وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve değildir |
|
2 | تَسْتَوِي | eşit |
|
3 | الْحَسَنَةُ | iyilik |
|
4 | وَلَا | ve ne de |
|
5 | السَّيِّئَةُ | kötülük |
|
6 | ادْفَعْ | sav (onu) |
|
7 | بِالَّتِي |
|
|
8 | هِيَ | olanla |
|
9 | أَحْسَنُ | en güzel |
|
10 | فَإِذَا | bir de bakarsın ki |
|
11 | الَّذِي |
|
|
12 | بَيْنَكَ | seninle aranda |
|
13 | وَبَيْنَهُ | onun arasında |
|
14 | عَدَاوَةٌ | düşmanlık olan |
|
15 | كَأَنَّهُ | sanki |
|
16 | وَلِيٌّ | bir dosttur |
|
17 | حَمِيمٌ | sıcak |
|
Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir” (III, 392). Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir: İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin, “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” (5. âyet); “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın” (26. âyet) gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler” (XXVII, 126-127).
Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); Kur’an-ı Kerîm de Resûlullah’ı müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre (Ahzâb 33/21) her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır. Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir (İbn Âşûr, XXIV, 295). İbn Atıyye, “büyük pay” deyimiyle akıl ve erdemin kastedildiğini belirtir; aynı müfessire göre bununla cennet ve uhrevî mükâfat da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde âyet uhrevî bir vaad içermektedir (V, 16).
Kötülüğe iyilikle karşılık vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, ahlâk psikolojisi ve toplumsal barış açısından son derece önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyaset ve hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Özellikle bireysel özgürlüklerin öne çıkarıldığı yönetimlerde bu özgürlüklerin anarşiye dönüşmemesi için hakkına razı olmak, bağışlamak, yardımlaşmak, sıkıntıları paylaşmak vb. feragat örneği davranışların geliştirilmesine, bunun için de insanların bu yönde eğitilmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yapıcı davranışların en ileri derecesi, kişinin kendisine yapılan bir kötülüğü cezalandırması mümkün olduğu halde bunu yapmak yerine bağışlama yolunu seçmesi, hatta kötülüğü iyilikle karşılama yüceliğini gösterebilmesidir. İslâm ahlâkında bu erdemin adı hilimdir. Nitekim İbn Atıyye âyetteki kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğütleyen kısmın, “bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini” kapsadığını belirtir ve selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak-verecek ilişkilerinde kolaylaştırıcı olma gibi güzel davranışları bu çerçevede değerlendirdikten sonra Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarır: “Mümin kişi bu erdemli işleri yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı duymasını sağlar” (V, 16). Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir ilişkinin bulunduğu görülür.
Kur’an-ı Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır (meselâ bk. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77); daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708-710وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَسْتَوِي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْحَسَنَةُ fail olup lafzen merfûdur.
لَا السَّيِّئَةُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. تَسْتَوِي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi سوى ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ
Fiil cümlesidir. اِدْفَعْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي , başındaki بِ harf-i ceri ile birlikte اِدْفَعْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هِيَ اَحْسَنُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ
فَ ta’liliyyedir. اِذَا müfacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
بَيْنَكَ zaman zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَهُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. عَدَاوَةٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ cümlesi الَّذ۪ي ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَاَنَّ kelimesi اِنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar. هُ muttasıl zamiri كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. وَلِيٌّ kelimesi كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. حَم۪يمٌ kelimesi وَلِيٌّ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.
وَلَا السَّيِّئَةُۜ , tezat nedeniyle الْحَسَنَةُ ‘ya atfedilmiştir.
الْحَسَنَةُ (iyilik) - السَّيِّئَةُ (kötülük) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayette lâm-ı nâfiyenin tekrar edildiği görülür. وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ و السَّيِّئَةُ buyurulmamıştır. Çünkü eğer böyle gelseydi, iyilikle kötülük arasındaki eşitliğin nefyedildiği anlaşılabilirdi. Halbuki açıkça görülüyor ki murad bu değildir. الْحَسَنَةُ hepsinin bir olmadığını ve aynı şekilde السَّيِّئَةُ da hepsinin bir olmadığını ifade etmek için السَّيِّئَةُۜ ile birlikte lâm-ı nâfiye tekrar edilmiş, kelamın tamamlanması için gelmiştir.. Bu da الْحَسَنَةُ bazılarının bazılarından daha güzel olduğu gibi, السَّيِّئَةُۜ da dereceleri olduğunu ve bazılarının bazılarından daha kötü olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.152)
وَلَا السَّيِّئَةُۜ ‘deki لَا ’nın zait olduğu da söylenmiştir. Buna göre, “İyilikle kötülük bir olmaz.” anlamına gelir. Şayet “O zaman, ‘Kötülüğü [daha iyisiyle değil de] iyi bir karşılıkla savuştur.’ denilmesi gerekirdi.” dersen şöyle derim: Doğru, ama ‘en iyi’ ifadesi, kötülüğü güzel bir karşılıkla savuşturmayı çok etkili bir şekilde ifade etmek için, iyinin yerine konmuştur; çünkü kötülüğü daha iyi bir karşılıkla savuşturan, iyi bir karşılıkla savuşturmayla ilgilenmeyecektir. (Keşşâf)
اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müfred has ism-i mevsûl الَّت۪ي , başındaki بِ harf-i ceriyle birlikte اِدْفَعْ fiiline mütealliktir. Sılası olan هِيَ اَحْسَنُ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber olan اَحْسَنُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اَحْسَنُ ‘nun ism-i mevsûlle ifade edilmesi, tazim ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْحَسَنَةُ - اَحْسَنُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şayet اِدْفَعْ yerine, فَاِدْفَعْ kullanılsa daha iyi olmaz mıydı? dersen şöyle derim: Bu, “Peki nasıl yapayım?” diye soran biri var kabul edilip ona cevaben “Kötülüğü en iyi (bir karşılık) ile savuştur.” diyen yeni bir cümledir. (Keşşâf)
فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ
فَ ta’liliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle فَ ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.
Mübteda konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl الَّذِي ‘nin sılası olan بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır. بَيْنَكَ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَدَاوَةٌ ise muahhar mübtedadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle marife olması verilen habere merak uyandırmıştır.
Cümlede müsnedün ileyh olan عَدَاوَةٌ kelimesinin nekre gelmesi tahkir ve nev ifade etmiştir.
الَّذ۪ي - الَّت۪ي kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, بَيْنَ ‘nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ
Tekid ve teşbih ifade eden كَاَنَّ ‘nin dahil olduğu كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ cümlesi, الَّذ۪ي ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَلِيٌّ için sıfat olan حَم۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
حَم۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın, mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
عَدَاوَةٌ - وَلِيٌّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ (Sanki o samimi bir dost olur) ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh (benzetme yönü) zikredilmemiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Düşmanlığın sona ermesi ve muhabbet zanları için yapılmış bir teşbihtir. Vech-i şebeh; denklik ve yakınlıktır, hallerin değişikliği manasındadır. (Âşûr)
Yani sen ayette emredildiği gibi yapıp kötülüğe iyilikle mukabele edersen, düşmanların dost gibi olurlar. Senin şefkatin ve iyiliğin neticesinde hasetçilerin ve düşmanların dosta dönüşmesi ve yakınların gibi olup zorluk anında sana yardımcı olmalarından daha güzel hangi netice olabilir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)
Bundan önce, kul ile Rabbi arasında cereyan eden güzel ameller beyan edildikten sonra bu kelam da kullar arasında cereyan eden güzel amelleri beyan edip, Resulullah'ı müşriklerden gördüğü eziyetlere sabretmeye ve onların kötülüğüne iyilikle karşılık vermeye teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)