23 Aralık 2025
Fussilet Sûresi 12-20 (477. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Fussilet Sûresi 12. Ayet

فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظاًۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ  ...


Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَقَضَاهُنَّ böylece onları yaptı ق ض ي
2 سَبْعَ yedi س ب ع
3 سَمَاوَاتٍ gök س م و
4 فِي içinde
5 يَوْمَيْنِ iki gün ي و م
6 وَأَوْحَىٰ ve vahyetti و ح ي
7 فِي
8 كُلِّ her ك ل ل
9 سَمَاءٍ göğe س م و
10 أَمْرَهَا emrini ا م ر
11 وَزَيَّنَّا ve biz donattık ز ي ن
12 السَّمَاءَ semasını س م و
13 الدُّنْيَا dünya د ن و
14 بِمَصَابِيحَ lambalarla ص ب ح
15 وَحِفْظًا ve koruma ile ح ف ظ
16 ذَٰلِكَ işte bu
17 تَقْدِيرُ takdiridir ق د ر
18 الْعَزِيزِ güçlü olanın ع ز ز
19 الْعَلِيمِ bilenin ع ل م

“Yedi gök” deyiminin evrendeki birçok kozmik sisteme delâlet ettiği düşünülebilir (Esed, III, 972; bilgi için bk. Bakara 2/29; A‘râf 7/54). “Her göğe işlevini ilham etti” cümlesi, kozmik sistemlerin Allah’ın iradesiyle kurulup işlediğine işaret eder. “Biz, yakın semayı kandillerle donattık” anlamındaki cümle ise gök yüzünün, çıplak gözle izlenebilen yıldızlarla bezeli görüntüsünün tasviridir. “İşte bu, her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Allah’ın takdiridir” anlamındaki son cümle, kozmik varlıklardaki bu oluş ve düzenin bir tesadüf ürünü olmadığını; kesinlikle her şeye gücü yeten, her şeyi bilen yüce bir yaratıcının takdiriyle yani bilinçli, ölçülü ve amaçlı yaratmasıyla gerçekleşebileceğini dile getirmektedir (“İki gün” hakkında bk. 9. âyetin açıklaması).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 694

فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ 

 

Cümle, sebebi müsebbebe bağlayan  فَ  atıf harfi ile önceki  قَالَ ‘ye matuftur. 

Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. قَضٰيهُنَّ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

سَبْعَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  سَمٰوَاتٍ  muzâfun ileyhtir. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.

3 ile 10 arası sayıların temyizinde, önce sayı, sonra temyiz gelir. Sayı muzâf, temyiz muzâfun ileyh olur. Muzâfun harekesi cümledeki konumuna göre değişir. Muzâfun ileyh daima mecrurdur. Bu yüzden sayı muzâf olduğu için cümledeki konumuna göre îrabını alır, temyiz muzâfun ileyh olduğu için daima mecrurdur. Temyiz çoğul ve belirsiz olur. Sayı ile temyiz cinsiyet yönünden birbirinin zıttı olur. (Temyiz çoğul olduğu için eril veya dişil olduğunu anlamak için tekiline bakılır.) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي يَوْمَيْنِ  car mecruru  قَضٰيهُنَّ  fiiline müteallik olup müsenna olduğu için cer alameti  يْ dir. Tesniye kelimeler harfle îrablanırlar.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوْحٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ف۪ي كُلِّ  car mecruru  اَوْحٰى  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. سَمَٓاءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَمْرَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَوْحٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي  ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.   

 

 وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظاًۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  زَيَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih veya hal olup fetha ile mansubdur. 

الدُّنْيَا  kelimesi  السَّمَٓاءَ ‘nın sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِمَصَاب۪يحَ  car mecruru  زَيَّنَّا  fiiline müteallik olup, gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حِفْظاً  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

زَيَّنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

 

 

İsim cümlesidir. İsim-i işaret  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

تَقْد۪يرُ  mübteda  ذٰلِكَ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَز۪يزِ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الْعَل۪يمِ  kelimesi  الْعَز۪يزِ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَز۪يزِ - الْعَل۪يمِ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ 

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ف۪ي يَوْمَيْنِ  car mecruru  قَضٰيهُنَّ  fiiline mütealliktir. 

سَمٰوَاتٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Aynı üslupta gelen  وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَا  cümlesi makabline atfedilmiştir. 

اَوْحٰى  fiili aslında  إلى  harfi ile müteaddi olur. Burada zarfiyye manası olan  ف۪ي  ile müteaddi olarak gelmiştir.  ف۪ي  harfinde istiare vardır. Böylece vahyin her semada gerçekleştiğine işaret edilmiş olur. Yani verilen emir her semaya ayrı ayrı, her semanın içine, varlığına, özüne yöneliktir. Allah Teâlâ her semanın içinde işini yaratmış, içine emrini koymuştur.

سَمَٓاءٍ  kelimesindeki tenvin, kesret ve tazim ifade eder. 

قَضٰيهُنَّ  sözündeki zamir, semaya ait olduğunda  سَبْعَ سَمٰوَاتٍ  de hal olur. Eğer zamir müphem kabul edilirse,  سَبْعَ سَمٰوَاتٍ  sözü temyiz olur. Bu ince farkları bilmeden Arap beyanını çözmeye çalışmak bir nevi provokasyondur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.62)

"Yaratma" ve onun üzerine atfedilen üç fiil (dağların yerleştirilmesi, yeryüzündekilerin rızıklarının takdiri, sonra semaya yönelme) zahirî manalarına alınacak olursa bu takdirde önce yeryüzü ve içindekiler, sonra da gökyüzü ve içindekiler yaratılmış olur ve buna göre arada tertip (sıralama) mümkündür. Müfessirlerin ekserisi de bu görüşü benimsemişlerdir. Bakara suresindeki [”O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra semaya yöneldi..."] (Bakara: 29) ayet-i kerimesi de bu görüşü desteklemektedir.

(Rûhu-l Beyân-Ebüssuûd) 


وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظاًۜ

 

Ayet,  وَ  atıf harfi ile öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

زَيَّنَّا  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

السَّمَٓاءَ  için sıfat olan  الدُّنْيَا , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

السَّمَٓاءَ  ve  الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

سَمَٓاءٍ   ve  سَمٰوَاتٍ  arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

زَيَّنَّا - اَوْحٰى  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Âşûr)

الدُّنْيَا  -  سَمَٓاءٍ  -  سَمٰوَاتٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Atıfla gelen  حِفْظاً  kelimesi mukadder bir fiil ile mansubdur. Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri, حفظناه حفظاً  şeklindedir.

Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Allah Teâlâ insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerden bahsediyor. Bu nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Kevnî ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

Allah Teâlâ (cc) bilgi verme amaçlı olan ayetlerde muhataplarına ihbar üslubunu kullanmış daha sonra, anlatım hikaye üslubu ile devam ederken yıldızlar konusundaki yanlış inanca dikkat çekmek üzere onları Allah’ın yaratmış olduğunu belirten kısımda sözün akışı değiştirilerek fiil, Allah’ın zatına isnad ile “donattık” şeklinde mütekellim sîgasına dönüşmüştür. Ayrıca  اَوْحٰى - قَالَ - اسْتَوٰٓى  fiillerinin insanoğlunun duyu organlarıyla algılayamayacağı konularda kullanılması dolayısıyla gaib sîgası tercih edilmiş fakat sonrasında dikkatini vermesini ve rabbinin varlığına delil teşkil edecek olan konuda algısını canlı tutmasını isteyen rabbin diliyle mütekellime geçilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

مَصَاب۪يحَۗ , Allah'ın göklerde yarattığı ve herbirine ancak Kendisinin bilebileceği belli bir ışık, belli bir sır ve belli bir özellik verdiği aydınlatıcılardır. (Fahreddin er-Râzî)  


ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ

 

Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  ذٰلِكَ  mübteda,  تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ , haberdir.

Müsnedün ileyhin uzaklık ifade eden işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekmek, derecesinin yüksekliğini ve fazilet mertebesinin yüceliğini göstermek ayrıca önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tecessüm ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. ذٰلِكَ ile olaylara işaret edilmiştir. 

Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, S. 190) 

Buradaki  ذٰلِكَ  işaret ismi, arzı iki günde yaratmasından başlayıp ve  حفظاً  sözüne kadar devam eden konularda diri, kādir, yaratıcı Zat’a delalet eden fiillerle alakalıdır. İşaret ismi de bu ayetlerden maksadın ne olduğunu açıkça ortaya koyar. لِ  harfi, buud (uzaklık) için olup burada bu ayetlerin yüceliğine, celâline ve bu ayetleri zikretmekteki maksadın açıklığına delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.65)

Ayet-i kerimede yeryüzünün yaratılmasıyla gökyüzünün yaratılması arasında bir tertip (sıralama) olduğuna dair bir işaret yoktur. Tertip sadece ”takdir" (gıdaları takdir etme) ile ”icâd" (yoktan var etme) fiili arasında vardır. (Rûhu-l Beyân)

تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ  izafeti muzâfun ve müsnedün ileyhin şanı içindir.

Haber tazim veya teşrif ifade eden bir kelimeye muzâf olursa; müsnedün ileyhin tazimine de delalet eder.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait, muzâfun ileyh konumundaki iki vasfın aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.

الْعَز۪يزِ ,الْعَل۪يمِ  kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbındadır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Buradaki عَز۪يزِ , Allah'ın kudretinin mükemmelliğine;  عَل۪يمِ  de, ilminin mükemmelliğine bir işarettir. Bu ne harikulade bir bitiştir: Çünkü bütün bu işler, ancak kâmil bir kudret, kapsamlı bir ilim sayesinde olabilir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayeti kerimede iki iltifat vardır. Önce üçüncü tekil şahısla başlamış, sonra  نَّا /biz zamirine iltifat edilmiş, son cümlede tekrar üçüncü şahsa dönülmüştür. 

Buradaki iltifat, semanın Allah Teâlâ’nın kudretine delalet eden en bariz ayetlerden biri olduğuna işaret eder. Bunun için birçok yerde Kur’an dikkatimizi semaya yöneltir ve düşünmemizi ister. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Fussilet Sûresi 13. Ayet

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ  ...


Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: “Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ fakat eğer
2 أَعْرَضُوا yüz çevirirlerse ع ر ض
3 فَقُلْ de ki ق و ل
4 أَنْذَرْتُكُمْ ben sizi uyardım ن ذ ر
5 صَاعِقَةً bir yıldırıma karşı ص ع ق
6 مِثْلَ gibi م ث ل
7 صَاعِقَةِ başına düşen yıldırım ص ع ق
8 عَادٍ ’Ad ع و د
9 وَثَمُودَ ve Semud’un

Yukarıdaki âyetlerde Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerine, Allah’ın birliğini, bilgisinin ve kudretinin genişliğini kanıtlayan bazı deliller gösterilmişti. Bu bölümdeki âyetlerde ise iki eski Arap topluluğu olup inkâr ve isyanda diretmiş bulunan Âd ve Semûd adlı kavimlerin başına gelenler özetlenerek müşriklerin hâlâ inanmamakta ısrar ettikleri takdirde kendilerinin de benzer şekilde cezalandırılacaklarına işaret edilmektedir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 696
  

 Sa'aqa صعق :    صاعِقَةٌ dağ yamacı veya duvar gibi ağır bir şeyin yıkılması ya da yere düşmesi sonucunda ortaya çıkan büyük ses/gürültüdür.

  Dilbilimcilerden kimine göre üç anlama gelmektedir: 1- Ölüm 2- Azap 3- Ateş . Bu üç şey de صاعِقَةٌ'un sonucunda ortaya çıkan şeyler yani onun etkileridir.

 Son olarak صاعِقَةٌ gökten gelen şiddetli sestir denmiştir. (Müfredat) 

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la  9.ayetteki  قُلْ  emrine matuftur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعْرَضُوا  şart fiili olup, damme üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اَنْذَرْتُكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

صَاعِقَةً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  مِثْلَ  kelimesi  صَاعِقَةً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

صَاعِقَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَادٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ثَمُودَ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuf olup, gayrı munsarıf olduğu için fetha ile mecrurdur. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَعْرَضُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عرض ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَاِنْ اَعْرَضُوا فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ

 

Cümle  فَ  ile  9. ayetteki  قُلْ  emrine atfedilmiştir. Muhatab Hz. Peygamber, mütekellim Allah Tâlâ’dır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  اَعْرَضُوا  cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen  فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً  cevap cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Şart için mazi fiil kullanılışı, oluşa ve oluşun devamının istikrarına işaret eder. (Vakafât, s. 114)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88) 

Veciz ifade kastına matuf  مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ  izafeti, صَاعِقَةً  için sıfattır.

ثَمُودَ , muzafun ileyh olan  عَادٍ ’e matuftur. Gayri munsarif olduğu için tenvin almamıştır.

Hz. Peygamberin uyarma görevi devam ederken  اَنْذَرْتُكُمْ  fiilinin muzari yerine mazi sigasıyla gelmesi uyarma işinin hakikatini vurgulamak içindir.

صَاعِقَةً ’deki tenvin kesret ve tahkir ifade eder.Tekrar edilmesi korkutma ve uyarma amacına matuf ıtnâbtır. Bu tekrarda ayrıca reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

صَاعِقَةً (yıldırım), yıldırım gibi etkisi çok şiddetli korkunç bir azap demektir.  صَاعِقَةً  aslında gökten yere inen ve düştüğü yeri yakan ateş parçası (yıldırım) demektir. Burada istiare sanatıyla şiddetli azap anlamında kullanılmıştır. Şiddetli azapla yıldırım arasındaki benzerlik de şiddet ve korkunçluktur. Burada Yüce Allah şöyle demiş olmaktadır: Onlara de ki: İşte sizi Âd ve Semûd'un başına gelen yıldırım benzeri bir yıldırıma karşı uyarıyorum. Artık sizin hakkınızda üzerinize azabın indirilmesinden başka herhangi bir çare kalmamıştır. Bu öyle bir azaptır ki, sizden önce inatçılık eden ve bunda direnen, bunun yanında Yüce Allah'tan onu ve rızasını talep etmekten yüz çeviren kimselere inen azaptır. Onlar yalanlamada, inkârda ve inatçılıkta sizlerin selefinizdir. Sizler onların yoluna girdiniz ve helak olmakta da onlar gibi olacaksınız. (Rûhu-l Beyân)

ثَمُودَۜ - عَادٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayette muhatapların duyarsız kalmaları, önceki kavimlerin bu konuda yaptıkları yanlış davranışlarla anlatılmıştır. Dolayısıyla hem Zerkeşî’nin (ö.794/1392) gösterdiği cihetten, hem de Semûd ve Âd kavimlerinden bahseden kısmın, hitap edilen önceki ve sonraki kısımların arasına girmesi cihetinden istiṭrât vardır. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Mukâtil der ki: ”Âd ve Semûd kavmi amca çocukları idi. Mûsa ve Karun da amca çocukları idi. İlyas ve Elyesâ amca çocukları, İsa ve Yahya ise teyze oğulları idiler. Bu iki kabilenin burada özellikle zikredilmesi, Kureyşlilerin yazın ve kışın yaptıkları yolculuklarında geçtikleri yol üzerinde olmaları ve onların helaklerine dair izleri görmelerindendir." (Rûhu-l Beyân)

9. ayetteki  قُلْ اَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ [De ki siz mi inkar ediyorsunuz?] cümlesinden sonra [Eğer yüz çevirirlerse] cümlesinin gelmesinde iltifat sanatı vardır. Bu, ikinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş (iltifat) tür. Onlar haktan yüz çevirdikleri için onlara hitaptan yüz çevirmek uygun düşmüştür. Bu, güzel bir uygunluktur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Fussilet Sûresi 14. Ayet

اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ  ...


