25 Aralık 2025
Fussilet Sûresi 30-38 (479. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fussilet Sûresi 30. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  ...


Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va’dedilmekte olan cennetle sevinin!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimselere
3 قَالُوا diyen(lere) ق و ل
4 رَبُّنَا Rabbimiz ر ب ب
5 اللَّهُ Allah’tır
6 ثُمَّ sonra
7 اسْتَقَامُوا doğru olanlara ق و م
8 تَتَنَزَّلُ iner ن ز ل
9 عَلَيْهِمُ üzerine
10 الْمَلَائِكَةُ melekler م ل ك
11 أَلَّا
12 تَخَافُوا korkmayın خ و ف
13 وَلَا ve
14 تَحْزَنُوا üzülmeyin ح ز ن
15 وَأَبْشِرُوا fakat sevinin ب ش ر
16 بِالْجَنَّةِ cennetle ج ن ن
17 الَّتِي öyle ki
18 كُنْتُمْ ك و ن
19 تُوعَدُونَ size söz verilen و ع د

"Asiri bunaldim!" Nouman Ali Khan 27 dakikalik 30-31. Ayetlerle ilgili video linki:

 

     https://youtu.be/6C9obpbOwP4

 

 Yukarıda Kur’an’a karşı inatla mücadelelerini sürdürüp onun sesini boğmak ve etkisini önlemek için tertipler hazırlayan inkârcıların karşılaşacakları ağır cezalardan söz edilmişti; buradan 36. âyete kadar da müminlerin temel nitelikleri ve uhrevî ödülleri özetlenmektedir. İnancını yüreklice dile getirenleri takdirle anan bir ifade tarzının sezildiği 30. âyette, belirttiğimiz niteliklerin en önemlileri olan, hatta bir bakıma onları da kuşatan şu iki nitelik öncelikle zikredilmektedir: a) Allah’ı rab tanımak, b) Dosdoğru çizgide yaşamak. Hz. Peygamber de kendisinden sımsıkı sarılacağı temel ilkenin ne olduğunu soran bir sahâbîye, “Allah’a inandım de ve sonra dosdoğru ol” buyurmuşlardır (Müsned, III, 413; Müslim, “Îmân”, 62). Dinî terminolojide yalnızca Allah’ı rab tanımaya “tevhîd-i rubûbiyet” denmektedir. Bu tevhid, insan varlığının en yüksek amacı, bütün yetkinlik şartlarının en önemlisi kabul edilen mârifetullahı da içerir. Mârifetullahın bir ifadesi olan “Rabbim Allah’tır” ikrarı gönüllere her türlü şekten şüpheden uzak bir şekilde işleyince bu ikrar, insanın duygu, düşünce ve eylem dünyasına da yansıyarak onu doğru, iyi ve adaletli çizgiye yöneltir. Âyette bu yöneliş, “dosdoğru çizgide yaşamak” diye çevirdiğimiz istikamet kavramıyla ifade edilmiştir. Râzî, buradaki istikametin din, tevhid ve bilgiyle (mârifet) veya erdemli işlerle ilgili olduğu yönünde iki farklı görüş bulunduğunu belirtir (XXVII, 121). Ancak bize göre her iki görüş de isabetlidir. Yorumlarında Kur’an’ın ilk muhatapları olan putperest Araplar’ın dinî telakkilerini, psikolojik, sosyal ve siyasal yapılarını ve davranışlarını dikkate almaya özen gösteren Taberî de kelimeyi bu geniş kapsamına göre yorumlamıştır (XXIV, 114).

Müminlerin üzerine meleklerin inmesi ne zaman gerçekleşir? Bu soruya başlıca şu cevaplar verilmiştir: a) Sadec ölüm sırasında; b) Sadece insanlar yeniden diriltilip kabirlerinden çıkartıldıkları sırada; c) Ölüm sırasında, kabirdeyken ve yeniden dirilme sırasında olmak üzere üç defa (Râzî, XXVII, 123; Şevkânî, IV, 589). 25. âyette inkârcılara sapkınlıklarını arttıran kötü dostların musallat edildiği bildirilmişti. Burada ise müminlerin üzerine, onlara müjdeler getiren meleklerin inmesinden söz edilmekte; bu meleklerin, sadece âhirette değil, dünya hayatında da müminlerin dostu oldukları belirtilmektedir. Bundan anlaşıldığına göre bazı melekler, “Rabbimiz Allah’tır” dedikten sonra bu inanç çizgisini sürdüren ve hayatını bu inanca uygun eylemlerle bezeyen insanların iyiliklerini arttırmalarına yardımcı olmakta; bu suretle ilâhî inâyetin melekler vasıtasıyla müminler üzerine inmesi süreklilik kazanmaktadır (benzer görüşler için bk. İbn Âşûr, XXIV, 286).

Râzî’ye göre 31. âyetteki “canınızın çektiği her şey” ifadesiyle cennetteki maddî nimetler, “umduğunuz her şey” ifadesiyle de mânevî nimetler kastedilmiştir (XXVII, 123). Aynı müfessir, “ikram” diye çevirdiğimiz metindeki “nüzül” kelimesinin özellikle misafire yapılan ikram için kullanıldığını hatırlatarak, bu kelimeden, nasıl ki cömert bir ev sahibi misafirine, sahip olduğu şeylerin en değerli olanlarını ikram ederse Allah Teâlâ’nın da cennetine kabul buyurduğu mümin kullarına en güzel nimetlerini ikram edeceği anlamının çıktığını belirtmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 706-708
Riyazus Salihin, 1852 Nolu Hadis Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim Allah’a kavuşmak isterse, Allah da ona kavuşmak ister. Kim Allah’a kavuşmak istemezse, Allah da ona kavuşmayı arzu etmez” buyurdu. Bunun üzerine ben: - Yâ Resûlallah! Ölümü sevmediği için mi (kavuşmak istemez)? Öyleyse hepimiz ölümü sevmeyiz, dedim. - “Hayır, öyle değil. Mü’mine Allah’ın rahmeti, rızâsı ve cenneti müjdelendiği zaman Allah Teâlâ’ya kavuşmak ister; işte o zaman Allah da ona kavuşmayı arzu eder. Kâfire Allah’ın azâbı, gazabı haber verildiği zaman Allah’a kavuşmaktan hoşlanmaz; Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu. (Müslim, Zikir 14-17. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 41; Tirmizî, Cenâiz 67, Zühd 6; Nesâî, Cenâiz 10; İbni Mâce, Zühd 31)

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  قَالُوا  fiil cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  رَبُّنَا اللّٰهُ ‘dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

رَبُّنَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

تَـتَنَزَّلُ  damme ile merfû muzari fiildir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  تَـتَنَزَّلُ  fiiline mütealliktir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

اَنْ  masdar harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i ceri ile mecrur olup  تَـتَنَزَّلُ  fiiline mütealliktir.   

تَخَافُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

لَا تَحْزَنُو  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. تَحْزَنُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَبْشِرُوا  atıf harfi و ‘la  لَا تَخَافُوا  cümlesine matuf olup mahallen meczumdur. 

اَبْشِرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

بِالْجَنَّةِ  car mecruru  اَبْشِرُوا  fiiline mütealliktir.  الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  بِالْجَنَّةِ ‘nin sıfatı  olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تُوعَدُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’ün haberi olarak mahallen mansubdur.  تُوعَدُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اسْتَقَامُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  قوم ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikad gibi anlamları katar.

تَـتَنَزَّلُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَبْشِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi بشر ‘dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ 

 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve istimrar ifade eder.

İsm-i mevsûl  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim ve teşvik içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبُّنَا اللّٰهُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mekulü’l-kavl cümlesinde  رَبُّنَا  mübteda,  اللّٰهُ  haberdir.

Müsnedün ileyhin izafetle gelmesi tazim ifade eder. Müsnedin zikri muhatabı dinlemeye teşvik ifade eder. Ayrıca burada kasr-ı hakiki ifade eder.

رَبُّنَا  maksûr/sıfat,  اللّٰهُ  maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu sıfat mevsûftan başkasında mevcut değildir. 

