26 Aralık 2025
Fussilet Sûresi 39-46 (480. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fussilet Sûresi 39. Ayet

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ اِنَّ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاهَا لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...


Allah’ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü hakkıyla yetendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْ biri de (şudur)
2 ايَاتِهِ O’nun ayetlerinden ا ي ي
3 أَنَّكَ sen
4 تَرَى görürsün ر ا ي
5 الْأَرْضَ toprağı ا ر ض
6 خَاشِعَةً boynu bükük خ ش ع
7 فَإِذَا zaman
8 أَنْزَلْنَا döktüğümüz ن ز ل
9 عَلَيْهَا onun üzerine
10 الْمَاءَ suyu م و ه
11 اهْتَزَّتْ titreşir ه ز ز
12 وَرَبَتْ ve kabarır ر ب و
13 إِنَّ elbette
14 الَّذِي
15 أَحْيَاهَا onu dirilten ح ي ي
16 لَمُحْيِي diriltir ح ي ي
17 الْمَوْتَىٰ ölüleri de م و ت
18 إِنَّهُ elbette O
19 عَلَىٰ üzerine
20 كُلِّ her ك ل ل
21 شَيْءٍ şey ش ي ا
22 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر

Müşrik Araplar’ın İslâm karşısındaki temel bir tutumları da herkesin bu dünyada benimsediği inanç ve davranışlarının hesabını vereceği âhiret hayatını, dolayısıyla yeniden dirilmeyi inkâr etmeleriydi. Âyette kuru toprağa can veren gücün insanı yeniden diriltmeye de muktedir olduğu hatırlatılmaktadır. Ancak, âyette Allah’ın ölüleri dirilten gücü mutlak ifade edildiğinden, burada sadece insanların öldükten sonra diriltilmesi kastedilmeyip bunun yanında mutlak olarak canlılık, sağlık, zindelik, verimlilik, üretkenlik, zihin açıklığı, kalp aydınlığı gibi her türlü olumlu yetenek ve aktiviteleri verenin Allah olduğuna işaret edildiği de düşünülebilir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 714

  Nezele نزل :

  Nüzûl نُزُولٌ sözcüğü aslında yüksek bir yerden inmek anlamına gelir.

  İf'al formundaki أنْزَلَ fiili ise indirdi ya da devesinin semerinin inmesini sağlayıp onu konuk etti manasında kullanılır.

  Kur'an ve melekler vasfedilirken kullanılan inzal إنْزالٌ ve tenzil تَنْزِيلٌ kavramlarının farkına gelince tenzil sözcüğü onun peyderpey/tekrar tekrar indirilişine işaret eden yerlerde; inzal إنْزالٌ ise genel kullanım olarak tercih edilir.

  İnsanların başına gelen/inen sıkıntı ya da felakette نازِلَةٌ sözcüğüyle ifade edilir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de birçok türevde 293 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri inzal, menzil, menzile, nâzil, nezle, nevâzil, nüzül (felç), tenezzül, tenzil ve tenzilattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنْ اٰيَاتِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَنَّ  ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  كَ  muttasıl zamiri  أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

تَرَى الْاَرْضَ  cümlesi  أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تَرَى  fiili mukadder elif üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  تَرَى  ‘bilmek’ manasında kalp fiillerindendir. 

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. خَاشِعَةً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَاشِعَةً  kelimesi, sülasi mücerredi  خشع  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir.  الْمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اهْتَزَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘ dir.  رَبَتْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

اهْتَزَّتْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi هزز ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


نَّ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاهَا لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَحْيَاهَا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَحْيَاهَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُحْـيِ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak  يِ  üzere mukadder damme ile merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْمَوْتٰى  muzâfun ileyh olup  ى  üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  مُحْـيِ  ve  الْمَوْتٰى  maksur isimlerdendir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَحْيَاهَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حيي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

مُحْـيِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  قَد۪يرٌ ‘e mütealliktir.  شَيْءٍ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. قَد۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

قَد۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً 

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّكَ تَرَى الْاَرْضَ خَاشِعَةً  cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, muahhar mübtedadır. 

تَرَى  cümlesi  اَنَّ ’nin haberidir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰيَاتِهِ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif içindir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

خَاشِعَةً  haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ayette geçen  خَاشِعَةً  (huşû) kelimes; zelil olmak, boynu bükük kalmak demektir. Yeryüzünde kıtlık baş gösterip bitkilerden, ürünlerden eser kalmaz hale gelince, bu ifade, istiare yoluyla yeryüzü için kullanılır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)


فَاِذَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْۜ

 

فَ , istinafiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  اَنْزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَٓاءَ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهَا , ihtimam için mef’ûl olan  الْمَٓاءَ ‘ye takdim edilmiştir.

اَنْزَلْنَا  fiili azamet zamirine isnatla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اهْتَزَّتْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

رَبَتْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la, cevap cümlesine atfedilmiştir. Aynı üslupla gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Önceki cümledeki gaib zamirinden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır.

 

اِنَّ الَّـذ۪ٓي اَحْيَاهَا لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۜ 

 

Beyanî istînâf olarak gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

اِنَّ ’nin ismi konumundaki has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan  اَحْيَاهَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِنَّ ’nin isminin, ism-i mevsûlle marife olması, tazim ve sılaya dikkat çekmek içindir.

Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

Veciz ifade kastına matuf  مُحْـيِ الْمَوْتٰى  izafeti  اِنَّ ’nin haberidir.

مُحْـيِ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Hâlidî, Vakafât, Tevbe Suresi, 120-121, s. 80)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümlede tekrar gaib zamire dönülerek iltifat sanatı yapılmıştır.

مُحْـيِ - مَوْتٰىۜ  ve  اَحْيَاهَا - الْمَوْتٰىۜ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab,  اَحْيَاهَا - مُحْـيِ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Ayette temsîli istiare vardır. Yeryüzünde bitkilerin yağmurla yeşermesi, kıyamet gününde insanların yeniden diriltilmesine benzetilmiştir.

Toprağın içindeki tohumların çimlenerek bitki haline gelmesine sebep olan yağmur suyunun yeryüzüne inmesi, ölülerin diriltilmesine benzetilmiştir. اَحْيَاهَا  ibaresinde istiare-i tebeiyye vardır. (Âşûr)

 

 اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

Son cümle ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için, amili olan قَد۪يرٌ ‘e takdim edilmiştir.

اِنَّ ’nin haberi olan  قَد۪يرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir. Bu kalıp, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve car mecrurun takdiminin tahsis ifade etmesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

شَيْءٍ ‘deki tenvin, kesret ve nev ifade eder. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. 

Ayette, muhatabı ikna konusunda etkili bir sanat olan mezheb-i kelamî üslubu kullanılmıştır.

Ayetin fasılası, küçük değişikliklerle Kur'an’da çok kez tekrarlanmıştır. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, S. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet/44, S. 189)

Dil, Kur'an üslubunun güzelliğindeki belâgatı tasvir etmekten acizdir. Sen, Yüce Allah'ın şu ayetindeki ifade parlaklığını düşün: İşte senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun ayetlerindendir. Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçip kabarır. Ona can veren elbette ölüleri de diriltir. Onun herşeye gücü yeter. Bu anlatım ve (üsluptaki sanatsal diziyi düşün. Ölü toprak için  خَاشِعَةً (boyun eğme), اهْتَزَّتْ (harekete geçme) ve intifâha (kabarma) kelimelerinin kullanılışını bir düşün. Allah, ölüleri diriltip kabirden çıkartacağı gibi, arzı da diriltiyor. Bu hava, öldükten sonra diriltme, çıkartma ve can verme havasıdır. Bu, kalpleri çelen ne parlak bir tasvirdir!!... (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Fussilet Sûresi 40. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَاۜ اَفَمَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ اَمْ مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْۙ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ  ...


Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ
3 يُلْحِدُونَ doğruluktan sapanlar ل ح د
4 فِي hususunda
5 ايَاتِنَا ayetlerimiz ا ي ي
6 لَا
7 يَخْفَوْنَ gizli kalmazlar خ ف ي
8 عَلَيْنَا bize
9 أَفَمَنْ kimse mi?
10 يُلْقَىٰ atılan ل ق ي
11 فِي içine
12 النَّارِ ateşin ن و ر
13 خَيْرٌ daha iyidir خ ي ر
14 أَمْ yoksa
15 مَنْ kimse (mi?)
16 يَأْتِي gelen ا ت ي
17 امِنًا güvenle ا م ن
18 يَوْمَ günü ي و م
19 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
20 اعْمَلُوا yapın ع م ل
21 مَا ne
22 شِئْتُمْ diliyorsanız ش ي ا
23 إِنَّهُ elbette O
24 بِمَا şeyleri
25 تَعْمَلُونَ yaptıklarınızı ع م ل
26 بَصِيرٌ görmektedir ب ص ر

“Gerçekten sapma” olarak çevirdiğimiz âyet metnindeki ilhâd kavramı, sözlükte “sapma, ayrılıp uzaklaşma” anlamına gelir. Buradaki mânasıyla ilgili olarak şu açıklamalar getirilmiştir: Kur’an’a imandan sapmak; Kur’an tilâveti sırasında ıslık çalarak, el çırparak, şarkı söyleyip kuru gürültü yaparak Kur’an’ın sesini boğmak suretiyle haksızlığa sapmak, âyetler hakkında yalan dolan sözler sarfetmek, inatçılık ve zorbalık yapmak, şirke sapmak (İbn Atıyye, V, 19; Şevkânî, IV, 593); doğruluktan sapmak, kozmolojik deliller ortaya koyan âyetlerin ifade ettiği gerçeklerden yüz çevirmek (İbn Âşûr, XXIV, 304). Âyetteki ilhâd kavramının bütün bu olumsuz davranışları kapsadığı, dolayısıyla inkârcıların Kur’an ve İslâm konusunda gerçeği saptırmayı amaçlayan, haksızlık ve şiddete dayanan inatçı tutumlarını ifade ettiği düşünülebilir. Âyet, bu tutumları sergileyenlerin Allah tarafından çok iyi bilindiği uyarısında bulunmakta; bu tavırları yüzünden ateşe atılmayı hak edenlerle dürüstlüğü ve hakikati ilke edinenlerin eşit değerde olmadıklarını, uhrevî âkıbetlerinin de aynı olmayacağını, birincilerin ateşte, ikincilerin güvenlik yurdu olan cennette olacaklarını haber vermektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 714

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَاۜ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.   İsm-i mevsûlun sılası  يُلْحِدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُلْحِدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪ٓي اٰيَاتِنَا  car mecruru  يُلْحِدُونَ  fiiline mütealliktir. لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَخْفَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْنَا  car mecruru  يَخْفَوْنَ  fiiline mütealliktir. 

يُلْحِدُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  لحد ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  



اَفَمَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ اَمْ مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ

 

Hemze istifham harfidir. فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

يُلْقٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul fiildir.Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir. فِي النَّارِ  car mecruru  يُلْقٰى  fiiline mütealliktir. خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur. 

اَمْ  atıf harfi hemzenin muadilidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  atıf harfi  اَمْ  ile ilk  مَنْ ‘e matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَأْت۪ٓي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَأْت۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اٰمِناً  kelimesi  يَأْت۪ٓي ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ   zaman zarfı olup  يَأْت۪ٓي  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْۙ

 

Fiil cümlesidir. اِعْمَلُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شِئْتُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. شِئْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

 

اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  بَص۪يرٌ ‘a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بَص۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَاۜ 

 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve ve tahkir içindir. Ayrıca müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi muhatabın mevsûlün sılası hakkında bilgisi olduğunu göstermektedir.

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا   cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اٰيَاتِنَا  ibaresinde ayetler, tazim ve teşrif için azamet zamirine izafe edilmiştir.

اِنَّ ‘nin haberi  لَا يَخْفَوْنَ  cümlesidir. Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye ve istimrarî teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, isim cümlesi ve müsnedün ileyhin tekrarı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

يَخْفَوْنَ  fiilinin mef’ûlünün olmaması umum ifade eder, yani Allah Teala’dan hiç bir şey gizli kalmaz demektir.

Önceki ayetteki gaib zamirinden azamet zamirine dönülerek iltifat yapılmıştır.

Hayvan düz yoldan çıkıp yolun kenarına basınca  ألحد الحافرولحد (toynak yoldan saptı) denir. Burada ayetleri doğru ve düzgün anlamından saptırarak tevil etme konusunda istiare olarak kullanılmıştır. (Keşşâf, Âşûr)

الحد ; ‘Sapmak, meyletmek ve başka tarafa ayrılıp gitmek’ demektir. "Kabirde lahd" tabiri de buradan gelmektedir. Çünkü lahd bölümü kabrin bir tarafına doğru daha çok meyillidir (kaymış olur). "Allah'ın dininde yan çizdi ve başka tarafa saptı" demektir. (Kurtubî)

Burada geçen الحد kelimesi, doğruluktan ayrılmak, yan çizmek, bir kenara ayrılmak gibi manalara gelir. Bu nedenle sözkonusu bu kelime, Kur'an ayetlerinin gösterdiği doğru yoldan, sağlıklı olan çizgiden sapma anlamında istiâre yoluyla alınmıştır ki, الحد  kelimesi, انحراف  manasınadır. Bu da sapmak, doğru çizgiden ayrılmak demektir. Aslında ayette geçen ve “doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz’’ kavli, sözkonusu edilen kimselerin tahrifleri sebebiyle, onlar için bir tehdit, bir uyarı ifadesidir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl) 


اَفَمَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ اَمْ مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ

 

فَ  atıf, hemze inkârî istifham harfidir. Cümle önceki istînâfa matuftur. Haberî manada olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ifade eden isim cümlesi formundaki cümlede  مَنْ  mübteda,  يُلْقٰى  cümlesi ism-i mevsûlün sılası خَيْرٌ  haberdir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve kınama manası taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan يُلْقٰى فِي النَّار  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Müsned olan  خَيْرٌ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İkinci müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , atıf harfi  اَمْ  ile önceki mevsûle atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezattır. Mübteda konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  مَنْ ’in haberi mahzuftur.

مَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ  sözü zikredildikten sonra sadece  مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  lafzıyla yetinilmiş  خَيْرٌ  hazf edilmiştir. Bu, ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831) 

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)  

Ayette ihtibâk sanatı vardır.  مَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ [Ateşe atılacak olan] ın zıttı olan  مَن يَدْخُلُ الجَنَّةَ [Cennete giren, selametle gelen] ifadesi ve  مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً  ‘nin zıttı olan  مَن يَأْتِي خائِفًا، وهم أهْلُ النّارِ  [Korkarak gelen kimseler cehennem ehlidir.] hazf edilmiştir. (Âşûr)

اٰمِناً , hal olarak anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

يَوْمَ  zaman zarfı  يَأْت۪ٓي  fiiline mütealliktir.

فِي النَّارِ  ibaresinde istiare-i tebeiyye vardır. Burada  فِي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ateş hakiki manada zarfiyeye, yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak cehennemliklerin azabında mübalağa ifade etmek üzere bu harf  على  harfi yerine kullanılmıştır. Ateşte yanma, bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ  cümlesiyle,  يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu kelam da, onların nasıl cezalandırılacaklarına dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)

اَفَمَنْ يُلْقٰى فِي النَّارِ خَيْرٌ اَمْ مَنْ يَأْت۪ٓي اٰمِناً يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  [O halde kıyamet gününde ateşe atılır mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir?” Bu ifade kâfir ile mümini temsil anlamında olan bir ifadedir.  اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْۙ  [Dilediğinizi yapın.] Bu ifade tarzı, çok daha ağır bir tehdit içeren bir ifadedir ve aynı zamanda oldukça da abartılı, dozu daha da şiddetli olan bir anlatımdır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)


اِعْمَلُوا مَا شِئْتُمْۙ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve tehaddî manası taşıdığı için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا’nın sılası olan  شِئْتُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)


اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ

Beyanî istînâf olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl olan  مَا  başındaki  بِ  harf-i ceriyle birlikte  بَص۪يرٌ ’e mütealliktir. Sılası olan  تَعْمَلُونَ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, istimrar, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِمَا تَعْمَلُونَ  car mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan بَص۪يرٌ ‘a takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَعْمَلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

بَص۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.

Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. -faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِعْمَلُوا  -  تَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَلَيْنَاۜ - اِنَّهُ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Ateşe atılmaya karşılık olarak güvenle gelmenin zikredilmesi, müminlerin övgü değer hallerini mübalağalı olarak ifade etmek içindir. İstediğinizi yapın emri de ağır tehdittir. Çünkü O, yaptıklarınızı görendir, cümlesi de ceza vaadidir. (Beyzâvî)      

تَعْمَلُونَ - اِعْمَلُوا   kelimeleri arasında iştikak cinası,  مَنْ  ve  مَا ’ların tekrarında ıtnâb ve bu gruplar arasındaki kelimelerde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu kelam, büyük bir tehdit anlamını ifade etmektedir. (Ebüssuûd, Âşûr)

 
Fussilet Sûresi 41. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ  ...


Kur’an kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ onlar
3 كَفَرُوا inkar ettiler ك ف ر
4 بِالذِّكْرِ Zikr’i (Kur’an’ı) ذ ك ر
5 لَمَّا
6 جَاءَهُمْ kendilerine gelen ج ي ا
7 وَإِنَّهُ halbuki o
8 لَكِتَابٌ bir Kitaptır ك ت ب
9 عَزِيزٌ aziz ع ز ز

Vahyin temel amacı insanlara inanç ve yaşayış konularında doğruyu ve yanlışı, faydalıyı ve zararlıyı göstererek onları aydınlatmak olduğu için âyette Kur’an-ı Kerîm “uyarıcı kitap” (zikir) diye anılmıştır. Bu kullanımı sebebiyle Kur’an’ın isimlerinden biri olarak gösterilen zikir kelimesi, “değerli hâtıra” anlamına da gelir. Kur’an, ona inanan ve yolundan giden ilk neslin dilleri, inançları, erdemli yaşayışları ve mücadeleleriyle saygın bir topluluk olarak daima yâdedilmelerine vesile olacağı için bu isimle anılmıştır. “Çok değerli” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki azîz kelimesi “güçlü” anlamına da gelir. Esasen Kur’an’ın değerli oluşu, Allah kelâmı olup O’nun katından gelmesinden, ayrıca 42. âyette de belirtildiği gibi kesinlikle asılsız ve faydasız bir unsur içermemesinden, yani baştan sona gerçeği ihtiva etmesinden; nihayet bu nitelikleri sayesinde onun özüne ve mesajına aykırı bütün inanç ve ideolojilere karşı galip çıkmasından ileri gelir. Bu böyledir, çünkü Kur’an, “hikmet sahibi, övgüye lâyık olan Allah katından indirilmiştir”; hikmet sahibi olandan da ancak hikmete uygun olan, yani mutlak doğru ve mutlak yararlı olan sözler iner.

“Ne başlangıcında ne de sonrasında ona asılsız bir şey girebilir” cümlesi genellikle, Hz. Peygamber ve Kur’an’ı ona indiren Cebrâil de dahil olmak üzere hiç kimsenin onda herhangi bir eksiklik veya fazlalık meydana getiremeyeceği anlamına gelecek ifadelerle yorumlanmıştır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 717

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اِنَّ ‘nin haberi mahzuftur. Takdiri, معذّبون أو مهلكون  (Azap edilmiş veya helaka uğramışlardır.) şeklindedir.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالذِّكْرِ  car mecruru كَفَرُوا  fiiline mütealliktir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). Burada müfred şeklinde gelmiştir.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  

لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği) 

جَٓاءَهُمْۚ  ile başlayan fiili cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَٓاءَهُمْۚ  fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ

 

وَ  haliyyedir. اِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ  cümlesi ذِّكْرِ ‘in hali olarak mahallen mansubdur. İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. كِتَابٌ  kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. عَز۪يزٌۙ  kelimesi  كِتَابٌ ‘ün sıfatı olup mansubdur. 

عَز۪يزٌۙ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اِنَّ ‘nin, takdiri  معذّبون (Azap görücüdür) olan haberi mahzuftur. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)

لَمَّا , kelimesi  حين  manasında şart anlamı taşıyan ama bu cümlede şarttan mücerret zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَهُمْ  cümlesi,  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

الذِّكْرِ , Kur’an manasında kinayedir.

Şayet  الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ  [Kendilerine öğüt gelince onu nankörce inkâr edenler] ifadesi nereye bağlıdır?” dersen şöyle derim: Bu söz, öncesindeki “Bizim ayetlerimizi yanlış yönlere çekenler” ayetinden bedeldir. الذِّكْرِ (öğüt) de Kur’an’dır; çünkü onlar Kur’an’ı inkâr ettikleri için ona dil uzatmakta ve onu yanlış tevil etmekte idiler. (Keşşâf)

بِالذِّكْرِ ‘den hal olan  وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ  cümlesi وَ ’la gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

اِنَّ ’nin haberi  كِتَابٌ ’dur. عَز۪يزٌ  kelimesi كِتَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لذِّكْرِ  (zikir) cumhura göre Kur'an-ı Kerîm'dir. Çünkü Kur'an-ı Kerîm'de kendisine gerek duyulan bütün hükümler vardır. Bu ayette haber hazf edilmiştir. Takdiri: هالكون أو معذبون (Helak olmuşlardır) yahut azaba uğratılacaklardır, şeklindedir. (Kurtubî)

 
Fussilet Sûresi 42. Ayet

لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ۜ تَنْز۪يلٌ مِنْ حَك۪يمٍ حَم۪يدٍ  ...


Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَأْتِيهِ ona gelmez ا ت ي
3 الْبَاطِلُ boşa çıkaracak bir söz ب ط ل
4 مِنْ -nden
5 بَيْنِ ب ي ن
6 يَدَيْهِ önü- ي د ي
7 وَلَا ne de
8 مِنْ -ndan
9 خَلْفِهِ arkası- خ ل ف
10 تَنْزِيلٌ indirilmiştir ن ز ل
11 مِنْ -nden
12 حَكِيمٍ hüküm ve hikmet sahibi- ح ك م
13 حَمِيدٍ çok övülenden ح م د

لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ۜ

 

لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ  cümlesi  كِتَابٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْت۪يهِ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْبَاطِلُ  fail olup lafzen merfûdur. 

مِنْ بَيْنِ  car mecruru  يَأْت۪يهِ  fiiline mütealliktir. يَدَيْهِ  muzâfun ileyh olup, müsenna olduğu için cer alameti  ي’ dir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  مِنْ خَلْفِه۪  car mecruru atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.


 تَنْز۪يلٌ مِنْ حَك۪يمٍ حَم۪يدٍ

 

İsim cümlesidir. تَنْز۪يلٌ  haber olup lafzen merfûdur. Mübteda mahzuftur. Takdiri, هو ‘(O)dir.

مِنْ حَك۪يمٍ  car mecruru  تَنْز۪يلٌ ‘ne mütealliktir.  حَم۪يدٍ  kelimesi  حَك۪يمٍ ‘in sıfatı olup lafzen merfûdur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki  كِتَابٌ için  sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الْبَاطِلُ ‘nun  يَأْت۪ي  fiiline isnadı, aklî mecazdır.

مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ (önlerindekiler) -  مِنْ خَلْفِه۪ (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Birbirine tezat nedeniyle atfedilmiş olan car mecrurlar,  لَا يَأْت۪يهِ  fiiline mütealliktir.

خَلْفِ - بَيْنِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır. Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid etmek içindir.

إتيان الْبَاطِلُ  ifadesinde istiare vardır. Bu konuda pek çok söz söylenmiştir. Bazıları şöyledir: Bununla kastedilen, bu kitaba (Kur’an’a) ondan önce geçmiş ve ondan sonra gelecek sözlerden hiçbir şeyin benzemez olmasıdır. Çünkü önceki kelamlardan veya sonraki sözlerden bir şey ona benzeseydi, onun mucizeliğini iptal etmiş, hüccetliğine halel getirmiş olurdu. Neticede ona anılan iki yönden, ya önünden ya da ardından batıl gelmiş olurdu. 

Kimileri de şöyle demiştir: Bunun manası; çelişme durumuna bağlı olarak ne hakikat yoluyla ne de müşakele yoluyla oluşacak şüphenin ona hiçbir şekilde gelip bulaşması söz konusu olamaz. Çünkü o, hiçbir şüphenin kendisine bulaşmadığı, hiçbir batılın kendisine erişmediği halis pak bir kitaptır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

Ayette geçen: لَا يَأْت۪يهِ الْبَاطِلُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِه۪ [Ona bâtıl ne önünden ne de arkasından sokulabilir.]  ifadesindeki الْبَاطِلُ (Batıl)’dan maksat, Said b. Cübeyr'e göre: "Dinin yasakladığı kötü şeylerdir. Katade'ye göre ise İblistir. Yani şeytan Kur'ana yaklaşarak ne ondaki hakikati eskitebilir ne de ona dışarıdan bir şey sokuşturabilir. (Taberî)


تَنْز۪يلٌ مِنْ حَك۪يمٍ حَم۪يدٍ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.  Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  تَنْز۪يلٌ , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.   

مِنْ حَك۪يمٍ  car mecruru, تَنْز۪يلٌ ’ya mütealliktir.

حَم۪يدٍ  kelimesi  حَك۪يمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

حَك۪يمٍ  - حَم۪يدٍ  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Fussilet Sûresi 43. Ayet

مَا يُقَالُ لَكَ اِلَّا مَا قَدْ ق۪يلَ لِلرُّسُلِ مِنْ قَبْلِكَۜ اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ  ...


Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا değildir
2 يُقَالُ söylenen ق و ل
3 لَكَ sana
4 إِلَّا başka bir şey
5 مَا olandan
6 قَدْ
7 قِيلَ söylenmiş ق و ل
8 لِلرُّسُلِ elçilere ر س ل
9 مِنْ
10 قَبْلِكَ senden önceki ق ب ل
11 إِنَّ kuşkusuz
12 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
13 لَذُو sahibi
14 مَغْفِرَةٍ bağışlama غ ف ر
15 وَذُو ve sahibidir
16 عِقَابٍ azab ع ق ب
17 أَلِيمٍ acı ا ل م

Mekke putperestleri, bir kısmına bu sûrede değinilen bazı haksız isnat ve suçlamalarla, alay ve tehditlerle Hz. Peygamber’i üzüyorlardı. Âyette bu tür haksızlıklara, barbarca davranışlara önceki peygamberlerin de mâruz kaldığı haber verilerek Resûlullah teselli edilmekte, dolayısıyla geçmiş peygamberler gibi onun da sabırlı olması gerektiği hatırlatılmakta; yüce Allah’ın ona ve onunla birlikte inananlara mağfiretiyle, inkârcı ve haksız davranışlarıyla onları incitenlere de şiddetli azabıyla karşılık vereceği bildirilmektedir. Âyet, benzer tutumlara mâruz kalan her dönemdeki müslümanları da böyle durumlarda insanlığın önderleri olan peygamberlerin takındıkları ortak tutum konusunda aydınlatmakta; dolayısıyla peygamberleri onlara ideal örnekler olarak göstermekte, ayrıca onlara da hem teselli hem de ümit ve moral aşılamaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 717

مَا يُقَالُ لَكَ اِلَّا مَا قَدْ ق۪يلَ لِلرُّسُلِ مِنْ قَبْلِكَۜ 

 

Fiil cümlesidir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُقَالُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir. 

لَكَ  car mecruru  يُقَالُ  fiiline mütealliktir. اِلَّا  hasr edatıdır. مَا  müşterek ism-i mevsûl naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası قَدْ ق۪يلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

لِلرُّسُل  car mecruru ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.  

مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  رُّسُلِ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

رَبَّكَ  izafeti  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

ذُو  harfle îrab olan beş isimden biri,  اِنَّ ‘nin haberi olup ref alameti  و ‘dır.  مَغْفِرَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

ذُو عِقَابٍ  izafeti atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اَل۪يمٍ  kelimesi  عِقَابٍ ‘ın sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا يُقَالُ لَكَ اِلَّا مَا قَدْ ق۪يلَ لِلرُّسُلِ مِنْ قَبْلِكَۜ

 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette mütekellim, Allah Teâlâ’dır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا ‘nın, istisna harfi ile kasr oluşturması cümleyi olumlu anlama çevirmiştir.

İki tekid hükmündeki kasr, fiille naib-i fail arasında kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Naib-i fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  قَدْ ق۪يلَ لِلرُّسُلِ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

ق۪يلَ  ve  يُقَالُ  fiilleri fiile veya mef’ûle dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Car mecrur  مِنْ قَبْلِكَۜ , mahzuf hale mütealliktir.

ق۪يلَ  -  يُقَالُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 مَا ’nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu kelam, Resulullah'ı sav kafirlerden gördüğü eziyetlerden dolayı teselli etmektedir. Yani kâfirler tarafından senin ve sana indirilmiş olan Kur’an hakkında söylenenler, senden önceki peygamberler hakkında söylenmiş olan hayırsız şeylerden farklı değildir. (Ebüssuûd)

 

اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin Rab ismiyle marife olması, Hz. Peygambere destek ve muhabbetle muamelenin işaretidir. Ayrıca  رَبَّكَ  izafeti, Peygambere şan ve şeref ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi  لَذُو مَغْفِرَةٍ  şeklinde izafet terkibiyle marife gelerek bu vasfın kemâl derecede olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca izafet az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir.

مَغْفِرَةٍ  ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ , habere matuftur. Cihet-i câmia tezattır.

مَغْفِرَةٍ (bağışlama) -  عِقَابٍ (cezalandırma) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

اَل۪يمٍ  kelimesi  عِقَابٍ  için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olarak merfû olan ذُو , beş isimden biridir. Bu kelimenin tekrarlanması Allah Teâlâ’nın herşeyin tek sahibi olduğunu vurgulamaktadır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ وَذُو عِقَابٍ اَل۪يمٍ  cümlesinde güzel bir cem’ ve taksim (cem’ ve taksim kelimeleri sanat manasında değil lügat manasındadır) vardır. ما يُقالُ لَكَ  sözünde konuşan kişinin fiili ve söylediği sözde cem vardır. Çünkü bu sözde bu konuşan kişiler için Allah Teâlâ’nın mağfiret ve azap sahibi olduğuna ima vardır. Tertipsiz leff ü neşr yoluyla ve makam karinesiyle mana tekrar edilmiştir. (Âşûr)
Fussilet Sûresi 44. Ayet

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟  ...


Eğer biz onu başka dilde bir Kur’an yapsaydık onlar mutlaka, “Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?” derlerdi. De ki: “O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar).”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ ve eğer
2 جَعَلْنَاهُ biz onu yapsaydık ج ع ل
3 قُرْانًا bir Kur’an ق ر ا
4 أَعْجَمِيًّا yabancı (dilde) ع ج م
5 لَقَالُوا derlerdi ki ق و ل
6 لَوْلَا değil miydi?
7 فُصِّلَتْ açıklanmalı ف ص ل
8 ايَاتُهُ onun ayetleri ا ي ي
9 أَأَعْجَمِيٌّ yabancı söz mü? ع ج م
10 وَعَرَبِيٌّ arab olana ع ر ب
11 قُلْ de ki ق و ل
12 هُوَ o
13 لِلَّذِينَ için
14 امَنُوا inananlar ا م ن
15 هُدًى bir yol göstericidir ه د ي
16 وَشِفَاءٌ ve (gönüllere) şifadır ش ف ي
17 وَالَّذِينَ gelince
18 لَا
19 يُؤْمِنُونَ inanmayanlara ا م ن
20 فِي vardır
21 اذَانِهِمْ onların kulaklarında ا ذ ن
22 وَقْرٌ bir ağırlık و ق ر
23 وَهُوَ ve o
24 عَلَيْهِمْ onlara
25 عَمًى bir körlüktür ع م ي
26 أُولَٰئِكَ onlar
27 يُنَادَوْنَ çağırılıyorlar ن د و
28 مِنْ -den
29 مَكَانٍ bir yer- ك و ن
30 بَعِيدٍ uzak ب ع د

Kur’an-ı Kerîm’in ilk muhatapları Araplar olduğu için onun Arap diliyle indirilmesi de doğaldır. Eğer başka bir dilde indirilseydi âyette belirtilen itirazı öne sürenler haklı olacaklardı. Bu âyet, Kur’an’ın Arap olmayan toplumlar tarafından anlaşılıp gereğinin yerine getirilebilmesi için o toplumların dillerine çevrilmesi gerektiğine de işaret etmektedir. Ancak bu çeviriler, Kur’an’ın anlam ve içeriğini yansıtması bakımından elbette değerli olmakla birlikte, “Allah’ın muradını eksiksiz kuşatan ve anlatan, dolayısıyla ilâhî kelâm olarak özel değer taşıyan asıl kutsal kitap” anlamında Kur’an, orijinal Arapça metinden ibarettir; çeviriler ise bu metni okuyanın, yetenekleri ölçüsünde ondan anlayabildiği, anladıklarını kendi kelimeleriyle ifade ettiği beşerî eserlerdir (Kur’an’ın Arapça indirilmesinin gerekçeleri hakkında ayrıca bk. Zümer 39/28). Sonuç itibariyle Kur’an, mânalarının anlaşılması ve hükümlerinin yerine getirilmesi için indirilmiştir; Arapça bilenler orijinal metninden, bilmeyenler çeviri ve tefsirlerinden yararlanarak onun içeriği hakkında bilgi edinebilirler. Ancak âyet, Kur’an’ın rehberliğinden, ruhlara şifa verici anlamlarından yararlanmanın bir iman konusu olduğuna; Kur’an’ın ilkelerini ve hedeflerini kendi sosyal, ekonomik, siyasal vb. konumlarına ve hedeflerine engel gören, bu nedenle Kur’an’a ön yargılı bakan inkârcıların, onun gerçek anlamını ve yol göstericiliğini de kavrayamayacaklarına dikkat çekmektedir. “Kur’an onlara kapalıdır”; çünkü amaçları Kur’an’ı anlamak değil, 26. âyette anılan davranışlarıyla da ortaya koydukları gibi onu etkisiz kılmaktır. Âyetin, “(sanki) onlara uzaktan sesleniliyor” anlamındaki son cümlesi, bu tutumlarıyla onların Kur’an’ın ruhuna ve anlamına ne kadar uzak olduklarına işaret etmektedir.

