Mü'min Sûresi 31. Ayet

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ  ...

İman etmiş olan adam dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez.”  (30 - 31. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِثْلَ gibi م ث ل
2 دَأْبِ durumu د ا ب
3 قَوْمِ kavminin ق و م
4 نُوحٍ Nûh
5 وَعَادٍ ve ’Ad ع و د
6 وَثَمُودَ ve Semud’un
7 وَالَّذِينَ ve
8 مِنْ
9 بَعْدِهِمْ onlardan sonrakilerin ب ع د
10 وَمَا ve değildir
11 اللَّهُ Allah
12 يُرِيدُ isteyecek ر و د
13 ظُلْمًا zulmetmek ظ ل م
14 لِلْعِبَادِ kullara ع ب د
 

Mümin kişi, halkını iki büyük tehlike konusunda uyarmaktadır: İlki, peygamberlerine karşı gelip inkâr ve kötülüklerinde ısrar eden eski toplulukların kötü âkıbetleridir. Allah, onları hak ettikleri için cezalandırmıştır, çünkü O, kullarına haksızlık yapılmasını istemez. İkinci uyardığı tehlike ise “insanların (dehşet içinde) çığlıklar atacağı” mahşer gününde yardımsız, koruyucusuz kalacakları sıradaki çaresizlikleridir. 30-31. âyetlerdeki ifadeden, Kıptîler’den oluşan Mısırlılar’ın, Nûh kavmi, Âd ve Semûd gibi eski kavimlerin başlarına gelenlerden haberdar olduklarını göstermektedir. Zira Nûh tûfanı her dönemde bilinen meşhur bir olaydı; Mısır’a yakın bir coğrafî bölgede yaşamış olan Âd ve Semûd’un başına gelen büyük felâketlerden haberdar olmamaları da mümkün değildi. 

Allah, kulları için hiç bir zulmü istemez” cümlesindeki zulüm hem şirk ve inkârı hem de her türlü haksız muameleyi ifade etmekte olup âyette her iki anlamı da kastedilmiştir. Ayrıca zulüm kelimesinin nekre olması her türlü zulmü kapsar. Buna göre yüce Allah ne kendisi kullarına zulmeder ne de kullarının herhangi bir şekilde haksızlığa tevessül etmelerine razı olur (İbn Âşûr, XXIV, 135). 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 658
 

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ 

 

مِثْلَ  kelimesi önceki ayetteki  مِثْلَ ‘den bedeldir.  دَأْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  قَوْمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  

مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


  وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ

 

وَ  itiraziyyedir.  مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  مَا ’nın ismi olup lafzen merfûdur.  يُر۪يدُ  fiili  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

يُر۪يدُ  damme ile merfû muzari fildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  ظُلْمًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  لِ  takviye için zaiddir. 

لِلْعِبَادِ  car mecruru  ظُلْمًا ‘e mütealliktir. 

يُر۪يدُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

مِثْلَ دَأْبِ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ 

 

دَأْبِ ‘e muzâf olan  مِثْلَ  lafzı, önceki ayette geçen  مِثْلَ ‘den bedeldir.  وَعَادٍ  , وَثَمُودَ  kelimeleri ve  الَّذ۪ينَ  muzafun ileyhe matuftur. 

Has ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. Car mecrur  مِنْ بَعْدِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Azap görmüş kavimlerin Nuh kavmi, Âd ve Semud kavmi ve sonrakiler şeklinde sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.

نُوحٍ - عَادٍ - ثَمُودَ  kelimelerinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada  مِثْلَ  kelimesi tekrar edilmiştir ve buna  دَأْبِ  kelimesi izafe edilmiştir.  مِثْلَ يوم قَوْمِ نُوحٍ ya da  مِثْلَ قَوْمِ نُوحٍ  buyurulmamıştır. Onların hali, devam ve alışkanlık manasındaki  دَأْبِ kelimesiyle ifade edilmiştir. Yani hallerinin çirkin olduğu dile getirilmiştir. Dolayısıyla bu söz ‘onların adetleri, Rablerinden apaçık ayetleri getiren kişiyi yalanlamaktı’ manasını taşır. Ardından Nuh kavmi zikredildi ki onlar da günahları sebebiyle boğulmuşlardı. Sanki bunda Firavun ve kavminin de boğularak helak olacağına gizli bir işaret vardır. Sonra Âd kavminin günü zikredildi ki onlar kendilerinden daha kuvvetliydi, ama Allah Âd kavminin üzerine uğursuz bir günde soğuk, kavurucu bir rüzgar gönderdi. Arkasından Semud kavminin tuğyanları sebebiyle helakları zikredildi. Daha sonra gelen kavimler zikredilmedi, onlara sadece  مِنْ بَعْدِهِمْ  şeklinde işaret edildi; mesela Lut kavmi –ki onlar da taş yağmuruyla helak edilmiştir– ve Ashabu’l-Eykedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 172) 


 وَمَا اللّٰهُ يُر۪يدُ ظُلْماً لِلْعِبَادِ

 

Ayetin ikinci cümlesi itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Nefy harfi  مَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  harfi  ليس  gibi amel etmiştir.

مَا ’nın haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Nefy siyakında müsnedün ileyhin takdimi kasr ifade etmiştir.

Zulüm irade etmeyi Allah Teâlâ’dan nefyeden cümlede kasr-ı kalb vardır. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis  ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

ظُلْماً ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. 

Burada ilk olarak dikkati çeken şey; Kur’an ayetlerinde sayıca, kuvvetçe, servetçe zengin oldukları zikredilen pek çok ümmetin helak olduğunun zikredilmesidir. Bu iman eden kişi ve hitap ettiği kavmi, geçmiş kavimlerin yaptıklarını, yani helak olmalarına sebep olan işlerini biliyorlardı. Yoksa Allah Teâlâ zulmetmez. Bunun için nefy harfi zulüm kelimesinin başına değil de irade fiilinin başına geldi. Yani, zulüm istememek nefyedildi. Bu uslûb, zulmün nefyinden daha belîğdir ve bu ümmetlerin yaptıkları işlerin ne kadar çirkin ve kötü olduğunu ifade eder. Ayrıca bu kişi, kavminin yaptığı helak edici günahlara sadece işaret etmekle yetinmiş, daha ileri gitmemiştir. Bu fasılada dikkati çeken başka birşey de nefy harfinin; fiil olan haberin, takdim edilmiş olan müsnedün ileyhinin başına gelmiş olduğudur. Yani  ما أنا فعلت  Ben yapmadım cümlesi gibidir. Bu terkip Şeyh Abdu’l-Kâhir’e göre kesinlikle ihtisas ifade eder. İhtisas da, nefyedilen şeyin diğerlerine değil, sadece zikredilen şeye hapsedilmesi, mahsus olmasıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 175)