Hani onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından gelmiş, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin” demişler, onlar da, “Eğer Rabbimiz dileseydi (Peygamber olarak) melekler indirirdi. Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz” demişlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذْ hani
2 جَاءَتْهُمُ onlara gelmişti ج ي ا
3 الرُّسُلُ elçiler ر س ل
4 مِنْ -nden
5 بَيْنِ ب ي ن
6 أَيْدِيهِمْ önleri- ي د ي
7 وَمِنْ ve
8 خَلْفِهِمْ arkalarından خ ل ف
9 أَلَّا sakın
10 تَعْبُدُوا kulluk etmeyin ع ب د
11 إِلَّا başkasına
12 اللَّهَ Allah’tan
13 قَالُوا dediler ق و ل
14 لَوْ şayet
15 شَاءَ dileseydi ش ي ا
16 رَبُّنَا Rabbimiz ر ب ب
17 لَأَنْزَلَ elbette indirirdi ن ز ل
18 مَلَائِكَةً melekler م ل ك
19 فَإِنَّا elbette biz
20 بِمَا şeyi (mesajı)
21 أُرْسِلْتُمْ gönderildiğiniz ر س ل
22 بِهِ onunla
23 كَافِرُونَ tanımıyoruz ك ف ر

Metindeki “min beyni eydîhim ve min halfihim” ifadesinin asıl anlamı “önlerinden ve arkalarından” şeklindedir. Tefsirlerde bu ifadeye mümkün mertebede sözlük anlamına yakın yorumlar getirilmeye çalışılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXIV, 100-101; İbn Atıyye, V, 8). Ancak biz, Zemahşerî, Râzî, İbn Âşûr gibi müfessirlerin tercih ettiği deyimsel anlamı dikkate alarak söz konusu ifadeyi,“(ikna etmek için) her yolu deneyerek” şeklinde serbest bir çeviriyle karşılamayı uygun bulduk. Türkçe’de de “Birini ikna etmek için her yolu denedi” anlamında “Sağından girdi, solundan girdi” şeklinde benzer bir deyim kullanılmaktadır.

İnkârcıların, Allah katından gelecek elçinin insanlardan değil, mutlaka meleklerden olması gerektiği şeklindeki itirazları, Mekke müşriklerinin de ileri sürdükleri bir bahane idi (bu itirazın eleştirisi konusunda ayrıntılı bilgi için bk. En‘âm 6/8).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 696-697

اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

اِذْ  zaman zarfı olup,  صَاعِقَةِ عَادٍ ‘e veya onun mahzuf haline müteallik olup mahallen mansubdur. 

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَتْهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الرُّسُلُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ بَيْنِ  car mecruru الرُّسُلُ ‘ün mahzuf haline mütealliktir. 

اَيْد۪يهِمْ  muzâfun ileyh olup mukadder ي  üzere mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ خَلْفِهِمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf  بِ  harf-i ceriyle  جَٓاءَتْهُمُ  fiiline mütealliktir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَعْبُدُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً 

 

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَلٰٓئِكَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ

 

فَ  sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَّا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  كَافِرُونَ ‘a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُرْسِلْتُمْ بِه۪ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُرْسِلْتُمْ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  بِه۪  car mecruru  اُرْسِلْتُمْ  fiiline mütealliktir. 

كَافِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olıup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اُرْسِلْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

كَافِرُونَ  kelimesi, sülasi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

اِذْ  zaman zarfı  صَاعِقَةِ عَادٍ ‘e veya onun mahzuf haline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

مِنْ خَلْفِهِمْ  ve  مِنْ بَيْنِ  car mecrurları, الرُّسُلُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. 

مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ (önlerindekiler) - مِنْ خَلْفِهِمْ (arkalarındakiler) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

بَيْنِ - خَلْفِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Resullerin önlerinden arkalarından gelmesi tabiri her türlü çabayı gösterdiler manasında kinayedir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında  لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ  cümlesi, masdar tevilinde, takdir edilen  بَ  harfiyle birlikte  جَٓاءَتْهُمُ  fiiline mütealliktir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

اَلَّا  edatı  اَنَّ ‘den tahfif edilmiş  اَنْ  ve lâm-ı nahiye veya masdariye olan  اَنْ  ve lâm-ı nafiyenin birleşmesiyle oluşmuş harftir. Olumsuzluk bildiren  لا  ile istisna harfi  اِلَّا  birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, “Allah’tan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

اَلَّا تَعْبُدُٓوا ’daki  اَنْ , ya yani anlamındadır, yahut  اَنَّ ’nin hafifleştirilmiş halidir. Bu durumda ifadenin aslı  بِأنَّهُ ﻻ تعبدوا  yani durum ve size söylenecek sözümüz şudur ki, Allah’tan başkasına tapmayın! (Keşşâf)

اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ  sözünde  رُّسُلُ  kelimesi çoğul gelmiştir. Halbuki her kavme tek bir peygamber gelmiştir. Burada  الرُّسُلُ  kelimesinin çoğul olarak gelmesi, bütün resullerin Allah’a ibadete çağırıyor olması ve hepsinin de Allah’tan başkasına ibadet etmeyin demiş olmaları sebebiyledir. Kur’an-ı Kerîm bütün bu rasûllerin sözlerini ayrı ayrı tekrar ederek ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.76)


قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا   fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi olan  شَٓاءَ رَبُّنَا  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan ve  لَ  karînesiyle gelen  لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber talebî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.

مَلٰٓئِكَةً ’deki tenvin tazim ifadesi için olabilir.

Nahivciler  لَوْ  edatını: ‘’Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır’’, diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

شَٓاءَ (diledi) fiilinin mef‘ûlü mahzuftur; yani ‘’Şayet Rabbimiz peygamber göndermek isteseydi, herhalde melek indirirdi. O halde, sizin gönderildiğiniz şeyleri inkâr etmekteyiz!” Bu da şu demektir: Siz insan olduğunuz ve melek olmadığınız için biz ne size ne de getirdiklerinize iman ederiz! “Gönderildiğiniz şeyler” ifadesi, peygamberlerin Allah tarafından gönderildiklerini ikrar ettikleri anlamına gelmemektedir. Aksine bunu, peygamberlerin sözüne dayanarak söylemişlerdir. Hatta bu sözde bir alay mevcuttur. (Keşşâf)

رَبُّنَا (Rabbimiz) izafetiyle müşriklerin Allaha inandıkları anlaşılmaktadır.

Burada göze çarpan ilk şey, bunların Allah’ı kabul etmeleri, kendilerinin Rabbi olduğunu ve O’nun himayesinde, korumasında ve gözetimi altında yaşadıklarını itiraf etmeleridir. Çünkü  رَبُّنَا  kelimesi bunu ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.78)

لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً  cümlesine gelince, alimlerimiz şartın cevabı delalet ettiği müddetçe, şart üslubunda gelen  شَٓاءَ  fiilinin, mef‘ûlünün hazf edilmesinin meşhur bir belâgat kuralı olduğunu söylemişlerdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.79)

Denildiğine göre bu, onların bir alaylarıdır. Bir başka açıklamaya göre bu, onların peygamberlerin Allah tarafından gönderildiklerini kabul ettiklerini daha sonra ise inkâr ve inada saptıklarını ifade etmektedir. (Kurtubî)


فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ

 

 

 Cümle sebebi müsebbebe bağlayan  فَ  harfi ile  لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Matufun aleyhin haber manalı olması bu atfı mümkün kılmıştır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , başındaki harf-i cerle birlikte  كَافِرُونَ ‘ye mütealliktir. Sılası olan  اُرْسِلْتُمْ بِه۪ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsned olan  كَافِرُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ , konudaki önemine binaen, amili olan müsned  كَافِرُونَ ’ye takdim edilmiştir.

تَعْبُدُٓوا - اللّٰهَۜ  - رَبُّنَا  ve  مَلٰٓئِكَةً - رُّسُلُ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr, اُرْسِلْتُمْ - رُّسُلُ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَافِرُونَ  -  تَعْبُدُٓوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

اُرْسِلْتُمْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

Bu cümlede  اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid vardır. Bir de  مَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪  cümleciği takdim edilmiştir. Çünkü ana cümlenin hedefi ve kaynağı odur. Onlar risaleti inkâr etmişlerdir, ama bunun sebebi risalet değil, risaleti taşıyan şahıstır ve bunların hepsi de fesattır. İşte bunun için batıl ehlinin getirdikleri deliller hakkında Kitap üzerinde çalışmak gerekir. Çünkü siyasî ve fikrî hayatımız benzeri kışkırtmalarla doludur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.80)

 
Fussilet Sûresi 15. Ayet

فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ  ...