Râzî’ye göre (XXVII, 133-134) Kur’an’a inanmamakta haklı olduklarını göstermek için türlü bahaneler arayan, gerekçeler icat etmeye çalışan putperestlerin, sûrenin başında geçen “Bizi çağırdığın şeylere karşı kalplerimizin (akıllarımızın) üzerinde örtüler, kulaklarımızda da bir sağırlık var; seninle bizim aramızda bir perde bulunmaktadır” meâlindeki sözlerine bu sûre bütünüyle bir cevap oluşturmaktadır. Nitekim daha sûrenin başında Kur’an-ı Kerîm’in başlıca özellikleri anlatılırken, “Bilen bir topluluk için âyetleri apaçık anlaşılır hale getirilmiş Arapça okunan bir kitaptır” buyurulmuştu. 44. âyette de Kur’an’a karşı itirazlar üretmeye çalışanlara şu cevap verilmektedir: Eğer Kur’an Arapça’dan başka bir dilde inseydi, doğal olarak onu anlayamayacağınız için anılan sözlerinizde haklı olabilirdiniz; ama Kur’an kendi dilinizde indiğine göre artık onu anlamadığınızı ileri sürmeniz bir yalandan ibarettir.

Râzî, âyet metnindeki “hüdâ” kelimesini, Kur’an’ın bütün iyiliklere rehber ve bütün mutluluklara vesile olmasıyla; “şifâ” kelimesini ise Kur’an’ın rehberliğinden yararlanıp hidayete ulaşan insanın inkâr ve cehâlet hastalıklarından kurtulmasıyla izah eder (XXVII, 134).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 718-719

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَعَلْ  değiştirme anlamında kalp fiillerindendir.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُرْاٰناً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَعْجَمِياًّ  kelimesi  قُرْاٰناً ‘in sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ ‘dir. قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani ‘değil mi?’ manasındadır.(Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

فُصِّلَتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اٰيَاتُهُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Hemze istifham harfidir. اَۭۘعْجَمِيٌّ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو (Kur’an)dir. 

عَرَبِيٌّ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Takdiri, Nebi‘dir. 

فُصِّلَتْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

      

قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  هُدًى ‘nin mahzuf haline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. هُدًى  mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimlerdendir.  شِفَٓاءٌۜ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.     

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُؤْمِنُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ  cümlesi mübteda  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَقْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

 

 وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la mukadder haber cümlesine matuftur. Takdiri, في آذانهم وقر وهو عليهم عمى (Kulaklarında ağırlıklar vardır ve Kuran onlara karşı kördür) şeklindedir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. عَمًى  mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.Maksur isimlerdendir.


اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُنَادَوْنَ , mübteda اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يُنَادَوْنَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla meçhul muzari fiildir.  Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ مَكَانٍ  car mecruru  يُنَادَوْنَ  fiiline mütealliktir. بَع۪يدٍ۟  kelimesi  مَكَانٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  جَعَلْنَاهُ قُرْاٰناً اَعْجَمِياًّ  cümlesi şarttır. 

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

جَعَلْنَاهُ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اَعْجَمِياًّ  kelimesi, nekre gelmiş nev ifade eden  قُرْاٰناً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Şartın cevabı  لَ  karinesiyle gelen  لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْلَا فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ  cümlesi, başına tahdid (تحضيض ) harfi  لَوْلَٓا  gelmiş müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَوْلاَ  ‘meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

فُصِّلَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

لَوْ - لَوْلَا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


ءَاَۭۘعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müşriklerin sözlerine dahildir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olsa da gerçek manada soru olmayıp tahkir ve taaccüb manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Hemze inkârî istifham harfidir. Soru mütekellimin bilmediği veya cevap istediği bir konu olmadığı için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَۭۘعْجَمِيٌّ , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.   Veya mübtedadır, haberi mahzuftur. Yani  أاَۭۘعْجَمِيٌّ عَرَبِيٌّۜ يستويان (Arap olanla olmayan bir midir?) demektir.

وَعَرَبِيٌّۜ  cümlesi aynı üslupla gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında mukabele oluşturmuştur.

عَرَبِيٌّۜ , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir. 

اَۭۘعْجَمِيٌّ (arap olmayan) - وَعَرَبِيٌّ (arap) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve muvazene sanatları vardır.

اَۭۘعْجَمِيٌّ (a’cemi) ister fasih olsun, ister olmasın Arap olmayan kimse demektir. A'cemi ise Arap olsun, olmasın fasih konuşamayan kimse demektir. Buna göre  الأعجم  kelimesi  الفصيح ‘in zıttıdır. Bu da ifadeleri, sözleri açık seçik olmayandır. Mesela konuşmayan hayvana  أعجم  denilir. صلاة النهار عجماء (Gündüz namazı acmâ'dır) ifadesi de buradan gelmektedir. Yani gündüz namazında açıktan Kur'ân-ı Kerîm okunmaz. Buna göre  أعجم kelimesine nispet (acem kelimesine göre) daha bir pekiştirmeli olmaktadır. Çünkü Arap olmayan  الأعجمي  bir şahıs Arapçayı fasih olarak konuşabilir. Arap olan bir kimse de fasih olmayabilir. Bundan dolayı الأعجمي  şeklindeki nispet daha vurgulu bir ifade olmaktadır. (Kurtubî)


قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muhatap Hz. Peygamber, mütekellim Allah Teâlâ’dır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هُوَ  mübteda, هُدًى  haberidir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  car mecruru ihtimam için amili olan  هُدًى ‘e takdim edilmiştir.

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ  has ism-i ism-i mevsûlu başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte  هُدًى ‘e mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

شِفَٓاءٌۜ  haber olan  هُدًى ’e matuftur. Cihet-i câmia, tezâyüftür.

اٰمَنُوا  - هُدًى  - شِفَٓاءٌۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kur’an teşbihi beliğ yoluyla irşad eden ve şifa veren kişiye benzetilmiştir.

قَالُوا - قُلْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

العَمى  kelimesi görmeyen demektir ve burada ihtida’nın zıddı olarak gelmiş müstear bir kelimedir. Bu kelimeler arasında tıbâk vardır.  


وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ 

 

 

وَ , istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mübteda konumundaki has ism-i mevsûlun sılası olan  لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, adı geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir ifade eder.

ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرٌ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır.  ف۪ٓي اٰذَانِهِمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  وَقْرٌ  ise muahhar mübtedadır. 

وَقْرٌ ’daki tenvin kesret ve tahkir ifade eder. 

وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ  cümlesi  الَّذ۪ينَ ‘nin haberine matuftur.  هُوَ mübteda,  عَمًىۜ  haberdir. Faide-i haber ibtidai kelamdır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , müsned olan  عَمًىۜ ‘nın mahzuf haline mütealliktir. 

عَمًىۜ ‘in Kur’an’a isnadı mecâz-ı aklîdir.

Bu cümlede kalp sanatı vardır. Kur'an'ın onlara kör olduğu ifade edilmiştir. Halbuki kör olan Kur’an değil onlardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi

قُلْ هُوَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا هُدًى وَشِفَٓاءٌۜ  cümlesiyle, وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًىۜ  cümlesi arasında mukabele oluşmuştur.

اٰمَنُوا  - لَا يُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اُو۬لٰٓئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. وَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ‘nin üçüncü haberidir. (Âşûr) Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ism-i işaretle marife olması, işaret edilenleri tahkir amacına matuftur.  اُو۬لٰٓئِك  işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.

