وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ne zaman ki |
|
2 | أَنْعَمْنَا | bir ni’met verdiğimizde |
|
3 | عَلَى |
|
|
4 | الْإِنْسَانِ | insana |
|
5 | أَعْرَضَ | yüz çevirir |
|
6 | وَنَأَىٰ | ve yan çizer |
|
7 | بِجَانِبِهِ | ve yan çizer |
|
8 | وَإِذَا | ve ne zaman ki |
|
9 | مَسَّهُ | ona dokunduğunda |
|
10 | الشَّرُّ | bir şer |
|
11 | فَذُو | hemen |
|
12 | دُعَاءٍ | yalvarıp durur |
|
13 | عَرِيضٍ | bol bol |
|
“İyi” diye çevirdiğimiz metindeki hayır kelimesi, bu bağlamda özellikle zenginlik, sağlık, mevki, itibar, güç gibi dünyevî imkân ve menfaatleri ifade ettiği için kelimeyi bu bağlamda “çıkarına uygun şeyler” diye anlamak uygun olur.
Burada aslında Mekke putperestlerinin karakter yapısına dair bilgi verilmekle birlikte, daha genel olarak sağlıklı bir din ve ahlâk eğitiminden geçmemiş, ruhsal yetkinlik kazanmamış pek çok insanı da kuşatan bir karakter tipi tanıtılmaktadır. 49. âyette ilâhî vahyin terbiyesinden geçip gönül zenginliğine ulaşamamış, ruhsal arınmasını gerçekleştirememiş insanın dünyevî menfaatler konusundaki açgözlülüğü; ayrıca böyle birinin, yine ruhî gelişmemişlik ve mânevî yoksulluk nedeniyle hayatın mihnetleriyle, belâ ve sıkıntılarıyla karşılaştığında sergilediği dayanıksızlık, ümitsizlik ve karamsarlık dile getirilmektedir.
Bir sıkıntıdan sonra nimet ve bolluğa, rahatlığa kavuştuğunda bunu Allah’ın lutfu bilerek O’na şükran ve minnet duygularını arzetmek yerine, “Bu benim hakkımdır; bunu hak ederek kazandım; buna lâyık bir adam olduğum için Allah lutfetti” gibi sözler söylemek veya bu anlama gelebilecek küstahça bir tavır takınmak, 51. âyetteki ifadesiyle “arkasını dönüp uzaklaşmak” da açıkça Mekke putperestlerinin “cehâlet ve sefâhet” olarak anılan barbarlık zihniyetiyle örtüşen bir iman ve ahlâk yoksulluğu, hamlık ve cehâlet alâmeti, ahmakça bir kendini beğenmişlik ve kendine güven işaretidir. Kezâ bu tiplerin, “Rabbime varacak olsam bile O’nun huzurunda benim için güzel şeyler bulunduğundan eminim” şeklindeki ifadeleri de aynı zihniyet ve karakter yapısının dışa yansıması olan bir sorumsuzluk, ciddiyetsizlik ve küstahlık örneğidir. Bu âyetlerden çıkardığımız derse göre iman ve ahlâkta kemale ermiş olan kişi ise, tam aksine, Allah karşısında kulluğunun bilincinde olur; nimeti O’ndan bilir, sahip olduğunda şükreder, kaybettiğinde sabreder; yoklukta olduğu gibi varlıkta da Allah’a kulluğunu ve niyazını sürdürür; nihayet âhiret konusunda tam bir sorumluluk kaygısı duyar, buna göre yaşar, buna göre konuşur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 722-723
وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَٓا zaman zarfı, اَنْعَمْنَا fiiline mütealliktir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَمْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْعَمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى الْاِنْسَانِ car mecruru اَنْعَمْنَا fiiline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen اَعْرَضَ cümlesi şartın cevabıdır. اَعْرَضَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
وَ atıf harfidir. نَاٰ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِجَانِبِه۪ car mecruru نَاٰ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
مَسَّهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَسَّهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الشَّرُّ fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ذُو دُعَٓاءٍ cümlesi ikinci şartın cevabıdır. ذُو mahzuf mübtedanın haberi olup beş isimden biri olduğu için و ile merfûdur. دُعَٓاءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَر۪يضٍ kelimesi دُعَٓاءٍ ‘in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْعَمْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi نعم ’dir.
اَعْرَضَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عرض ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
جَانِبِه۪ kelimesi sülâsî mücerred olan جنب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ
وَ , atıf harfidir. Ayet, 49.ayetteki … لا يَسْأَمُ الإِنْسَانُ cümlesine atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı اِذَٓا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi اَعْرَضَ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ cümlesi, cevap cümlesine matuftur. Aralarında hükümde ortaklık mevcuttur.
Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اَنْعَمْنَا fiilinin, azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
اَعْرَضَ , kelimesinde irsâd sanatı sanatı vardır.
النَّأْيُ fiili, البُعْدُ manasına müsteardır. Burada Allah’ın nimetlerini düşünmekten ve şükretmekten uzak anlamındadır. (Âşûr)
اَعْرَضَ - نَاٰ fiilleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ ifadesi, bir şeyden ya da kişiden kararlılıkla yüz çevirmek demektir. Bir şeyden nefret etmek/hoşlanmamak, ondan yüzünü/yönünü çevirmektir. وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ ifadesi, omuz silkerek bir şeye sırtını dönmek demektir. Kişi bu hareketiyle böbürlenmeyi amaçlar, zira bu hareket, böbürlenenlerin yaptıklarındandır. (Keşşâf II. 645, Kur'an’daki Deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşâf’ı)
Burada geçen جَانِبِ mecaz olarak nefis (zât) manasınadır. Zümer/56 ‘daki في جنب الله kavlinde olduğu gibi. (Beyzâvî)
Burada إن değil, اِذَٓا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَٓا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. إنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)
Biz, insana nimet verdik mi kibir ve azamet taslayarak alıp başını gider ve tamamen uzaklaşır. Belki de bu hal, meyus ve umutsuz oldukları anlatılanlardan başka bir grubun halidir. Yahut bazı vakitlerde hepsinin halidir. (Ebüssuûd)
وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ
Ayetteki ikinci şart cümlesi öncekine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اِذَا şart manası bulunan zaman zarfı, şart cümlesinin muzâfıdır.
Muzâfun ileyh olan مَسَّهُ الشَّرُّ şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi ذُو دُعَٓاءٍ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ذُو دُعَٓاءٍ , takdiri هو (O) olan mübtedanın haberidir.
دُعَٓاءٍ ‘deki tenvin kesret ifade eder.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber mahzuftur. عَر۪يضٍ kelimesi دُعَٓاءٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
مَسَّ fiilinin الشَّرُّ ’ya isnadı mecaz-ı aklîdir.
اَعْرَضَ - عَر۪يضٍ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْعَمْنَا - الشَّرُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Ayetteki iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
اِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ [İnsana lütfettiğimiz zaman] - اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ [Ona kötülük dokunduğu zaman] ifadelerinde Allah’a karşı edepli olmayı öğretmek için hayır Allah’a, kötülük başkasına isnad edilmiştir. (Sâbunî, Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)
دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, -Allahu a’lem- duanın bolluk ve çokluk ile nitelenmesidir. Kastedilen, uzunluğun zıddı olan genişlik demektir. Çünkü bir şeyin genişlikle nitelenmesi, o genişliğin içinde uzunluk manasını da ifade eder. Çünkü genişliğin beraberinde uzunluk olmasaydı, genişlik bizzat uzunluğun kendisi olurdu. Görmez misin, Araplar mızrağı uzunlukla niteliyorlar ama genişlikle nitelemiyorlar. Çünkü mızrağın uzunluğu, genişliğinin birkaç katıdır. Ama peştamalı genişlikle niteliyorlar. Çünkü onun genişliği uzunluğuna yakındır. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) ذُو , ‘sahip’ demektir ki, kişinin uçsuz-bucaksız bir dua sahibi haline dönüştüğünü ifade eder. Sanki kişi Allah Teâlâ’nın bu şerri gidermesi için etrafındaki bütün ufukları tazarru, dua, rica ve umutla doldurmuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.236, Âşûr)
Cenab-ı Hak, belalara düştükten sonra, kendilerine in'âmda bulunduğu kimselerin bu sözlerini nakledince, fiillerini de naklederek, "İnsana, nimet verdiğimiz zaman, Allah'ın emrine saygı duymaktan ve mahlukatına şefkat etmekten yüz çevirir ki kenara sıvışır, böbürlenir, büyüklük taslar. Ama daha sonra onu fakirlik ve sıkıntılar yakalarsa, talebini devam ettirmeye yönelir, yalvarıp yakarmaya başlar" buyurmuştur. Bu ifadede, ayetin sonundaki "geniş, uzun" kelimesi, duanın çokluğunu ve devamlılığını ifade için istiare yoluyla kullanılmış bir kelimedir. "Genişlik" kavramı, maddi varlıkların sıfatlarından olmakla birlikte, bu manevi niyaz halini ifade etmek için istiare edilmiştir, zira burada da uzun uzun süren ve devam eden gözyaşları söz konusudur. Azabın şiddetini ifade etmek için galîz (kalın, kaba) kelimesinin istiare yoluyla kullanılması gibi duayı ifade, için tûl (uzunluk) kavramı da bazan kullanılabilir. (Fahreddin er-Râzî)