بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاۜ قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
2 | لِجُلُودِهِمْ | derilerine |
|
3 | لِمَ | niçin? |
|
4 | شَهِدْتُمْ | şahidlik ettiniz |
|
5 | عَلَيْنَا | aleyhimize |
|
6 | قَالُوا | dediler |
|
7 | أَنْطَقَنَا | bizi konuşturdu |
|
8 | اللَّهُ | Allah |
|
9 | الَّذِي |
|
|
10 | أَنْطَقَ | konuşturan |
|
11 | كُلَّ | her |
|
12 | شَيْءٍ | şeyi |
|
13 | وَهُوَ | ve O |
|
14 | خَلَقَكُمْ | sizi yaratmıştı |
|
15 | أَوَّلَ | ilk |
|
16 | مَرَّةٍ | defa |
|
17 | وَإِلَيْهِ | işte O’na |
|
18 | تُرْجَعُونَ | döndürülüyorsunuz |
|
Qavele قول :
Hem قَوْلٌ hem de قِيلٌ sözcükleri aynı anlam gelir.
قَوْلٌ sözcüğü çeşitli anlamlarda kullanılır: 1- Bunların en açık olanı tek bir sözcük ya da bir cümle olsun konuşmayla açığa çıkarılan harflerden mürekkep şeye denmesidir. 2- Aklında tasavvur edip henüz henüz sözlü olarak açıkça ifade etmediği şeyler de adını alır. 3- İtikad/görüş ve düşünce için de sözü kullanılır. 4- Bir şeye delalet etme anlamında da kullanılır. 5- Bir şeyle gerçek anlamda ilgilenmekte diye adlandırılmaktadır. 6- Bunu sadece mantıkçılar tanım anlamında kullanılır. 7- Bunun yanında ilham manasında da kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 1722 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kavilleşmek, kaale almak, mukavele ve makaledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاۜ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. Fiil cümlesidir.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَا ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لِجُلُودِ car mecruru قَالُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِمَ car mecruru شَهِدْتُمْ fiiline mütealliktir.
لِمَ cer harfi لِ ile istifham harfi ما ‘nın bileşimi olan bu edatın anlamı, ‘’niçin, ne diye ‘’ şeklindedir. Cer harfinden sonra istifham harfi geldiğinde elif hazf edilir. (Arap Dilinde Edatlar, Hasan Akdağ)
شَهِدْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْنَا car mecruru شَهِدْتُمْ fiiline mütealliktir.
قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اَنْطَقَنَا اللّٰهُ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَنْطَقَنَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَنْطَقَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْطَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْطَقَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نطق ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la اَنْطَقَنَا اللّٰهُ ‘a matuf olup, mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَلَقَكُمْ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَكُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَوَّلَ sıfatı olan masdardan naib, mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. مَرَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la خَلَقَكُمْ ‘e matuftur. اِلَيْهِ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
اِلَى intihâ-i gaye bildirir. Bir şeyin sonunun nereye gideceği, nereden başladığına bağlıdır. Bütün her şey Allah’tan, Allah’ın emri, iradesi ve hikmeti, ilmi ile başlamış ve aynı güzergâhta O’na varmış ve varacaktır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
تُرْجَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَقَالُوا لِجُلُودِهِمْ لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَاۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لِمَ شَهِدْتُمْ عَلَيْنَا cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muhatabın derisine hitabı, istiare sanatıdır. Deri, cevap verecek bir varlığa benzetilmiştir. Müstearun leh deri, müstearun minh akıllı canlıdır. جُلُودِ kelimesi müştak isimdir, istiare de tebeiyyedir. Müsteârun minh mahzuf olduğu için mekniyyedir.
لِجُلُودِهِمْ car mecruru, قَالُوا fiiline mütealliktir. لِ , harf-i cerdir. ما istifham harfi lam ile mecrurdur. Bu sebeple elif hazf edilmiştir.
Bu ayette de derilerin tercih edilmesi, bütün azaları kapsaması sebebiyledir.
قَالُٓوا اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اَنْطَقَنَا اللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâl için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Mevsûlün sılası olan اَنْطَقَ كُلَّ شَيْءٍ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْطَقَنَا - اَنْطَقَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَالُٓوا - اَنْطَقَ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı, قَالُٓوا fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ifadeler organların, sahiplerine söyleyecekleri sözlerden olması mümkün olduğu gibi, yüce Allah'ın, yahut meleklerin söyleyeceği sözlerden olması da mümkündür. (Kurtubî)
وَهُوَ خَلَقَكُمْ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la … اَنْطَقَنَا اللّٰهُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir.
Burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Munfasıl zamir هُوَ mübtedadır. خَلَقَكُمْ fiili haber olup mahallen merfûdur.
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَوَّلَ , mahzuf fef’ûlü mutlaktan naib sıfattır.
Ayetteki fiiller mazi sıygada gelmiştir. Ahiretle ilgili olaylar anlatılırken mazi fiil, henüz gerçekleşmemiş bir olayı olmuş gibi göstermek için muzari fiil yerine gelmiş, olayın kesinliğine işaret etmiştir. Bu kullanımlarda mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ cümlesi, makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. اِلَيْهِ car mecruru ihtimam ve fasılaya riayet için تُرْجَعُونَ fiiline takdim edilmiştir. (Âşûr)
تُرْجَعُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. تُرْجَعُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وإليه ترجعون [Siz ancak O'na döndürül(üp götürül)eceksiniz] buyurularak melekûtteki bu tasarrufun dünyaya mahsus olmadığı ifade edilmiştir. Dünyada olduğu gibi ahiretteki tasarruf da onun elindedir. Geri dönüş, varılacak yer O'dur.
Son iki cümlenin derilerin konuşmasından olma ihtimali de, yeni söz başı olma ihtimali de vardır. (Beyzâvî)
İbn Abbas'a (ra) göre derilerden murad cinsel uzuvlardır. Sual onlara tahsis edilmiş, çünkü cinsel uzvun şahitlik ettiği zina, cinayet ve çirkinlik olarak, rezillik ve cezayı gerektirmek alamından, gözlerin ve kulakların şahitlik ettikleri yani onların tavassutu ile işlenen cinayetlerden daha ağırdır.