Âd kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, “Bizden daha güçlü kim var?” demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا fakat
2 عَادٌ Ad (kavmi) ع و د
3 فَاسْتَكْبَرُوا büyüklük tasladılar ك ب ر
4 فِي
5 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
6 بِغَيْرِ olmaksızın غ ي ر
7 الْحَقِّ hakkı ح ق ق
8 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
9 مَنْ kimdir?
10 أَشَدُّ daha şiddetli ش د د
11 مِنَّا bizden
12 قُوَّةً kuvveti ق و ي
13 أَوَلَمْ
14 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
15 أَنَّ elbette
16 اللَّهَ Allah
17 الَّذِي o ki
18 خَلَقَهُمْ onları yaratan خ ل ق
19 هُوَ O
20 أَشَدُّ daha güçlüdür ش د د
21 مِنْهُمْ kendilerinden
22 قُوَّةً kuvvetçe ق و ي
23 وَكَانُوا ve devam ettiler ك و ن
24 بِايَاتِنَا bizim ayetlerimizi ا ي ي
25 يَجْحَدُونَ inkara ج ح د

“Haksız yere büyüklük tasladılar” diye çevirdiğimiz 15. âyetteki cümleyi Zemahşerî, “Aslında büyüklenmeye hakları olmadığı halde ülkelerinin halkına karşı büyüklük taslayıp tepeden baktılar” veya “Yönetici olma niteliklerini taşımadıkları halde haksızlıkla ülke yönetimini ellerine geçirip halk üzerinde hakimiyet kurdular” şeklinde açıklamıştır (III, 387). Râzî, bütün güzel özelliklerin “yaratılmışlara iyilik ve yaratıcıya saygı” şeklindeki iki temel ilkeye dayandığını hatırlatarak Âd kavminin haksız yere büyüklük taslamalarının birinci ilkeyi ihlâl, Allah’ın âyetlerini inatla inkâr etmelerinin de ikinci ilkeyi ihlâl anlamı taşıdığını belirtir (XXVII, 112).

Kur’an, gerek Arap putperestlerinin gerekse eski kavimlerin ilâhî dinlere inanmamalarının temelinde aklî ve fikrî sebeplerden ziyade büyüklük taslama, mevki ve menfaat hırsı gibi duygusal sebeplerin yattığına sık sık vurgu yapar. Âd kavminin, peygamberleri Hûd’un risâletini reddetmelerinin de aynı psikolojik temele dayandığı görülmektedir (bilgi için bk. A‘râf 7/65-72).

Âd kavminin, “Bizden daha güçlü kim var?” şeklindeki küstahça iddialarına karşı onlara, kendilerini de yaratmış olan Allah’ın sonsuz gücü hatırlatılmaktadır. Âd kavmi de Allah’ın gücünün sınırsızlığına inanıyordu. Şu halde her şeye gücü yeten Allah’ın kendilerinden daha güçlü topluluklar meydana getirmeye muktedir olduğunu düşünememeleri bir ahmaklık işareti idi. Böylece onların beşerî duyguları akıllarına galip gelmiş ve kendilerini inkâra sürüklemiş; bu da dünyada felâkete uğrayarak yok olmalarına, âhirette de azabı hak etmelerine sebep olmuştur.

16. âyette dünyevî cezanın “alçaltıcı”, uhrevî azabın ise “daha da alçaltıcı” olarak nitelenmesi ilgi çekicidir. Aynı niteleme 17. âyette Semûd kavminin uğradığı felâketle ilgili olarak da tekrarlanmaktadır. Buna göre insan onuruna yakışan âkıbet, işlediği kötülükler yüzünden cezaya çarptırılarak rezil ve aşağılık bir duruma düşmek değil, iyilikleri sebebiyle ödüllendirilmektir.

Yıkıcı rüzgârın niteliği olan, “dondurucu” diye çevirdiğimiz sarsar kelimesine, “uğultulu, homurtulu” anlamı da verilmektedir (Râzî, XXVII, 112).


Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 697-698

فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ 

 

فَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَمَّا ; şart ve tafsil harfidir.  اَمَّا  lafzında, şart harfi olan اَنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir. 

اَمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır. اَمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler.(Abdullah  Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))  

فَ  harfi  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  عَادٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. اسْتَكْبَرُوا  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

اسْتَكْبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  اسْتَكْبَرُوا  fiiline mütealliktir. 

بِغَيْرِ  car mecruru  اسْتَكْبَرُوا ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir.  الْحَقِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اسْتَكْبَرُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi كبر ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


 وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.Mekulü’l-kavli  مَنْ اَشَدُّ مِنَّا ‘dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

مَنْ  istifham harfi olup, mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَشَدُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  مِنَّا  car mecruru  اَشَدُّ ‘ye matuftur.  قُوَّةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Ayette  قُوَّةً  melhûz mümeyyez olarak gelmiştir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ 

 

Hemze istifham harfidir. لَمْ يَرَوْا  cümlesi  وَ  atıf harf ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا ولم يروا ...(Gaflet ettiler ve görmediler mi?) şeklindedir.

 لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mahzuf elif üzere meczum muzari fiildir. اَنَّ  ve masdar-ı  müevvel  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  يَرَوْا  fiili ‘bilmek’ manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  اللّٰهَ  lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَهُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَلَقَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَشَدُّ  filine mütealliktir.  قُوَّةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.  اَشَدُّ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ

 

وَ  atıf harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  يَجْحَدُونَ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَجْحَدُونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَجْحَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ 

 

فَ  atıf harfi, tefri’iyyedir. Cümle 13. Ayetteki … أعرضوا  cümlesine atfedilmiştir. Müstenefe olmasıda caizdir. Şart ve tafsil harfi  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber inkâri kelamdır.

فَ  harfi, bu kısmı önceki kısma bağlar ve daha ziyade açıklar. اَمَّا  kelimesi, tafsil ve tekid ifade eder. Bunu takip eden şeyler ise mübteda ve haberdir. Haber فَاسْتَكْبَرُوا  şeklinde gelmiştir. Bu haberin başında elif, sin ve te harfleri vardır. Bu da kibirlenmelerindeki ve azgınlıklarındaki mübalağayı ifade etmek içindir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 2, s.80 - Âşûr ) 

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’ demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s.419)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ , mübteda olan  عَادٌ ’nun haberidir.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

الْاَرْضِ  kelimesindeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)

 

وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً  cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi  مَنْ , mübtedadır. اَشَدُّ  haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde müsned ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

قُوَّةً  kelimesi temyiz olarak mansubtur.

Onların ağzından aktarılan, مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةً  cümlesinde bir miktar gazap vardır. Bunun için de ardından bu sözleri reddedilmiştir. Sanki bu söz onların kibirlenmelerinin bir özetidir. Red cümlesi de cahillikle suçlamak ve azarlamak maksadıyla inkâra delâlet eden istifham ile başlamıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.85)

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp böbürlenme ve meydan okuma anlamında geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Müşriklerin istifham üslubu ile söyledikleri sözle asıl kastettikleri meydan okumadır. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 


 اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ 

 

Cümle, takdiri  أغفلوا ولم يروا ...(Gaflet ettiler ve görmediler mi?) olan istinaf cümlesine matuftur. 

Hemze istifham, وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tevbih ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar ve tekit harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu    اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ  cümlesi, masdar teviliyle  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi  اَنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  االَّذ۪ي ’nin sılası olan  خَلَقَهُمْ  , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) 

هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةً  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قُوَّةً  temyizdir. Temyiz ifadeyi zenginleştiren ıtnâbdır. Bu şekilde kapalıyı açma özelliği yanında kaplama ve abartı özelliği de bulunduğundan anlam düz ifadeye oranla daha çarpıcı olarak yansıtılır.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ  [Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın kendilerinden çok daha kuvvetli olduğunu düşünmediler mi?"] ifadesi ise, onları bu tekebbüre sevk eden sebebi anlatmak için, söz arasına girmiş, bir itiraz cümlesidir. (Fahreddin er-Râzî- Aşûr) 

اَشَدُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

اَشَدُّ - قُوَّةً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, bu kelimelerin tekrarında ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ  cümlesiyle, هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 

َّBurada öncelikle  الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ  şeklinde gelen ism-i mevsûlün delâletini bilmek gerekir. Bu ism-i mevsûl kendilerini Allah’ın yarattığını kabul ettiklerine delalet eder. Çünkü sıla muhatap tarafından bilinen durumlarda kullanılır. Yoksa bu şekilde marife gelmesi doğru olmazdı. Bu da kibirlenme ve büyüklenmelerinin heyecanı içinde kendilerini yaratan Allah’ı unuttuklarını ifade eder. Dolayısıyla da kuvvetlerinin büyüklüğünü ifade eden sözlerini kayıtsız olarak söylemişlerdir. Firavun’un âlinden olan müminin sözü gibi kayıtlamamışlardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.85)


  وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ

 

Ayetin son cümlesi  وَ  ile … استكبروا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’nin haberi olan  يَجْحَدُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِاٰيَاتِنَا , ihtimam için amili olan يَجْحَدُونَ  fiiline takdim edilmiştir.

