قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | gördünüz mü ki |
|
3 | إِنْ | eğer (Kur’an) |
|
4 | كَانَ | ise |
|
5 | مِنْ | -ndan |
|
6 | عِنْدِ | tarafı- |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | ثُمَّ | sonra |
|
9 | كَفَرْتُمْ | siz de inkar etmişseniz |
|
10 | بِهِ | onu |
|
11 | مَنْ | kim olabilir? |
|
12 | أَضَلُّ | daha sapık |
|
13 | مِمَّنْ | kimseden |
|
14 | هُوَ | o |
|
15 | فِي |
|
|
16 | شِقَاقٍ | bir ayrılığa düşen |
|
17 | بَعِيدٍ | uzak |
|
Müfessirlerin ağırlıklı tercihini benimseyerek “bu (Kur’an)” diye çevirdiğimiz zamirle dinin (şer‘) kastedildiği de söylenmiştir (İbn Atıyye, V, 23). “Kesin bir çatışma içine düşen”den maksat, Kur’an karşısında kalplerinin kapalı, kulaklarının tıkalı olduğunu söyleyen (5. âyet), âyetler okunurken insanları gürültü çıkarmaya çağıran (26. âyet) ve böylece Kur’an’ın sesini boğmayı amaçlayan muannit inkârcılardır. Kur’an’ın Allah katından geldiği gerçeğinin, “Hiç düşündünüz mü?” diyerek başlayan soru cümlesiyle ortaya konması, putperestlerin olumsuz yargılarının ve tutumlarının bilgi ve kanıta dayanmadığını göstermektedir. Onların, bu şekilde düşünüp taşınmadan, kanıtsız ve gerekçesiz olarak Kur’an mesajına karşı tavır koymaları âyette “çatışma” ve sapkınlığın en aşırı derecesi olarak değerlendirilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 723قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri
أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. İsim cümlesinin delaletiyle şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, فأنتم أضلّ (Siz daha sapkınsınız) veya فلا أحد أضلّ منكم (Sizden daha sapkın kimse yoktur) şeklindedir.
كَانَ şart fiili, nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنْ عِنْدِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrudur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani; aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
كَفَرْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru كَفَرْتُمْ fiiline mütealliktir.
مَنْ اَضَلُّ isim cümlesi اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَضَلُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِمَّنْ car mecruru اَضَلُّ kelimesine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي شِقَاقٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. بَع۪يدٍ kelimesi شِقَاقٍ ‘in sıfat olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرَاَيْتُمْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih, kınama ve takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Burada kelam, Allah’ın Resulüne emri şeklinde gelmiş olmakla beraber, ondan sonra gelen herkese, özellikle de gaybı inkâr edip iman etmeyen, bu konuda ısrarcı olan gruba yöneliktir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.239)
اَرَاَيْتُمْ fiili, iki mef’ûle müteaddidir. İlk mef’ûlu mahzuftur. Takdiri انفسكم (Kendinize) şeklindedir.
اَرَاَيْتُ Burada ilmi görmek anlamındadır. (Âşûr)
اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ şart cümlesi birinci ve ikinci mef’ûl arasında itiraziyye cümlesidir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ car mecruru, كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Şartın, takdiri فأنتم أضلّ من غيركم (Siz, başkalarından daha fazla dalalettesiniz) olan cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Kısa yoldan ifade için gelen عِنْدِ اللّٰهِ izafeti muzâfın şanı içindir.
ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ cümlesi tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü yerindedir. مَنْ istifham ismi mübteda, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden اَضَلُّ , haberdir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama, takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harf-i cerle birlikte اَضَلُّ ’ya mütealliktir.
مَنْ mevsûlünün zamir yerine konulması, hallerini şerh etmek ve daha çok sapkınlıklarına gerekçe göstermek içindir. (Beydâvî)
مَنْ nefy manasında istifham ve ism-i mevsûl de olabilir. (Âşûr)
Sılası olan هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan هُوَ ’nin haberi mahzuftur. ف۪ي شِقَاقٍ bu mahzuf habere mütealliktir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Haber mahzuftur.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
شِقَاقٍ ’daki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.
شِقَاقٍ kelimesinde de çekişme, gazaplanma, muhalefet ve tahrik manaları vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.244)
شِقَاقٍ Allah’a isyan anlamındadır. (Âşûr)
بَع۪يدٍ kelimesi شِقَاقٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
بَع۪يدٍ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بَع۪يدٍ , mesafedeki genişlik demektir. Cinsindeki şiddeti ifade etmek için müstear kılınmıştır. (Âşûr)
مَنْ - مِنْ kelimeleri arasında cinas-ı muharref ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَفَرْتُمْ - اَضَلُّ - شِقَاقٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ şart harfi vuku bulma ihtimali zayıf olan fiillerle kullanılır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
"De ki: "Eğer o Kur'an Allah katından gelmiş de, siz onu inkâr etmişseniz, bana haber verin: Haktan uzak bir muhalefette bulunanın ta kendisi olanden daha sapkın kimdir?" buyurmuştur. Bu sözü, şu şekilde izah edebiliriz: "Siz, her ne zaman bu Kur'an'ı dinlerseniz, ondan yüz çevirirseniz, onun hakkında düşünmezsiniz. Ve, "Bizi kendisine davet edegeldiğin şeyden, kalplerimiz örtüler içindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık ... vardır" (Fussilet, 5) diyecek kadar, ondan aşırı biçimde nefret edersiniz. Ama, Kur'ân'ın bâtıl olduğuna dair olan bilginin, bedihî bir bilgi olmadığı ve Cenâb-ı Hakk'ın birliğinin, Hz. Muhammed (sav)'in nübüvvetinin yanlışlığına dair bilginizin de, aynı şekilde bedihî ve kesin bir bilgi olmadığı zorunlu olarak bilinen bir husustur. Onlara şöyle denilmiş oluyor: Delilin sıhhatli (geçerli) olması gibi, fasid olması ihtimali de vardır. Doğru olması halinde, sizin o delili reddetme hususundaki ısrarınız, sizin cezalandırılmanızı gerektiren en büyük sebeplerden olacaktır. İşte böylece bu izah, sizin bu dar yolu bırakmanızı düşünmeye ve istidlale başvurmanızı gerektirir. Eğer, o delil onun doğruluğuna delâlet ediyorsa, o zaman onu kabul edersiniz; yok, yanlışlığını gösteriyorsa, bırakırsınız. Ama, delilden önce, onu kabul etmeme ve ondan yüz çevirme, akla uygun bir şey değildir. Ayette yer alan مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ "Haktan uzak bir muhalefette bulunan kimseden" ifadesinde مَنْ yani "sizden" manasına kullanılmıştır. Zamir yerine مَنْ ile ifade etmekten maksat onların haktan uzaklık vasıflarını iyice ortaya koymak içindir. (Fahreddin er-Râzî)