Mü'min Sûresi 54. Ayet

هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ  ...

Andolsun, biz Mûsâ’ya hidayet verdik. İsrailoğulları’na da, akıl sahipleri için bir öğüt ve doğruluk rehberi olarak o kitabı (Tevrat’ı) miras bıraktık.  (53 - 54. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 هُدًى bir yol göstericidir ه د ي
2 وَذِكْرَىٰ ve öğüttür ذ ك ر
3 لِأُولِي sahiplerine ا و ل
4 الْأَلْبَابِ sağduyu ل ب ب
 

Yüce Allah, yukarıda peygamberlerine ve diğer inananlara dünyada ve âhirette yardım edeceğini bildirmişti. O’nun yardımına nâil olanlara bir örnek olarak burada Hz. Mûsâ ve onunla birlikte Firavun’un elinden kurtulup yurtlarına kavuşan İsrâiloğulları’nın durumuna değinilmektedir. Zemahşerî, Mûsâ’ya verilen “hidayet”in, mûcizeler, Tevrat ve şeriat gibi dinle ilgili ilâhî lutuflar olduğunu belirtir (III, 375), Râzî ise şunlardan biri olabileceğini söyler: a) Allah’ın Mûsâ’ya verdiği, dünya ve âhirette faydası bol olan ilim, b) Mûsâ’nın Firavun ve adamları karşısında üstün gelmesini sağlayan kanıtlar (mûcizeler), c) İnsanlara verilmiş en büyük pâye olan peygamberlik, d) Tevrat (XXVII, 77).

“İsrâiloğulları’nı kitaba mirasçı kıldık” ifadesi, Mûsâ’nın vefatıyla ona verilen Tevrat’ın yok olup gitmediğine, aksine nesiller boyunca yaşatıldığına işaret etmektedir. Kısacası Allah’ın dinini tanımayan ve peygamberine düşmanlık edip onu öldürmeye kalkışan Firavun ve onun yolunu izleyenler yok olup giderken Mûsâ kavmiyle birlikte Kızıldeniz’i geçmiş; Tûr’da Tevrat’a mazhar olmuş; yol gösterici ve ilâhî gerçekleri hatırlatıcı olan bu kitap ve onun ortaya koyduğu din Mûsâ’dan sonra da var olmaya devam etmiştir. İşte bütün bunlar, 51. âyette bildirilen ilâhî yardım sayesinde gerçekleşmiştir. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 666-667
 

هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ

 

هُدًى  hal konumundadır. Veya mef’ûlün lieclih olup, elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ذِكْرٰى  kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  لِاُو۬لِي  car mecruru  ذِكْرٰى ‘ya mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  الْاَلْبَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ

 

Ayet fasılla gelmiştir. هُدًى  ve  ذِكْرٰى  önceki ayetteki  كِتَابَۙ  kelimesinden hal konumunda iki masdardır. Veya  هُدًى  mef’ûlun lieclihtir. ذِكْرٰى  kelimesi de  هُدًى ’e matuftur.

Veciz ifade kastıyla izafet formunda gelen  لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ  car mecruru  ذِكْرٰى ’ya mütealliktır.

ذِكْرٰى  ve  هُدًى ’deki tenvin; kesret, nev ve tazim ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette ifade edildiği gibi bu hayırdan ancak akıl sahipleri/ اُو۬لِي الْاَلْبَابِ  faydalanır.

Hatta ister mukaddes olsun ister olmasın, umumi olarak bütün kitaplardan faydalananlar sadece akıl sahipleridir. İşte bunun için bu  اَلْبَابِ , Allah’ın bütün nimetlerinin en safı olup Allah’ın indirdiği kitablardan faydalanmanın anahtarıdır. Bunun için de  هُدًى ’in ve  كِتَابَۙ ’ın zikrinden sonra  اُو۬لِي الْاَلْبَابِ  sözünün gelmesinde, belâgat açısından büyük bir incelik, tam bir isabet ve  اُو۬لِي الْاَلْبَابِ ’ın değerine işaret  vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 264)

Ayetteki  هُدًى  ve  ذِكْرٰى  kelimeleri arasındaki fark şudur: هُدًى , bir şeye delil ve rehber olan şeydir. Daha evvel malum olup da sonra unutulan herhangi bir şeyi zikretmek de, şartından değildir.  ذِكْرٰى  ya gelince, bu da böyledir. Binaenaleyh, bu demektir ki, Allah'ın kitapları, bir kısmı hadd-i zatında müstakil olan delilleri, bir kısmı da, eski ilâhi kitaplarda bildirilen şeyleri hatırlatıcı olmak üzere, müzekkirat durumundadırlar. (Fahreddin er-Râzî)