Müsnedin ve müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Âşûr)

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

Aynı üslupta gelen  اسْتَقَامُوا  cümlesi, rütbe ve terahi ifade eden atıf harfi  ثُمَّ  ile … قَالُوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

تَـتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetle ilgili farklı görüşler olmakla birlikte ayet mutlaktır. Dünyada hayatın her anına da uyar.  تَـتَنَزَّلُ  fiili hem muzari kipi olmakla istimrar ve süreklilik, hem tefa'ul kalıbından olmakla tekellüf (kendini zorlama) ve tevali (peşi peşine olma) ifade eder. Özellikle biraz sonra hem dünya hem de ahiret açıkça belirtilecektir. Yani sürekli olarak iner iner dururlar. Şöyle diye korkmayın, gelecekten endişe etmeyin, hüzünlü de olmayın. (Elmalılı)

Veciz ifade kastına matuf  رَبُّنَا  izafetinde, cennetliklere ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması onlara, tazim ve teşrif içindir.

ثُمَّ  kelimesi, istikamet üzere olmanın zaman bakımından dil ile ikrardan sonra geldiğini ve fakat fazilet bakımından daha üstün olduğunu ifade etmek için kullanılmıştır. (Keşşâf)

Bu ayette  اسْتَقَامُوا  fiili tetmim için gelmiştir. Çünkü bu meleklerin bu müjdesine ermek için sadece ‘’Rabbimiz Allah’tır‘’ demek yetmeyecektir. Bunu söyledikten sonra yaptığı amellerle dosdoğru yolda yürümek şartı eklenmiştir. (Ali Bulut/Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)

Kemâlât, üç kısımdır; nefsanî kemâlât, bedenî kemâlât ve haricî kemâlât. Bunların en şereflisi, nefsanî kemâlât; ortası bedenî kemâlât; en aşağı olanı da haricî kemâlâttır. Yine daha önce anlattığımız gibi, nefsanî kemâlât, iki kısma münhasırdır, yakînî ilim ve amel-i salih. Muhakkik alimler şöyle demişlerdir: "İnsanın kemâli, zatı gereği hakikati tanımada; kendisiyle amel edebilmesi için de hayrı tanımadadır. Salih amellerin başı ve başkanı ise, insanın ifrat ve tefrite düşmeksizin, ortada ve dosdoğru olmasıdır.

İstikamet hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür:

a) Din, tevhid ve marifetullah hususundaki istikamet (doğruluk) kastedilmiştir.

b) Salih amellerdeki istikamet kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

 

Fasılla gelen cümlenin başındaki  اَلَّا , masdar harfi  اَنْ  ve nefy harfi  لَا ‘nın birleşimidir.  Masdar harfinin akabindeki  تَخَافُوا  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümle masdar tevilinde, takdir edilen  ب  harfiyle birlikte  تَـتَنَزَّلُ  fiiline mütealliktir. Aynı üslupta gelen  وَلَا تَحْزَنُوا  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid eder.

اَلَّا تَخَافُوا (Korkmayın diye!) ifadesindeki اَنْ  ‘diye’ anlamındadır. Yahut  اَنَّ ’nin hafifletilmiş halidir ve  باَنَّهُ تَحْزَنُوا  şeklindedir;  اَنَّ ’ye bitişik olan zamir şan zamiridir. (Keşşâf)   

تَخَافُوا  cümlesine matuf olan  وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

الْجَنَّةِ  için sıfat konumundaki has ismi mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  كُنْتُمْ تُوعَدُونَ  cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

كَانُ ’nin haberi olan  تُوعَدُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

تُوعَدُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

تَخَافُوا - تَحْزَنُوا  ve  الْمَلٰٓئِكَةُ - بِالْجَنَّةِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  تَحْزَنُوا - اَبْشِرُوا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî vardır.

Korku, kalbin gelecekte olabilecek bir zarardan dolayı kalbin acı duymasından; gam (keder) ise, geçmişte olan bir menfaatin kaybedilmesi sebebiyle kalbin ızdırap duymasından ibarettir. Durum böyle olunca korkuyu gidermek, gam sebebiyle meydana gelen hüznü gidermekten daha ileri olur. (Fahreddin er-Râzî)
Fussilet Sûresi 31. Ayet

نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ  ...


31-32. Ayetler Meal  :   
“Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah’tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَحْنُ biz
2 أَوْلِيَاؤُكُمْ sizin dostlarınızız و ل ي
3 فِي
4 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 وَفِي ve
7 الْاخِرَةِ ahirette ا خ ر
8 وَلَكُمْ ve size vardır
9 فِيهَا orada
10 مَا her şey
11 تَشْتَهِي çektiği ش ه و
12 أَنْفُسُكُمْ canlarınızın ن ف س
13 وَلَكُمْ ve size vardır
14 فِيهَا orada
15 مَا her şey
16 تَدَّعُونَ istediğiniz د ع و

    Qaveme قوم :

  Bu قامَ-يَقُومُ  fiili ayağa kalkmak, dikilmek, yükselmek, yukarı kalkmak anlamlarına gelir.

  Bu fiilin mastarı olan قِيامٌ kavramı birkaç farklı manada kullanılır: 1- Baskıyla veya isteyerek şahsen/bizzat kıyam etmek 2- Bir şeyi gözetip koruma, bakam ve muhafaza etme anlamında kıyam 3- Bir şeyi yapmaya azmetmeyi amaçlayan kıyam.

  قِيامٌ  ve قِوامٌ kavramları bir şeyin kendisiyle ayakta durduğu sabitleştiği, sağlamlaştığı sütun ve dayanak gibi şeylere delalet eder.

  Kayyum قَيُّومٌ  kelimesi her şeyi gözetip koruyan, her şeye bakan, her şeyi muhafaza eden ve her şeye kendisinin dâimi, değişmez, sağlam, kararlı olmasını sağlayacak kıvamı veren manasındadır.

  إسْتِقامَةٌ ise düz bir çizgi üzerindeki yola denmektedir.

  Yüce Allah namazı emrettiği ve onu övdüğü her yerde sadece إقامَةٌ lafzını kullanmıştır. Böylece amacın onun sadece şeklen yerine getirilmesi değil tüm şartlarını yerine getirerek kılmak olduğuna dikkat çekmiştir. Ayrıca ikâme إقامَةٌ sözcüğüyle süreklilik ifade edilir. Münafıklar hakkında ise kıyam قِيامٌ kökünden gelen sülasi fiil tercih edilmiştir.

  Kavm قَوْمٌ kelimesiyle temelde kadınlar olmadan yalnızca erkek topluluğu kastedilir. Kur'an'ın genelinde ise bununla erkeklerle kadınlar birlikte kastedilmiştir.

  Bir şeyin takvimi (تَقْوِيمٌ) onu doğrultmak, düzeltmek, yetiştirmek, öğretmek, eğitmek ve geliştirmektir.

  مُقامٌ kavramı da bu kökten gelir ve duracak/kalacak yer manasındadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de 661 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri kâim, kavim, kıvam, kıyam, kıymet, kâmet, kayme, makam, kaymakam, kayyum, ikamet, mukim, takvim, istikamet, kıyamet ve mukavemettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ 

 

İsim cümlesidir. نَحْنُ  mübteda olup mahallen merfûdur.  اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  اَوْلِيَٓاؤُ۬ ‘ya mütealliktir.  

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem mübtedanın haberine mütealliktir. ف۪يهَا  car mecruru da mahzuf habere mütealliktir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَشْتَـه۪ٓي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَشْتَـه۪ٓي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  اَنْفُسُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَ  cümlesi sıla cümlesine matuftur. 

لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem mübtedanın haberine mütealliktir.  ف۪يهَا  car mecruru da mahzuf habere mütealliktir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدَّعُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَدَّعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَشْتَـه۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi شهو ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

نَحْنُ اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ

 

Ayet önceki cümle için ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَحْنُ  mübteda,  اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ  haberdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  car mecruru haber olan  اَوْلِيَٓاؤُ۬كُمْ ‘a mütealliktir. 

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru tezâyüf nedeniyle  فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ‘ya atfedilmiştir.

فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  ibaresinde istiare vardır. Burada zarfiye olan  فِي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Hayat, içine girilmeye müsait bir şey değildir. Fakat dünyadaki yaşamı mübalağalı bir şekilde belirtmek üzere bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Hayatın içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir.

İnkârcılarla dünya hayatı arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür. 

Aynı şekilde  فِي الْاٰخِرَةِۚ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde de istiare-i tebeiyye vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Yani, melekler müjdeleyerek üzerlerine inecekleri kimselere böyle söyleyecekler. Bunun yüce Allah'ın söyleyeceği bir söz olması da mümkündür. Çünkü müminlerin gerçek velisi, dost ve yardımcısı Allah'tır. (Kurtubî)


وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ

 

Bu cümle atıf harfi  و ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَكُمْ  ve  ف۪يهَا  car mecrurları mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  تَشْتَـه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aynı üslupla gelen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muahhar mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  تَدَّعُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَكُمْ - ف۪يهَا - مَا  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Fussilet Sûresi 32. Ayet

نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَح۪يمٍ۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نُزُلًا ağırlamasıdır ن ز ل
2 مِنْ
3 غَفُورٍ çok bağışlayanın غ ف ر
4 رَحِيمٍ çok esirgeyenin ر ح م

نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَح۪يمٍ۟

 

Fiil cümlesidir.  نُزُلاً  mahzuf aid zamirinin hali olup fetha ile mansubdur. Takdiri, تدّعونه نزلا (Siz ona nüzül diyorsunuz.) şeklindedir. مِنْ غَفُورٍ  car mecruru  نُزُلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. رَح۪يمٍ۟  kelimesi غَفُورٍ  den bedel olup kesra ile mecrurdur. 

غَفُور  -  رَح۪يمٍ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُزُلاً مِنْ غَفُورٍ رَح۪يمٍ۟

 

نُزُلاً , önceki ayetteki  تَدَّعُونَۜ ‘deki mahzuf zamirin halidir. Takdiri;  تدّعونه (Siz ona … diyorsunuz.) şeklindedir. 

Ya da  نُزُلاً  kelimesi mukadder bir  جعل (yaptı) fiiliyle mansubdur. (Celâleyn Tefsiri)

Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مِنْ غَفُورٍ  car mecruruنُزُلاً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.  

غَفُورٍ  ve ondan bedel olan  رَح۪يمٍ۟  kelimelerindeki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

غَفُورٍ - رَح۪يمٍ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Allah Teala’ya ait bu iki sıfat arasındaki uyum mürâât-ı nazîr sanatı, bu sıfatların ayetle anlam uyumu ise teşâbüh-i etrâf sanatıdır.  

نُزُلاً  misafire ikram edilen şeydir. Nasb halinde bulunmasının sebebi hâl olmasıdır. (Keşşâf, Kurtubî)
Fussilet Sûresi 33. Ayet

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  ...


Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim olabilir?
2 أَحْسَنُ daha güzel ح س ن
3 قَوْلًا sözlü ق و ل
4 مِمَّنْ kimseden
5 دَعَا çağıran د ع و
6 إِلَى
7 اللَّهِ Allah’a
8 وَعَمِلَ ve yapandan ع م ل
9 صَالِحًا iyi iş ص ل ح
10 وَقَالَ ve diyenden ق و ل
11 إِنَّنِي şüphesiz ben
12 مِنَ
13 الْمُسْلِمِينَ müslümanlardanım س ل م

“Allah’a çağırmak”tan maksat, tevhid inancına ve Allah’a itaate davet etmektir (Şevkânî, IV, 590). Bazı müfessirler, burada özellikle Hz. Peygamber’in övüldüğünü belirtmişlerdir. Övülenin müezzinler olduğu söylenmişse de ezan uygulamasına Medine döneminde geçildiğinden bu görüş isabetli değildir. Hz. Peygamber Allah’a davet eden ve Allah’ın iradesine uygun güzel işler yapan ilk müslüman olduğundan âyetteki övgünün öncelikle onunla ilgili olduğu muhakkaktır; ancak âyetin, Resûlullah’ın yolunu izleyerek aynı niteliklere sahip olan her müslümanı kapsadığını da kabul etmek gerekir.

Âyet, kendisini İslâmî kimlikle tanıtan kimsenin bu kimliğe yaraşır bir hayat yaşamasının (amel-i sâlih sahibi olmasının), insanları her şeyden önce güzel ahlâk ve örnek davranışlarla İslâm’a kazandırmaya çalışmasının önemine ve gerekliliğine de dikkat çekmektedir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708

Riyazus Salihin, 1036 Nolu Hadis Muâviye radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i: “Kıyamet günü boyunları en uzun olanlar müezzinlerdir” buyururken işittim, demiştir. (Müslim, Salât 14. Ayrıca bk. İbni Mâce, Ezân 5) Riyazus Salihin, 1037 Nolu Hadis Abdullah İbni Abdurrahman İbni Ebû Sa‘saa’dan rivayet edildiğine göre, Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh ona şöyle dedi: “Ben senin koyunu ve kır hayatını sevdiğini görüyorum. Koyunlar arasında veya kırda iken, namaz için ezan okuduğunda sesini iyice yükselt. Çünkü müezzinin sesinin ulaştığı yere kadarki alanda olup da onu işiten cin, insan ve her varlık, kıyamet gününde ezan okuyanın lehine şahitlik yaparlar.”  Ebû Saîd: Ben bunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, dedi.

(Buhârî, Ezân 5, Tevhîd 52, Bed’ü’l-halk 12. Ayrıca bk. Nesâî, Ezân 14)

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  istifham ismi  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. قَوْلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte  اَحْسَنُ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  دَعَٓا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

دَعَٓا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اِلَى اللّٰهِ  car mecruru  دَعَٓا  fiiline mütealliktir. 

عَمِلَ صَالِحاً  cümlesi atıf harfi و ‘la sılaya matuftur. 

عَمِلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Veya mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri,  عَمِلَ عَمَلاً صاَلِحًا (Salih amel yaptı) şeklindedir.

صَالِحاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir.

Mekulü’l-kavli  اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ى  mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحاً 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde istifham harfi olan  مَنْ  mübteda,  اَحْسَنُ  haberdir.  قَوْلاً  temyiz olarak mansubtur. Temyiz, ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim, temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, takrir kastı taşımaktadır. Vaz edildiği anlamdan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

مَن  istifham ismi olmasına rağmen burada nefy manasında kullanılmıştır. لا أحَدَ أحْسَنُ قَوْلًا مِن هَذا الفَرِيقِ (Bu gruptan başka sözü güzel olan kimse yoktur.) demektir. (Âşûr)

اَحْسَنُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , başındaki  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte اَحْسَنُ ‘ye mütealliktir. Sılası olan  دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلاً  sözündeki istifham harfi olumsuzluk ifade eder. Yani, “Allah’a davet eden sözden daha güzel bir söz yok” demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.148)

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلَ صَالِحاً  cümlesi, sıla cümlesi olan  اٰمَنَ ’ye matuftur. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. صَالِحاً , mef’ûl veya mef’ûlü mutlaktan naibdir. Takdiri; عمل عملًا صالحًا  (Salih amel yaptı) şeklindedir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

مَنْ ‘lerde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Demek olur ki Allah'a davet yalnız imana davet etmek demek değildir. Müminleri amel etmeye davet etmek de bu manaya dahildir. Bundan dolayı Allah'a davet, tevhid ve itaatine davet demektir ki, bunun neticesi de Allah'a kavuşmaya davete varır. Kısacası Allah'a davet en güzel sözdür, ancak böyle olması iki şart ile şartlıdır. Birisi o davet yalnız kuru bir laftan ibaret kalmamalı, durumu sözüne aykırı olmamalı, sözü ile birlikte salih ameli de olmalıdır. (Ebüssuûd)


وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i mevsûldeki kişilerin özelliklerinin “Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve ‘şüphesiz ki ben müslümanlardanım’ diyen” şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

قَوْلاًقَالَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ  ve  مِنَ  kelimeleri arasında cinas-ı muharref ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki  قَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ  sözü, kalp ile uzuv ve organların ameline dilin amelini de eklemek demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Fussilet Sûresi 34. Ayet

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ  ...


İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve değildir
2 تَسْتَوِي eşit س و ي
3 الْحَسَنَةُ iyilik ح س ن
4 وَلَا ve ne de
5 السَّيِّئَةُ kötülük س و ا
6 ادْفَعْ sav (onu) د ف ع
7 بِالَّتِي
8 هِيَ olanla
9 أَحْسَنُ en güzel ح س ن
10 فَإِذَا bir de bakarsın ki
11 الَّذِي
12 بَيْنَكَ seninle aranda ب ي ن
13 وَبَيْنَهُ onun arasında ب ي ن
14 عَدَاوَةٌ düşmanlık olan ع د و
15 كَأَنَّهُ sanki
16 وَلِيٌّ bir dosttur و ل ي
17 حَمِيمٌ sıcak ح م م

Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost haline gelir” (III, 392). Râzî, âyetin bağlamını da dikkate alarak buradaki iyilik ve kötülüğün özellikle şu anlamları içerdiğini belirtir: İyilikten maksat, Resûlullah’ın insanları hak dine davet etmesi, inkârcıların küstahça davranışlarına sabretmesi, intikam peşinde koşmaması, kötülüğe kötülükle karşılık vermemesidir. Kötülükten maksat ise putperestlerin, “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimiz kapalıdır” (5. âyet); “Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü çıkarın” (26. âyet) gibi ifadeleriyle sergiledikleri aşağılık davranışlardır. Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yani eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevabı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara eza ve cefa ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler” (XXVII, 126-127).

Hz. Âişe, bir soru dolayısıyla Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu bildirmiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, 139); Kur’an-ı Kerîm de Resûlullah’ı müslümanlara bir davranış modeli olarak gösterdiğine göre (Ahzâb 33/21) her müslümanın iyiliğe en güzel davranışla karşılık vermek gibi yüksek erdemlerle donanması ahlâkî bir görevdir; buna göre âyet, bütün müslümanlar için bir ahlâk ilkesi koymaktadır. Nitekim 35. âyetin ifade tarzından da bu anlaşılmaktadır. Bu âyette ayrıca kötülüğe iyilikle karşılık vermenin, nefse ağır geldiğine, ama aynı zamanda yüksek bir ahlâkî hedef olduğuna da işaret edilmekte, bu hedefe ulaşmanın birinci şartının da sabır olduğu belirtilmektedir. Âyetteki “büyük pay sahibi olanlar” anlamına gelen ifade, bu bağlamda sabrın yanında onu destekleyici mahiyetteki ahlâkî erdemlerle bezenmiş olanları ifade etmektedir (İbn Âşûr, XXIV, 295). İbn Atıyye, “büyük pay” deyimiyle akıl ve erdemin kastedildiğini belirtir; aynı müfessire göre bununla cennet ve uhrevî mükâfat da kastedilmiş olabilir. Bu takdirde âyet uhrevî bir vaad içermektedir (V, 16).

Kötülüğe iyilikle karşılık vermenin düşmanlıkları sıcak dostluklara çevireceği yönündeki açıklama, ahlâk psikolojisi ve toplumsal barış açısından son derece önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Kuşkusuz insanların bazı kötülüklerini hukukî yaptırımlarla önlemek mümkündür; ancak hiçbir toplumu sadece bu yaptırımlarla uzun süre ayakta tutmanın, hele bu yolla insanlar arasında dostluk ve kaynaşma sağlamanın, kalıcı toplumsal ilişkiler kurmanın mümkün olmadığı hemen bütün siyaset ve hukuk felsefecileri tarafından kabul edilmektedir. Özellikle bireysel özgürlüklerin öne çıkarıldığı yönetimlerde bu özgürlüklerin anarşiye dönüşmemesi için hakkına razı olmak, bağışlamak, yardımlaşmak, sıkıntıları paylaşmak vb. feragat örneği davranışların geliştirilmesine, bunun için de insanların bu yönde eğitilmelerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yapıcı davranışların en ileri derecesi, kişinin kendisine yapılan bir kötülüğü cezalandırması mümkün olduğu halde bunu yapmak yerine bağışlama yolunu seçmesi, hatta kötülüğü iyilikle karşılama yüceliğini gösterebilmesidir. İslâm ahlâkında bu erdemin adı hilimdir. Nitekim İbn Atıyye âyetteki kötülüğe iyilikle karşılık vermeyi öğütleyen kısmın, “bütün ahlâk güzelliklerini ve hilim çeşitlerini” kapsadığını belirtir ve selâm verme, öfke duygusunu bastırma, alacak-verecek ilişkilerinde kolaylaştırıcı olma gibi güzel davranışları bu çerçevede değerlendirdikten sonra Abdullah b. Abbas’ın şu sözünü aktarır: “Mümin kişi bu erdemli işleri yaparsa Allah onu şeytanın etkilerinden korur, düşmanının dahi ona saygı duymasını sağlar” (V, 16). Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’in feragate dayalı ahlâkî tutumu ile siyasî ve sosyal başarıları arasında kesin bir ilişkinin bulunduğu görülür.

Kur’an-ı Kerîm’in affetme, kötülüğe iyilikle karşılık verme gibi öğütleri bireysel hakların ihlâliyle ilgili olup kamu haklarını kapsamadığı bizzat Hz. Peygamber’in uygulamalarından anlaşılmaktadır (meselâ bk. Buhârî, “Menâkıb”, 32; “Hudûd”, 10, 12; Müslim, “Hudûd”, 8, 9; “Fezâil”, 77); daha sonraki müslüman devlet ve hukuk adamlarının görüş ve uygulamaları da bu yönde olmuştur.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 708-710

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَسْتَوِي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  الْحَسَنَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

لَا السَّيِّئَةُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. تَسْتَوِي  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  سوى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ

 

Fiil cümlesidir. اِدْفَعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. 

Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي , başındaki بِ  harf-i ceri ile birlikte  اِدْفَعْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هِيَ اَحْسَنُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 


  فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ

 

فَ  ta’liliyyedir. اِذَا  müfacee harfidir. اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

بَيْنَكَ  zaman zarfı, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَهُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  عَدَاوَةٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ  cümlesi  الَّذ۪ي ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَاَنَّ  kelimesi  اِنَّ  gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar.  هُ  muttasıl zamiri  كَاَنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur.  وَلِيٌّ  kelimesi  كَاَنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  حَم۪يمٌ kelimesi  وَلِيٌّ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nefy harfi  لَا  olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.

وَلَا السَّيِّئَةُۜ , tezat nedeniyle  الْحَسَنَةُ ‘ya atfedilmiştir.

الْحَسَنَةُ (iyilik) -  السَّيِّئَةُ (kötülük) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette lâm-ı nâfiyenin tekrar edildiği görülür.  وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ و السَّيِّئَةُ  buyurulmamıştır. Çünkü eğer böyle gelseydi, iyilikle kötülük arasındaki eşitliğin nefyedildiği anlaşılabilirdi. Halbuki açıkça görülüyor ki murad bu değildir. الْحَسَنَةُ  hepsinin bir olmadığını ve aynı şekilde  السَّيِّئَةُ  da hepsinin bir olmadığını ifade etmek için  السَّيِّئَةُۜ  ile birlikte lâm-ı nâfiye tekrar edilmiş, kelamın tamamlanması için gelmiştir.. Bu da  الْحَسَنَةُ  bazılarının bazılarından daha güzel olduğu gibi,  السَّيِّئَةُۜ  da dereceleri olduğunu ve bazılarının bazılarından daha kötü olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.152)

وَلَا السَّيِّئَةُۜ ‘deki  لَا ’nın zait olduğu da söylenmiştir. Buna göre, “İyilikle kötülük bir olmaz.” anlamına gelir. Şayet “O zaman, ‘Kötülüğü [daha iyisiyle değil de] iyi bir karşılıkla savuştur.’ denilmesi gerekirdi.” dersen şöyle derim: Doğru, ama ‘en iyi’ ifadesi, kötülüğü güzel bir karşılıkla savuşturmayı çok etkili bir şekilde ifade etmek için, iyinin yerine konmuştur; çünkü kötülüğü daha iyi bir karşılıkla savuşturan, iyi bir karşılıkla savuşturmayla ilgilenmeyecektir. (Keşşâf)

 

اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki müfred has ism-i mevsûl  الَّت۪ي , başındaki  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اِدْفَعْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  هِيَ اَحْسَنُ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber olan  اَحْسَنُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اَحْسَنُ ‘nun ism-i mevsûlle ifade edilmesi, tazim ve sonraki habere dikkat çekmek içindir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْحَسَنَةُ - اَحْسَنُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şayet  اِدْفَعْ  yerine,  فَاِدْفَعْ  kullanılsa daha iyi olmaz mıydı? dersen şöyle derim: Bu, “Peki nasıl yapayım?” diye soran biri var kabul edilip ona cevaben “Kötülüğü en iyi (bir karşılık) ile savuştur.” diyen yeni bir cümledir. (Keşşâf)

 

فَاِذَا الَّذ۪ي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ 

 

فَ  ta’liliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِذَا ; müfacee harfidir. Aniden olan beklenmedik durumları ifade eder. Özellikle  فَ  ile birlikte kullanıldığı zaman cümleye, “ansızın, bir de bakarsın ki hayret verici bir durum” anlamları katar.

Mübteda konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذِي ‘nin sılası olan  بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ  cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır.  بَيْنَكَ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَدَاوَةٌ  ise muahhar mübtedadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle marife olması verilen habere merak uyandırmıştır.

Cümlede müsnedün ileyh olan  عَدَاوَةٌ  kelimesinin nekre gelmesi tahkir ve nev ifade etmiştir.

الَّذ۪ي - الَّت۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatıبَيْنَ ‘nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ

 

 

Tekid ve teşbih ifade eden  كَاَنَّ ‘nin dahil olduğu  كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ  cümlesi,  الَّذ۪ي ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَلِيٌّ  için sıfat olan  حَم۪يمٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

حَم۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın, mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

عَدَاوَةٌ - وَلِيٌّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَاَنَّهُ وَلِيٌّ حَم۪يمٌ  (Sanki o samimi bir dost olur) ayetinde mürsel mücmel teşbih vardır. Teşbih edatı zikredilmiş, vech-i şebeh (benzetme yönü) zikredilmemiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

Düşmanlığın sona ermesi ve muhabbet zanları için yapılmış bir teşbihtir. Vech-i şebeh; denklik ve yakınlıktır, hallerin değişikliği manasındadır. (Âşûr)

Yani sen ayette emredildiği gibi yapıp kötülüğe iyilikle mukabele edersen, düşmanların dost gibi olurlar. Senin şefkatin ve iyiliğin neticesinde hasetçilerin ve düşmanların dosta dönüşmesi ve yakınların gibi olup zorluk anında sana yardımcı olmalarından daha güzel hangi netice olabilir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Bundan önce, kul ile Rabbi arasında cereyan eden güzel ameller beyan edildikten sonra bu kelam da kullar arasında cereyan eden güzel amelleri beyan edip, Resulullah'ı müşriklerden gördüğü eziyetlere sabretmeye ve onların kötülüğüne iyilikle karşılık vermeye teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Fussilet Sûresi 35. Ayet

وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُوحَظٍّ عَظ۪يمٍ  ...


Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 يُلَقَّاهَا buna kavuşturulmaz ل ق ي
3 إِلَّا başkası
4 الَّذِينَ kimselerden
5 صَبَرُوا sabreden(lerden) ص ب ر
6 وَمَا ve
7 يُلَقَّاهَا buna kavuşturulmaz ل ق ي
8 إِلَّا başkası
9 ذُو olandan
10 حَظٍّ şansı ح ظ ظ
11 عَظِيمٍ büyük ع ظ م

وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُلَقّٰيهَٓا  fiili  ى üzere mukadder damme ile merfûdur, meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  صَبَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُلَقّٰيهَٓا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  لقى ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُوحَظٍّ عَظ۪يمٍ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُلَقّٰيهَٓا  fiili  ى üzere mukadder damme ile merfûdur, meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. ذُو  naib-i fail olup beş isimden biri olduğu için و  ile merfûdur.  حَظٍّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَظ۪يمٍ  kelimesi  حَظٍّ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُواۚ 

 

وَ , istînâfiyyedir. İki tekid hükmündeki kasr, cümlenin anlamını olumluya çevirmiştir.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Naib-i fail konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  صَبَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Her iki yerde de  يُلَقّٰيهَٓا  fiili muzari gelmiştir. Çünkü en güzel şekilde def etmek emri, gelecekte bu güzel ahlakı edinmekle yerine gelecektir. Sıla cümlesindeki mazi fiil ise sabrın onlar arasında üstün bir ahlak olduğunu belirtmek ve zalime karşı iyi davranmak için bir yardım olduğunu ifade eder. (Âşûr)


 وَمَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا ذُوحَظٍّ عَظ۪يمٍ

 

Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. İki tekid hükmündeki kasr, fiille fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

عَظ۪يمٍ  kelimesi  حَظٍّ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.  عَظ۪يمٍ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İki  cümlede de  يُلَقّٰيهَٓا  fiili dikkatleri mef’ûlde yoğunlaştırmak için meçhul bina edilmiş ve tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُلَقّٰيهَٓا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Ayette ikinci cümlede birinci cümledeki cemi sıygadan müfred sıygaya iltifat edilmiştir. Bu iltifat ikinci cümledeki hasletin elde edilmesinin zorluğuna işaret olabilir.

 حَظٍّ ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.

Zeccâc şöyle der: "(Bunlardan birinci ifade), bu hareket tarzına, kötülüklere göğüs germeye, sıkıntılara katlanmaya; öfkeyi yutkunmaya ve intikam duygusunu terk etmeye karşı sabredenlerden başkası ulaşamaz; (ikincisi de) buna ancak ruhanî faziletlere ve ruhanî kuvvet bakımından yüksek derecelere dair büyük bir haz ve hisse sahibi olanlardan başkası ulaşamaz. Çünkü, intikam alma ve onu savuşturma ile meşgul olma işi, ancak ruhun etkilenmesinden sonra söz konusu olabilir. Ruhun hariçten gelenlerden etkilenmesi ise, ancak o ruhun zayıf olması halinde olabilir. Ama ruhun cevheri kuvvetli olursa bu haricî etkenlerden müteessir olmaz. O bunlardan etkilenmeyince de zaafa düşmez, sıkıntı duymaz, intikam alma peşinde koşmaz" demektir." Böylece, açıkladığımız bu hareket tarzına ancak ruh kuvveti ruh cevherinin duruluğu ve zat temizliği gibi hususlarda büyük bir pay sahibi olanların ulaşabileceği, ancak onların bunu elde edeceği sabit olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)
Fussilet Sûresi 36. Ayet

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...


Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِمَّا ve eğer
2 يَنْزَغَنَّكَ seni dürtecek olursa ن ز غ
3 مِنَ -dan
4 الشَّيْطَانِ şeytan- ش ط ن
5 نَزْغٌ kötü bir düşünce ن ز غ
6 فَاسْتَعِذْ hemen sığın ع و ذ
7 بِاللَّهِ Allah’a
8 إِنَّهُ çünkü O
9 هُوَ O
10 السَّمِيعُ işitendir س م ع
11 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

Buraya kadar insanların, “Rabbimiz Allah” dedikten sonra dosdoğru çizgide yürümeleri, Allah yolunun davetçileri olmaları, güzel ve yararlı işler yapmaları, Allah’a teslim olup müslüman olmayı en yüce değer olarak bilmeleri, kötülüğe iyilikle karşılık vererek aralarında sıcak dostluk ve kardeşlik ilişkileri kurmaları ve bunu başarmak için başta sabır olmak üzere gerekli erdemlerle bezenmeleri, kısaca –İbn Atıyye’nin deyimiyle– “bütün ahlâk güzellikleri ve hilim çeşitleriyle” yani barışçıl duygu, düşünce ve davranışlarla donanmaları ideal bir müslüman olmanın ve sağlıklı bir toplum ilişkisi kurmanın gerekleri olarak ortaya kondu. Ancak bu yol, pürüzsüz, engelsiz değildir; en büyük engel de şeytanın içimize attığı olumsuz duygular, dürtülerdir. Şeytan, insanın içinde kin ve öfke duygularını alevlendirir, intikam arzularını tahrik eder, günah ve isyan eğilimlerini güçlendirir; sonuçta kişiyi Kur’an’ın öğütlediği üstün ahlâktan uzaklaştırmak ister. İşte âyet bu büyük ve tehlikeli engeli aşmanın en güvenli çaresini göstermektedir: Allah’a sığınıp O’nun yardım ve desteğini istemek... Müfessirler, Allah’a sığınma buyruğunun aynı zamanda şeytana boyun eğmeme iradesini ve çabasını da içerdiğini ifade ederler. Âyette Allah Teâlâ’nın, kendisine sığınanın yardım talebini işittiğine, şeytan tarafından onun içine atılan dürtüleri bildiğine işaret edilmektedir. Allah, –Ankebût sûresinin 69. âyetinde de vaad ettiği üzere– elbette kendisine sığınan kulundan yardımını esirgemeyecek, onun ruhunu bu olumsuz etkilerden arındıracaktır (bu yöndeki açıklamalar için bk. Taberî, XXIV, 120; Şevkânî, IV, 591).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 710-711
Ebû Saîd el-Hûdrî (ra) ın haber verdiğine göre Resûl-i Ekrem (sav) geceleyin namaza kalktığı zaman önce tekbir getirir, ardından Sübhaneke’yi okur, sonra üç defa “ Lâilahe illallah” , üç defa “Allahü ekber” der, sonra da “ Eûzü billahi’s-semîi’l-alimi mine’ş-şeytani’r-racim min hemzihî ve nefhıhî ve nefsihî: Kovulmuş şeytanın telkin ettiği vesveselerden, kötü duygulardan ve yanıltmalardan, her şeyi duyan ve bilen Allah’a sığınırım “ diye dua ederdi. ( Ebû Dâvûd, Salât 123; Tirmizi, Salât 179).

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ 

 

اِمَّا  lafzında, şart harfi olan  إنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmiştir.  مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir.

اِمَّا ‘daki  إنْ  şartıyedir,  مَّا  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki sonuna fiili tekid eden  نَّ ‘u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)

اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))

يَنْزَغَنَّكَ  şart fiili olup fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ الشَّيْطَانِ  car mecruru  يَنْزَغَنَّكَ  fiiline mütealliktir.  نَزْغٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اسْتَعِذْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir zamir  أنت ‘dir.  بِاللّٰهِ  car mecruru  اسْتَعِذْ  fiiline mütealliktir.

اسْتَعِذْ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  عوذ ’dir.

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir.

لسَّم۪يعُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ise  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

السَّم۪يعُ -  الْعَل۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.  

Şart cümlesi olan  اِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  اِمَّا , şart manasındaki  إنْ  ile ziyade olan  ما ‘dan meydana gelmiştir.

Cümle, tekid nunu ve zaid  ما  harfiyle tekid edilmiştir.

اِمَّا  daki  إنْ  şartıyyedir,  ما  ise ona tekid için ziyade kılınmıştır, bunun içindir ki fiilin sonuna tekid  نَّ 'u getirmek mümkün olmuştur. (Beyzâvî, İsra Suresi, 23)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

فَ  karînesiyle gelen  فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِۜ , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

يَنْزَغَنَّكَ - نَزْغٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نزَغَ ; cilde iğne sokmak demektir. Bir işi bozmak için yapılan girişim için kullanılır. (Müfredat)

Burada vesvese yerine kasten  نْزَغَ  kelimesi tercih edilmiştir. Çünkü  نَزْغٌ , lügatta “dürtmek, sancı vermek, itmek, kovmak”tır. Dil alimleri  نَزْغٌ ‘nın, şeytanın kalpteki dürtüsü ve vesvesesi olduğunu söylemişlerdir. Burada “vesvese” yerine  نَزْغٌ  kelimesinin tercih edilmesi, kuvvetine işaret içindir. Fiilin faili olarak  نَزْغٌ , yani masdarın gelmesi mecaz-ı aklî yoluyladır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.158)

يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ  ifadesinde istiare vardır. Şeytanın insanı kötü şeylere yönlendirerek kışkırtması, iğne sokmaya benzetilmiştir.

يَنْزَغَنَّكَ  fiilinin faili olan  نَزْغٌ , masdar vezninde gelerek bütün türlere işaret etmiştir. Masdarlar mübalağa ifade eder. 

يَنْزَغَنَّ - نَزْغٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Bu ayetteki  نَزْغٌ  kelimesi ism-i fail manasında olup, adeta, جَدَّ جِدُّهُ (gayreti gayrete geldi) denilmesi gibidir. Yahut da bu ifadeyle, şeytanı masdar ile niteleme manası düşünülerek, ism-i fail kastedilmiştir. Kısaca, ayetin maksadı, “Şeytan seni, kötülükleri en güzel yolla savuşturmaya dair meşru kılınan yoldan alıkoyarsa, onun şerrinden Allah’a sığın, işine devam et, sakın ha, ona itaat edip onun sözünü dinleme” şeklindedir. Allah en iyisini bilendir. (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

 

Ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.  اِنَّ , kasr ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cümlenin iki müsnedi olan  الْعَل۪يمُ , السَّم۪يعُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf, kemâl derecede olmak üzere sadece Allah’a aittir. 

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükündür.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّم۪يعُ , الْعَل۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Önceki cümledeki lafza-i celâlden bu cümlede gaib zamire iltifat sanatı vardır.

Ayetin fasılası tezyîl cümlesidir.

İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu fasılada tekid edatı, fasl zamiri, iki tarafın marife oluşu ve es-semî‘u’l-alîm isimlerinin zikri dolayısı ile dört tekid vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 2, s.158)

Bu ayet, Araf/200 ayetinin tekrarıdır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Fussilet Sûresi 37. Ayet

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ ۩  ...


Gece, gündüz, güneş ve ay Allah’ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah’a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah’a secde edin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ ve
2 ايَاتِهِ O’nun ayetlerindendir ا ي ي
3 اللَّيْلُ gece ل ي ل
4 وَالنَّهَارُ ve gündüz ن ه ر
5 وَالشَّمْسُ ve güneş ش م س
6 وَالْقَمَرُ ve ay ق م ر
7 لَا
8 تَسْجُدُوا secde etmeyin س ج د
9 لِلشَّمْسِ güneşe ش م س
10 وَلَا ne de
11 لِلْقَمَرِ aya ق م ر
12 وَاسْجُدُوا fakat secde edin س ج د
13 لِلَّهِ Allah’a
14 الَّذِي
15 خَلَقَهُنَّ onları yaratan خ ل ق
16 إِنْ eğer
17 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
18 إِيَّاهُ O’na
19 تَعْبُدُونَ tapıyor(sanız) ع ب د

Bazı müfessirler bu âyetin muhatabının Sâbiîler olduğu anlamına gelen açıklamalar yapmışlarsa da (meselâ bk. Zemahşerî, III, 392; Râzî, XXVII, 129; İbn Âşûr, 299-300) bu yaklaşıma katılmak mümkün değildir. Zira Araplar’daki putperestlik inancının gök cisimlerine kutsallık yükleyen telakkilerle yakın ilgisi vardır. Şöyle ki, arkeolojik kaynaklar, İslâm’dan önce Güney Arabistan’da ay, güneş ve Zühre (Aster, Işter) yıldızlarından oluşan üçlü bir tanrı sistemine inanıldığını göstermektedir. Çevre kültürlerde yaygın olan bu tür inançların zamanla İslâm’ın zuhur ettiği Hicaz coğrafyasına da yayıldığı anlaşılmaktadır. Câhiliye dönemi Arapları’nda güneşe tapınmanın başlangıcı milât öncesine kadar uzanır. Güneşle ilişkisi olduğuna inanılan birçok tanrı veya put adı kullanılmaktaydı. Bunlardan Kur’an’da Menât’la birlikte anılan (Necm 53/19) Lât ve Uzzâ, güneşi temsil eden birer tanrıça sayılıyorlardı. Özellikle Güney Arabistan kültünde önemli yeri olan ay tanrısına Ved (Vüd, Ed) adı verilirdi. Semûd ve Lihyân gibi Kuzey Arabistan kitâbelerinde de Ved adına rastlanmakta, kezâ Kur’an’da Câhiliye tanrıları arasında Ved ismi de geçmektedir (Nûh 71/23). Abdüved (Ved’in kulu), Abdüşşems (güneşin kulu) gibi erkek isimlerinin kullanılması, aya ve güneşe tapınmanın Kuzey Arabistan ve Hicaz’da da yaygın olduğunu gösteren başka kanıtlardır (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, “Arap [İslâm’dan Önce Araplar’da Din]”, DİA, III, 316-321). Bu bilgiler dikkate alındığında Câhiliye döneminde tapılan birçok putun güneş, ay ve diğer bazı gök cisimlerini temsil ettiği ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple konumuz olan âyetin muhataplarını Sâbiîler’le sınırlama çabaları yanında İbn Âşûr’un, “Kur’an’ın indiği dönemde Araplar arasında güneşe ve aya tapanların bulunduğunu tesbit edemedim” şeklindeki ifadesini (XXIV, 299), doğrudan doğruya bu gök cisimlerine tapınmanın bulunmadığı anlamında düşünmek gerekir.

Âyette, gece ve gündüzün akışı gibi güneş ve ayın varlığı da ilâhî kudretin birer işareti, kanıtı olduğuna göre bu tür gök cisimlerine tapmak yerine onları yaratan Allah’a tapmanın gerekli olduğu, basit bir aklî çıkarım olarak ortaya konmaktadır. Burada asıl vurgu, tapılmaya lâyık olanın, sadece yüce yaratıcı olduğu, O’nun dışındaki bütün nesneler, olgular yaratılmış olduklarından bunların tapılmaya da değer olmadıkları gerçeğidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 712-713

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الَّيْلُ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  

الشَّمْسُ  ve الْقَمَرُ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 


لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْجُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِلشَّمْسِ  car mecruru  تَسْجُدُوا  fiiline mütealliktir.

وَ  atıf harfidir. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. لِلْقَمَرِ  car mecruru لِلشَّمْسِ' ‘ye matuftur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْجُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لِلّٰهِ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline mütealliktir. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl mübteda  الَّذ۪ي  lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَهُنَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَلَقَهُنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 


اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  اِيَّاهُ  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

تَعْبُدُونَ  fiili  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.  تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.

وَمِنْ اٰيَاتِهِ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur  مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الَّيْلُ , muahhar mübtedadır. 

اٰيَاتِهِ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif ifade eder. 

وَالنَّهَارُ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُۜ  kelimeleri tezayüf nedeniyle  الَّيْلُ ‘ye atfedilmiştir.

الَّيْلُ - وَالنَّهَارُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, الشَّمْسُ - الْقَمَرُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. Bu gruplardaki kelimeler arasında ayrıca mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetler; gece, gündüz, ay, güneş şeklinde sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)


 لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ وَلَا لِلْقَمَرِ وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

تَسْجُدُوا  fiiline müteallık olan  لِلشَّمْسِ  ve  لِلْقَمَرِ  car mecrurları, tezâyüf nedeniyle birbirine atfedilmiştir. Nefy harfi  لَا olumsuzluğu tekid için tekrarlanmıştır.

وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَهُنَّ  cümlesi öncesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  لِلّٰهِ  car mecruru  اسْجُدُوا  fiiline mütealliktir. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , lafza-i celâl için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. İsm-i mevsûlün sılası olan  خَلَقَهُنَّ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ  emrinin aya ve güneşe secdenin nehyinden sonra gelişi dolayısıyla cümlede hasr vardır. Çünkü nehiy (yasaklamak); nefy (olumsuzluk) manasındadır. Arkadan gelen Allah'a secde edin emri de nefyin mukabili olarak gelmiş olumlu bir cümledir. Böylece bir olumsuz cümle ile olumlu cümle ifade eden kasr manası ortaya çıkmıştır. (Âşûr)

لَا تَسْجُدُوا لِلشَّمْسِ [Güneşe secde etmeyin] ile  وَاسْجُدُوا لِلّٰهِ [Allah'a secde edin] cümleleri arasında mukabele sanatı oluşmuştur.

لَا تَسْجُدُوا - اسْجُدُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الشَّمْسُ - الْقَمَرُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Secde, ibadet mertebelerinin en yükseği olduğundan dolayı, Allah'a ibadet etmek isteyenler, secdeyi mutlaka Allah'a (cc) tahsis etmelidirler. (Ebüssuûd)


اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ

 

 

Fasılla gelmiş istînâfiyyedir.  اِنْ , gerçekleşme ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılan şart harfidir.

كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi şart cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mansub munfasıl zamir  اِيَّاهُ  siyaktaki önemine binaen amili olan  تَعْبُدُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdim dolayısıyla cümlede kasr manası vardır.

İbadet sadece Allah teala’ya hasredilmiştir. (https://tafsir.app/alaloosi/41/37, Âlûsî)

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

كَان ’nin haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi ) 

Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri; فاسجدوا له (Ona secde edin) şeklindedir.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mahzuf cevabından müteşekkil terkip şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Kur'an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur. 

Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur'an)

 
Fussilet Sûresi 38. Ayet

فَاِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ  ...


Eğer onlar büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar (melekler), gece gündüz hiç usanmadan O’nu tespih ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنِ fakat eğer
2 اسْتَكْبَرُوا büyüklük taslarlarsa ك ب ر
3 فَالَّذِينَ
4 عِنْدَ yanında bulunanlar ع ن د
5 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
6 يُسَبِّحُونَ tesbih ederler س ب ح
7 لَهُ O’nu
8 بِاللَّيْلِ gece ل ي ل
9 وَالنَّهَارِ ve gündüz ن ه ر
10 وَهُمْ ve onlar
11 لَا hiç
12 يَسْأَمُونَ usanmazlar س ا م

Mekke’nin aristokrat kesiminin İslâm’ı reddetmelerinin temel sebeplerinden biri de Hz. Peygamber’e tâbi olmayı ve onun etrafında toplanan sıradan insanlar arasına katılmayı, onlarla birlikte Allah’a secde etmeyi kendilerine yedirememeleri şeklindeki ilkel bir benlik duygusuydu; bunu bizzat kendileri de ifade ederlerdi. İşte âyette bu zihniyete değinilmekte ve Allah’ın, onların secdelerine, ibadetlerine ihtiyacı olmadığı, esasen O’nun bıkıp usanmadan kendisine ibadet eden başka kullarının bulunduğu bildirilmektedir. Tefsirlerde bu kulların melekler olduğu belirtilir.

Rabbinin katında bulunanlar” ifadesi meleklerin mekân yönünden değil, itibar, değer ve O’na yakın olma çabası içinde bulunma yönünden Allah’a yakınlıklarını gösterir. Râzî, bu ifadeye göre meleklerin insanlardan daha üstün olduğunu belirtir (XXVII, 129). Melek olsun insan olsun, Allah katında yücelik ve değer kazanmış varlıklar bile O’na secde ederlerken daha aşağı derecede bulunanların secde etmeyi benliklerine yedirememeleri büyük bir kusurdur, idraksizliktir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 713-714

فَاِنِ اسْتَكْبَرُوا فَالَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِنِ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. اسْتَكْبَرُوا  şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن استكبروا فدعهم، أو لا تهتمّ بعصيانهم (Kibirlenirlerse onları terk et veya isyanlarına aldırma) şeklindedir.   

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Ta’liliyye olması da caizdir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.  عِنْدَ zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُسَبِّحُونَ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُسَبِّحُونَ  fiili  نَ ‘ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

لَهُ  car mecruru  يُسَبِّحُونَ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. بِالَّيْلِ  car mecruru يُسَبِّحُونَ  fiiline mütealliktir. 

النَّهَارِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

يُسَبِّحُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ

 

Cümle  يُسَبِّحُونَ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَسْـَٔمُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْـَٔمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَاِنِ اسْتَكْبَرُوا 

 

ف , istînâfiyyedir. Âşûr ise güneşe ve aya secdeyi yasaklayıp secdenin sadece Allah’a yapılmasını emretmek manası için tefri manasında gelmiştir. Sana uymakta büyüklük taslayıp güneşe ve aya secde etmeye kararlı olsalardı demektir. (Âşûr)

Şart üslubunda haberî isnaddır.  اسْتَكْبَرُوا  şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri, فدعهم، أو لا تهتمّ بعصيانهم (Onları terk et veya isyanlarına aldırma) şeklindedir. 

Bu cümlede iltifat vardır. Büyüklendikleri vakit kelam onları muhatap makamından indirmiştir. Çünkü muhatabın bir değeri vardır ve bunun yerine onları yok makamına koyarak gaib sıygası kullanmıştır.   


فَالَّذ۪ينَ عِنْدَ رَبِّكَ يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ

 

Rabıta harfi  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiştir. Bu cevap cümlesi mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki müfret müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  عِنْدَ رَبِّكَ  cümlesinin sılası mahzuftur.  عِنْدَ رَبِّكَ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müsnedün ileyh olan meleklerin ism-i mevsûlle marife olması, tazim ve arkadan gelen haberin önemine işaret eder.

يُسَبِّحُونَ لَهُ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının  zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzafun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

بِالَّيْلِ - النَّهَارِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Bundan maksat bütün zamanlardır.

Burada gece ve gündüz ifadelerinden maksat bütün zamanlardır. (Âşûr)


 وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ

 

Ayetin son cümlesine dahil olan  وَ , haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidai kelamdır. 

Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu tesbihin gündüz ve gece ile kayıtlanmasının sebebi, ayetin başında gece ve gündüzün onun ayetlerinden olduğunun zikredilmesidir. وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ  sözü ise hal cümlesi olup tesbihin kesilmeksizin, ara vermeksizin sürekli olduğuna, daima tesbih halinde bulunduklarına delalet eder. Bıkmazlar demek, onlara bıkma duygusu asla gelmez demektir. Bu mana olumsuz fiilden önce müsnedün ileyhin takdim edilmesiyle tekid edilmiştir. Çünkü zikredenler, tesbih edenler, ibadet edenler, kalplerinde tesbih ve zikri birbirine katarlar. Her ne zaman zikri artırsalar, zikre olan arzuları da artar, zikre olan arzuları artınca da ona daha çok rağbet ederler ve böylece mutlulukları daha da artar. Allah Teâlâ’nın  وَهُمْ لَا يَسْـَٔمُونَ  sözünden benim anladığım mana budur. Çünkü mele-i a‘lâdakiler, arşı taşıyanlar ve onun etrafındakiler celâli ve rububiyetin izzetini görürler ve içlerinde tesbih ve zikirden başka bir şey bulunmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.171)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Günün Mesajı
34. ayet bize "batılı hak ile sav ve kötülüğe kötülükle mukabele etme ve hak bir gaye için daima hak vesileyi takip et" der. Bu, İslâm ahlâkının ve İslâmi tebliğin en temel düsturlarından biridir. Ayrıca, müslüman bir fertten kendisine yapılan kötülüğü affetmesi ve kötülüğe en güzel şekilde mukabelede bulunması beklenir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allah’a inanan kalbin içinde bir huzur kapısı bulunur. Kul, her Rabbini andığında ve her kelamını okuduğunda, o kapı açılır. Üşüyeni ısıtan ya da yananı serinleten bir yağmur gibi yağar. Dünyalıklardan kalan çamurlar temizlenir ve nefsani hevesler yumuşatılarak sakinleştirlir. Her zikirle beraber hali dinçleşir, zihni açılır ve kalbi ferahlar.

Tevbe, şükür ya da sığınma niyetiyle Allah’ı anan kul; imtihan dünyasında yaşadığını da hatırlar. Böylece, kendisini dünyaya bağlayan zincirlerini de bir nebze olsun gevşetir. Huzur kapısından gelen yağmurlarla ümit depolar. Dünyalık artıklardan kalan boş yerleri; hayırlı niyetlerle, olumlu düşüncelerle ve umutlu dualarla doldurur.

Kur’an-ı Kerim’le beraber hafifler. Rabbim Allah diyenlere meleklerle gelen müjdeye sevinir: “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz.” Fussilet: 30-31

Elhamdulillah. 

Ey alemlerin Rabbi olan Allahım! Bizim ve bütün din kardeşlerimizin imtihanlarını kolaylaştır, ecirlerini ver ve hallerini daha hayırlısı ile değiştir. Dünyada ve ahirette iyilik ver. Cehennem azabından ve Senin gadabından koru. İki cihanda da, sevdiklerini bize yoldaş ve dost kıl. Meleklerinin dostluğuna layık ve onların dostluğundan nasiplenen kullarının arasına kat. Seni samimiyetle ananlardan eyle ve her Seni andığında; gönlü ferahlayan, dünya zincirlerinden kurtulan, nefsani korkulardan arınan ve dünyadan ahirete hicret ederek hakiki huzuru soluyan ve Sana kavuşmayı ümitle bekleyenlerden eyle. 

***

Allah Teâlâ, emirlerine itaat edildiği sürece Kur’an-ı Kerim’in ve sünnetin ışığı ile mü’minlerin kalplerini ve yollarını aydınlatır ve ayrıca nefsin herhangi bir vesileyle hırslanıp yaktığı ateşleri de söndürür. Başka bir ifadeyle, yeryüzünün her işinde aşırıya kaçmadan orta yolu tutturmanın önemini öğretir. 

Mutluluğunda ya da hüznünde, korkusunda ya da cesaretinde, sevgisinde ya da kırgınlığında; terbiye edilmeyen bir nefsin aşırıya kaçma ihtimali yüksektir. İnsanın, yeryüzünde doğru adımlarla ilerlemesi için yardımcı olan İslam’ın öğretileri ise Allah için yaşadığını hatırlatarak nefsi itidalli davranmaya davet eder. 

Allah rızası için aşırılıktan uzaklaşarak doğruyu seçmek her zaman kolay değildir. Duygu ve düşünce yoğunluğuyla yanan bir ateşi söndürdükten sonra kimi zaman sabır şarttır. Etrafı kaplayan dumanla beraber geçici olarak kişinin görme yetisi kısıtlanabilir, nefesi daralabilir ve sadece nefsinin şikayet seslerini duyabilir. 

Bütün bu zorluklara rağmen aşırılıklardan uzaklaşmak için çaba harcanmalıdır. Zira sözü dinlenen bir nefsin durmaya niyeti yoktur. Bu yüzden küçük bir kıvılcımdan çıkan kavgalar yangınlara ya da alışkanlıklar bağımlılıklara dönüşür. Yani nefsani hırsla verilen tepkilerle, kalpten doğan niyetlerle yapılan işler ve bunların sonuçlarının arasında ciddi farklar vardır. Birinin sonu kayıptır, diğerinin sonu kazançtır. 

Ey Allahım! Bizi her işimizde, ilişkimizde ve kararımızda, orta yolu bulanlardan eyle. Aşırıya kaçmaktan ve aşırılıklara kapılmaktan muhafaza buyur. Nefsimiz için değil, Senin için yaşadığımızı bilenlerden ve buna uygun şekilde yaşayanlardan eyle. Sana itaati ve ibadeti bize kolaylaştır. Nefsimizin hırsına kapılıp kötülüklere ve hatta iyiliklere kötülük ile karşılık vermekten muhafaza buyur. Bizi, Senin rızan için kötülüğü iyilikle savanlardan eyle. Herhangi bir kötülüğe uğramaktan ve kötülük yapmaktan muhafaza buyur. Bizi ve sevdiklerimizi iyilerden eyle ve bulunduğumuz her yolda iyi kullarınla karşılaştır. 

Amin.

Zeynep Poyraz @zeynokoloji