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)

“Bilerek inkâr” manasında olan  جْحَدُ  fiilinin muzari gelmesi teceddüde, yani bu fiilin tekrarlandığına, كَانُوا  kelimesi de bu işin onların adeti ve genel durumu haline geldiğine delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.86)

اللّٰهَ  -  بِاٰيَاتِنَا  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

اٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetler için tazim ve teşrif ifade eder. Ayrıca azamet ve celâl zamirinin gelmesinde azabın büyüklüğüne işaret vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

 
Fussilet Sûresi 16. Ayet

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ  ...


Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَرْسَلْنَا biz de gönderdik ر س ل
2 عَلَيْهِمْ üzerlerine
3 رِيحًا bir rüzgar ر و ح
4 صَرْصَرًا dondurucu ص ر ص ر
5 فِي
6 أَيَّامٍ günlerde ي و م
7 نَحِسَاتٍ uğursuz ن ح س
8 لِنُذِيقَهُمْ taddırmak için ذ و ق
9 عَذَابَ azabını ع ذ ب
10 الْخِزْيِ rezillik خ ز ي
11 فِي
12 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
13 الدُّنْيَا dünya د ن و
14 وَلَعَذَابُ azabı ise ع ذ ب
15 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
16 أَخْزَىٰ daha da kepaze edicidir خ ز ي
17 وَهُمْ ve onlara
18 لَا hiç
19 يُنْصَرُونَ yardım edilmeyecektir ن ص ر

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ 

 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Fiil cümlesidir.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. 

ر۪يحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  صَرْصَراً  kelimesi  ر۪يحاً ‘nin sıfatı olup mansubdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ٓي اَيَّامٍ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. نَحِسَاتٍ  kelimesi  اَيَّامٍ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

لِ  harfi,  نُذ۪يقَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُذ۪يقَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَذَابَ  ikinci mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur.  الْخِزْيِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  نُذ۪يقَ  fiiline mütealliktir. 

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘ın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

اَرْسَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir. 

نُذ۪يقَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ذوق ‘dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى

 

وَ  itiraziyyedir. لَ  ibtidâiyye olup, tekid içindir.  عَذَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَخْزٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. اَخْزٰى  ism-i  tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ

 

 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يُنْصَرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُنْصَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَراً ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ 

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir.  فَ  ile atıf, azabın inkârdan sonra gecikmeden geldiğine işaret eder.

Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)  

اَرْسَلْنَا  fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

ر۪يحاً ’deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder. 

Âd kavmine soğuk rüzgârla azap olmasının sebebi, onların boylarının uzunluğu, vücutlarının iriliği, kuvvetlerinin fazlalığına güvenip de aldanmaları yüzündendir. İşte bu aldanıştan sonra Allah Teâlâ onların üzerine bir rüzgâr göndermiş, başlarına musallat etmiştir. Vücutları havadaki tüy gibi uçmuştur. (Rûhu-l Beyân)

صَرْصَراً  kelimesi,  ر۪يحاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Hazret-i Peygamber (sav)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir; "Rüzgârlar sekiz tanedir. Bunlardan dördü azap (rüzgarıdır). Âsıf, sarsar, akîm ve semûm; dördü ise rahmet rüzgârlarıdır. Naşirat, mübeşşirat, mürselât, zâriyat..."(Fahreddin er-Râzî) 

فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحاً صَرْصَرا  [soğuk bir rüzgâr gönderdik.] Bu soğuk rüzgâr, soğukluğunun şiddetinden onları helak edip yakmıştır. Tıpkı ateşin sıcaklığıyla yakıp kavurması gibi. Arapçada صِرْ  soğuk demektir. Ayet-i kerimeyi, estiği zaman ses çıkaran rüzgâr şeklinde anlamak da mümkündür. ”Uğursuz günler" ifadesinde yer alan  نَحِسَاتٍ  ifadesi, نَحِسَ kelimesinin çoğuludur.  سعد  (mutlu oldu) kelimesinin zıddıdır. (Rûhu-l Beyân)

نَحِسَاتٍ  kelimesi, اَرْسَلْنَا ‘ya müteallık olan  اَيَّامٍ  için sıfattır.  اَيَّامٍ ‘deki tenvin tazim ifade eder. 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle,  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْخِزْيِ  kelimesi,  عَذَابَ 'nin muzâfun ileyhidir. İzafet, az sözle çok anlam ifade yollarından biridir. 

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

ف۪ٓي اَيَّامٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اَيَّامٍ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü, günler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

Aynı şekilde  فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır. Dünya hayatı mazrufa benzetilerek mübalağa yapılmıştır.

لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ [Onlara azabı tattırdık] tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.

Rüzgâr kelimesi, çoğul olarak kullanıldığı zaman ‘hayır’, tekil olarak kullanıldığı zaman ‘şer’ anlamına gelir. Bundan dolayı Hz. Peygamber bir duasında: “Allah’ım, Sen bunu rüzgârlar (رِياح) kıl, rüzgâr (رِيح) kılma” buyurmuşlardır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, (https://www. Memleket.com.tr/rahmetin-mujdecisi-ruzgarlar-22863yy.htm)


وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى 

 

 

وَ , itiraziyyedir. İbtida lâmı ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İbtida lamı, isim cümlesinin anlamını pekiştirmek için mübtedadan önce gelir.  عَذَابُ الْاٰخِرَةِ  mübteda,  اَخْزٰى  haberdir. 

Müsnedün ileyh olan  لَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ ’nin, izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

Müsnedün ileyhin ahiret lafzına muzâf olarak marife olması tazim ifade eder.

Ahiret azabının rezil vasfıyla sıfatlanması mecazi isnaddır. Asıl rezil olan azabı görendir. Azabın korkunçluğunu, kafirlerin zelil halini mübalağa için mef’ûl yerine sıfata isnad yapılmıştır.

اَخْزٰى  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Gayri munsarif olması sebebiyle tenvin almamıştır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki cümlede dünya hayatının rezilliğinden bahsettikten sonra aynı sıfatla ahiretteki durumu açıklaması müşâkele sanatıdır. 

لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ  cümlesiyle,  وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

الدُّنْيَاۚ  - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْخِزْيِ - اَخْزٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası, bu kelimelerde ve  عَذَابُ ‘nun tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbdır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi)

Ayette; ‘rezil rüsvalık’ azabın sıfatı olmak üzere, عَذَابَ  kelimesi, zillet ve aşağılanma anlamına gelen  الْخِزْيِ ’ye izafe edilmiş ve adeta  عَذَابُ  خِزْيِ (rezil rüsva bir azap) demektedir. Bu, mecazî isnad türünden bir kullanımdır. Azabı rezillikle vasfetmek, kâfirleri rezillikle vasfetmekten daha etkilidir. (Keşşâf-Rûhu-l Beyân)  


وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ

 

هُمْ لَا يُنْصَرُونَ  cümlesi öncesine matuftur. وَ  atıf harfidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası tezyildir. Yani onlardan azap kaldırılmaz. (Âşûr)

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekit etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. [Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) -Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Denemeler. Gör. Ömer Kara] 

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَذَابُ  -  يُنْصَرُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

 
Fussilet Sûresi 17. Ayet

وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ  ...


Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا gelince
2 ثَمُودُ Semud(kavmin)e
3 فَهَدَيْنَاهُمْ onlara yol gösterdik ه د ي
4 فَاسْتَحَبُّوا fakat onlar yeğlediler ح ب ب
5 الْعَمَىٰ körlüğü ع م ي
6 عَلَى
7 الْهُدَىٰ doğru yolu bulmağa ه د ي
8 فَأَخَذَتْهُمْ böylece onları yakaladı ا خ ذ
9 صَاعِقَةُ yıldırımı ص ع ق
10 الْعَذَابِ azab ع ذ ب
11 الْهُونِ alçaltıcı ه و ن
12 بِمَا yüzünden
13 كَانُوا oldukları ك و ن
14 يَكْسِبُونَ yapıyor(lar) ك س ب

“Doğru yol” diye çevirdiğimiz hidayet kelimesi 17. âyette körlüğün zıddı olarak kullanılmış olup bu kullanım kelimenin bir tür aydınlanmayla ilgisi olduğunu göstermektedir. Önü aydınlanan yolunu bulur, kör olan veya karanlıkta kalan ise yolunu kaybeder, Kur’an’da genellikle birinci durum için hidayet, ikincisi için dalâlet deyimleri kullanılır. Hidayet Allah’tandır; şu halde ilâhî kaynaklı olan vahyin ışığına yönelip onunla aydınlanan doğru yolu bulur, bu ışıktan kendini uzaklaştıran da yolunu şaşırır ve bir kör gibi nereye bastığını, nereye gittiğini bilemez. Diğer benzerleri gibi Semûd kavmi de, Allah kendilerine Sâlih peygamber vasıtasıyla doğru yolu gösterdiği halde körlüğü, dalâleti hidayete tercih etmişler; böylece yollarını şaşırmışlar ve bu gidiş onları, kendi kazanımlarının sonucu olan alçaltıcı bir yıkıma götürmüş; ilâhî ışığa yönelerek onunla aydınlanan, bu sayede inanan ve kötülüklerden korunanlar ise Allah’ın kurtarıcı yardımına mazhar olmuşlardır.

 

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 698

وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la اَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا ‘ye matuftur. 

اَمَّا  şart ve tafsil harfidir. اَمَّا  lafzında, şart harfi olan  اَنْ  harfi  مَّا ’ya idgam edilmiştir. مَّا , zaide olup fiilin başındaki şart manasını, fiilin sonundaki  نَّ  da fiili tekid etmektedir. 

اَمَّا  yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اَمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اَمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler.(Abdullah  Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)

ثَمُودُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  فَ  harfi,  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  هَدَيْنَاهُمْ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

هَدَيْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اسْتَحَبُّوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. اسْتَحَبُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعَمٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. عَلَى الْهُدٰى  car mecruru  اسْتَحَبُّوا  fiiline mütealliktir. 

الْهُدٰى  ve  الْعَمٰى  maksur isimlerden olup îrabı takdiridir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَحَبُّوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  حبب ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


  فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخَذَتْهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

صَاعِقَةُ  fail olup lafzen merfûdur. الْعَذَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْهُونِ  kelimesi  الْعَذَابِ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  يَكْسِبُونَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَكْسِبُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَكْسِبُونَۚ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olup mahallen merfûdur. 

يَكْسِبُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la 15.ayetteki … اَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا  cümlesine atfedilmiştir. Şart ve tafsil harfi  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu) 

فَ  rabıta harfiyle gelen cevap cümlesi olan  فَهَدَيْنَاهُمْ , mübteda olan  ثَمُودُ ’nun haberidir.

Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Aynı üslupta gelen  فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى  cümlesi cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  فَ , tertip ve araya zaman girmediğini ifade eder.

الْعَمٰى  lafzında istiare vardır. Kâfirler köre benzetilmiştir.

Körlük küfür için müstear olmuştur. Bunlar birbirine zıt şeyler değildir. Bir insanda bir arada bulunabilirler. Körlük ve küfür arasındaki câmi; sâhibini tehlikeye ve helâka düşürebilmesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى  [Ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler.] Tercih ettiler anlamına gelen  استحباب , insanın herhangi bir şey uğrunda çaba sarf etmesi, onu sevmesi demektir. Bu fiilin mef’ûlüne  عَلَى  kelimesiyle bağlanarak geçişli yapılması; tercih etmek, seçmek anlamına gelir. Buna göre denmiş olmaktadır ki, onlar basiret körlüğü demek olan dalaleti, hidayete; küfrü, imana; günahı da itaata tercih ettiler. (Rûhu-l Beyân)

الْعَمٰى  -  الْهُدٰى  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. هَدَيْنَا  - الْهُدٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadrı sanatları vardır.

Burada hidayetten murad ayettir ki o ayetin şanı hidayete götürmektir. Yani hidayet kelimesi, sebebine ıtlak edilmiştir. Sebep alâkasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Bu sözlerde onların aceleciliklerine ve ayeti hiç düşünmeden, müzakere etmeden reddettiklerine işaret vardır.  فَاسْتَحَبُّوا  sözündeki  فَ  harfi de buna delâlet eder. اسْتَحَبُّوا  fiilindeki elif, sin ve te harfleri mübalağa ifade eder ki bunda onların akıl ve kalplerini teşhir etmek kastı vardır. Onlar öyle bir derekeye düşmüşlerdir ki, artık körlüğü hidayete tercih etmişlerdir. Bu tercih için seçilen “hidayete karşın körlüğü sevmek” ne kadar mükemmel bir tabirdir! Burada körlük, hidayetin zıddı olan dalalet için müstear olarak kullanılmıştır. Bu istiarede de bir miktar alay ve teşhir söz konusudur (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.95)


 فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ

 

Bu cümle atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir.  فَ  ile atıf azabın inkârdan sonra gecikmeden geldiğine işaret eder. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْهُونِ  kelimesi  الْعَذَابِ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.  الْهُونِ  masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ [Azap yıldırımı onları yakaladı.]  ifadesinde mecazî isnad vardır. Burada yakalama fiili, mecaz-ı aklî yoluyla  صَاعِقَةُ  kelimesine isnad edilmiştir. Halbuki maksat hakiki fail olan Allah Teâlâ’nın azabıdır. Allah Teâlâ hakiki faildir ama fiilin faili olarak  صَاعِقَةُ  kelimesi zikredilmiştir. Sebebiyye alakasıyla fiil, müsebbibe isnad edilmiştir.

صَاعِقَةُ الْعَذَابِ  ifadesinde yıldırımın azaba izafe edilmesi, korku ve şiddetin derecesini göstermektedir.

صَاعِقَةُ الْعَذَابِ  kelimesi, ’azabın en büyüğü, bel kıranı’ demek olup,  هُونِ  ise ‘zelil eden, aşağılayan’ anlamındadır.  الْعَذَابِ  kelimesinin masdar şeklindeki  هُونِ  ile vasfedilmesi, bu azabın son derece çetin olduğunu bildirmek içindir. Yahut da هُونِ  kelimesi, الْعَذَابِ kelimesinden bedeldir. "Kazanmış oldukları şeyler yüzünden..." buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)  

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  اَخَذَتْهُمْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كَانُوا يَكْسِبُونَ  cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانُ ’nin haberi  يَكْسِبُونَ nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)
Fussilet Sûresi 18. Ayet

وَنَجَّيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟  ...


İnananları ve Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtardık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَجَّيْنَا ve kurtardık ن ج و
2 الَّذِينَ
3 امَنُوا inananları ا م ن
4 وَكَانُوا ve ك و ن
5 يَتَّقُونَ korunanları و ق ي

وَنَجَّيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟

 

نَجَّيْنَا , atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  اَخَذَتْهُمْ ‘e matuftur.  

نَجَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَانُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُو ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  يَتَّقُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  

يَتَّقُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

نَجَّيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

يَتَّقُونَ۟  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftial babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir. 

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَنَجَّيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟

 

Ayet, önceki ayetteki  فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında mukabele sanatı vardır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

نَجَّيْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَكَانُوا يَتَّقُونَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya atfedilmiştir.  كَانُوا ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Takva sahiplerinin iman edenlere atfı, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.