Diğer bir görüşe göre ise derilerden murad bütün uzuvlardır. Yani tahkir için uzuvlarına bunu soracaklardır. Zîra rivayet olunur ki, onlar, uzuvlarına şunu da diyeceklerdir: "Biz, sizin için mücadele veriyorduk!" (Ebüssuûd)
وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değildiniz |
|
2 | كُنْتُمْ | siz |
|
3 | تَسْتَتِرُونَ | gizleniyor |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | يَشْهَدَ | şahidlik etmesinden |
|
6 | عَلَيْكُمْ | aleyhinize |
|
7 | سَمْعُكُمْ | kulaklarınızın |
|
8 | وَلَا | ve değildiniz |
|
9 | أَبْصَارُكُمْ | gözlerinizin |
|
10 | وَلَا | ve değildiniz |
|
11 | جُلُودُكُمْ | derilerinizin |
|
12 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
13 | ظَنَنْتُمْ | sanıyordunuz ki |
|
14 | أَنَّ | elbette |
|
15 | اللَّهَ | Allah |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَعْلَمُ | bilmez |
|
18 | كَثِيرًا | çoğunu |
|
19 | مِمَّا |
|
|
20 | تَعْمَلُونَ | yaptıklarınızın |
|
وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَسْتَتِرُونَ fiili كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَسْتَتِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel تَسْتَتِرُونَ ‘un mef’ûlü lieclihi olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, مخافة أن يشهد (Şahit olmalarından korkarak) şeklindedir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشْهَدَ fetha ile mansub muzari fiildir. عَلَيْكُمْ car mecruru يَشْهَدَ fiiline mütealliktir. سَمْعُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. اَبْصَارُكُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. لَا جُلُودُكُمْ atıf harfi وَ ‘la سَمْعُكُمْ ‘a matuftur.
تَسْتَتِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi ستر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. Burada amel etmemiştir.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ظَنَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel ظَنَنْتُمْ ‘in iki mef’ûlun bihi yerinde olup mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette ظَنَنْتُمْ fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâli اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. لَا يَعْلَمُ fiili اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. كَث۪يراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَّا müşterek ism-i mevsûl مِنْ harf-i ceriyle كَث۪يراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ اَنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ
وَ , istînâfiyyedir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَانُ ’nin haberi تَسْتَتِرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
تَسْتَتِرُونَ örtünmek fiili bazı ihtimallere göre, hakiki manada kullanılmıştır. Yani, amelinizle kulağınızı, gözünüzü, teninizi gizliyorsunuz demektir. Bu, hallerini çirkin görüp de gizlemelerinden kinaye olup bir azarlamadır. Bazı ihtimallere göre de hem hakiki hem de mecazi manada gelmiştir. (Âşûr)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وَلَٓا اَبْصَارُكُمْ وَلَا جُلُودُكُمْ cümlesi, masdar teviliyle تَسْتَتِرُونَ ‘un mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel, takdiri مخافة (Korkarak) olan kelimenin muzafun ileyhidir. Muzâfın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki nefy harfi لَا ’nın tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمْ, durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.
اَبْصَارُكُمْ - سَمْعُكُمْ kelimeleri ile müfret-cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.
سَمْعُكُمْ - اَبْصَارُكُمْ - جُلُودُكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
تَسْتَتِرُونَ fiili افتعال babındadır. Burada ستر fiilinden türeyip toplanmaya delalet etse de, aynı zamanda failin mef‘ûlle aynı olduğuna da delalet eder. Ayet onların gizlenmediklerini ifade eder. Burada murad افتعال kalıbından anlaşılan mübalağa veya toplanma şeklindeki kaydı değil, fiilin kendisini nefyetmektir. Yani onlar kulaklarından, gözlerinden ve derilerinden herhangi bir örtü ile saklamadılar, zira bu azaların kendi aleyhlerine şahitlik yapacaklarını düşünmediler ki onlara karşı ihtiyatlı olsunlar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 2, s.110)
وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ
İstidrak harfi لٰكِنْ ‘nin dahil olduğu cümle, وَ ’la makabline atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اللّٰهَ لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ , masdar teviliyle ظَنَنْتُمْ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اَنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُ كَث۪يراً مِمَّا تَعْمَلُونَ cümlesinin menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl olan كَث۪يراً ‘deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte كَث۪يراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَعْمَلُونَ , tecessüm, istimrar ve teceddüt ifade eder.
"Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik edeceğinden sakınmıyordunuz; yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmeyeceğini zannediyordunuz."
Bu kelam, derilerin verdiği cevabı takrir etmek üzere, o gün Allah tarafından onlara tahkir ve azar olarak söylenecek olanları hikaye etmektedir. Yani siz dünyada çirkin işler yaparken, rezil olmamak için insanlardan gizlendiğiniz gibi, sizin aleyhinizde şahitlik etmelerinden çekinmiyordunuz. Aksine, siz yeniden dirilmeyi ve cezayı tamamen inkâr ediyordunuz; yaptıklarınızın çoğunu, yani gizli olarak işlediğiniz çirkinlikleri Allah'ın bilmeyeceğini ve ahirette bunların ortaya çıkmayacağını sanıyordunuz. İşte bundan dolayı yaptıklarınıza cüret gösterdiniz.
Bu ayet bize bildiriyor ki, kıyamet günü uzuvların şahitliği, o zaman Allah'ın o bilgileri onlara bildirmesiyle gerçekleşecektir; yoksa uzuvlar, günahlar sadır olurken, şahitlik konusu günahları biliyorlardı ve o bildiklerine şahitlik edecekler, demek değildir. (Ebüssuûd)
تَعْمَلُونَ - يَعْلَمُ kelimeleri arasında cinası kalb, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا يَعْلَمُ - ظَنَنْتُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَذٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذ۪ي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ اَرْدٰيكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
وَذٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذ۪ي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ اَرْدٰيكُمْ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la لٰكِنْ ظَنَنْتُمْ ‘a matuftur. İsim cümlesidir.
İşaret ism-i ذٰلِكُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, كُمْ ise muhatap zamiridir.
ظَنُّكُمُ mübteda ذٰلِكُمْ ‘den bedel olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl ظَنُّكُمُ ‘ün sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَنَنْتُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ظَنَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِرَبِّكُمْ car mecruru ظَنَنْتُمْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. Takdiri, ظننتموه كائنا بربّكم (Onu sizin Rabbiniz sandınız.) şeklindedir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرْدٰيكُمْ kelimesi mübteda olan ذٰلِكُمْ ‘ün haberi olarak mahallen merfûdur.
اَرْدٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَرْدٰيكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ردي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اَصْبَحْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri اَصْبَحْتُمْ ’ün ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْخَاسِر۪ينَ car mecruru اَصْبَحْتُمْ ’ün mahzuf haberine müteallik olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
اَصْبَحْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صبح ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
خَاسِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi خسر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَذٰلِكُمْ ظَنُّكُمُ الَّذ۪ي ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ اَرْدٰيكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … وَلٰكِنْ ظَنَنْتُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemine ve yüceliğine işaret eder. ذٰلِكُمْ mübteda, ظَنُّكُمُ izafeti ذٰلِكُمْ ‘den bedel veya atfı beyandır.
اَرْدٰيكُمْ ise ذٰلِكُمْ için haberdir.
Müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Müsnedin fiil olarak gelmesi kasır ifade eder. Sizi sadece bu zannınız mahvetti, demektir. Bu izafî kasrdır. Şöyle demektir: Sizi mahveden suçladığınız zaman uzuvlarınızın şahitliği değildir. Sizi mahveden Allah’ın yaptıklarınızı bilmediği zannınız ve azabından korkmamanızdır. (Âşûr)
ظَنُّكُمُ için sıfat konumundaki müfred has ismi mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan ظَنَنْتُمْ بِرَبِّكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
بِرَبِّكُمْ izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبَّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
ظَنُّكُمُ - ظَنَنْتُمْ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الإرْادَءُ , helak olmak demektir. Helak olduğu, yani öldüğü zaman “Hakettiği gibi yok oldu” denilir. الإرْداءُ (mahvolmak) , ölü gibi olmak açısından kötü duruma düşürmek manasında müsteardır. Çünkü ölü olmak bu insanlar arasında bilinen en kötü haldir. (Âşûr)
فَاَصْبَحْتُمْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْخَاسِر۪ينَ , nakıs fiil اَصْبَحَ ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْخَاسِر۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşriklerin düşüncelerine işaret eden ذٰلِكُمْ ‘de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الْخَاسِر۪ينَ - اَرْدٰيكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمْ ’deki لِ buud içindir, kendinden sonra gelen şeyin dalalet ve batıl olduğunu, isabetsiz ve doğruluktan çok uzak olduğuna işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.111)
ذٰلِكُمْ ve ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, s. 190)
Buradaki الْخَاسِر۪ينَ (zarar edenler) sözünün başında bulunan elif ve lam harfleri, bu kişilerin tanındığını ve bu yönleriyle meşhur olduğunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.112) Yani, ahd-i ilmîdir.فَاِنْ يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ وَاِنْ يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ
Farklı kıraat şekillerine göre âyetin son cümlesi, “Allah’ın hoşnutluğunu kazanabilmeleri için kendilerine fırsat verilmesini talep etseler de bunu yapamazlar, bu imkânı elde edemezler” veya “Rablerinin kendilerini bağışlamasını dilemek isterlerse de buna güçleri yetmez” (Zemahşerî, III, 390); “Sevdikleri şeylere tekrar kavuşmaları için Allah’a yalvarsalar da buna lâyık olmadıkları için istekleri kabul edilmez” gibi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Son yorumu aktaran Şevkânî âyetten şu anlamı çıkarır: “Allah’ın kendilerinden hoşnut olmasını dilerler fakat dilekleri kabul edilmez; çünkü artık ateşe atılmaları kesinleşmiştir” (IV, 586).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 701-702فَاِنْ يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ
Ayet, atıf harfi فَ ile لٰكِنْ ظَنَنْتُمْ ‘a matuftur. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَصْبِرُوا şart fiili olup, نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. النَّارُ mübteda olup lafzen merfûdur. مَثْوًى haber olup, elif üzere mukadder damme ile merfûdur. لَهُمْۚ car mecruru مَثْوًى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir. مَثْوًى maksur isimdir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin nekre halinde sonundaki elif-i maksure kelimenin kök harflerinden biriyse bütün îrab halleri takdiren olur ve tenvinli fetha ile yazılır ve okunur. Eğer ki kök harflerinden biri değilse bütün îrab halleri yine takdiren olur, ancak tek fetha ile yazılır ve okunur.
وَاِنْ يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَعْتِبُوا şart fiili olup, نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. مَا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. هُمْ munfasıl zamiri, مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ lafzen mecrur olup مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. الْمُعْتَب۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
يَسْتَعْتِبُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عتب ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. مُعْتَب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.فَاِنْ يَصْبِرُوا فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ
Ayet, atıf harfi فَ ile لٰكِنْ ظَنَنْتُمْ ‘a matuftur. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. يَصْبِرُوا şeklindeki şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
النَّارُ mübtadadır. مَثْوًى haberidir. لَهُمْ car mecruru, مَثْوًى ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
النَّارُ , cehennemden kinayedir.
فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ ifadesinde istiare vardır. الثُّواءِ ’nın ism-i mekanı olan مَثْوًى , aslında sığınılacak yer demektir. Burada ateş yani Cehennemin, insanın huzur bulmak, rahatlamak için gittiği bir yere benzetilmesi, cehennemin korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir.
Önceki ayetteki muhatap sıygasından gaib sıygasına iltifat edilmiştir.
Buradaki iltifat Allah’ın rahmetinden uzak olduklarına işâret içindir. Huzurda bulunamayacakları ve dayanılmaz bir azaba uğrayacaklarına delaleti arttırmak için iltifat yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart cümlesinin cevabı yerine gelen cümle, فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ ‘dür. Bu, şartın cevabı değildir, çünkü şart üzere tertip edilmemiştir. Buradaki نَّارُ (ateş) onların sabredeceği ya da sabredemeyeceği yerdir. Kelamın aslı, فَاِنْ يَصْبِرُوا يَصْبِرُوا على عذابٍ شديدٍ فَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْۚ (Sabrederlerse şiddetli bir azaba sabrederler, sonra onların varacakları yer ateştir.) şeklindedir. مَثْوًى , oturulacak, ikamet edilecek yer demektir. Ateşin مَثْوًى olarak nitelenmesi azabın şiddetini artırmak içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.114)
وَاِنْ يَسْتَعْتِبُوا فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Şart üslubunda haberî isnaddır. يَسْتَعْتِبُوا şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَسْتَعْتِبُوا kelimesindeki س ve ت harfleri talep içindir. (Âşûr)
فَ karinesiyle gelen cevap فَمَا هُمْ مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ cümlesinde nefy harfi مَا , nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. Haberi olan مِنَ الْمُعْتَب۪ينَ ’ye dahil olan مِنَ , zaiddir. Zaid harfler cümleyi tekid eder. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
İki cümlede de şart harfi olarak fiilin vuku bulma ihtimali zayıf olduğu durumlarda kullanılan اِنْ harfi gelmiştir. Buradaki اِنْ harfi, aslında böyle bir şeyin olmayacağını, olsa bile çok zayıf bir ihtimal olduğunu ifade eder.
يَسْتَعْتِبُوا fiili istifiâl babındadır. Sülasisi عتب ’dir. مُعْتَب۪ينَ ise aynı fiilin افعال babındaki ismi mef’ûlüdür. Bu iki kelime arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَيَّضْنَا | ve biz musallat ettik |
|
2 | لَهُمْ | onlara |
|
3 | قُرَنَاءَ | birtakım arkadaşlar |
|
4 | فَزَيَّنُوا | süslü gösterdiler |
|
5 | لَهُمْ | onlara |
|
6 | مَا | bulunanı |
|
7 | بَيْنَ | onların önlerinde |
|
8 | أَيْدِيهِمْ | onların önlerinde |
|
9 | وَمَا | ve bulunanı |
|
10 | خَلْفَهُمْ | arkalarında |
|
11 | وَحَقَّ | ve gerekli oldu |
|
12 | عَلَيْهِمُ | kendilerine |
|
13 | الْقَوْلُ | söz |
|
14 | فِي |
|
|
15 | أُمَمٍ | topluluklarına |
|
16 | قَدْ |
|
|
17 | خَلَتْ | gelip geçmiş olan |
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önce |
|
20 | مِنَ | -den |
|
21 | الْجِنِّ | cin(ler)- |
|
22 | وَالْإِنْسِ | ve insan(lardan) |
|
23 | إِنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
24 | كَانُوا | idiler |
|
25 | خَاسِرِينَ | ziyanda |
|
Klasik tefsirlerde “arkadaşlar”la, Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a inanmamakta ısrar eden müşriklere dünyada musallat olan şeytanların kastedildiği belirtilir. İbn Âşûr ise bu arkadaşların, insanın ya dışında veya içinde olabileceğini, dışındakilerin “küfür davetçileri ve öncüleri” olan insanlar, içindekilerin ise kişiye vesveseler veren, onu günah ve kötülüklere, haksızlıklara kışkırtan şeytanlar olduğunu ifade eder (XXIV, 274).
“Sonra bunlar, önlerinde bulunanı da arkalarında olanı da onlara şirin gösterdi” diye çevirdiğimiz âyetin ilgili kısmı hakkında yapılan ve müfessirlerin çoğunluğu tarafından benimsenen açıklamaları Şevkânî’den (IV, 588) yararlanarak şöyle özetleyebiliriz: Sözü edilen arkadaşları kendilerine, içinde yaşadıkları dünya işlerini, onun bayağı zevklerini çekici gösterdiler; onları tamamen dünyaya bağlayarak günah ve isyanlara boğulmalarını sağladılar; kezâ dünya hayatının ötesiyle yani âhiretle ilgili olarak da onları aldattılar; yeniden dirilme, âhiret sorgusu, cennet, cehennem gibi geleceğe dair inanç konularını inkâr ettirdiler. İbn Âşûr ise âyetin aynı bölümünü özetle şöyle açıklar: “Önlerinde bulunan” ifadesi dünya işleriyle ilgilidir ve şu anlama gelir: Kötü arkadaşları onlara putlara tapmak, evlât katli, başkasının malını yemek, el ve dil ile insanlara zarar vermek, kumar oynamak, ahlâksızlık yapmak, zina etmek gibi çirkin işleri şirin gösterdi; onları bu işlere alıştırdı. “Arkalarında olan” ise Allah’ın sıfatları, âhiret halleri gibi duyu sınırlarını aşan, gayb âlemine dahil olan konulardır. Putperestlerin Allah’a ortak koşmaları, ona evlât nisbet etmeleri, gizli yaptıkları işlerin Allah’ın bilgisi dışında kalacağı şeklindeki ahmakça kanaatleri, peygamberler gönderilmesini imkânsız görmeleri, yeniden dirilme ve âhiret sorgusu gibi inanç esaslarını reddetmeleri saptırıcı arkadaşlarının putperestlere şirin gösterdiği tavırlardan bazılarıdır (XXIV, 275). Âyet, sosyal çevrenin, arkadaşlık ve dostluk ilişkilerinin, inanç ve ahlâk telakkilerinin oluşması ve gelişmesi üzerindeki tesirine de dikkat çekmektedir.
Cin kelimesi Kur’an’da genellikle varlığı kabul edilen, insanlar gibi yükümlülük taşıyan, iyileri ve kötüleri bulunan, duyu ötesindeki ruhanî varlıkları ifade eder. Bunların kötüleri ve putperestler hakkında kesinleştiği bildirilen “hüküm”, Peygamber ve Kur’an’ın ikazlarını, irşatlarını ciddiye alacakları yerde onlara karşı mücadele açan ve böylece kendilerine musallat kılınan arkadaşların saptırıcı kışkırtmalarıyla yanlış inançlara ve kötülüklere boğulanların mâruz kalacakları dünyevî ve uhrevî ceza hükmüdür. Âyette onların bu âkıbetleri “hüsran” olarak değerlendirilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 702-703
وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la يَصْبِرُوا fiiline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. قَيَّضْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru قَيَّضْنَا fiiline mütealliktir. قُرَنَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قُرَنَٓاءَ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَيَّضْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قيض ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. زَيَّنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَهُمْ car mecruru زَيَّنُوا fiiline mütealliktir.
مَا müşterek ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَيْنَ zaman zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. اَيْد۪يهِمْ muzâfun ileyh olup, ي üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا خَلْفَهُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
زَيَّنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زين ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَقَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru حَقَّ fiiline mütealliktir. الْقَوْلُ fail olup lafzen merfûdur. ف۪ٓي اُمَمٍ car mecruru عَلَيْهِمُ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir.
قَدْ خَلَتْ cümlesi اُمَمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
خَلَتْ fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru خَلَتْ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنَ الْجِنِّ car mecruru خَلَتْ ‘deki failin mahzuf haline mütealliktir. الْاِنْسِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كَانَ ‘nin dahil olduğu cümle اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
خَاسِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
خَاسِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi olan خسر fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَيَّضْنَا لَهُمْ قُرَنَٓاءَ فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la .. يصبروا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. قَيَّضْنَا fiiline müteallık olan car mecrur لَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mefûle takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen فَزَيَّنُوا لَهُمْ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ cümlesi makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Ayetteki ikinci mevsûl, birinciye tezat nedeniyle atfedilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. فَزَيَّنُوا fiiline müteallık olan car mecrur لَهُمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için mefûle takdim edilmiştir.
بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ (önlerindekiler) - وَمَا خَلْفَهُمْ (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
التَّزْيِينُ : Güzelleştirmek demektir. Zatında güzellik olmadığını hissettirir. ما بَيْنَ أيْدِيهِمْ sözü görünen şeyler manasında müsteardır. وما خَلْفَهم sözü görünmeyen şeyler manasında müsteardır. (Âşûr)
وَحَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ ف۪ٓي اُمَمٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۚ
Bu cümle وَ ile .. فَزَيَّنُوا لَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمُ , fail olan الْقَوْلُ ’ye durumun onlara has olduğunu vurgulamak için takdim edilmiştir.
Cümlede icaz-ı hazif vardır. ف۪ٓي اُمَمٍ car mecruru عَلَيْهِمُ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Kelimedeki tenvin kesret ve nev ifade eder.
قَدْ خَلَتْ cümlesi اُمَمٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ , tekid ifade eden tahkik harfidir. Mazi fiile dahil olduğunda kesinlik ifade eder.
اِنْسِۚ - جِنِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Marife olarak gelen الْقَوْلُ kelimesindeki elif-lam takısı ahd içindir. (Âşûr) ‘’Söz’’ kelimesinden maksat azaptır.
ف۪ٓي اُمَمٍ ’deki ف۪ٓي harfi, مِن manasındadır. Burada zarf ف۪ٓ harfinin gelmesinde bu kişilerin onlara ilhak edileceğine ve onların içine gireceğine işaret vardır. Zarf burada hal olarak gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.122)
اُمَمٍ ’deki tenvin kesret ve tahkir içindir.
Şayet ف۪ٓي اُمَمٍ ifadesinin îrabdan mahalli nedir? dersen şöyle derim: Öncesindeki عَلَيْهِمُ ’de yer alan zamirden hal olarak nasb mahallindedir; yani (gelmiş geçmiş) bütün toplulukların içinde yer aldıkları halde onlar hakkında hüküm gerçekleşmiştir. Önlerindekini ve arkalarındakini, yani daha önce işlediklerini ve halihazırda işlemeye devam ettiklerini. Yahut önlerindekini yani dünya işleri ve arzuların peşinden gitmeyi; arkalarındakini yani ahirete dair işleri ve yeniden dirilme ve hesabın olmayacağı düşüncesini (cazip gösterdiler). (Keşşâf)
Takdim ve tehir, belâgat ilminde manevi bir gaye için amaçlananın önem derecesine göre yapılmaktadır. Konuşmada daha önemli olan şey öne alınır. Dolayısıyla الْقَوْلُ (söz) in daha önemli olduğu yerde söz; haklarında الْقَوْلُ (söz) in gerçekleştiği kimseler daha önemliyse onlar takdim edilmiştir. Fussilet suresindeki bağlam, haklarında sözün yani azabın sabit olduğu kavimler hakkındadır. Çünkü surenin 19. ayetinden 29. ayetine kadar Allah'ın düşmanlarından söz edilmiştir. Bundan dolayı bunlara işaret eden zamirin, الْقَوْلُ (söz) e takdim edilmesi uygun düşmüştür. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
مِنَ الجِنِّ والإنْسِ sözündeki مِنْ harfi beyaniyedir. Ümmetleri açıklamak için gelmiş olması mümkündür. İnsanlar ve şeytanlardan oluşan ümmetler demektir. قُرَناءَ (arkadaşlar) kelimesini açıklamak için gelmiş de olabilir. Kendilerinden ayrılmayan gizli arkadaşlar demektir. (Âşûr)
اِنَّهُمْ كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟
Ayetin son cümlesi ta’lil hükmündedir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri, ıtnâb sanatı babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesinde müsned olan كَانُوا خَاسِر۪ينَ۟ cümlesi, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan خَاسِر۪ينَ۟ , ism-i fail vezninde gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi s.124)
İsm-i failin önünde كان yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir.
(Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Hâlidî, Vakafât, s. 80)
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedin كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmesi onların zararlarının sabit olduğunu, tamamen kesinleştiğini ifade eder.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dediler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَسْمَعُوا | dinlemeyin |
|
6 | لِهَٰذَا | bu |
|
7 | الْقُرْانِ | Kur’an’ı |
|
8 | وَالْغَوْا | ve gürültü edin |
|
9 | فِيهِ | onda (okunduğunda) |
|
10 | لَعَلَّكُمْ | belki |
|
11 | تَغْلِبُونَ | ona galib gelirsiniz |
|
Hz. Peygamber, âyetler kendisine geldikçe bunları çoğunlukla Kâbe çevresinde yüksek sesle insanlara okur, inanan ve inanmayan herkes onu dinlerdi (İbn Atıyye, V, 13). Râzî’nin de belirttiği gibi (XXVII, 119-120) Araplar, Kur’an’ın mânasının ve sözlerinin mükemmel olduğunu biliyorlardı; onu işiten herkes, lafızlarının güzelliğini farkediyor, anlamlarını kavrıyorlardı; benzersizlik, doğruluk ve tutarlılığına aklıyla hükmediyorlardı. Bu yüzden toplumsal konumlarını kaybedeceklerinden korkan Mekke’nin ileri gelenleri, nüfuzları altındaki insanların âyetleri dinlemelerini önlemek için tedbirler düşündüler. Sonuçta adamlarından, Hz. Peygamber âyetleri okurken yüksek sesle şiirler okuyarak, ıslık çalıp el çırparak, anlamlı anlamsız sözler söyleyerek gürültü çıkarmalarını, yaygara koparmalarını ve böylece Resûlullah’ın sesini bastırarak okuduğu âyetlerin anlaşılmasını önlemelerini istemişlerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 704وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَا تَسْمَعُوا ‘dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَسْمَعُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِهٰذَا car mecruru تَسْمَعُوا fiiline mütealliktir.
الْقُرْاٰنِ işaret isminden bedel veya atf-ı beyân olup mecrurdur. الْغَوْا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْغَوْا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru الْغَوْا fiiline mütealliktir.
لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubbdur. تَغْلِبُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَغْلِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَالْغَوْا ف۪يهِ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidai kelamdır.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Cümle Fussilet Suresi 5. ayette geçen وقالُوا قُلُوبُنا في أكِنَّةٍ مِمّا تَدْعُونا إلَيْهِ cümlesine atfedilmiştir. Kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. Bu söz tehallus münasebeti;
insanlardan olan arkadaşlarının onlara süslediği şeylerdir. Ya da Fussilet Suresi 25. ayette geçen فَزَيَّنُوا لَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. (Âşûr)
Fail konumundaki has ism-i mevsûl لَّذ۪ين ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğuna işaret eder.
قَالَ fiilinin mekulü’l- kavli olan لَا تَسْمَعُوا لِهٰذَا الْقُرْاٰنِ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
الْقُرْاٰنِ , ism-i işaretten bedel veya atf-ı beyandır.
Kur'ân’ın هٰذَا ile işaret edilmesi, kafirlerin sözü olması dolayısıyla tahkir ifade eder.
لا تَسْمَعُوا لِهَذا القُرْآنِ sözleri bir uyarıdır ve Kur’an’la alay etmektir. أهَذا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكم (Bu mu ilâhlarınızı diline dolayan?) cümlesindeki gibi ismi işaret tahkir için kullanılmıştır. (Âşûr)
الْغَوْا ف۪يهِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Kafirlerin sözlerinin devamıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قَالَ - تَسْمَعُوا - الْغَوْا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kâfirlerin sözlerinin devamıdır. İnşâ cümlesi olduğu için fasılla gelmiştir.
Fiilin vuku bulmasının mümkün olduğu durumlarda kullanılan tereccî harfi لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî inşaî isnaddır.
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku, istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Cümlede müsned olan تَغْلِبُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَعَلَّكُمْ تَغْلِبُونَ sözü son derece önemli bir fasıladır. Buradaki لَعَلَّ kelimesinde recâ /ümit manası vardır. Bu, onların kendilerindeki zayıflığı hissettiklerini ifade eder. تَغْلِبُونَ sözü ise bir çekişme olacağını ve bu çekişmenin de kendileriyle Kur’an arasında gerçekleştiğini hissettiklerini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgi Tefsiri, C. 2, s.125)فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَنُذِيقَنَّ | fakat taddıracağız |
|
2 | الَّذِينَ | kimselere |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(lere) |
|
4 | عَذَابًا | bir azab |
|
5 | شَدِيدًا | şiddetli |
|
6 | وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ | ve onları cezalandıracağız |
|
7 | أَسْوَأَ | en kötüsüyle |
|
8 | الَّذِي |
|
|
9 | كَانُوا | olduklarının |
|
10 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
Müşriklerin, âyetleri inkâr etmekle kalmayıp onları etkisiz hale getirmek ve bu suretle insanların Kur’an’ın sesine serbestçe kulak verip ondan yararlanmalarını engellemek için her yola başvurmalarının cezasını ağır bir şekilde ödeyecekleri bildirilmektedir. 27. âyetteki “şiddetli azap”, müşriklerin müslümanlar karşısında uğrayacakları yenilgiler, “yaptıklarının en kötüsüne denk ceza” da âhiret azabı olarak yorumlanmıştır (İbn Atıyye, V, 13). Bu son ifade iki şekilde açıklanmıştır:
a) Yaptıklarının en kötüsü Allah’a ortak koşmak olduğu için cezaları da buna uygun ağırlıkta olacaktır; b) Onların bazı iyi işleri de olmakla birlikte iman etmedikleri için âhirette iyilikleri dikkate alınmayacak, kötülüklerine göre yargılanıp ceza göreceklerdir (Şevkânî, IV, 588).
Putperestlerin Allah’ın âyetleri karşısındaki olumsuz tutumları “inatla inkâr etme (cahd)” şeklinde ifade edilmiştir. Râzî bunu şöyle açıklar: Çünkü onlar, Kur’an’ın karşı konulamaz etkisinin farkında oldukları için insanların onu dinlemeleri halinde mutlaka ona inanacaklarından korkuyor; buna karşı önlem olarak da belirtilen çirkin yola başvuruyorlardı. Bu da gösteriyor ki aslında onlar Kur’an’ın mûcize olduğunu biliyor, ancak kıskançlık yüzünden onu inkâr ediyorlardı (XXVII, 120).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 704-705
فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً
فَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
لَنُذ۪يقَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَذَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَد۪يداً kelimesi عَذَاباً ‘nin sıfatı olup mansubdur.
لَنُذ۪يقَنَّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ذوق ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la birinci kasem cümlesine matuftur. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نَجْزِيَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اَسْوَاَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا يَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً
فَ , istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Nun-u sakîle ve kasemle tekid edilmiş cevap cümlesi فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Zamir yerine zahir isim olarak الَّذ۪ينَ gelmiştir. Habuki لَنُذ۪يقَنَّهُمْ şeklinde ifade edilebilirdi, ancak gazabın başlarına geliş sebebinin sadece küfürleri olduğunu vurgulamak için zâhir isim gelmiştir ki bu da, küfürden sakındırmak ve cezasından korkutmak içindir.
فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً [Kâfirlere şiddetli azabı tattıracağız] ifadesi tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Azabın korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Câmi’ hissetmektir.
Azap kelimesi yemek kelimesi yerine istiare olmuştur. Veya نُذ۪يقَ fiili azabın etkilerini hissetmek anlamında istiare edilmiştir.
Azabı tatmak: onları cezalandırmaktır, tatmak kelimesi meknîyye ve hayalîyye yoluyla istiare olmuştur. İbn Abbas'a göre şiddetli azap (العَذاب الشَّدِيد) Bedir gününün azabıdır, dolayısıyla dünya azabıdır. (Âşûr)
شَد۪يداً kelimesi عَذَاباً için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelmesi, mübalağa ifade eder.
عَذَاباً ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nun, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
لَ kasem içindir. Kasem dahil olduğu manayı tekid eder. Ayrıca bu kasem, نَّ ‘u tekid es-sakîle ile tekid edilmiş ve çoğunlukla azap hakkında kullanılan نُذ۪يقَ kelimesiyle gelmiştir. Bundan murad da azabın aslını/özünü tadacakları, azabın eleminden, şiddetinden, eziyet ve sancılarından etkilenecekleridir. Tıpkı yemeği tadan kişinin yemeğin özünü/hakikatini, nasıl olduğunu tam anlamıyla bildiği gibi, bu kişiler de azabı her yönüyle anlayacaklardır. Burada azap için zevk fiili gelmiş ve bu azap şiddetli olmakla vasıflanmıştır. Aslında bu fiil, sadece yiyecek ve içecek için kullanılır. Bu kullanımda şiddetli azap sunmak, misafirperverlik gibi ifade edilmiştir. Bunda alay ve tahakküme ima vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.127)
وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ
Bu cümle önceki kasemin cevap cümlesine matuftur. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
لَنَجْزِيَنَّهُمْ fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اَسْوَاَ ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. (Âşûr) اَسْوَاَ الَّذ۪ي izafeti, sıfatın mevsûfuna muzâf olması babından lafzî izafettir.
اَسْوَاَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ‘nin sılası olan كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberi olan يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Bu cümlenin kendisiyle başladığı وَ harfi, ikinci hakikati önceki hakikate bağlar. Tekrar edilen kasem lâmı da manayı tekid eder. Ayrıca muzari fiil gelmiştir. Bütün bunlar gazap ve tehdidin arttığına, aynı zamanda rahmetin de kuvvetlendiğine işaret eder. Çünkü Allah Teâlâ bunları, önlerinde, yaptıklarından geri dönecek ve hidayete erecek vakitleri varken kullarına anlatmıştır. Kime hayır isabet ettiyse, sanki ona hiç şer isabet etmemiş gibidir. İşte böylece bu şiddetli makt ve vaîdin arkasından rahmetin dolup taştığını görebiliriz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.128)
ذٰلِكَ جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ النَّارُۚ لَهُمْ ف۪يهَا دَارُ الْخُلْدِۜ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bu |
|
2 | جَزَاءُ | cezası |
|
3 | أَعْدَاءِ | düşmanlarının |
|
4 | اللَّهِ | Allah |
|
5 | النَّارُ | ateştir |
|
6 | لَهُمْ | onlara vardır |
|
7 | فِيهَا | orada |
|
8 | دَارُ | yurdu |
|
9 | الْخُلْدِ | sürekli kalma |
|
10 | جَزَاءً | ceza olarak |
|
11 | بِمَا | sebebiyle |
|
12 | كَانُوا |
|
|
13 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
14 | يَجْحَدُونَ | inkar etmeleri |
|
ذٰلِكَ جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ النَّارُۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud, yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
جَزَٓاءُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. اَعْدَٓاءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
النَّارُ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هى ‘dir.
لَهُمْ ف۪يهَا دَارُ الْخُلْدِۜ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ف۪يهَا car mecruru لَهُمْ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. دَارُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْخُلْدِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
جَزَٓاءً mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı veya amili olan ilk جَزَٓاءً ‘nin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِ sebebiyyedir. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle ilk جَزَٓاءً ‘e mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru يَجْحَدُونَ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَجْحَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
ذٰلِكَ جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ النَّارُۚ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübteda, جَزَٓاءُ haberdir.
Allah ismine muzâf olmak, اَعْدَٓاءِ ve جَزَٓاءُ için tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cezaya işaret eden ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip, tahkir ve kınama ifade etmektedir. Müsnedin izafetle gelmesi anlamı, sözü uzatmadan ifade etmeyi sağlamıştır.
النَّارُۚ takdiri هى olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübtedanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Haberin الْ ile marife olması bu vasfın kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 220)
اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ , müşriklerdir. النَّارُۚ ise, جَزَٓاءُ اَعْدَٓاءِ اللّٰهِ ‘den atf-ı beyandır. (Âşûr)
ذٰلِكَ َişte bu en kötüye işaret etmektedir. Bu durumda cümlenin takdiri, “yapmakta olduklarına verilecek en kötü ceza” şeklinde olmalıdır ki bu işaret yerini bulmuş olsun. النَّارُ (Ateş), جَزَٓاءُ ’nun atf-ı beyanı yahut mahzuf bir mübtedanın haberidir. (Keşşâf)
لَهُمْ ف۪يهَا دَارُ الْخُلْدِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatı vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. ف۪يهَا mahzuf hale mütealliktir. دَارُ الْخُلْدِ ise muahhar mübtedadır.
النَّارُۚ için tezyîl mesabesindeki cümlede tecrîd sanatı vardır. دَارُ الْخُلْدِۜ , ebedî ateşten başka birşey değildir. (Âşûr)
Cehennem, ebedi kalma yurdu ( دَارُ الْخُلْدِۜ ) dur. Fakat başka bir yurt olan دَارُ الْخُلْدِۜ cehennemden tecrîd edilmiş, durumunun korkunçluğunu artırmak ve şiddetine mübalağa yapmak için cehennemde hazırlanmış bir yer kılınmıştır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Ebedi yurt Cehennemdir. Ama ayrı bir yer gibi ifade edilmiştir. Cehennemin bu vasfını öne çıkarmak ve insanları korkutmak mübâlağalı olarak anlatılmıştır. Böylece Cehennem azap ve korku bakımından öyle bir seviyeye ulaşmış ki sanki ona bu azap ve korku sığmamış, taşmış ve bu sıfatla başka bir yer daha oluşmuş.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
جَزَٓاءً , mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı veya amili olan ilk جَزَٓاءً ‘nin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. Bu durumda cümle faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَكْسِبُونَ cümlesi, masdar tevilinde بِ harfi ile birlikte جَزَٓاءً ’e mütealliktir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِاٰيَاتِنَا , ihtimam ve fasılaya riayet için amili olan يَجْحَدُونَ ’ye takdim edilmiştir.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olması, ayetlere şan ve şeref kazandırmıştır.
Önceki cümledeki Allah lafzından bu ayette azamet zamirine dönüş, korku ve tehdidi artırmak için yapılmış iltifat sanatıdır.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dediler ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
5 | أَرِنَا | bize göster |
|
6 | اللَّذَيْنِ |
|
|
7 | أَضَلَّانَا | bizi saptıran |
|
8 | مِنَ |
|
|
9 | الْجِنِّ | cin |
|
10 | وَالْإِنْسِ | ve insanları |
|
11 | نَجْعَلْهُمَا | onları alalım |
|
12 | تَحْتَ | altına |
|
13 | أَقْدَامِنَا | ayaklarımızın |
|
14 | لِيَكُونَا | olsunlar |
|
15 | مِنَ | -dan |
|
16 | الْأَسْفَلِينَ | alçaklar- |
|
Kur’an, En‘âm sûresinde (6/112) saptırıcı güçler olarak iki tür varlıktan söz ederek bunları “cin ve insan şeytanları” şeklinde anar; Nâs sûresinde (114/4-6), insanların kalplerine vesvese veren (olumsuz veya asılsız duygu, düşünce fitleyen) iki şer kaynağının bulunduğuna dikkat çeker; Mâide (5/30), Yûsuf (12/53) ve Kaf (50/16) sûrelerinde de nefsin saptırıcı etkisine işaret eder. Böylece insan, dıştan kendi türünden olan kötü insanların saptırıcı etkileri, içten de şeytan denilen görülmez güçler ile kendi nefsinin yanıltma ve aldatmaları yüzünden doğru yoldan uzaklaştığı, inkâr ve günah yoluna saptığı için âhirette de yüce Allah’tan âyette belirtilen dilekte bulunacaktır. Bir yoruma göre inkârcıların bu husustaki duasıyla ilgili ifadenin anlamı şöyledir: Ey Rabbimiz! Gerek insanlardan gerekse görülmez varlıklardan olup da dünyada bizi yoldan saptırmış olanları göster bize; onları ayaklarımızın altına alıp öyle tepeleyelim ki bizimkinden daha aşağıdaki cehennem katlarına insinler; cehennemin en alt tabakasındaki en şiddetli azabı boylasınlar (Taberî, XXIV, 114).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 705وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli, nida ve cevabıdır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا ‘dir.
اَرِنَا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الَّذَيْنِ tesniye müzekker ism-i mevsûl ikinci mef’ûlü bih olup nasb alameti ى ‘dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar. İsm-i mevsûlun sılası اَضَلَّانَا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَضَلَّانَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ الْجِنِّ car mecruru اَضَلَّانَا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. الْاِنْسِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
نَجْعَلْهُمَا cümlesi فَ karînesi olmadan gelen mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن ترنا اللذين.. نجعلهما.. (Eğer bize onları gösterirsen onları …. yaparız.) şeklindedir.
نَجْعَلْهُمَا meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَحْتَ mekân zarfı, mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. اَقْدَامِنَا muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَكُونَا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte نَجْعَلْهُمَا fiiline mütealliktir. يَكُونَا fiili نَ ‘un hazfıyla nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Zamir olan tesniye elifi يَكُونَا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ car mecruru يَكُونَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi olup faide-i haber ibtidai kelamdır.
Fail konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınması, onların adını yahut sıfatlarını açıkça söylemekten imtina edilmesi sebebiyle olabilir.
قَالَ fiilinin mekulü’l- kavli olan رَبَّـنَٓا اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nida fiili mahzuftur.
Kâfirlerin nida harfini hazf edip Rabb ismiyle dua etmeleri onların, Allah’a yakın olmak ve Allah’ın rububiyet sıfatına sığınmak istediklerine işaret eder.
İstînâfiyye olarak fasılla gelen nidanın cevap cümlesi اَرِنَا الَّذَيْنِ اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
رَبَّنا أرِنا اللَّذَيْنِ أضَلّانا sözünü diyenler, أضَلّانا (Bizi saptıranlar) sözünden de anlaşılacağı gibi, müşriklerin genelidir. (Âşûr)
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذَيْنِ ’nin sılası olan اَضَلَّانَا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
جِنِّ - اِنْسِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ
فَ karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevap cümlesi نَجْعَلْهُمَا تَحْتَ اَقْدَامِنَا cümlesi talebin cevabı olarak meczum muzari sıygada gelmiş hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Takdiri … إن ترنا اللذين (O kimseleri bize gösterirsen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
أرِنا fiili عَيِّنْ لَنا manasındadır. Onlardan intikam almak istemelerinden kinayedir. Bu yüzden talebin cevabı olan نَجْعَلْهُما cezm olmuştur. Takdiri: إنْ تُرِناهُما نَجْعَلْهُما تَحْتَ أقْدامِنا (O ikisini bize göstersen ayaklarımızın altına alsak) şeklindedir. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَكُونَا مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْاَسْفَل۪ينَ car mecruru يَكُونَا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde نَجْعَلْهُمَا fiiline mütealliktir.
كَفَرُوا - اَضَلَّانَا ve اَسْفَل۪ينَ - تَحْتَ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.Mahşer kalabalığının içindeyken, panikle karışık duygularla halini değerlendirmeye çalışıyordu. Unutulmasını diledği ve tevbesini geciktirdiği birçok şey vardı. Büyük küçük her şey hücum ediyordu.
Bilerek ya da bilmeyerek hataları olmuştu. Bilerek yaptıklarının bir kısmının gizli kalacağına inanmıştı. Bilmeyerek yaptıklarının bir kısmını telafi etmeye çalışmış, diğer kısmını ise umursamamıştı.
Sıra kendisine geldiğinde baştan aşağı titrediğini ve terlediğini farketti. Bulunduğu yerin, rüyaya ait bir sahne olması için neler vermezdi. Ya da zamanı varken bazı şeyleri değiştirmiş olmayı isterdi.
Kulaklarının, gözlerinin ve derilerinin aleyhine şahitlik ettiklerini işitince; belki biraz korktu, biraz da içerledi. Sanki onları kendisine sırdaş bellemişti. “Neden aleyhime şahitlik ettiniz?” diye sordu.
Verilen cevapla beraber tekrar sarsıldı. Ne kadar ahmaktı! Kendisi gibi onlar da Allah’a aitti. Her şeyi konuşturan Allah’ın emrine itaat ederek konuşuyorlardı ve hep beraber O’na dönüyorlardı.
Yeryüzünde kameralara verdiği pozları ve kullandığı kelimeleri; kısacası özen gösterdiği anlarını düşündü. Acıyla ve kendisiyle alay eder gibi güldü. Meğer bütün ömrünü gizli kameralarla yaşamıştı.
Ey Allahım! Bizi, bilinçli mümin kullarından eyle. Hiçbir şeyin Senden gizli kalmadığının ve yaptığımız büyük-küçük her şeyin kayıt altına alındığının bilinciyle yaşamaya çalışanlardan eyle. Şüphesiz ki; Sen en merhametlisin ve kullarından mükemmeli değil, elinden geleni ve emirlerine itaati isteyensin. Bizi de elinden geleni yapanlardan, gerektiğinde anında tevbe edenlerden ve Senin rızan için çabalayanlardan eyle. Hesap gününü bize kolaylaştır. Öyle hayırlı bir ömür yaşamamızı nasip et ki; rahmetin ve iznin ile uzuvlarımız aleyhimize değil, lehimize şahitlik etsin. Bizi affet ve bizden razı ol.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji