver de Allahları rabbe ibadet etsinler...” ifadesiyle bu zata işaret edildiği kanaatindedir (XXIV, 128-129). 

Ukbe b. Ebû Muayt isimli putperestin, Kâbe’de bulunan Hz. Peygam­ber’e saldırarak boğazına sarıldığını gören Hz. Ebû Bekir, saldırganı ellerinden yakalayarak Resûllah’ı kurtarmış; daha sonra burada kendisinden bahsedilen mümin kişinin sözlerini nakleden âyetin, “Adamı, ‘Rabbim Allah’tır’ dediği için öldürecek misiniz? Oysa o size rabbinizden âyetler getirmiştir” meâlindeki bölümünü aynen tekrarlamıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 40/1; Müsned, II, 204). Hz. Ali’nin, “Allah’a yemin ederim ki Ebû Bekir’in davranışı Firavun ailesinden olan mümin kişininkinden daha da önemlidir. Çünkü o kişi imanını saklamıştı, oysa Ebû Bekir inandığını açıkça ifade etmiş, malını ve canını bu yola adamıştır” dediği rivayet edilir (Bezzâr, III, 15). 

Mümin kişinin, Mûsâ ile ilgili olarak “Eğer yalancı biriyse yalanı kendi zararınadır; ama eğer doğru söylüyorsa size bildirip uyardığı şeyin bir kısmı başınıza gelecektir” ifadesi, Mûsâ’nın ortaya koyduğu gerçekler hakkında kuşkusu olduğu anlamına gelmez. Bu ifadesiyle o, Firavun ve taraftarlarının fevrî davranarak Mûsâ’yı öldürmelerini önlemeyi, onun tebliğleri hakkında soğuk kanlı ve sağlıklı olarak düşündükten sonra bir karar vermelerini sağlamayı amaçlamıştı. Bu ifade, aynı zamanda farklı bir düşünce ve inanç ortaya koyanlar karşısında ölçülü, soğukkanlı davranmak, sağ duyuyla hareket etmek; bunların doğruluğu ve yanlışlığı üzerinde düşünüp taşındıktan sonra bir karara varmak ve tavır belirlemek gerektiği yönünde genel bir ders ve uyarı anlamı taşımaktadır. 29. âyet ise siyasî güç ve hâkimiyetin, zorbalık, baskı ve haksızlık aracı olarak kullanılmaması gerektiğini; aksine davranmakta ısrar edenlerin, sonunda ilâhî cezaya çarptırılmalarının kaçınılmaz olduğunu hatırlatması bakımından son derece önemlidir.

Firavun’un, “Ben sadece kendi gördüğümü size gösteriyorum ve sizi yalnızca doğru yola yönlendiriyorum” şeklindeki ifadesinden, mümin kişinin söylediklerinin başkaları tarafından haklı görüldüğü veya en azından Firavun’un Mûsâ’yı öldürme düşüncesinin doğru olup olmadığı konusunda onların zihninde tereddüt uyandırdığı anlaşılmaktadır. 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 656-658
 
“Cihadın en faziletlisi, zalim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.”
(Ebu Dâvud, Melâhim 17 ; Tirmizi ,Fiten 13 ; Nesai , Bey’at 37; İbni Mace, Fiten 20).
 

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَجُلٌ  fail olup lafzen merfûdur. مُؤْمِنٌ  kelimesi  رَجُلٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ اٰلِ  car mecruru mahzuf ikinci sıfata mütealliktir.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için kesra yerine fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ  cümlesi  رَجُلٌ ‘un üçüncü sıfatı olarak mahallen merfûdur.  يَكْتُمُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ا۪يمَانَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli cümlesi  اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  تَقْتُلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

رَجُلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mukadder ل  harfi cerriyle birlikte  تَقْتُلُونَ  fiiline mütealliktir.  

يَقُولَ  fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  رَبِّيَ اللّٰهُ cümlesidir.  يَقُولَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبِّيَ  haber olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  

قَدْ جَٓاءَكُمْ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. Veya  يَقُولَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  وَقَدْ  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren  و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

جَٓاءَكُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  جَٓاءَ  fiilinin failinden mahzuf haline mütealliktir. 

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  الْبَيِّنَاتِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  car mecruru mahzuf ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُؤْمِنٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.يَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

يَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  كَاذِباً  kelimesi  يَكُ ’nun haberi olup lafzen mansubdur.  يَكُ  kelimesinin aslı  يَكُونُ ’dür. Cezm edatı  اِنْ ’den dolayı nûnun harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و  hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ‘a benzediğinden tahfif için  نْ  da hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.  

عَلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

كَذِبُهُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَاذِباً  kelimesi sülasi mücerredi olan  كذب  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَكُ ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  يَكُ  nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  يَكُ ’nun ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  صَادِقاً  kelimesi  يَكُ ’nun haberi olup fetha mansubdur. 

يَكُ ’nun aslı  يَكُونُ ’dir. Şart edatı  اِنْ ’den dolayı  نَ ’un harekesi hazf edilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için  و  hazf edilmiştir. İllet harfi  وَ ’a benzediğinden tahfif için  نْ  hazf edilmiştir. Böylece geriye  يَكُ  lafzı kalmıştır.  

فَ  karînesi olmadan gelen  يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ  cümlesi şartın cevabıdır. يُصِبْكُمْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَعْضُ  fail olup lafzen merfûdur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعِدُكُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَعِدُكُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. 

صَادِقاً  kelimesi sülasi mücerredi  صدق  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُصِبْكُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

لَا يَهْد۪ي  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ مُسْرِفٌ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُسْرِفٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  كَذَّابٌ  kelimesi  مُسْرِفٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.  

كَذَّابٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْرِفٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌۗ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  رَجُلٌ  kelimesi nekre olarak gelmiştir. Bu kişinin belirli olmasının getirdiği bir fayda yoktur. Bu ayette maksad, muhatabın sözün söylenmiş olduğunu ve Musa (as)’ katlinin büyük bir hata olduğunu bilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada  رَجُلٌ  kelimesi nekre gelmiştir. Halbuki bu adam Firavun’un evinde büyümüş ve apaçık ayetler getirmişti. Dolayısıyla bilinen biriydi. Arab dilinde nekre kelimeler bilinmezlik ifade eder. Bu hakîm ve aklıyla insanları yenen kıvrak zekalı adam, burada bu üslubu tercih etti. “Sizin tuttuğunuz yol, yani Musa (as)’ı öldürmek olacak iş değildir” manasını  ifade ederken, sanki “Ben aslında burada Musa (as)’ın şahsını korumuyorum. Sizin onu öldürmenize de karşı değilim. Ben sadece bu işi, yani ‘Benim Rabbim Allah’tır’ diyen herhangi bir adamı öldürme işinizi kınıyorum” demiştir. Bu, çok önemli bir manadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 159)

مُؤْمِنٌۗ , fail olan  رَجُلٌ ‘ün sıfatıdır.  مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ  car mecruru,  رَجُلٌ ’ün mahzuf ikinci sıfatına mütealliktir. Takdiri  منسوب (Mensubdur) ‘dur.  

يَكْتُمُ ا۪يمَانَهُٓ  cümlesi de  رَجُلٌ  için sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

Ayette mananın bozulmaması için  مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ  car ve mecruru  يَكْتُمُ  fiilinin önüne geçmiştir. Zira adı geçen fiil takdim edilse,  مِنْ  harf-i cerinin  يَكْتُمُ  fiiline ait olduğu düşünülürdü ve o adamın Firavun kavminden olduğu anlaşılmazdı. (Mohammed Ali Shareef , El-Hatîb El-Kazvînî’nin Telhîsu’l-Miftâh Eseri Işiğinda Klâsik Türk Edebiyati Belâgat Terimlerinin Tasnîfi)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp inkâr, tevbih ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ  cümlesi, masdar teviliyle mahzuf harf-i cerle birlikte  تَقْتُلُونَ  fiiline mütealliktir. Mütekellimin telaşla konuştuğuna işaret etmek için harf-i cerin hazf olması, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Çünkü bu kullanım yaygındır. Burada Allah isminin zikredilmesi de Kıptî ilâhlarından birinin ismi olmaması dolayısıyladır. (Âşûr)

يَقُولَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبِّيَ اللّٰهُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَالَ - يَقُولَ  ve  مُؤْمِنٌۗ - ا۪يمَانَهُٓ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette önemine binaen tekrarlanan  رَجُل  kelimelerinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Firavun’un, Musa (as)’ın ve mümin kişinin konuşmalarının başında  قَالَ  sözüne dahil olan  وَ  harfleri, bu konuşmaların bir mecliste geçmediğine ve bu sözlerin birbirine karşılık olarak söylenmediğine, ama bir kavlin başka bir kavle eklendiğine delalet eder.

Eğer bu mümin kişinin sözü, Firavun’un istişare meclisinde geçiyor olsaydı yahut yine Firavun’un 26. ayetteki ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى  [Beni bırakınız Musa’yı öldüreyim] sözüne cevap olarak gelseydi, diyalog uslûbunda olduğu gibi atıfsız gelirdi. Bu sözü Tâhir b. Âşûr söylemiştir. Belâgat alimleri diyalog üslubunun böyle olduğunda hemfikirdir. Çünkü birisi bir şey söylediği zaman, dinleyen kişinin zihninde “Acaba buna ne cevap verildi?” diye bir soru uyanır. Dolayısıyla onun cevabı da kemâl-i ittisal sebebiyle ve bağlacı olmaksızın gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 155)

Belâgat alimleri ‘Firavun’un âlinden’ sözünün, bu adamın vasfı olduğunu, dolayısıyla da araya başka sözler girmeden mevsufa ilave edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Çünkü araya mesafe girerse mana karışır, tam olarak anlaşılmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 156)

Bu kelamın başında, istifham hemzesi yer almıştır. Bu istifham hemzesi inkâra, taaccübe, azarlamaya, kınamaya ve onları câhillikle suçlamaya delâlet eder. Mana şöyledir: “Şu istediğiniz şey çok çirkindir. Eğer bu işi yaparsanız akıllı insanların gözünde sizi temize çıkaracak hiçbir şey kalmaz.” Böyle konuşmasının yani kelamının başında böyle bir istifham hemzesini zikretmesinin sebebi, onu heyecanlandıran, suskunluğunu bozan, Firavun’un karşısında konuşmaya sevk eden olaydır. Musa’nın yanında hikmetiyle ve onun için duyduğu endişeyle yer almıştır ki Firavun da Musa’nın bir tehlike arz ettiğini, onun gerçekten doğruyu söylediğini anlamıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 158)

اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُ  sözü de mef‘ûlün li-eclihi’dir. Çünkü  لِاَنْ اَنْ يَقُولَ رَبِّيَ اللّٰهُِ  manasındadır. Lâmu’t-ta’lîl burada hazf olmuştur. Çünkü makam, söylemek istediğini bir an önce söyleme makamıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 159)

Mümin zat, Hazret-i Musa'yı öldürmeye teşebbüs etmenin caiz olmadığına dair bir hüccet öne sürmüştür ki, bu da, meseleyi taksime tabi tutmak suretiyle ifade etmektir. İşte bu sebeple bu zât, "Eğer bu adam yani Musa yalan söylüyorsa, onun yalanının günahı ve sorumluluğu kendisinedir. Binaenaleyh, onun yakasını bırakınız. Yok eğer, doğru söylüyor ise, sizi uyarageldiği o şeylerin bazısı, sizi mutlaka bulacaktır. Böylece, her iki durumda da, evlâ olan hareket tarzının, onu öldürmemek olduğu sabit olmuş olur" demiştir. (Fahreddin er-Râzî)


وَقَدْ جَٓاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْۜ 

 

Bu cümle  رَجُلٌ ‘in veya  يَقُولَ ‘nin failinden haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber, talebî kelamdır. 

قَدْ , mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.  بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru,  جَٓاءَكُمْ  fiilinin failinin mahzuf haline,  مِنْ رَبِّكُمْۜ  car mecruru ise  بِالْبَيِّنَاتِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

رَبِّكُمْۜ  izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. 

Bu hal cümlesi inkârî istifham ile bağlantılıdır ve inkârı, olayın çirkinliğini artırır. Ve dile getirilecek en yüce sözü söyleyen nekre gelmiş olan  رَجُلٌ ‘e aittir ve onu seçilmiş hayırlı kişiler makamına, yani Allah’ın hidayet ettiği ve hidayeti bulan kişiler makamına yükseltir. Yani, Allah’ın hidayet ettiği ve hidayeti bulan kişiler makamına yükselir. İşte bu kimseler Allah’ın kitap, hüküm ve nübüvvet verdikleridir. Çünkü Rabbinden apaçık ayetleri getirmek, sadece seçilmiş nebîlere ait bir iştir. Ayrıca bu hal cümlesi, mümin kişinin halindeki gizliliği hafifçe aralar. Çünkü apaçık delilleri zikretmek, sadece bu delilleri getiren kişiye inanan tarafından yapılabilir. Üstelik bu sözlerini apaçık delilleri getiren kişiyi öldürme konusunda ısrarcı olan kişiler karşısında söylemiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 160)


 وَاِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ

 

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la … اَتَقْتُلُونَ رَجُلاً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart cümlesinin haber manalı olması atfı mümkün kılmıştır.

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  يَكُ كَاذِباً  şart cümlesi müspet muzari sıygada gelen nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. 

كَان ’nin haberi olan  كَاذِباً , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَ  karinesiyle gelen cevap  فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَيْهِ  car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  كَذِبُهُ  muahhar mübtedadır.

Bu takdim ihtisas ifade eder.  عَلَيْهِ ‘nin müteallakı olan haber maksurun aleyh/sıfat,  كَذِبُهُۚ maksur/mevsûf olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

Yani “Onun yalanının vebali sadece kendisine aittir.” 

Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda  كائِنٍ  benzeri bir müstekar takdiriyle husul ve subut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip de şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

وَاِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ  cümlesi,  اِنْ يَكُ كَاذِباً  cümlesine matuftur. Aynı üslupta gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda haberî isnaddır.  يَكُ  şart cümlesi müspet muzari sıygada gelen nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap  يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ   cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَعْضُ  için muzâfun ileyh konumunda olan müfret müzekker ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  يَعِدُكُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

اِنْ يَكُ كَاذِباً فَعَلَيْهِ كَذِبُهُۚ - اِنْ يَكُ صَادِقاً يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي يَعِدُكُمْۜ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

كَاذِباً ‘de irsâd sanatı vardır.

كَاذِباً - صَادِقاً  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ  cümlesi, belâgat, îcâz ve tesir bakımından son derece belîğdir. Ancak dilimizde çok dolaştığı için, biz bunun kıymetinden gafiliz ve değerini fark etmiyoruz. Bu terkip, فَعَلَيْهِ عَاقِبَةِ كَذِبُهُۚ  manasındadır. Yani, ‘yalan söylüyorsa bunun vebali sizin değil onun boynuna’ demektir. Bu sözde; bir tasvir, îcâz ve görülmemiş bir mecaz vardır ki burada aslolan, yalanın, onların değil de Musa’nın (as) aleyhine olduğunun vurgulanmasıdır. Zaten bunun için burada haber makamında olan car mecrur takdim olmuştur ki bu da hal karinesiyle ihtisas ifade eder. Dolayısıyla bu sözde, onların içine gark oldukları bu hatanın son derece çirkin ve büyük olduğuna delâlet vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 161)

Bu mukabil iki cümle zayıf ihtimal ifade eden şart harfi  اِنْ  harfi ile kurulmuştur. Bu harf, işin olma ihtimalinin çok zayıf olduğuna işaret eder. اِنْ  harfi burada iki manada gelmiştir: Birinci mana olumsuzluğun kesin olduğu, yani onun kesinlikle yalancı olmadığıdır. İkincisi de olumlu mananın kesin olduğu, yani onun doğru sözlü olduğudur. Bunun için kelâm farz-ı muhal şeklinde gelmiştir. Çünkü mümin kişi, onlarla Musa’da (as) gördüğü özellikler hakkında değil “Rabbim Allah” diyen ve Rabbinden apaçık delil getiren herhangi bir kişi hakkında konuşmaktadır. Dolayısıyla bu üslup onları, içlerinde bulundukları hali, durumu yeniden düşünmeye ve tahkik etmeye sürükler. Bu kelamda söylenecek her şey söylenmiştir, yani onların önünde iki ihtimal vardır: Mûsâ (a.s) yalancıdır ya da doğru sözlüdür. Her iki halde de katli caiz değildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 162)


اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahildir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ   cümlesi, haberdir.

Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teşvik ve mehabeti artırmak amacına matuftur. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ’in sılası olan هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَذَّابٌ  kelimesi  مُسْرِفٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

كَذَّابٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Bu makamda bu kişinin vasat bir yol tuttuğunu ve bazen “eğer yalan söylüyorsa” sözünü, “eğer doğru söylüyorsa” sözüne takdim ederek Musa’nın aleyhine, bazen de tarafsız görünen, ama aslında Musa (as) lehine olup Firavun’u aşağılayan bir makamı ifade eden bir tavırla ve konuştuğunu görüyorum. Madem ki Allah müsrif ve yalancı olanı hidayete erdirmez, o halde Musa (as) Rabbinden apaçık delil getirdiğine göre müsrif ve yalancı değildir. Böylece Allah Teâlâ’nın apaçık ayetlerini ve nübüvvet delillerini bir müsrife ve yalancıya vermediğini kesin bir dille ifade etmiştir. Diğer yandan bu mümin kişinin sözünde, söylediği şeylerin önemine delalet eden bazı şeyler vardır. Bir kere sözünü  اِنَّ  ile tekid etmiştir. Sonra müsnedün ileyhi, fiil olan habere takdim etmiştir, kemâl sıfatlara delalet eden lafza-i celâl gelmiştir.  مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  sözünde de gizli bir işaret vardır. Burada  مَنْ  ism-i mevsûldür, هُوَ  mübtedadır,  مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  da haberdir هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  şeklindeki isim cümlesi sıla cümlesidir. Bu sözle, 28. ayetteki  اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  sözü arasında ince bir fark vardır. Çünkü  مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ  şeklinde sılasıyla birlikte gelen ism-i mevsûlde, bu sılanın çok meşhur, bilinen birşey olduğuna delalet vardır. Dolayısıyla bu özelliklerle meşhur biri var demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 163)

 كَاذِبا - كَذِبُهُ  - كَذَّابٌ  ve  مُؤْمِنٌ  - ا۪يمَانَهُٓ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası,  مَنْ - مِنْ  ve  اِنَّ – اِنْ  arasında cinas ve bu gruplardaki kelimeler arasında arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

اللّٰهَ - يَكُ - اِنْ - رَبِّ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Bazıları bu adamın İsrailoğullarından olduğunu zannetmişlerse de "Firavun ailesinden" sıfatından anlaşılan mana bunun daha çok Mısırlılardan ve belki Firavun'un kendi ailesinden olduğunu anlatıyor. Nitekim Süddî bunu Firavun'un amcası oğlu diye rivayet eylemiştir. Veliahtı ve polis şefi olduğu da söylenmiştir. Firavun'un Musa'yı öldüreyim derken Allah, kendi adamlarından böyle bir kahramanı başına dikmiş, karşısına çıkarmıştı; bu sebeple Firavun ailesinin mümini diye bilinmiş ve tanınmış olan bu adamın Firavun'a ve Firavun ailesine karşı olan konuşmalarını ve mücadelesini Cenab-ı Allah burada özellikle hikaye buyurduğu için, bu sureye onun adına izafe olarak Mü’min Suresi denilmiştir. Bu kişi önceleri imanını gizleyerek gizliden gizliye tedbirlerle bir süre Firavun'u avutmuş ise de, nihayet Hazret-i Musa'nın kesin kararı karşısında meydana çıkmak gereğini hissederek önce yavaş yavaş nasihata başlamış, sonra da açıktan savaş meydanına atılmıştır. Onun için önce yine belli etmemek üzere diyor ki; Aa! Bir adamı, Rabbim Allah diyor diye öldürecek misiniz? Rabbinizden size delillerle gelmiş iken, sonra da yavaş yavaş imanını açıklamaya kadar gitmek üzere ihtiyat ve tedbir ile delil getirmeye kuvvet vererek ekliyor: Hem eğer yalancı çıkarsa yalanı sırf kendi üzerine, kendi boynuna geçer, vebalini, cezasını kendi çeker, size zararı olmaz. Dolayısıyla yalancılığı ortaya çıkmadan öldürmeye ihtiyacınız yok. Buna karşılık ve eğer doğru çıkarsa size yapmakta olduğu tehditlerin bazısı, hiç olmazsa bazısı başınıza gelir, size isabet eder. Yani ahirete inanmıyorsanız dünyada azabı gelir. Şüphe yok ki Allah yalancı, müsrif kimseyi doğru yola çıkarmaz, başarılı kılmaz. Bu iki anlamlı, bir başka delil getirme biçimidir. Birincisi, o aşırı bir yalancı olsa idi, Allah ona o delilleri vermez, o mucizelerle desteklemezdi. İkincisi, eğer aşırı bir yalancı ise, toplum içinde yeri olamayacağından şüphe yoktur. Öldüreceğiz diye uğraşmaya ne gerek var? Bu iki mana ile asıl maksat da Firavun'a dokundurma ve taş atmadır. Yani sen bu kadar kan döken müsrif bir yalancısın, Allah seni onu öldürmek gayesine erdirmez, kendin zarar edersin. (Elmalılı Hamdi Yazır)