اُو۬لٰٓئِكَ  mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ۟  cümlesi haberdir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مِنْ مَكَانٍ  car mecruru  يُنَادَوْنَ  fiiline mütealliktir.  بَع۪يدٍ۟  kelimesi  مَكَانٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

يُنَادَوْنَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Bu cümlede istiare vardır. Onların, öğütleri kabul etmeme ve Kur'an'dan ve içindekilerden yüz çevirme hususundaki halleri, kendisine uzaktan seslenilen kim­senin haline benzetilmiştir. Kendisine seslenileni ne işitir, ne de anlar. İkisi arasındaki alaka, her birindeki anlayışsızlıktır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Ebüssuûd)

Bu istiare temsilidir. Kâfirler sağırlara benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Fussilet Sûresi 45. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ  ...


Andolsun! Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 اتَيْنَا biz vermiştik ا ت ي
3 مُوسَى Musa’ya
4 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
5 فَاخْتُلِفَ fakat ayrılığa düşülmüştü خ ل ف
6 فِيهِ onda
7 وَلَوْلَا ve eğer olmasaydı
8 كَلِمَةٌ bir söz ك ل م
9 سَبَقَتْ geçmiş س ب ق
10 مِنْ -nden
11 رَبِّكَ Rabbi- ر ب ب
12 لَقُضِيَ derhal hüküm verilirdi ق ض ي
13 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
14 وَإِنَّهُمْ fakat onlar
15 لَفِي içindedirler
16 شَكٍّ bir kuşku ش ك ك
17 مِنْهُ ondan
18 مُرِيبٍ işkilli ر ي ب

Allah’ın kitabı hakkında insanların ihtilâfa düşmelerinin, bazıları ona içtenlikle inanırken bazılarının onu susturmaya çalışmalarının yeni olmadığı gerçeği, Hz. Mûsâ’ya indirilen kitap (Tevrat) örneğiyle hatırlatılmaktadır. Âyete göre Allah Teâlâ inkârcıları hak ettikleri cezaya hemen çarptırmıyorsa bunun sebebi, O’nun, inkâr ve isyana sapan insanlara, isterlerse dönüş yapıp doğru yola yönelmelerini mümkün kılacak şekilde fırsat tanıyan hükmü ve yasasıdır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. مُوسَى  mef’ûlün bih olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اخْتُلِفَ  atıf harfi  فَ  ile kasemin cevabına matuftur. 

اخْتُلِفَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  ف۪يهِ  car mecruru naib-i faildir.

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اخْتُلِفَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خلف ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ  ile kasemin cevabına matuftur. لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani ‘değil mi?’ manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

كَلِمَةٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودة (Vardır.) şeklindedir. 

سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  cümlesi  كَلِمَةٌ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبَقَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir.Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  سَبَقَتْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. قُضِي  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili mahzuf olup, fiilin masdarıdır. Takdiri, قضى القضاء (Hükmü verdi) şeklindedir.

بَيْنَ   zaman zarfı, قُضِيَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْۜ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

ف۪ي شَكٍّ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنْهُ  car mecruru  شَكٍّ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ ‘in sıfatı olup mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

فَاخْتُلِفَ ف۪يهِ  cümlesi kasemin cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Atıf için gelen  فَ  harfi onların kitap hakkında hiç zaman kaybetmeden ihtilafa düştüklerine işaret eder.

الْكِتَابَ , Tevrat’tan kinayedir. 

افتعال  babındaki  اخْتُلِفَ  fiili, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)


 وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ 

 

 

Bu cümle وَ  ile kasemin cevabına atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi;  لَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  menfi isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  كَلِمَةٌ ’un haberi mahzuftur. Takdiri, موجودة (Vardır.) şeklindedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

Müspet mazi fiil sıygasındaki  سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  cümlesi,  كَلِمَةٌ  için sıfattır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.

كَلِمَةٌ  lafzındaki tenkir tazim içindir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki cümledeki azamet zamirinden bu cümlede Rab ismine iltifat sanatı vardır. 

كَلِمَةٌ , Bedir gazvesinde telef olanlara nispetle, bazı inkârcılar için kıyamet gününe kadar verilen mühlet anlamındadır. (Âşûr)

Bu cümle; söze inanmayanlar, kulaklarında ağırlık olanlar ve Kur’an’ın kendilerine körlük olduğu kişilerle alakalıdır. Çünkü bu tehdit onlara yöneliktir. Bu son derece kısa iki cümle, yeri itibariyle Peygamber Efendimizi (sav) teselli makamında gelmiş bir itiraz cümlesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.200)

Ayette geçen “ezelde geçen bir söz” kavli ile demek istenen şey, kıyamet gününe kadar verilen süre, mühlet, bekleme süresi manasıdır. Çünkü kıyamet gününde her türlü düşmanlık ve anlaşmazlık çözülmüş olacaktır. İşte verilen o mühlet ve bekleme süresi olmamış olsaydı, dünyada derhal haklarında verilmesi gereken cezâ anında verilir ve işleri bitirilirdi. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)


وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

 

وَ , istînâfiyyedir. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّ ’nin haberi mahzuftur. Car mecrur  لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ , bu mahzuf habere mütealliktir.  مِنْهُ  car mecruru  شَكٍّ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.

لَف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَكٍّ  içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  شَكٍّ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.

مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

الرَّيْبُ  anlamındaki  شَكٍّ ‘in, مُر۪يبٍ ’le sıfatlanması mübalağa kastıyla yapılan mecâzî isnaddır. (Âşûr)

شَكٍّ  kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. İşte bundan dolayıdır ki şek, (Onların o konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar.) ifadesi ile de tekid edilmiştir. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, Hud Suresi 62)

شَكٍّ ’deki tenvin tahkir içindir.

اخْتُلِفَ  -  شَكٍّ  -  مُر۪يبٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Buradaki وَ  harfinde gizli bir istinaf manası olmakla beraber, atıf ya da hal için de olabilir. Bu manaya Şeyh Abdulkâhir Cürcânî işaret etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s. 200)

 
Fussilet Sûresi 46. Ayet

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ  ...


Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 عَمِلَ yaparsa ع م ل
3 صَالِحًا iyi iş ص ل ح
4 فَلِنَفْسِهِ yararı kendisinedir ن ف س
5 وَمَنْ ve kim
6 أَسَاءَ kötülük yaparsa س و ا
7 فَعَلَيْهَا zararı kendisinedir
8 وَمَا ve değildir
9 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
10 بِظَلَّامٍ zulmedici ظ ل م
11 لِلْعَبِيدِ kullara ع ب د

Başta Kur’an’ın ilk muhatapları olmak üzere bütün insanlığa Allah’ın evrensel bir yasası hatırlatılmaktadır. “Doğru ve yararlı iş” diye çevirdiğimiz metindeki sâlih kelimesi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanıp O’nun hükümlerine göre yaşamak; mümkün olduğunca çok sayıda insana, hatta diğer canlılara ve doğaya yararlı olabilecek şeyler yapmak; meşrû ölçüler çerçevesinde herkesle barış ve uzlaşma içinde olma çabası göstermek gibi yapıcı davranışları içine alan geniş kapsamlı bir kavramdır. Âyete göre bu şekilde doğru ve yararlı işler yapan bir kimse, –bu dünyanın bazı ârızî şartları yüzünden hak ettiği iyiliği elde edemese, hatta iyilik ettiği halde sıkıntı çekse bile– nihaî planda asla haksızlığa uğratılmayacak, iyiliklerinin karşılığını bulacak; aynı şekilde kötülük işleyenler de cezalarını çekeceklerdir. “Senin rabbin kullarına asla haksızlık etmez” ifadesi, bir bakıma bu hususta ilâhî bir teminat anlamı taşımaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ 

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  

عَمِلَ  şart fiili fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لِنَفْسِه۪  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mübteda mahzuftur. Takdiri, عمله (Onun ameli) şeklindedir.