كَان ’nin haberinin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine (teceddüt) işaret eder. (Vakafât, s. 103)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Kurtarılanlar iman eden ve ittika eden şeklinde sayılarak taksim edilmiştir. Cem' ma’at-taksim sanatıdır.

اٰمَنُوا - يَتَّقُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

اَنْجَيَ  fiili  اِفعال  babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise  تفعيل  babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın söz konusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113)

 
Fussilet Sûresi 19. Ayet

وَيَوْمَ يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ  ...


Allah’ın düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve (o) gün ي و م
2 يُحْشَرُ toplanır ح ش ر
3 أَعْدَاءُ düşmanları ع د و
4 اللَّهِ Allah’ın
5 إِلَى
6 النَّارِ ateşe ن و ر
7 فَهُمْ onlar
8 يُوزَعُونَ bir araya getirilirler و ز ع

“Allah düşmanları” deyimi, “O’nun buyruklarını reddeden inkârcılar” (İbn Atıyye, V, 10) veya “ilklerinden sonlarına kadar bütün inkârcılar” olarak açıklanmıştır (Zemahşerî, III, 389; Râzî, XXVII, 115). Ancak Taberî, bu deyimin özellikle Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke putperestleri için kullanıldığına işaret eder (XXIV, 106); İbn Âşûr da aynı görüşü ısrarla savunur. Ona göre Kureyş müşriklerinin bu şekilde anılmalarının sebebi, Resûlullah’a düşman olmalarıdır. Nitekim Resûlullah’ı ve müslümanları yurtlarından çıkarmaları sebebiyle Allah Teâlâ onlardan “Benim ve sizin düşmanlarınız” (Mümtehine 60/1) diye söz etmiştir (XXIV, 264-265).

“Öncekiler ve sonrakiler”den maksat, tarihin bütün dönemlerinde inkâr ve isyanı iman ve itaate tercih etmiş olanlardır. Âyette bunların kıyamet günü, cehenneme atılmak üzere bir araya getirilecekleri, böylece inkârda birleştikleri gibi ceza görmekte de birleşecekleri bildirilmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 700

وَيَوْمَ يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

 

وَ  istînâfiyyedir. يَوْمَ  zaman zarfı, takdiri أذكر  (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak fetha ile mansubdur. 

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحْشَرُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُحْشَرُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  اَعْدَٓاءُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اِلَى النَّارِ  car mecruru يُحْشَرُ  fiiline mütealliktir.  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُوزَعُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُوزَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَيَوْمَ يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri  أذكر (Hatırla, düşün) olan mahzuf fiile mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil hudûs ve teceddüt, istimrar, ve tecessüm ifade etmiştir.

Onların Allah'ın düşmanları olarak ifade edilmeleri, zemmetmek ve onlari kuşatacak olan çeşitli azapların sebebini bildirmek içindir. (Ebüssuûd) 

يُحْشَرُ  fiili meçhul bina edilerek naibi-i failin fiilde etkisi olmadığına ve mef’ulün önemine işaret edilmiştir. 

اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ  naib-i faildir.  اِلَى النَّارِ  car mecruru,  يُحْشَرُ  fiiline mütealliktir. Az sözle çok anlam ifade etme yollarından olan  اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ  izafeti, Allah’ın davetini reddeden ve peygamberlerini yalanlayanlara delalet eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

فَهُمْ يُوزَعُونَ  cümlesi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt, istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

يُوزَعُونَ  ve  يُحْشَرُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

يُوزَعُونَ  -  يُحْشَرُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

هُمْ يُوزَعُونَ  cümlesiyle, يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُوزَعُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Buradaki  يُوزَعُونَ  fiilinin manası, arkadakiler yetişsin diye öndekilerin durdurulmasıdır. Bu da haşr manasını tekid eder. Bu suretin tekidi ve kalpte yerleşmesi için müsnedün ileyh, fiil olan habere takdim edilmiştir ve fiil muzari olarak gelmiştir. Böylece okuyucu, arkadakiler yetişsin diye öncekilerin durdurulduğu ve bunun da onlara hakaret ve zelil bırakmak için olduğunu gözleriyle görür gibi olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.104)

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Fussilet Sûresi 20. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا zaman
3 مَا
4 جَاءُوهَا oraya vardıkları ج ي ا
5 شَهِدَ şahidlik ettiler ش ه د
6 عَلَيْهِمْ aleyhlerine
7 سَمْعُهُمْ kulakları س م ع
8 وَأَبْصَارُهُمْ ve gözleri ب ص ر
9 وَجُلُودُهُمْ ve derileri ج ل د
10 بِمَا hakkında
11 كَانُوا oldukları (işler) ك و ن
12 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل

Âhirette insanların dünyadayken yapıp ettikleri ortaya konduğu sırada, kötülük işlemiş olanların bazı organlarının kendi aleyhlerine şahitlik edeceği başka âyetlerde de bildirilmektedir (Nûr 24/24; Yâsîn 36/65). Süddî, Ferrâ gibi bazı müfessirler, derilerinin onlar aleyhinde tanıklık etmesiyle, vücutlarının cinsel günahları hakkında şahitlik yapacağının kastedildiğini ileri sürmüşlerdir (bk. Taberî, XXIV, 106; Şevkânî, IV, 585). Âyette şu gerçek anlatılmaktadır: Âhirette hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, yargı sırasında günahkârların bizzat kendi organları da Allah tarafından verilen bir tür ifade kabiliyetiyle veya işledikleri günahların onlarda bıraktığı izler vasıtasıyla suçlarını ortaya koyacaklardır.

Râzî, derinin dokunma duyusuyla ilgili olduğunu hatırlattıktan sonra âyette beş duyudan özellikle işitme, görme ve dokunma ile ilgili duyu organlarına yer verilirken tatma ve koklama duyularından söz edilmemesini özetle şöyle açıklar: Tatma duyusu bazı yönlerden dokunma duyusuyla aynıdır; çünkü tat algılaması dil derisinin tadılan nesneye temasıyla gerçekleşir. Koklama duyusuna gelince bu, insanda yükümlülüklere konu olması bakımından diğer duyular kadar önemli değildir, bununla ilgili buyruklar ve yasaklar bulunmamaktadır (XXVII, 116).

Buhârî ve Müslim’in Sahîh’leri gibi hadis kaynakları, 22. âyetin, müşriklerin Allah hakkındaki telakkilerini ifade eden “... üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz” meâlindeki bölümüyle ilgili olarak Abdullah b. Mes‘ûd’dan şöyle bir bilgi aktarırlar: “Bir ara Kâbe’nin örtüsüne tutunmuş duruyordum. Biri Benî Sakîf’ten, ikisi Kureyş’ten veya biri Kureyş’ten ikisi Benî Sakîf’ten olan üç kişi geldi. Bunların göbeklerinin eti çok ama akıllarının bilgisi azdı. O güne kadar duymadığım laflar ettiler. Biri dedi ki: ‘Ne dersiniz, Allah konuşmamızı işitiyor mudur?’ Diğeri, ‘Sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz’, üçüncüsü ise ‘Bence açıktan konuştuğumuzu duyuyorsa gizli konuşmalarımızı da duyar’ dedi. Bu konuşmaları Hz. Peygamber’e anlattım; bunun üzerine ‘Vaktiyle siz, ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınıyordunuz; üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda umduklarını kaybedenlerden oldunuz’ meâlindeki âyetler indi” (Buhârî, “Tefsîr”, 41/2).

Taberî’nin kaydettiğine göre (XXIV, 112) Hasan-ı Basrî, “İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda kaybedenlerden oldunuz” meâlindeki 23. âyeti açıklarken şöyle demiştir: “İnsanların amellerinin değeri Allah hakkındaki kanaatlerine bağlıdır. Mümin, Allah hakkında hüsnü zanda bulunur, bu sayede işini de güzelleştirir. İnkârcı ve münafık ise Allah hakkında sûizanna sahip olduğu için ameli de kötü olur.” Aynı âyet dolayısıyla Katâde, Kur’an’da biri “kurtarıcı zan”, diğeri “mahvedici zan” olmak üzere iki çeşit zandan söz edildiğini belirtmiştir. Allah’a kavuşacaklarına (Bakara 2/46) ve âhirette hesap vereceklerine (Hâkka 69/20) inananların bu inançları için kullanılan “zan” kavramı kurtarıcı zannın, konumuz olan âyetlerde geçen “zan” da mahvedici zannın örnekleridir.

 

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاؤُ۫هَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَا  zaiddir.  

جَٓاؤُ۫هَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

شَهِدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  شَهِدَ  fiiline mütealliktir. سَمْعُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَبْصَارُهُمْ  ve  جُلُودُهُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  شَهِدَ  fiiline mütealliktir.  بِ  sebebiyyedir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

حَتّٰٓى , ibtidaiyye olarak gelmiştir. Şart üslubundaki cümlede  اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfı,  مَا  tekid için gelen zaid harftir.

Şart cümlesi olan  جَٓاؤُ۫هَا , aynı zamanda  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

اَبْصَارُهُمْ  ve  جُلُودُهُمْ , fail olan  سَمْعُهُمْ ‘a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  شَهِدَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانُ ’nin haberi  يَعْمَلُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Şahitlik edecek olan organlarının sayılması taksim sanatıdır.

سَمْعُهُمْ  -  اَبْصَارُهُمْ  kelimeleri müfret-cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

 سَمْعُهُمْ - اَبْصَارُهُمْ - جُلُودُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)

Buradaki  حَتّٰٓى  kelimesi, zamanın geçtiğini, onların sevkedilip toplandığını ve haşrden ateşe yöneldiklerini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.105)

Bu ayette olduğu gibi  مَا  harfi  اِذَا 'dan sonra zaid olarak gelir ve manayı pekiştirir. Zemahşerî'ye göre burada zaid olan  مَا  harfi manayı pekiştirmektedir ve Allah düşmanlarının ateşe sevkedilmeleriyle azalarının aleyhlerine şahitlik yapmaları aynı zamandadır. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)

جُلُودُ  kelimesi, insanın tamamını ve bütün azalarını kapsar. Yani derilerin, ellerin, ayakların ve insanın hareket ettiği, bir iş yaptığı bütün azaların şahitliği demektir. Derilerin kulaklara ve gözlere atfedilmesi, umumun hususa atfı kabilindendir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.106)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır. 
Günün Mesajı
12. ayette geçen yedi gök tabiri farklı şekillerde yorumlanmıştır. Bu yorumların en önemlileri şunlardır:
* Sonsuzca geniş görünen feza, varlığını fiziğin kabul ettiği, fakat kendi metotlarıyla henüz ispatlayamadığı esir maddesiyle doludur. Bu madde ısı, ışık ve benzeri şeylerin yayılmasının ortamını oluşturduğu gibi, gök cisimlerinin hareketleri için Cenab-ı Allah'ın koymuş olduğu kanunlar arasındaki icraat ortaklığının da sağlanması ortamını oluşturmaktadır. Nasıl su, asıl niteliğini kaybetmeden buhar ve buz gibi maddelere dönüşebiliyorsa, bunun gibi esirin de benzer şekilde farklı maddelere dönüşme özelliği vardır. İşte Kur'ân, yedi gök tabiriyle esirin bu farklı oluşumlarına veya farklı maddelere dönüşümüne işaret ediyor olabilir.
* Bilindiği gibi, gökte sayısı henüz bilinemeyen pek çok galaksiler vardır ve Samanyolu bunlardan sadece birisidir.
* Nasıl ki kömür ve elmas, işlenmesi sırasında aynı hammaddeden meydana gelen maddelerdir ve nasıl ateş, alev ve duman üretir, bunun gibi, semanın şekillendirilmesi esnasında aynı temel maddeden farklı madde veya katmanlar meydana gelmiş olabilir. Daha başka bazı dillerde olduğu gibi Arapça'da da 7, 70 ve 700 gibi rakamlar çokluk ifade etmek için de kullanılır. Dolayısıyla göklerin sayısı 7'den fazla da olabilir.
* Kur'ân güneş, ay ve yıldızların yer aldığı göğe yere en yakın gök veya dünya göğü demektedir (Mülk Sûresi/67; 5). Diğer 6 gök, Âhiret âlemlerinin gökleri olabilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Hastalığa engel olamayan, rüzgara ve yıldırıma karşı koyamayan ve ölümden kaçamayan ya da yaşayan her canlının bir gün öleceğini bilen ve ölüme defalarca şahit olan insanın kibri şaşırtıcıdır. 


Hakikat yolunda ayağını kaydıran, batılı nefse sevimli gösteren ve inkarın temelinde yatan sebep kibirdir. Kendi benliğini öne çıkarmak ve kendi reklamını yapmaktır.


Aklına, yeteneklerine, güzelliğine, malına, evladına ve makamına fazlasıyla güvenir. Halbuki, hepsi geçicidir. Tek bir anda uçup gidebileceklere dayanan ise düşecektir. 


Eğer bakmasını ve dinlemesini bilirse; alemdeki her yaratılan, insanı ve onları yaratan Allah’ı hatırlatır ve tevazu ile boyun eğmeyi öğretir. 


Teslim olan kişi nefsani duygu ve düşünceleri her uyandığında dik durup der ki: ben güçsüzden güçlüye, geçici olandan kalıcı olana ve batıldan hakka gidiyorum. Ben kendime ya da dünyalıklara değil, Allah’a sığınmaya gidiyorum.


Ey kudret sahibi Allahım! İslam ile gönüllerimizi ferahlığa kavuştur. Bütün şüphe ve kibir kırıntılarından arındır. Bizi; yeryüzünde ve göklerde, bildiğimiz bilmediğimiz her türlü şerden muhafaza buyur. İki cihanda da, yolumuzu rahmetin ile kolaylaştırarak açık eyle ve nihai hedefine ulaşan kulların arasına kat. 


Amin.

 

***

Yalnız dünyalıklara sahip olarak ve biriktirerek mutlu bir yaşam sürme hırsıyla dolan bir insanın doğru manada ibret alması ve yaşadıklarını doğru sindirmesi zordur. O da diğer herkes gibi hayatın, sağlığın ve malın tek bir an ile kayıplara karışabileceğini görür ancak ölümü hatırlamak kendisini Allah’a yaklaştıracağına içini karartır. Nefsi de bir an önce buradan çıkıp gitmesi gerektiği yönünde ‘devam et’ diye telkin verir. Bu yüzden de yaparak mutlu olacağına inandığı işlerle meşgul olur. Fiziksel ya da psikolojik olarak yaralandı ise maddi yönünü iyileştirme arayışına girer. Manevi boyutunu unutmuştur çünkü hedefleri dünya ile sınırlıdır. 

Aslında hayat yolunun iniş çıkışlarında sadece bedenen değil, kalben ve zihnen de yavaşlamak iyidir. Yaşanan deneyimlerin doğru sindirilmesi için doğru açıdan yaklaşmak gerekir. Ancak o zaman en üst seviyede fayda sağlanabilir. Üzücü ya da sevindirici olayların ardından bir mü’min; hem dünyadaki, hem de ahiretteki haline ne katabileceğini düşünür. Bu da sırf dünyanın maddiyatına odaklanmak yerine, maneviyatını da hesaba katarak Allah’a daha iyi bir kul olma yolunda doğru adım atmayı kolaylaştırır. Bir başka deyişle gereken dünyalık ilaçları alır ama aynı zamanda da kalbini ısıtmak için Allah’a ve O’nun sevdiği amellere yaklaşmak için çaba gösterir.

Ey yerin ve göklerin sahibi olan Allahım! Hastalıkları iyileştirerek, yoklukları vererek gönülleri ferahlatansın. Sadece dünyasını isteyenlere ve sadece maddi alemini iyileştirmek için çaba gösterenlere benzemekten muhafaza buyur. Bizim maddi ve manevi (dış ve iç) dünyalarımıza rahmetin ile kolaylaştırarak şifa ver. Yeryüzünü ibret sebepleriyle süsleyensin, bizi ibret alanlardan eyle. Hem dünyası, hem de ahireti için çalışanlardan eyle. Bize, sevdiklerimize ve bütün mü’minlere; her ikisinde de iyilik, afiyet ve huzur ver. 

Amin.

 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji