بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِلَيْهِ | O’na |
|
2 | يُرَدُّ | döndürülür |
|
3 | عِلْمُ | bilgisi |
|
4 | السَّاعَةِ | sa’at (kıyamet) |
|
5 | وَمَا | ve |
|
6 | تَخْرُجُ | çıkmaz |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | ثَمَرَاتٍ | meyvalar |
|
9 | مِنْ | -ndan |
|
10 | أَكْمَامِهَا | kabukları- |
|
11 | وَمَا |
|
|
12 | تَحْمِلُ | gebe kalmaz |
|
13 | مِنْ | hiçbir |
|
14 | أُنْثَىٰ | dişi |
|
15 | وَلَا | ve |
|
16 | تَضَعُ | doğurmaz |
|
17 | إِلَّا | olmadan |
|
18 | بِعِلْمِهِ | O’nun bilgisi |
|
19 | وَيَوْمَ | ve (o) gün |
|
20 | يُنَادِيهِمْ | onlara seslenildiği |
|
21 | أَيْنَ | nerede? |
|
22 | شُرَكَائِي | ortaklarım |
|
23 | قَالُوا | demişlerdir |
|
24 | اذَنَّاكَ | sana arz ederiz ki |
|
25 | مَا | yok |
|
26 | مِنَّا | bizden |
|
27 | مِنْ | hiçbir |
|
28 | شَهِيدٍ | gören |
|
Herkesin, iyilik veya kötülük olarak yapıp ettiklerinin karşılığını bulacağı, böylece ilâhî adaletin eksiksiz gerçekleşeceği zaman ve yer, kıyametle başlayan öteki dünyadır. Müminler, bu imanın verdiği sorumluluk bilinciyle yaşadıkları için olabildiğince “doğru ve yararlı işler” yapmaya, kötülükten uzak durmaya çalışırlar.
“Kıyametin zamanını bilmek sadece Allah’a havale edilir” ifadesi, müminlerin, bu konudaki bilginin yalnızca Allah’a mahsus olduğuna inandıkları, gerçeği bu şekilde dile getirdikleri anlamına gelir.
Eski tefsirlerde 47. âyetin ilgili kısmı, kıyamet saatinin bilgisi gibi, bitkilerin ürün vermesiyle dişilerin hamilelik ve doğum yapma zamanına, ceninin cinsiyetine (Zemahşerî, III, 394) dair bilgilerin de sadece Allah’a mahsus olduğu şeklinde yorumlanmıştır (meselâ bk. Râzî, XXVII, 136; İbn Âşûr, XXV, 6); Süleyman Ateş’in de, “Allah’tan başka hiçbir varlık böyle gizli şeylere vâkıf değildir” diyerek aynı yorumu benimsediği görülmektedir (VIII, 146). Oysa âyette kıyamet saatinin bilgisi sadece Allah’a tahsis edilirken, meyvelerin ürün vermesi, dişinin gebe kalması ve doğurması örneklerinde böyle bir tahsis yapılmayıp Allah’ın onları da bildiği belirtilmiş, O’ndan başkasının bilemeyeceği anlamına gelebilecek bir ifade kullanılmamıştır. Buna göre, kıyametin vaktini sadece Allah bilir; ürün verme, gebe kalma ve doğurma zamanlarını, ceninin cinsiyetini ise insanlar da bilebilir. Nitekim günümüz teknik imkânlarıyla bu bilgilere kolaylıkla ulaşılmaktadır. Ancak insanların önceden bilgi edinebildiği şeylerin vakti geldiğinde mutlaka gerçekleşeceği de düşünülmemelidir: Zira bizim önceden kestiremeyeceğimiz bazı engeller yüzünden beklediğimiz olaylar umduğumuz gibi gerçekleşmeyebilir; âyetteki örneklerle ekinler, meyveler ürün vermeyebilir, dişiler hamile kalmayabilir veya düşük yapabilirler. Ama Allah’ın bilgisi asla şaşmaz; çünkü O, olabilecek bütün ihtimalleri de önceden bilir ve bildiği her şey bilgisine uygun olarak mutlaka gerçekleşir. Bu sebeple âyette Allah’ın yaratmasıyla ilmi arasındaki ilişkiye de dikkat çekilmektedir (ayrıca bk. Lokmân 31/34).
“İçimizde buna şahitlik edecek hiç kimse yoktur” diye çevirdiğimiz cümle, “Vaktiyle taptığımız o şeyleri şu anda hiçbirimiz göremiyoruz” veya “Artık aramızda onların tanrı olduğuna şahitlik eden, böyle bir inanç taşıyan hiç kimse yoktur” şeklinde yorumlanmaktadır. 48. âyetteki ifade, ilk yorumun daha isabetli olduğu kanaatini vermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 719-720Semera ثمر : ثَمَرٌ ağaçların ürünlerinden yenebilen her şeyin adıdır. Tekili ise ثَمَرَةٌ adını alır. Çoğulu ثِمارٌ ve ثَمَراتٌ şeklindedir.
Bol miktardaki mala da kinaye yoluyla bu isim verilmiştir. Bir şeyden kaynaklanan/elde edilen her fayda da semere ثَمَرَةٌ adını alır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 24 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri semere, müsmir ve istismardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ
Fiil cümlesidir. اِلَيْهِ car mecruru يُرَدُّ fiiline mütealliktir. يُرَدُّ merfû, meçhul muzari fiildir. عِلْمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. السَّاعَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَخْرُجُ damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ zaiddir. ثَمَرَاتٍ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ اَكْمَامِهَا car mecruru تَخْرُجُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَحْمِلُ damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ zaiddir. اُنْثٰى lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur.
لَا تَضَعُ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اِلَّا hasr edatıdır. بِعِلْمِه۪ car mecruru تَضَعُ fiiline mütealliktir.
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَوْمَ zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, اذكر (Düşün, hatırla!) şeklindedir.
يُنَاد۪يهِمْ fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُنَاد۪يهِمْ fiili fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَيْنَ شُرَكَٓاء۪ي mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
اَيْنَ soru ism-i mekan zarfı olup, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شُرَكَٓاء۪ي muahhar mübteda olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
يُنَاد۪يهِمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندى ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اٰذَنَّاكَ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰذَنَّاكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰذَنَّاكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أذن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنَّا car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ zaiddir. شَه۪يدٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
شَه۪يدٍ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur amili olan يُرَدُّ ‘ya takdim edilmiştir. Bu takdim kasır ifade eder. عِلْمُ السَّاعَةِ naib-i faildir.
Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. اِلَيْهِ mevsûf/maksûrun aleyh, يُرَدُّ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.
‘’Kıyametin bilgisi bana değil, Allah'a aittir’’ manasında kasrı kalptir. (Âşûr, Fahreddin er-Râzî)
يُرَدُّ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Öncesinde kıyametin ne zaman olduğu ile ilgili bir soru olmadığı halde sanki bir soru varmış gibi bu tür soruların gereksiz olduğu, asıl ilgilenilmesi gereken noktanın Allah’ın (cc) bilgisi dışında hiçbir ürünün kabuğundan çıkmayacağı ve hiçbir dişinin gebe kalıp doğuramayacağı gerçeklerini görmek olduğu ve de bunların imanlarına vesile olması gerektiği vurgulanmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا
Bu cümle istînâf cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ ثَمَرَاتٍ ‘deki مِنْ harfi zaiddir. ثَمَرَاتٍ lafzen mecrur mahallen merfudur. مِنْ اَكْمَامِهَا car mecruru تَخْرُجُ fiiline mütealliktir.
ثَمَرَاتٍ ‘deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.