صَالِحاً  kelimesi, sülasi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ

 

Cümle atıf harfi وَ ‘la önceki  مَنْ ‘e matuftur. مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَسَٓاءَ  şart fiili fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عَلَيْهَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mübteda mahzuftur. Takdiri, إساءته (Onun kötülüğü) şeklindedir.

اَسَٓاءَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سوأ ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. مَا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. رَبُّكَ  izafeti  مَا ‘nın ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِ  harf-i ceri zaiddir.  ظَلَّامٍ  lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen merfûdur. لِلْعَب۪يدِ  car mecruru  ظَلَّامٍ ‘ne mütealliktir.

ظَلَّامٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi  مَنْ عَمِلَ صَالِحاً , şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنْ  mübteda,  عَمِلَ صَالِحاً  cümlesi haberdir. Mübtedanın haberinin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)

Mef’ûl olan  صَالِحاً ’deki tenvin tazim ve kesret ifade eder.

Burada  عَمِلَ صَالِحاً  ibaresinin aslı  عَمِلَ العَملَ  الصَالِح  şeklindedir. Mevsûf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır. 

فَلِنَفْسِه۪  cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  عمله (Onun ameli) olan mübteda, mahzuftur. Car mecrur  لِنَفْسِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112)

Cevap cümlesinde ihtibâk sanatı vardır. مَنْ عَمِلَ صَالِحاً  dedikten sonra sadece  فَلِنَفْسِه۪  lafzıyla yetinilmiş  عمله  sözü hazf edilmiştir. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)  

مَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Aynı üslupla gelen cümlenin atıf sebebi tezattır. Sübut ifade eden isim cümlesi  مَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَا , şart cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi  مَنْ  mübteda, اَسَٓاءَ  cümlesi, haberdir. Mübtedanın haberinin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَعَلَيْهَا  cümlesi şartın cevabıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümlede takdiri  إساءته  olan mübteda mahzuftur. Car mecrur  لِنَفْسِه۪ , mahzuf habere mütealliktir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu şart cümlesinde de ihtibâk sanatı vardır.

مَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِنَفْسِه۪  cümlesiyle,  وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

صَالِحاً - اَسَٓاءَ , kelimeleri ve  لِ  - عَلَيْ  harfleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

مَنْ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ

 

وَ , istînâfiyyedir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا  nefy harfi,  لَيْسَ  gibi amel etmiştir.  رَبُّكَ  izafeti  مَا ’nın ismi,  بِظَلَّامٍ  ise haberidir. بِ  harfi zaiddir.  ظَلَّامٍ  lafzen mecrur, mahallen mansubdur.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

ظَلَّامٍ , mübalağa vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

لِلْعَب۪يدِ  car mecrur olan  ظَلَّامٍ  lafzına mütealliktir.

ظَلَّامٍ  kelimesi mübalağa sigasıdır ve nefy mübalağaya yöneliktir, yani mübalağanın nefyini ifade eder. Çünkü mübalağa kayıttır, kaydın nefyi de mukayyedi (kayıtlanan şeyi) baki kılar. Ancak nefiy burada olduğu gibi hem kayda hem de mukayyede yönelik de olabilir. Ayetteki mübalağa sıygası zulmün azının da çoğu gibi olduğunu ifade eder. Yani Allah ne çok ne de az zulmeder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.256)

Allah Teâlâ  رَبُّكَ  [senin Rabbin] demek sûretiyle o’nu Kendisine izafe etmiştir. Aslında Allah her şeyin rabbidir. Ama senin Rabbin buyurulması, onu kendisine yaklaştırmak ve keremli kılmak içindir.(Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 2, s.206)

Bu cümle, makablinin mefhumu için açıklayıcı bir zeyil olup iyilik yapanlara mükâfat verilmemesinin ve kötülük yapılmadan azap edilmesinin veya başkasının kötülüğü yüzünden bir başkasına azap edilmesinin, Allah'tan sadır olması imkânsız olan zulüm olduğu fikri üzerine bina edilmektedir.(Ebüssuûd)

وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِ [Rabbin kullarına asla zulmedici değildir.] Yüce Allah azıyla çoğuyla zulmün kendisi hakkında sözkonusu olmadığını bildirmektedir. Buradaki nefy ifadesi mübalağa kipi ile gelmiştir. (Yani en ufak bir zulüm dahi onun hakkında söz konusu olmadığına göre) başkası da söz konusu değildir.(Kurtubî)

 
Günün Mesajı
Allah'ın ayetleri konusunda hak yoldan sapmak değişik şekillerde olabilir:
- Güneş, ay, yıldız gibi gök cisimlerini veya insanlardan ya da cinlerden bazılarını mabud edinmek.
- İlahi kitabı tahrif etmek
- Kur'an ayetlerini hakiki manaları dışında ele almak, bunları dünyevi maksatlar uğruna istismar etmek, keyfi yorumlar yapmak
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sevgili Nefs’im;

Bazen; yeni bir işe başlamadan ya da daha iyi bir kul olmadan önce, bir şeylerin değişmesini ya da her şeyin yoluna girmesini istersin. Belki herkesin desteklemesini ve yolunu açmasını da umarsın. Bunu söylediğime belki kırılacaksın ama çok beklersin. 

Yeryüzünde, hayal ettiğin sakinliğe kavuşmak ya da her şeyin bir düzene oturması ya da herkesin sana destek çıkması mümkün değildir. Mesela; hayatının sakinleştiği o kısacık anlarda da üzerine öyle bir ağırlığın çöktüğünü söylersin ki kıpırdayamazsın.

İyi bir kul, iyi bir evlat ya da iyi bir çalışan olmak için hatta bazen yeniliklere açılmak için doğru zaman yoktur. Ertelenenlerin gerçekleştiği yarını yoktur. Şimdiyi değerlendirmek ve harekete geçmek vardır. Yoksa tavizin, tavizi getirdiği gibi hareketsizlik de uyuşukluğu ve boşluğu getirir.

Ey her şeye kadir olan Allahım! Kuru toprakları canlandıransın ve ölüleri diriltensin. Gönüllerimizi gafletten uyandır ve iman bahçelerine dönüştür. Bedenlerimizdeki uyuşukluğu gider ve bizi yolunda çalışan, hayırda yarışan kullarından eyle. 

Ey yaptıklarımızı gören Allahım! Dünyalık geçersiz bahanelere sığınırak, zamanımızı boşa harcamaktan ve hayırlı işleri ertelemekten muhafaza buyur. İki cihanda da bizi ateşe atılanlardan ve onların amellerinden uzaklaştır. Kıyamet günü huzuruna, yüzü nurunla aydınlanmış bir şekilde güvenle gelenlerden eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji