Mü'min Sûresi 30. Ayet

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  ...

İman etmiş olan adam dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez.”  (30 - 31. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 الَّذِي (adam)
3 امَنَ inanan ا م ن
4 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
5 إِنِّي elbette ben
6 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
7 عَلَيْكُمْ üzerinize
8 مِثْلَ mislinden م ث ل
9 يَوْمِ gününün ي و م
10 الْأَحْزَابِ öncekilerin ح ز ب
 

Mümin kişi, halkını iki büyük tehlike konusunda uyarmaktadır: İlki, peygamberlerine karşı gelip inkâr ve kötülüklerinde ısrar eden eski toplulukların kötü âkıbetleridir. Allah, onları hak ettikleri için cezalandırmıştır, çünkü O, kullarına haksızlık yapılmasını istemez. İkinci uyardığı tehlike ise “insanların (dehşet içinde) çığlıklar atacağı” mahşer gününde yardımsız, koruyucusuz kalacakları sıradaki çaresizlikleridir. 30-31. âyetlerdeki ifadeden, Kıptîler’den oluşan Mısırlılar’ın, Nûh kavmi, Âd ve Semûd gibi eski kavimlerin başlarına gelenlerden haberdar olduklarını göstermektedir. Zira Nûh tûfanı her dönemde bilinen meşhur bir olaydı; Mısır’a yakın bir coğrafî bölgede yaşamış olan Âd ve Semûd’un başına gelen büyük felâketlerden haberdar olmamaları da mümkün değildi. 

Allah, kulları için hiç bir zulmü istemez” cümlesindeki zulüm hem şirk ve inkârı hem de her türlü haksız muameleyi ifade etmekte olup âyette her iki anlamı da kastedilmiştir. Ayrıca zulüm kelimesinin nekre olması her türlü zulmü kapsar. Buna göre yüce Allah ne kendisi kullarına zulmeder ne de kullarının herhangi bir şekilde haksızlığa tevessül etmelerine razı olur (İbn Âşûr, XXIV, 135). 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 658
 

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

يَا  nida,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı mahzuftur. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır. Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzaf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavl cümlesi  اِنّ۪ٓي اَخَافُ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَخَافُ  fiili  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  أنا ‘dir.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَخَافُ  fiiline mütealliktir. مِثْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  يَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَحْزَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰمَنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

وَقَالَ الَّـذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ

 

Ayet atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fail konumundaki müfret has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan  اٰمَنَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.

يَا قَوْمِ  cümlesi itiraziyye cümlesidir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Cümlede nidanın müteallakı olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَافُ عَلَيْكُمْ مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَوْمِ - يَوْمِ  kelimeleri arasında cinası nakıs, muvazene ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  sözünde yine müphemlik vardır. Çünkü Ahzâb gününün benzerinin gelmesinden korktuğu söylenmiştir. Burada mevsuf hazf edilmiş ve sıfatın delaletiyle yetinilmiştir. Bu hazifte ahzâbın yok olduğuna, onların başına gelen şeyin çirkinliğine işaret vardır. Bu üslupta kavmin helak olduğu günü dahi telaffuz etmek istemediğine delalet bulunmaktadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 172)

مِثْلَ يَوْمِ الْاَحْزَابِۙ  sözünde,  يَوْمِ  kelimesi tekil,  الْاَحْزَابِۙ  kelimesi çoğul gelmiştir. Halbuki burada kastedilen gün, tek bir gün değildir. Aksine her kavmin kendine mahsus bir helak günü vardır. Ancak bu günlerin hepsi de helak ifade ettiği için, sanki tek bir gün gibi zikredilmiştir. Dikkat edilirse bu mümin kişinin, tarih ve eski milletlerin davranışları, Allah’a ve peygamberlerine karşı çıkanların helakı konusunda, yani Allah’ın mahlukatı ve peygamberler tarihi hususundaki sünneti hakkında geniş bir bilgiye sahip olduğu görülür. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 1, s. 172)

Cenab-ı Hak,  يَوْمِ (gün) kelimesini,  الْاَحْزَابِۙ ‘a (fırkalara) muzâf kılıp,  الْاَحْزَابِۙ ‘ı da, Nûh, Âd ve Semûd kavimleri olarak açıklayınca, her grubun bela hususunda belli bir günü olduğu ortaya çıkmış oldu. Dolayısıyla da bir karışıklık olmadığı için, cemî kelime ( أَيَّام - günler) yerine, müfred  يَوْمِ  kelimesiyle yetindi. Daha sonra bu ifadeyi, "Nûh kavminin, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin hali gibi..." ifadesiyle açıkladı. Onların hali ise, küfür, yalanlama ve diğer türlü isyanlar açısından, bunların amellerinin dûnundadır (altındadır). Bu cümlenin maksadı, ahiret azabına dikkat çekmektir. (Fahreddin er-Râzî)