مِنْ ’in tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada yer alan اَكْمَامِ , meyvenin yarılmadan önceki kabuğu demektir. Bazılarına göre ceviz, badem, fıstık ve benzeri meyvelerin dış kabuğu demektir. كِمٍّ kelimesinin çoğulu olup meyveyi örten dış zarı ve kabuğu demektir. İnsanın elini kapatıp örten gömlek ve benzeri şeyin koluna da ٌّكُم denir. (Rûhu’l Beyân, (Âşûr)
Nâfi', İbn Âmir ve Hafs cemi kalıbı ile ثَمَرَاتٍ şeklinde okumuşlardır, çünkü çeşitleri farklıdır. Zamirin cemi ile اَكْمَامِهِنَّ de okunmuştur. Birinci مَا nâfiyedir, istiğrak (hepsi belirtmek) için zaid kılınmıştır. السَّاعَةِۜ lafzına atfen mevsûle olması da muhtemeldir. Birinci مِنْ de beyaniyedir. مَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى (bir dişinin gebe kalması) kavlindeki مَا nâfiyedir. (Beydâvî)
اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ "(O'nun bilgisi olmadan) meyvelerden hiç biri tomurcuklarından çıkmaz." Saatin arkasından böyle meyvelerle hamile kalmaktan ve doğurmaktan bahsedilmesi, ahiret hallerine de bir işareti kapsaması itibarıyla manalıdır. Çünkü dünya ahiretin tarlası olduğu için kıyamet, meyvelerin toplanıp koparılacağı bir hasat zamanını andıracaktır. Aynı zamanda ["Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Çünkü o saatin zelzelesi büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün emzikli her kadın emzirdiğini unutup geçer, yüklü her kadın yükünü düşürür."] (Hacc, 22/1-2) ayetinin manasına da bir işaret vardır. (Elmalılı)
وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ
وَمَا تَحْمِلُ cümlesi öncesine atıf harfi وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. مِنْ اُنْثٰى ‘daki مِنْ , nefyin umumuna delalet eden zaid harftir. Tekid ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ اُنْثٰى , insan ve hayvan dişisi anlamındadır. (Âşûr) Bu tağlîb sanatıdır.
وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkarî kelamdır. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder.
بِعِلْمِه۪ car mecruru مِنْ اُنْثٰى ’nın mahzuf haline mütealliktir.
بِعِلْمِه ‘deki بِ , mülâbese içindir.
Nefiy harfi لَا ve مَا , istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşturmuştur. İki tekid hükmündeki kasr, fail ile car mecrur arasındadır. اُنْثٰى maksur/mevsûf, بِعِلْمِه۪ۜ maksurun aleyh/sıfat olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
مِنْ اُنْثٰى ‘daki tenvin, kıllet ve cins ifade eder. Zaid مِنْ harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şumule işarettir.
Veciz anlatım kastıyla gelen بِعِلْمِه۪ۜ izafetinde Allah Teâlâ’ya aid zamire muzâf olan عِلْمِ , tazim edilmiştir.
Muzari fiil مَا ile menfî olduğunda hal, لَا ile menfi olduğunda istikbal ifade eder.
بِعِلْمِه۪ۜ ‘deki بِ harfi, mülâbese içindir. (Âşûr)
وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى cümlesiyle, وَلَا تَضَعُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تَحْمِلُ (Gebe kalır) - تَضَعُ (Doğurur), kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عِلْمِ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ
وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı يَوْمَ takdiri اذكر (Düşün, hatırla!) olan mahzuf fiile mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يُنَاد۪يهِمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiildeki müstetir zamir Allah Teâlâ’ya aittir. Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَيْنَ شُرَكَٓاء۪ي mukadder sözün mekulü’l kavlidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Soru manası olan mekân zarfı اَيْنَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شُرَكَٓاء۪يۙ izafeti, muahhar mübtedadır.
İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp azarlama, kınama ve cahillikle suçlama taşıdığı için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
شُرَكَٓاء۪ي izafeti kısaca izah ve muzâfı tahkir içindir.
قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Şirk koşanların soruya verdikleri cevaptır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اٰذَنَّاكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Fasılla gelen مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ cümlesi beyanî istînâf veya اٰذَنَّاكَ için iki mef’ûl yerindedir.
Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
مَا nefy harfi لَيْسَ gibi amel etmiştir. مِنَّا car mecruru, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شَه۪يدٍ lafzen mecrur, mahallen merfû, muahhar mübtedadır.
مِنْ شَه۪يدٍۚ ‘deki مِنْ zaiddir. Tekid ifade eder.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَه۪يدٍ kelimesi şahid, yani onların şirk koştuklarını görmek manasında olup “biz müşrik değiliz” demektir. Bu onların ahirette önlerinden perde kalktığı zamanki yahut dünyadayken olmak istedikleri haldir. Biz müşrik değiliz diyerek bu fiillerini inkâr etmişlerdir. Bu da içinde bulundukları korkulu halin şiddeti sebebiyledir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.217-218)وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَضَلَّ | ve sapıp gitmiştir |
|
2 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
3 | مَا | şeyler |
|
4 | كَانُوا | oldukları |
|
5 | يَدْعُونَ | yalvarıp duruyor(lar) |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | قَبْلُ | önceden |
|
8 | وَظَنُّوا | ve onlar anlamışlardır |
|
9 | مَا | olmadığını |
|
10 | لَهُمْ | kendileri için |
|
11 | مِنْ | hiçbir |
|
12 | مَحِيصٍ | kaçacak yer |
|
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَا , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası كَانُوا ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَدْعُونَ fiili كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
يَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru يَدْعُونَ fiiline mütellıktır. قَبْلُ damme ile mebni cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
قَبْلَ ve بَعْدَ kelimeleri; muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ظَنُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ cümlesi ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ zaiddir. مَح۪يصٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ
Ayet atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ضَلَّ fiiline müteallik olan عَنْهُمْ car mecruru durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
ضَلَّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ , nakıs fiil كَانُ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir.
كَانُ ’nin haberi olan يَدْعُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)
قَبْلُ cer mahallinde muzaftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
Ayetin son cümlesi olan وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ , atıf harfi وَ ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ cümlesi ظَنُّوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا ; nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan مِنْ مَح۪يصٍ۟ ‘deki مِنْ harfi zaiddir. İstiğrak, yani hiçbir kaçış noktası yoktur manası taşır. Tekid ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ظَنُّ , iki zıt anlam taşıyan fiillerdendir. Hem “bildi, anladı” hem de “sandı” manasına gelir. Bu cümlede ‘bildi’ anlamındadır.
ظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ ifadesindeki ظَنّ fiili nefy edatından dolayı amel edememiştir ve kesin bilgi manasınadır. (Beyzâvî)
مَح۪يصٍ kelimesinde şiddetli korku manası da vardır ve aslında geyiğin sığınağı için kullanılır, geyiğin düşmanından kaçarken saklandığı yere مَح۪يصٍ denir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.218)
مَح۪يصٍ kelimesi حاصَ يَحِيصُ fiilinden mimli masdar veya ism-i mekândır. (Âşûr)لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ
“İyi” diye çevirdiğimiz metindeki hayır kelimesi, bu bağlamda özellikle zenginlik, sağlık, mevki, itibar, güç gibi dünyevî imkân ve menfaatleri ifade ettiği için kelimeyi bu bağlamda “çıkarına uygun şeyler” diye anlamak uygun olur.
Burada aslında Mekke putperestlerinin karakter yapısına dair bilgi verilmekle birlikte, daha genel olarak sağlıklı bir din ve ahlâk eğitiminden geçmemiş, ruhsal yetkinlik kazanmamış pek çok insanı da kuşatan bir karakter tipi tanıtılmaktadır. 49. âyette ilâhî vahyin terbiyesinden geçip gönül zenginliğine ulaşamamış, ruhsal arınmasını gerçekleştirememiş insanın dünyevî menfaatler konusundaki açgözlülüğü; ayrıca böyle birinin, yine ruhî gelişmemişlik ve mânevî yoksulluk nedeniyle hayatın mihnetleriyle, belâ ve sıkıntılarıyla karşılaştığında sergilediği dayanıksızlık, ümitsizlik ve karamsarlık dile getirilmektedir.
Bir sıkıntıdan sonra nimet ve bolluğa, rahatlığa kavuştuğunda bunu Allah’ın lutfu bilerek O’na şükran ve minnet duygularını arzetmek yerine, “Bu benim hakkımdır; bunu hak ederek kazandım; buna lâyık bir adam olduğum için Allah lutfetti” gibi sözler söylemek veya bu anlama gelebilecek küstahça bir tavır takınmak, 51. âyetteki ifadesiyle “arkasını dönüp uzaklaşmak” da açıkça Mekke putperestlerinin “cehâlet ve sefâhet” olarak anılan barbarlık zihniyetiyle örtüşen bir iman ve ahlâk yoksulluğu, hamlık ve cehâlet alâmeti, ahmakça bir kendini beğenmişlik ve kendine güven işaretidir. Kezâ bu tiplerin, “Rabbime varacak olsam bile O’nun huzurunda benim için güzel şeyler bulunduğundan eminim” şeklindeki ifadeleri de aynı zihniyet ve karakter yapısının dışa yansıması olan bir sorumsuzluk, ciddiyetsizlik ve küstahlık örneğidir. Bu âyetlerden çıkardığımız derse göre iman ve ahlâkta kemale ermiş olan kişi ise, tam aksine, Allah karşısında kulluğunun bilincinde olur; nimeti O’ndan bilir, sahip olduğunda şükreder, kaybettiğinde sabreder; yoklukta olduğu gibi varlıkta da Allah’a kulluğunu ve niyazını sürdürür; nihayet âhiret konusunda tam bir sorumluluk kaygısı duyar, buna göre yaşar, buna göre konuşur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 722-723
لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْـَٔمُ damme ile merfû muzari fiildir. الْاِنْسَانُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ دُعَٓاءِ car mecruru يَسْـَٔمُ fiiline mütealliktir. الْخَيْرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسَّهُ şart fiili fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الشَّرُّ fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. يَؤُ۫سٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هو (O) şeklindedir. قَنُوطٌ mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümleye hudûs, istimrar ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاِنْسَانُ ’deki ال takısı ahd veya cinsin bütün fertlerini kapsadığı için istiğrak ifade eder.
Buradaki الْاِنْسَانُ kelimesini, müfessirlerin bazıları “cins”e hamletmiş ve insan cinsinin tamamının kastedildiğini söylemişlerdir. Müfessirlerin çoğu ise insan lafzıyla, yüz çevirenlerin kastedildiği görüşündedir. Hayr kelimesi, dünya ve ahiret hayırlarını toplayan bir kelimedir. Ancak kişilerin başka bir durumdaki tavrını anlatan ikinci cümle, الْخَيْرِ kelimesiyle sadece dünya hayrı istendiğine delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.227, Âşûr)
Bu ayet-i kerime işaret ediyor ki, insanoğlu hayır talep etme karakteri üzerine yaratılmıştır. Bu konuda ona usanma diye bir şey gelmez. Bu vasıf insan cinsine ait bir vasıf olup onların fertlerinin ekserisinin vasfıdır. Çünkü Allah'ın rahmetinden ümitsizlik ancak kâfirin yapacağı bir iştir ve Yüce Allah onu açıkça ifade edecektir.
Fakat kendisine bir şer zorluk ve sıkıntı dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir. Allah'ın ihsanından ve rahmetinden aşırı biçimde ümidini keser. قَنُوطٌ aşırı bir ümitsizlik demektir. Böyle bir ümitsizlik içinde olan kişi hal ve durumundan belli olur. Kişi zayıflar ve bitkin hale gelir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ
وَ ‘la gelen cümle makabline matuftur. Atıf sebebi tezattır. Şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalı olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır. Müspet mazi fiil sıygasındaki مَسَّهُ الشَّرُّ cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ cevap cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. يَؤُ۫سٌ kelimesi takdiri هو [O] olan mahzuf mübtedanın haberidir.
قَنُوطٌ ise tekid için gelmiş ikinci haberdir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
الْخَيْرِۘ - الشَّرُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَؤُ۫سٌ - قَنُوطٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, يَؤُ۫سٌ - دُعَٓاءِ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ cümlesiyle, وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu kelam da, bir cinsin ekseri fertlerinin vasfını bütün cinse teşmil etmek kabilindendir. Zira Allah'ın rahmetinden ümit kesmek, ancak kâfirden sadır olmaktadır. (Ebüssuûd)
"Bakarsın ki, o hemen ümidini kesip, ümitsizliğini açığa vurmuştur" cümlesinde, şu iki açıdan tam bir mübalağa ve tekid bulunur:
a) فَعُول vezninden dolayı,
b) Tekrardan dolayı... Ye's, kalbin sıfatlarındandır. Kunût ise, yüzde ve müşahede edilen hallerde, bu ümitsizliğin alametlerinin belirmesi demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
2 | أَذَقْنَاهُ | biz ona taddırırsak |
|
3 | رَحْمَةً | bir rahmet |
|
4 | مِنَّا | kendimizden |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | بَعْدِ | sonra |
|
7 | ضَرَّاءَ | bir zarardan |
|
8 | مَسَّتْهُ | ona dokunan |
|
9 | لَيَقُولَنَّ | elbette der ki |
|
10 | هَٰذَا | bu |
|
11 | لِي | benim hakkımdır |
|
12 | وَمَا | ve |
|
13 | أَظُنُّ | sanmıyorum |
|
14 | السَّاعَةَ | kıyametin |
|
15 | قَائِمَةً | kopacağını |
|
16 | وَلَئِنْ | eğer |
|
17 | رُجِعْتُ | götürülmüş olsam bile |
|
18 | إِلَىٰ |
|
|
19 | رَبِّي | Rabbime |
|
20 | إِنَّ | muhakkak |
|
21 | لِي | benim için vardır |
|
22 | عِنْدَهُ | O’nun yanında |
|
23 | لَلْحُسْنَىٰ | daha güzel şeyler |
|
24 | فَلَنُنَبِّئَنَّ | biz mutlaka haber vereceğiz |
|
25 | الَّذِينَ | kimselere |
|
26 | كَفَرُوا | inkar edenlere |
|
27 | بِمَا |
|
|
28 | عَمِلُوا | yaptıklarını |
|
29 | وَلَنُذِيقَنَّهُمْ | ve mutlaka taddıracağız |
|
30 | مِنْ | -dan |
|
31 | عَذَابٍ | azab- |
|
32 | غَلِيظٍ | kaba |
|
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَذَقْنَا şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
بَعْدَ zaman zarfı, اَذَقْنَاهُ fiiline mütealliktir. ضَرَّٓاءَ muzâfun ileyh olup sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
İsimler, îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسَّتْهُ fiili ضَرَّٓاءَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَسَّتْهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir. يَقُولَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Mekulü’l-kavli هٰذَا ل۪ي ‘dir. يَقُولَنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. ل۪ي car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَذَقْنَاهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi ذوق ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
اَظُنُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. السَّاعَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَٓائِمَةً kelimesi اَظُنُّ fiilin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
قَٓائِمَةً kelimesi, sülasi mücerred olan قوم fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رُجِعْتُ şart fiili olup sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰى رَبّ۪ٓي car mecruru رُجِعْتُ fiiline mütealliktir. Mütekellim ي ’sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰى kasemin cevap cümlesidir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ل۪ي car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
عِنْدَهُ zaman zarfı لَلْحُسْنٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi, kasem lamıdır. لْحُسْنٰى kelimesi اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup ى üzere mukadder fetha ile mansubdur.
فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Takdiri, إن قامت الساعة فلننبّئنّ الذين كفروا (Kıyamet koparsa muhakkak kafirlere açıklayacağız.) şeklindedir.
نُنَبِّئَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl ب harf-i ceriyle birlikte نُنَبِّئَنَّ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُذ۪يقَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Fiilin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ عَذَابٍ car mecruru نُذ۪يقَنَّهُمْ fiiline mütealliktir. غَل۪يظٍ kelimesi عَذَابٍ ‘in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَنُنَبِّئَنَّ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ cümlesine atfedilmiştir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
رَحْمَةً ve ضَرَّٓاءَ ’deki nekrelik kıllet için olabilir.
مِنَّا car-mecruru, رَحْمَةً ‘in mahzuf sıfatına, مِنْ بَعْدِ ise اَذَقْنَاهُ ‘ya mütealliktir.
Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade eden مَسَّتْهُ cümlesi, muzafun ileyh olan ضَرَّٓاءَ için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪ي cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Kasem lamı ve şeddeli nunla tekid edilmiş cümlede muzari fiil hudus, istimrâr, tecessüm ve teceddüd ifade etmiştir.
يَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا ل۪ي cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur ل۪ي , mahzuf habere mütealliktir.
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Tecessüm ve cem’ ifade eden هٰذَا ile duruma işaret edilmiştir.
İşaret ismi هٰذَا ’da istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً ifadesi tehekkümî istiaredir. Rahmet, bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Rahmetin memnun edici özelliğini mübalağa içindir. Câmi’ memnuniyeti hissetmektir.
Mekulü’l-kavle dahil olan وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
السَّاعَةَ ve قَٓائِمَةً kelimeleri, اَظُنُّ ‘nun iki mef’ûlüdür. قَٓائِمَةً kelimesindeki tenvin, tahkir ifade etmektedir.
السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ , kıyametin kopmasından kinayedir.
ظَنُّ , zıt anlam taşıyan fiillerdendir. Hem ‘bildi, anladı’ , hem de ‘sandı’ manasına gelir. Bu cümlede ‘bildi’ anlamındadır.
Ayet-i kerîme’de geçen لَئِنْ kelimelerindeki lâmlarla, fiillerdeki lâmlar kasem içindir. (Celâleyn Tefsiri)
وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ
Cümle atıf harfi وَ ‘la, وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir.
Kâfir mütekellim, kıyamet saatini inkâr ederken şart fiilinin vukuu kesin olmadığını ifade eden اِنْ şart harfini kullanmıştır.
رُجِعْتُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
رَبّ۪ٓي izafetinde kâfir mütekellimin kendine ait zamire Rabb ismini izafe ederek konuşmasında, Allah'ın ihsan ve faziletine muhtaç olduğu manası vardır.
اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ cümlesi, kasemin cevabıdır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
ل۪ي car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mekan zarfı عِنْدَهُ , mahzuf habere mütealliktir. İbtida lâmının dahil olduğu لْحُسْنٰىۚ kelimesi, اِنَّ ’nin muahhar ismidir.
Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
Mezkûr şart ve mahzuf cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عِنْدَهُ izafeti, muzafa tazim ifade eder.
لْحُسْنٰى kelimesinin marife olarak gelişi kemâle delalet edebileceği gibi, lügavî manaların hepsine delalet edebilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.235)
Hud suresi/19.ayetiyle Fussilet suresi 50. ayetini karşılaştırırsak; Allah Teâlâ Hud ayetinde, car ve mecruru منا takdim; رَحْمَةً ise tehir etmiştir. Çünkü ayette rahmet değil, rahmetin çekip alınmasının sonucu anlatılmıştır. Söz konusu olan rahmet değil, rahmetin çekip alınmasıdır. Fussilet ayetinde ise rahmetin, musibetten sonraki yansımaları anlatıldığı için rahmet takdim edilmiş; car ve mecrur منا ise tehir edilmiştir. Çünkü buradaki bağlam, rahmet bağlamıdır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
Bazı müfessirler: ”Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak O'nun katında benim için daha güzel şeyler vardır, cümlesindeki ”daha güzel şey" ifadesini cennet olarak tefsir etmişlerdir ve bunu söyleyen kişi alay olsun diye söylemektedir," demişlerdir. (Rûhu’l Beyân)
Bu sözleri, onun yanlış itikadını yansıtmaktadır; ona göre dünyada eriştiği nimetler, onlara layık olduğundan dolayıdır ve ahiret nimetleri de öyle olacaktır. (Ebüssuûd)
o kimselerin, kesinkes mükâfat elde edecekleri inancını taşıdıklarına, şu bakımlardan delalet etmektedir:
a) Bu ifadenin başında اِنَّ edatının bulunması,
b) ل۪ي kelimesinin, önce zikredilmiş olması,
c) عِنْدَهُ kelimesinin, bütün o hayırların, Allah katında, o kimse için hazır ve müheyya (diri) olduğuna delalet etmesi..
d) (...لَلْحُسْنٰىۚ...)'nın başındaki lâm,
e) (...حُسْنٰىۚ...) ifadesinin, güzellikteki mükemmelliği ifade etmesi...(Fahreddin er-Râzî)
فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ
ف , fasihadır. Bu harf cezanın çok geçmeden geleceğine işaret eder. Kâfirlerin sözlerine cevaptır. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattiedir.
Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, takdiri olan … إن قامت الساعة (Eğer kıyamet koparsa) mahzuf şartın cevabıdır.
Şart cümlesi olan فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Kasemle tekid edilmiştir. Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
نبئ fiili ancak çok önemli bir haber durumunda tercih edilen bir fiildir.
Atıfla gelen ayet mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
فَلَنُنَبِّئَنَّ [Mutlaka haber vereceğiz] ibaresinde idmâc sanatı vardır. Bu ifade, “haber vereceğiz” manasının yanında gereken karşılığı göreceksiniz manası da taşımaktadır.
وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ cümlesi …فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Aynı üslupta gelen cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
غَل۪يظٍ kelimesi عَذَابٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir.
Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
مِنْ عَذَابٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Niteliği ve niceliği bilinmeyen bir azaptır. Tebyiz ifade eden مِنْ harfinin delaletiyle Allah’ın azabının bir kısmının dahi, tarif edilemez olduğuna işaret edilmiştir.
غَل۪يظٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
لَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ [Onlara şiddetli azabı tattıracağız] ifadesi tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Azabın korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir. (Âşûr)
اَذَقْنَاهُ - لَنُذ۪يقَنَّهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ ifadesindeki azap o kadar ağır bir azaptır ki, onları dört bir taraflarından kuşatır. Bu kimse, dünyada iken Allah'ın rahmetinden kovulma ve uzaklaşma azabı ile azap görüyordu. Fakat azabın tadını ve elemini almadığından Allahü teâlâ, gaflet uykusundan uyandıktan sonra yani öldükten sonra ona azabın tadını tattıracaktır. Nitekim dünya hayatının bir uykudan ibaret olduğunu Hz Ali (ra) şöyle ifade eder: ”İnsanlar dünyada uykudadırlar, öldüklerinde uyanacaklardır."
Bu ayet-i kerimede şöyle denmiş olmaktadır: O kâfirlerin Allah'tan ikram ve izzet göreceklerine dair itikadlarına ve inançlarına bedel olarak Yemin olsun ki, Biz onlara alçaltıcı büyük bir azap tattıracağız. Buradaki azap kelimesinin غَل۪يظٍ büyüklük ile vasıflanması azap görecek olan kimsenin bedeninin büyüklüğünden dolayı demek de mümkündür. (Rûhu’l Beyân)
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ne zaman ki |
|
2 | أَنْعَمْنَا | bir ni’met verdiğimizde |
|
3 | عَلَى |
|
|
4 | الْإِنْسَانِ | insana |
|
5 | أَعْرَضَ | yüz çevirir |
|
6 | وَنَأَىٰ | ve yan çizer |
|
7 | بِجَانِبِهِ | ve yan çizer |
|
8 | وَإِذَا | ve ne zaman ki |
|
9 | مَسَّهُ | ona dokunduğunda |
|
10 | الشَّرُّ | bir şer |
|
11 | فَذُو | hemen |
|
12 | دُعَاءٍ | yalvarıp durur |
|
13 | عَرِيضٍ | bol bol |
|
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَٓا zaman zarfı, اَنْعَمْنَا fiiline mütealliktir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَمْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْعَمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى الْاِنْسَانِ car mecruru اَنْعَمْنَا fiiline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen اَعْرَضَ cümlesi şartın cevabıdır. اَعْرَضَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
وَ atıf harfidir. نَاٰ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِجَانِبِه۪ car mecruru نَاٰ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
مَسَّهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَسَّهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الشَّرُّ fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ذُو دُعَٓاءٍ cümlesi ikinci şartın cevabıdır. ذُو mahzuf mübtedanın haberi olup beş isimden biri olduğu için و ile merfûdur. دُعَٓاءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَر۪يضٍ kelimesi دُعَٓاءٍ ‘in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَمْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi نعم ’dir.
اَعْرَضَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عرض ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
جَانِبِه۪ kelimesi sülâsî mücerred olan جنب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ
وَ , atıf harfidir. Ayet, 49.ayetteki … لا يَسْأَمُ الإِنْسَانُ cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı اِذَٓا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi اَعْرَضَ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ cümlesi, cevap cümlesine matuftur. Aralarında hükümde ortaklık mevcuttur.
Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَنْعَمْنَا fiilinin, azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
اَعْرَضَ , kelimesinde irsâd sanatı sanatı vardır.
النَّأْيُ fiili, البُعْدُ manasına müsteardır. Burada Allah’ın nimetlerini düşünmekten ve şükretmekten uzak anlamındadır. (Âşûr)
اَعْرَضَ - نَاٰ fiilleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ ifadesi, bir şeyden ya da kişiden kararlılıkla yüz çevirmek demektir. Bir şeyden nefret etmek/hoşlanmamak, ondan yüzünü/yönünü çevirmektir. وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ ifadesi, omuz silkerek bir şeye sırtını dönmek demektir. Kişi bu hareketiyle böbürlenmeyi amaçlar, zira bu hareket, böbürlenenlerin yaptıklarındandır. (Keşşâf II. 645, Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşâf’ı)
Burada geçen جَانِبِ mecaz olarak nefis (zât) manasınadır. Zümer/56 ‘daki في جنب الله kavlinde olduğu gibi. (Beyzâvî)
Burada إن değil, اِذَٓا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَٓا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Biz, insana nimet verdik mi kibir ve azamet taslayarak alıp başını gider ve tamamen uzaklaşır. Belki de bu hal, meyus ve umutsuz oldukları anlatılanlardan başka bir grubun halidir. Yahut bazı vakitlerde hepsinin halidir. (Ebüssuûd)
وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ
Ayetteki ikinci şart cümlesi öncekine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا şart manası bulunan zaman zarfı, şart cümlesinin muzâfıdır.
Muzâfun ileyh olan مَسَّهُ الشَّرُّ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi ذُو دُعَٓاءٍ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذُو دُعَٓاءٍ , takdiri هو (O) olan mübtedanın haberidir.
دُعَٓاءٍ ‘deki tenvin kesret ifade eder.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber mahzuftur. عَر۪يضٍ kelimesi دُعَٓاءٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَسَّ fiilinin الشَّرُّ ’ya isnadı mecaz-ı aklîdir.
اَعْرَضَ - عَر۪يضٍ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْعَمْنَا - الشَّرُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Ayetteki iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
اِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ [İnsana lütfettiğimiz zaman] - اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ [Ona kötülük dokunduğu zaman] ifadelerinde Allah’a karşı edepli olmayı öğretmek için hayır Allah’a, kötülük başkasına isnad edilmiştir. (Sâbunî, Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)
دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, -Allahu a’lem- duanın bolluk ve çokluk ile nitelenmesidir. Kastedilen, uzunluğun zıddı olan genişlik demektir. Çünkü bir şeyin genişlikle nitelenmesi, o genişliğin içinde uzunluk manasını da ifade eder. Çünkü genişliğin beraberinde uzunluk olmasaydı, genişlik bizzat uzunluğun kendisi olurdu. Görmez misin, Araplar mızrağı uzunlukla niteliyorlar ama genişlikle nitelemiyorlar. Çünkü mızrağın uzunluğu, genişliğinin birkaç katıdır. Ama peştamalı genişlikle niteliyorlar. Çünkü onun genişliği uzunluğuna yakındır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) ذُو , ‘sahip’ demektir ki, kişinin uçsuz-bucaksız bir dua sahibi haline dönüştüğünü ifade eder. Sanki kişi Allah Teâlâ’nın bu şerri gidermesi için etrafındaki bütün ufukları tazarru, dua, rica ve umutla doldurmuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.236, Âşûr)
Cenab-ı Hak, belalara düştükten sonra, kendilerine in'âmda bulunduğu kimselerin bu sözlerini nakledince, fiillerini de naklederek, "İnsana, nimet verdiğimiz zaman, Allah'ın emrine saygı duymaktan ve mahlukatına şefkat etmekten yüz çevirir ki kenara sıvışır, böbürlenir, büyüklük taslar. Ama daha sonra onu fakirlik ve sıkıntılar yakalarsa, talebini devam ettirmeye yönelir, yalvarıp yakarmaya başlar" buyurmuştur. Bu ifadede, ayetin sonundaki "geniş, uzun" kelimesi, duanın çokluğunu ve devamlılığını ifade için istiare yoluyla kullanılmış bir kelimedir. "Genişlik" kavramı, maddi varlıkların sıfatlarından olmakla birlikte, bu manevi niyaz halini ifade etmek için istiare edilmiştir, zira burada da uzun uzun süren ve devam eden gözyaşları söz konusudur. Azabın şiddetini ifade etmek için galîz (kalın, kaba) kelimesinin istiare yoluyla kullanılması gibi duayı ifade, için tûl (uzunluk) kavramı da bazan kullanılabilir. (Fahreddin er-Râzî)قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | gördünüz mü ki |
|
3 | إِنْ | eğer (Kur’an) |
|
4 | كَانَ | ise |
|
5 | مِنْ | -ndan |
|
6 | عِنْدِ | tarafı- |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | ثُمَّ | sonra |
|
9 | كَفَرْتُمْ | siz de inkar etmişseniz |
|
10 | بِهِ | onu |
|
11 | مَنْ | kim olabilir? |
|
12 | أَضَلُّ | daha sapık |
|
13 | مِمَّنْ | kimseden |
|
14 | هُوَ | o |
|
15 | فِي |
|
|
16 | شِقَاقٍ | bir ayrılığa düşen |
|
17 | بَعِيدٍ | uzak |
|
Müfessirlerin ağırlıklı tercihini benimseyerek “bu (Kur’an)” diye çevirdiğimiz zamirle dinin (şer‘) kastedildiği de söylenmiştir (İbn Atıyye, V, 23). “Kesin bir çatışma içine düşen”den maksat, Kur’an karşısında kalplerinin kapalı, kulaklarının tıkalı olduğunu söyleyen (5. âyet), âyetler okunurken insanları gürültü çıkarmaya çağıran (26. âyet) ve böylece Kur’an’ın sesini boğmayı amaçlayan muannit inkârcılardır. Kur’an’ın Allah katından geldiği gerçeğinin, “Hiç düşündünüz mü?” diyerek başlayan soru cümlesiyle ortaya konması, putperestlerin olumsuz yargılarının ve tutumlarının bilgi ve kanıta dayanmadığını göstermektedir. Onların, bu şekilde düşünüp taşınmadan, kanıtsız ve gerekçesiz olarak Kur’an mesajına karşı tavır koymaları âyette “çatışma” ve sapkınlığın en aşırı derecesi olarak değerlendirilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 723قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. İsim cümlesinin delaletiyle şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فأنتم أضلّ (Siz daha sapkınsınız) veya فلا أحد أضلّ منكم (Sizden daha sapkın kimse yoktur) şeklindedir.
كَانَ şart fiili, nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنْ عِنْدِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrudur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
كَفَرْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru كَفَرْتُمْ fiiline mütealliktir.
مَنْ اَضَلُّ isim cümlesi اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَضَلُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِمَّنْ car mecruru اَضَلُّ kelimesine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شِقَاقٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. بَع۪يدٍ kelimesi شِقَاقٍ ‘in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرَاَيْتُمْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih, kınama ve takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Burada kelam, Allah’ın Resulüne emri şeklinde gelmiş olmakla beraber, ondan sonra gelen herkese, özellikle de gaybı inkâr edip iman etmeyen, bu konuda ısrarcı olan gruba yöneliktir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.239)
اَرَاَيْتُمْ fiili, iki mef’ûle müteaddidir. İlk mef’ûlu mahzuftur. Takdiri انفسكم (Kendinize) şeklindedir.
اَرَاَيْتُ Burada ilmi görmek anlamındadır. (Âşûr)
اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ şart cümlesi birinci ve ikinci mef’ûl arasında itiraziyye cümlesidir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ car mecruru, كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Şartın, takdiri فأنتم أضلّ من غيركم (Siz, başkalarından daha fazla dalalettesiniz) olan cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Kısa yoldan ifade için gelen عِنْدِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ cümlesi tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü yerindedir. مَنْ istifham ismi mübteda, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَضَلُّ , haberdir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama, takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harf-i cerle birlikte اَضَلُّ ’ya mütealliktir.
مَنْ mevsûlünün zamir yerine konulması, hallerini şerh etmek ve daha çok sapkınlıklarına gerekçe göstermek içindir. (Beydâvî)
مَنْ nefy manasında istifham ve ism-i mevsûl de olabilir. (Âşûr)
Sılası olan هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan هُوَ ’nin haberi mahzuftur. ف۪ي شِقَاقٍ bu mahzuf habere mütealliktir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber mahzuftur.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
شِقَاقٍ ’daki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.
شِقَاقٍ kelimesinde de çekişme, gazaplanma, muhalefet ve tahrik manaları vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.244)
شِقَاقٍ Allah’a isyan anlamındadır. (Âşûr)
بَع۪يدٍ kelimesi شِقَاقٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بَع۪يدٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بَع۪يدٍ , mesafedeki genişlik demektir. Cinsindeki şiddeti ifade etmek için müstear kılınmıştır. (Âşûr)
مَنْ - مِنْ kelimeleri arasında cinas-ı muharref ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَرْتُمْ - اَضَلُّ - شِقَاقٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ şart harfi vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerle kullanılır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
"De ki: "Eğer o Kur'an Allah katından gelmiş de, siz onu inkâr etmişseniz, bana haber verin: Haktan uzak bir muhalefette bulunanın ta kendisi olanden daha sapkın kimdir?" buyurmuştur. Bu sözü, şu şekilde izah edebiliriz: "Siz, her ne zaman bu Kur'an'ı dinlerseniz, ondan yüz çevirirseniz, onun hakkında düşünmezsiniz. Ve, "Bizi kendisine davet edegeldiğin şeyden, kalplerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık ... vardır" (Fussilet, 5) diyecek kadar, ondan aşırı biçimde nefret edersiniz. Ama, Kur'ân'ın bâtıl olduğuna dair olan bilginin, bedihî bir bilgi olmadığı ve Cenâb-ı Hakk'ın birliğinin, Hz. Muhammed (sav)'in nübüvvetinin yanlışlığına dair bilginizin de, aynı şekilde bedihî ve kesin bir bilgi olmadığı zorunlu olarak bilinen bir husustur. Onlara şöyle denilmiş oluyor: Delilin sıhhatli (geçerli) olması gibi, fasid olması ihtimali de vardır. Doğru olması halinde, sizin o delili reddetme hususundaki ısrarınız, sizin cezalandırılmanızı gerektiren en büyük sebeplerden olacaktır. İşte böylece bu izah, sizin bu dar yolu bırakmanızı düşünmeye ve istidlale başvurmanızı gerektirir. Eğer, o delil onun doğruluğuna delâlet ediyorsa, o zaman onu kabul edersiniz; yok, yanlışlığını gösteriyorsa, bırakırsınız. Ama, delilden önce, onu kabul etmeme ve ondan yüz çevirme, akla uygun bir şey değildir. Ayette yer alan مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ "Haktan uzak bir muhalefette bulunan kimseden" ifadesinde مَنْ yani "sizden" manasına kullanılmıştır. Zamir yerine مَنْ ile ifade etmekten maksat onların haktan uzaklık vasıflarını iyice ortaya koymak içindir. (Fahreddin er-Râzî)
سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَنُرِيهِمْ | biz onlara göstereceğiz |
|
2 | ايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْافَاقِ | ufuklarda |
|
5 | وَفِي | ve |
|
6 | أَنْفُسِهِمْ | kendi canlarında |
|
7 | حَتَّىٰ | kadar |
|
8 | يَتَبَيَّنَ | iyice belli olana |
|
9 | لَهُمْ | onlara |
|
10 | أَنَّهُ | o(Kur’a)n’ın |
|
11 | الْحَقُّ | gerçek olduğu |
|
12 | أَوَلَمْ | mi? |
|
13 | يَكْفِ | yetmez |
|
14 | بِرَبِّكَ | Rabbinin |
|
15 | أَنَّهُ | O’nun |
|
16 | عَلَىٰ | üzerine |
|
17 | كُلِّ | her |
|
18 | شَيْءٍ | şey |
|
19 | شَهِيدٌ | şahit olması |
|
Allah, Kur’an’ın gelmeye başlamasından sonraki zaman diliminde öyle olaylar gerçekleştirecek ki Kur’an muhalifleri bunları gördükten, duyduktan sonra artık onun gerçekten Allah katından indirilmiş Hak kelâmı olduğunu tereddütsüz anlayacaklardır. “Çevre” diye çevirdiğimiz metindeki âfâk kelimesine ve “kendileri” diye çevirdiğimiz enfüsihim (nefisleri) ifadesine verilen farklı anlamlara göre âyet iki şekilde yorumlanmıştır:
a) Eski müfessirlerin, bazı önemsiz farklılıklarla, yaygın olarak benimsedikleri yoruma göre “âfâk”, Mekke dışındaki çeşitli yöreler, bölgeler (nevâhî), “nefisleri” de putperestlerin yaşadığı Mekke kentidir. Buna göre âyette vakti geldiğinde gerek müşriklerin yaşadığı Mekke’nin gerekse Mekke çevresindeki diğer yörelerin, hatta dünyanın birçok bölgesinin Hz. Muhammed ve daha sonraki müslüman liderler tarafından fethedileceği; böylece putperestlerin asılsız olduğunu ileri sürdükleri Kur’an mesajının, İslâm dininin cihana yayılacağı müjdelenmektedir. Nitekim daha Hz. Peygamber zamanında Mekke fethedildiği gibi Arap yarımadasının tamamına yakını da İslâm hâkimiyetine girmiş; böylece hayatta olan birçok Mekkeli bu müjdenin gerçekleştiğini görmüştür.
b) Diğer bir yoruma göre “âfâk”tan maksat yıldızları, ayı ve güneşiyle semanın uçsuz bucaksız köşeleri (kozmik evren), astronomik, meteorolojik, biyolojik vb. olaylar, yasalar; “kendileri”nden maksat da en ince sanatların ve yaratılış hikmetlerinin örneği olan insanın biyolojik ve ruhsal dünyasıdır; kısacası “dış dünyadaki kanıtlar”, kozmolojik evrenin sırları, “kendilerinde bulunan kanıtlar” ise insanın biyolojik, psikolojik, parapsikolojik yapısındaki sırlardır. Âyette ileride insanoğluna bu sırların gösterileceği, yani insanlığın bu konularda keşifler yapacağı bildirilmektedir (bu iki farklı yorum için bk. Taberî, XXV, 4-5; Râzî, XXVII, 139; Şevkânî, IV, 598).
Eski müfessirlerin çoğu ikinci yoruma katılmamışlardır. Çünkü onlara göre âyet, henüz bilinmeyen bazı şeylerin ileride bilineceğini haber vermektedir; halbuki bu âyetin indiği dönemde insanlar bakışlarını semaya çevirdiklerinde oradakileri zaten görüyor, biliyorlardı. Ancak, Râzî’nin de önemle belirttiği gibi (XXVII, 139) bu gerekçe zayıftır; zira o dönemin insanları gerek kozmik evrendeki gerekse insanın biyolojik ve psikolojik varlığındaki sayısız harikalardan habersizdi; “Yüce Allah insanlara bu harikaları zaman içinde adım adım keşfettirmektedir.” Şu halde âyette Allah Teâlâ, zaman içinde insanlara hem kendi varlık yapıları hakkında hem de dış dünyada yaratıcı kudretinin eserleri olan nice kanıtlarını göstereceğini haber vermektedir ki bu da o döneme göre ileride gerçekleşecek olan bilimsel keşiflerden başka bir şey değildir. Yine Râzî’ye göre âyette Allah’ın zamanla göstereceği bildirilen kanıtları fetihler olarak anlamak isabetli görünmemektedir. Nitekim tarih bize göstermektedir ki, müslümanlar bazı ülkeleri fethettikleri gibi gayri müslimler de İslâm ülkelerini ele geçirebilmektedir. Kuşkusuz Mekke’nin fethedileceğine dair bazı müjdeler varsa da bu âyet fetihle ilgili değildir. Bize göre “kanıtlar” hem ilk muhataplara hem de sonradan gelenlere –her dönemdekilerin idrak kapasitelerine uygun düzeyde– gösterilmiştir ve gösterilmeye devam edecektir.
Son cümlesinden de anlaşılacağı üzere bu âyette, Mekke putperestleriyle onların tutumlarını tekrar edenler, Allah’ın kitabına ve peygamberine karşı inatla ve cahilce sürdürdükleri inkâr ve isyandan vazgeçmeye; böylesine üstün kudrete sahip olan Allah’ın, kulları arasından seçtiği bir peygambere kitap göndermeye de muktedir olduğunu kabul edip o kitabın hükümlerine uymaya ve o peygamberin yolundan gitmeye davet edilmekte; her şeye şahit olan Allah’ın onların hâlâ sürdürdükleri haksız ve yanlış tutumlarını da çok iyi bildiği uyarısında bulunulmaktadır.
Âyetin son cümlesi, putperestler kabul etmese bile her şeye şahit olan Allah’ın, Hz. Muhammed’in doğruluğuna tanıklık etmesinin yeterli olduğu, dolayısıyla düşmanlarının tutumları sebebiyle onun üzülmemesi gerektiği şeklinde de yorumlanmıştır (Şevkânî, IV, 598; İbn Âşûr, XXV, 20).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 723-725
Efeqa افق :
Ufuk anlamındaki kökün اُفْقٌ ve اُفُقٌ kullanımları mevcuttur. Çoğulu ise آفاقٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ufuk ve âfâktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ
Fiil cümlesidir. سَنُر۪يهِمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
نُر۪يهِمْ fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اٰيَاتِنَا ikinci mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الْاٰفَاقِ car mecruru اٰيَاتِنَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَتَبَـيَّنَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde سَنُر۪يهِمْ fiiline mütealliktir.
حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَبَـيَّنَ fetha ile mansub muzari fiildir. لَهُمْ car mecruru يَتَبَـيَّنَ fiiline mütealliktir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَتَبَـيَّنَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ kelimesi, اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
يَتَبَـيَّنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكْفِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. بِ harf-i ceri zaiddir. رَبِّكَ lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ cümlesi يَكْفِ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar. هُ muttasıl zamir اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى كُلِّ car mecruru شَه۪يدٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
شَه۪يدٌ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. شَه۪يدٌ kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Ufuklarda ve insanın nefsindeki bu ayetler daha önce meydana geldiği halde ayetin başında gelecek zaman ifade eden سَ harfinin getirilmesi, Allah Teâlâ'nın bu ayetleri insanlara peyderpey göstereceğinden ve bunların iç yüzleri hakkında onlara gün be gün daha fazla bilgi vereceğindendir. (Rûhu’l Beyân)
فِي الْاٰفَاقِ car mecruru اٰيَاتِنَا ‘nın mahzuf haline muteallıktır.
اٰيَاتِنَا ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde سَنُر۪يهِمْ fiiline mütealliktir.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّهُ الْحَقُّ , masdar teviliyle يَتَبَـيَّنَ fiilinin faili konumundadır.
Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde الْحَقُّ haberdir. Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğuna işaret eder.
فِي الْاٰفَاقِ - ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ ibarelerinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan ف۪ي harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Ufuklar ve nefisler, içine girilmeye müsait bir şeyler değildir. Fakat tehditte mübalağa için bu harf عَلَيْ yerine kullanılmıştır. Câmi; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür.
Ayet-i kerimede yer alan الْاٰفَاقِ kelimesi, افقِ kelimesinin çoğuludur. Âfâk, insanın dışındaki dış aleme denir, bunun içine en küçük maddeden, arşa kadar bütün nesneler girerl. اَنْفُسِ ise, insanın küçük âlem olan iç âlemidir ve bu küçük âlem her bir insanın kendi içinde mevcuttur. Âfâka dair ayetlerden maksat, Resulullah (sav)'ın onlara haber verdiği ileride olacak olan Bizanslıların birkaç yıl içinde acemlere galip geleceği gibi haberlerdir ve yine tarihçilerin tespit ettiği biçime uygun olarak geçmiş milletlerin başına gelen belâlardır. Bu olayları tarih kitapları kaydetmektedir ama Resulullah (sav) ümmî olup okumamış, yazmamış ve hiç kimseden ilim öğrenmemiştir. Allah Teâlâ'nın Resulullah'a ve halifelerine bahşetmiş olduğu fetihler harikulade bir olaydır. Çünkü böylesi bir fetih ve galibiyet onlardan önce yeryüzünde bulunan hiç kimseye nasip olmamıştır.
"Nefislerindeki ayete, gelince, Mekkelilerin arasında çıkan kıtlık, korkudur. Bedir savaşı günü başlarına gelen yenilgi fetih günü uğradıkları mağlubiyettir. Mekke'nin Resululllah (sav)'dan önce herhangi bir kimse tarafından fethedildiği haberi bize ulaşmamıştır ve yine Mekkelilerin öldürüldüklerini ve esir alındıklarını da duymuş değiliz.
اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ [Ufuklarda ayetlerimiz] ifadesi hakkında bazı müfessirler, göklerde ve yeryüzünde bulunan güneş, ay, yıldızlar ve bunların sebep olduğu gece, gündüz, ışık, gölge, bitkiler, ağaçlar ve nehirlerdir, demişlerdir.
اٰيَاتِنَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ [Nefislerindeki ayetler] ise; Allah Teâlâ'nın insan vücudundaki çok hassas sanatı, göz kamaştırıcı hikmetidir. Ayrıca rahimlerin karanlıklarındaki ceninin yaratılması, acayip organların meydana gelmesi ve birbiriyle birleşmesi de nefislerdeki delillerdendir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ [Ta ki, hak olduğu onlar için meydana çıksın] اَنَّهُ ‘daki zamir, Kur'an'a yahut Resule yahut tevhide veyahut Allah'a racidir. اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ (Rabbin yetmez mi?) demektir. بِ zaiddir, tekid içindir. Sanki ‘’Onun yeterliliği meydana gelmedi mi?’’ denilmiş gibidir. بِ edatı neredeyse كْفِى fiili dışında zaid kılınmaz. اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ [Onun her şeye şahid olduğu] cümlesi اَوَلَمْ يَكْفِ’ den bedeldir. (Beyzâvî)
اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
Mukadder bir cümleye atfedilen ayete dahil olan istifham harfi hemze tevbih ifade eder.
اَ , takriri istifhamdır. (Âşûr)
لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir.
بِرَبِّكَ ‘ye dahil olan بِ harfi tekid ifade eder. رَبِّكَ lafzen mecrur mahallen merfû olarak يَكْفِ fiilinin failidir.
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.
Soru kastı taşımayıp tevbih ve tahkir amacıyla gelen istifham cümlesi mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ve akabindeki اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ cümlesi masdar teviliyle يَكْفِ fiilinin faili konumundadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili شَه۪يدٌ ‘e takdim edilmiştir.
شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
شَه۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا - بِرَبِّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
İstifham hemzesiyle gelen cümlenin ispata olan delaleti, istifhamsız olarak gelen cümlenin delaletinden farklıdır. Bunun üzerinde düşünülürse iki terkibin delaleti anlaşılır. Ayrıca burada hemzeden sonra atıf وَ ’ı gelmiştir. Bu da kendinden önce meskutun anh olan bir kelam olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.247)
اَلَٓا اِنَّهُمْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓاءِ رَبِّهِمْۜ اَلَٓا اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطٌ
Putperestlerin, bu sûrede özetlenen olumsuz tutumları genellikle âhiret hayatına inanmamalarından ileri geliyordu; zira bu inançsızlık onlarda yaptıklarından dolayı hesap verme durumunda kalmayacakları kanaatini uyandırıyor; bu da onlara güçlerinin yettiği her türlü haksızlığı yapma cesaretini veriyordu. Son cümlede kesinlik bildiren bir üslûpla Allah’ın ilmiyle her şeyi kuşattığı, dolayısıyla inkârcıların bu haksız tutumlarından da haberdar olduğu hatırlatılarak, onların zannettiklerinin aksine bir gün bunun hesabını mutlaka vereceklerine işaret edilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 725
اَلَٓا اِنَّهُمْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓاءِ رَبِّهِمْۜ
اَلَٓا tenbih edatıdır. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
ف۪ي مِرْيَةٍ car mecrur اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ لِقَٓاءِ car mecruru مِرْيَةٍ ‘e mütealliktir. رَبِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَٓا اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطٌ
اَلَٓا tenbih edatıdır. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بِكُلِّ car mecruru مُح۪يطٌ ‘a mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. مُح۪يطٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مُح۪يطٌ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَٓا اِنَّهُمْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓاءِ رَبِّهِمْۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin başına gelen اَلَٓا , devamında gelecek söze dikkat çekerek, tekid ifade etmiş tenbih edatıdır. اِنَّ ve اَلَٓا ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve tenbih edatı sebebiyle birden fazla tekit unsuru taşıyan çok muhkem cümlelerdir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine, مِنْ لِقَٓاءِ رَبِّهِمْۜ car mecruru ise مِرْيَةٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
مِرْيَةٍ ‘deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.
مِرْيَةٍ , şek şüphe anlamındadır. (Âşûr)
لِقَٓاءِ رَبِّهِمْ terkibi ahiret hayatından kinayedir.
رَبِّهِمْۚ izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
ف۪ي مِرْيَةٍ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla مِرْيَة , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Şüphede mübalağa için bu harf kullanılmıştır. Şüphe içinde olmak, adeta bir şeyin bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. İnkârcılarla, şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; yerleşme, sabit olmadır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَٓا اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطٌ [Bilesiniz ki O, her şeyi kuşatmıştır.] Burada yer alan ”ihata", bir şeyi kemaliyle idrak etmek, kavramak demektir. Buna göre ayet-i kerimede denmiş oluyor ki,; bilesiniz ki, O, bütün her şeyi toptan ve en ince ayrıntısına kadar, zahirini ve batınını bilmektedir. O'na hiçbir şey gizli kalmaz ve O, kâfirleri inkârlarına ve kuşkularına karşılık hiç şüphesiz cezalandıracaktır. (Rûhu’l Beyân)
اَلَٓا اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve اَلَٓا ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan مُح۪يطٌ ‘e takdim edilmiştir.
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
مُح۪يطٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Allah’ın مُح۪يطٌ diye vasfedilmesinde mecaz-ı aklî vardır. İlminin kuşatıcı oluşunu ifade eder. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Surenin son ayeti hüsn-i intihâ sanatının en güzel örneklerindendir. Bu ayetle, surenin genelindeki diğer ayetler arasındaki anlam münasebeti de, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Bu iki cümlede de istiftah edatından sonra tekid gelmiştir. İlk cümlede, onların şüphe içinde olduklarını tekid eder, yani onlar kesinlikle şüphe, cedel, inat ve çelişki içindedirler. İkinci cümlede, Allah Teâlâ’nın her şeyi kuşattığını tekid eder.
Bu kerim suredeki ayetlerin bir çoğunun yanına bu cümle konsa, yanyana geldiği cümleyi kapsadığı ve onun manasını tekid ettiği görülür. İşte bu da beyanın en çok hayranlık duyulan şekillerinden biridir. Çünkü suredeki son cümle, surede zikredilen her şeyi kapsar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.250)
Surenin son ayetinde hüsn-i intihâ sanatı vardır. Bu sanatta mütekellim sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlar. Kur’ân’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)Her gönlün, diğerlerine kıyasla daha fazla meyil ettikleri vardır. Hayattaki öncelikleri de bunlara göre belirlenir. Bunlar; dış görünüş, sağlık, aile, spor, para, iş, arkadaş, bilgi gibi yeryüzünde değer gören her şey olabilir.
Allah, mü’min kullarını dünyada ve ahirette nimetleriyle sevindirendir. Ancak; yeryüzünde imtihan olunan kulun dikkat etmesi gereken bazı durumlar vardır. Aksi takdirde, dünyalık yorgunluklarla mücadele eder ve ahiretini de tehlikeye atma riskine düşer.
İnsan, kendisine güzel geleni ya da iyi olduğunu düşündüklerini ister. Bazen ısrarla ister. Halbuki, bugünkü benliğine iyi gözüken, yarınki benliğine hiç iyi gelmeyebilir. Başkalarına mutluluk getiren güzellikler, kendisine aynısını getirmeyebilir.
İnsan, dünyalık nimetleri (kendisine verilenleri ya da verilmesini umduklarını) kalbiyle değil, terbiye ettiği ve israftan men ettiği nefsiyle sevmelidir. Eğer nefsi terbiye olmamış ve dünyalıklar kalbini meşgul ediyorsa; en ufak değişiklikte ya da sıkıntı ihtimalinde dünyası yıkılır ve karamsarlığa düşer.
Dünyalıkları kalbinden çıkaran ve sahip oldukları için şükreden mü’min bilir ki; dünyalık hiçbir şeyin kendisi kalıcı değildir. Kalıcı olan ya da ebedi hayatı etkileyenler; dünyalıklara sahipken ya da onlarla imtihan edilirken; verdiği ve vermediği tepkileridir.
Ey kıyametin zamanını bilen, kullarına bildirmeyen Allahım! Kalplerimizin dünyalıklarla meşgul olmasından ve nefislerimizin sınır bilmemesinden muhafaza buyur. Dünyayı kalbinden çıkaran kul mutmaindir çünkü o, Rabbinin takdirinden emindir. Bizi de kalbi mutmain kullarından eyle.
Dünya, ahirete hazırlık köprüsüdür. Bizi de boş meselelerle ya da gelip geçeceklerle fazlasıyla meşgul olmak yerine, elinden geldiğince ahirete hazırlananlardan eyle. Ey Allahım! Şüphesiz ki, biz Senin rahmetine muhtacız. Bizim için dünya hayatını sonra dünyadan ahirete geçişimizi sonra da cennetine varışımızı kolaylaştır.
Allah’ın razı olduğu şekilde isteyenlerden ve tepki verenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
Bazen insanın nefsi görülmek ister. Yaptıklarıyla, söyledikleriyle ve hatta düşündükleriyle öne çıkmayı hedefler. Yaşadıklarıyla, üzüldükleriyle ve sevindikleriyle anlaşılmayı umar. Buradaki anahtar kelime tasdik edilmektir. Belki de hatta yeri gelince biraz desteklenmek ve biraz da alkışlanmaktır.
Başarmak, anlaşılmak ve onaylanmak; bunların hepsi nefsani hevesler ve hırslar ile yoğrulmadığı sürece gönlü sevindiren hoş nimetlerdir. Ne yazık ki nefsin araya girdiği her iş bulanır ve saflığını yitirir. Nefsini dinleyen ve onu devamlı hoş tutmaya çalışan kişi dünyalıklara ve başka insanlara daha da bağımlı bir hale gelir. Sanki içinden çıkılması zor bir dünya ile mutluluk ve yine dünya ile mutsuzluk kısır döngüsünün içine düşer. Öyle ki başkalarından gelecek olumlu tepkileri sürdürmek için kişi değişik hallere bürünmeye başlar. Sosyal medyada daha çok izlenmek ve beğenilmek için değişik akımlara uyum sağlayarak kendisinin, başkalarının ve ne yazık ki Allah’ın sınırlarını ihlal edenler bu hale örnek olarak gösterilebilir. Bu yüzdendir ki ariflerden biri şöyle demiştir: Halkın yuh çekmesi ile aferin demesi sende aynı etkiyi bırakmıyorsa, sen henüz olgunlaşmamışsın demektir.
İman ile hakiki olgunluğa ulaşan bir mü’min şunu öğrenir: nefsinin doyması mümkün değildir çünkü dünyalık her şey ve onların etkisi geçicidir. Kalıcı olan Allah’tır ve bu yüzden de O’nun her şeye şahit olduğunu bilmek yeterlidir. Şüphesiz ki Allah, kendisine samimiyetle güvenen kulunu, maddi ve manevi nice vesilerle doyuracaktır.
Ey Allahım! Şüphesiz ki baki olan Sensin. Geçici olanların arkasından koşarak ömürlerimizi çürütmekten, huzuru yanlış yerde aramaktan ve iki cihanda da kaybetmekten muhafaza buyur. İman ile kullarını şereflendirensin. İmanlarımızı kuvvetlendir ve bizi hakiki olgunluğa ulaştır. Muhabbetin ile kullarını sevindirensin. Kalplerimizi muhabbetin ile coştur ve iki cihanda da bizi sevindir. Rahmetin ile dilediğin kulu affedensin ve dilediğin işi kolaylaştıransın. Şüphesiz ki hallerimize şahit olansın. Ve şahit olarak, vekil olarak bize yetersin. Bizi bunu idrak edenlerden ve bu hakikati bilmekten doğan huzur ile yaşayarak iki cihanda da kazananlardan kıl.
Amin.