Fussilet Sûresi 53. Ayet

سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ  ...

Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur’an’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَنُرِيهِمْ biz onlara göstereceğiz ر ا ي
2 ايَاتِنَا ayetlerimizi ا ي ي
3 فِي
4 الْافَاقِ ufuklarda ا ف ق
5 وَفِي ve
6 أَنْفُسِهِمْ kendi canlarında ن ف س
7 حَتَّىٰ kadar
8 يَتَبَيَّنَ iyice belli olana ب ي ن
9 لَهُمْ onlara
10 أَنَّهُ o(Kur’a)n’ın
11 الْحَقُّ gerçek olduğu ح ق ق
12 أَوَلَمْ mi?
13 يَكْفِ yetmez ك ف ي
14 بِرَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
15 أَنَّهُ O’nun
16 عَلَىٰ üzerine
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şey ش ي ا
19 شَهِيدٌ şahit olması ش ه د
 

Allah, Kur’an’ın gelmeye başlamasından sonraki zaman diliminde öyle olaylar gerçekleştirecek ki Kur’an muhalifleri bunları gördükten, duyduktan sonra artık onun gerçekten Allah katından indirilmiş Hak kelâmı olduğunu tereddütsüz anlayacaklardır. “Çevre” diye çevirdiğimiz metindeki âfâk kelimesine ve “kendileri diye çevirdiğimiz enfüsihim (nefisleri) ifadesine verilen farklı anlamlara göre âyet iki şekilde yorumlanmıştır:

a) Eski müfessirlerin, bazı önemsiz farklılıklarla, yaygın olarak benimsedikleri yoruma göre “âfâk”, Mekke dışındaki çeşitli yöreler, bölgeler (nevâhî), “nefisleri” de putperestlerin yaşadığı Mekke kentidir. Buna göre âyette vakti geldiğinde gerek müşriklerin yaşadığı Mekke’nin gerekse Mekke çevresindeki diğer yörelerin, hatta dünyanın birçok bölgesinin Hz. Muhammed ve daha sonraki müslüman liderler tarafından fethedileceği; böylece putperestlerin asılsız olduğunu ileri sürdükleri Kur’an mesajının, İslâm dininin cihana yayılacağı müjdelenmektedir. Nitekim daha Hz. Peygamber zamanında Mekke fethedildiği gibi Arap yarımadasının tamamına yakını da İslâm hâkimiyetine girmiş; böylece hayatta olan birçok Mekkeli bu müjdenin gerçekleştiğini görmüştür.

b) Diğer bir yoruma göre “âfâk”tan maksat yıldızları, ayı ve güneşiyle semanın uçsuz bucaksız köşeleri (kozmik evren), astronomik, meteorolojik, biyolojik vb. olaylar, yasalar; “kendilerinden maksat da en ince sanatların ve yaratılış hikmetlerinin örneği olan insanın biyolojik ve ruhsal dünyasıdır; kısacası “dış dünyadaki kanıtlar”, kozmolojik evrenin sırları, “kendilerinde bulunan kanıtlar” ise insanın biyolojik, psikolojik, parapsikolojik yapısındaki sırlardır. Âyette ileride insanoğluna bu sırların gösterileceği, yani insanlığın bu konularda keşifler yapacağı bildirilmektedir (bu iki farklı yorum için bk. Taberî, XXV, 4-5; Râzî, XXVII, 139; Şevkânî, IV, 598).

Eski müfessirlerin çoğu ikinci yoruma katılmamışlardır. Çünkü onlara göre âyet, henüz bilinmeyen bazı şeylerin ileride bilineceğini haber vermektedir; halbuki bu âyetin indiği dönemde insanlar bakışlarını semaya çevirdiklerinde oradakileri zaten görüyor, biliyorlardı. Ancak, Râzî’nin de önemle belirttiği gibi (XXVII, 139) bu gerekçe zayıftır; zira o dönemin insanları gerek kozmik evrendeki gerekse insanın biyolojik ve psikolojik varlığındaki sayısız harikalardan habersizdi; “Yüce Allah insanlara bu harikaları zaman içinde adım adım keşfettirmektedir.” Şu halde âyette Allah Teâlâ, zaman içinde insanlara hem kendi varlık yapıları hakkında hem de dış dünyada yaratıcı kudretinin eserleri olan nice kanıtlarını göstereceğini haber vermektedir ki bu da o döneme göre ileride gerçekleşecek olan bilimsel keşiflerden başka bir şey değildir. Yine Râzî’ye göre âyette Allah’ın zamanla göstereceği bildirilen kanıtları fetihler olarak anlamak isabetli görünmemektedir. Nitekim tarih bize göstermektedir ki, müslümanlar bazı ülkeleri fethettikleri gibi gayri müslimler de İslâm ülkelerini ele geçirebilmektedir. Kuşkusuz Mekke’nin fethedileceğine dair bazı müjdeler varsa da bu âyet fetihle ilgili değildir. Bize göre “kanıtlar” hem ilk muhataplara hem de sonradan gelenlere –her dönemdekilerin idrak kapasitelerine uygun düzeyde– gösterilmiştir ve gösterilmeye devam edecektir.

Son cümlesinden de anlaşılacağı üzere bu âyette, Mekke putperestleriyle onların tutumlarını tekrar edenler, Allah’ın kitabına ve peygamberine karşı inatla ve cahilce sürdürdükleri inkâr ve isyandan vazgeçmeye; böylesine üstün kudrete sahip olan Allah’ın, kulları arasından seçtiği bir peygambere kitap göndermeye de muktedir olduğunu kabul edip o kitabın hükümlerine uymaya ve o peygamberin yolundan gitmeye davet edilmekte; her şeye şahit olan Allah’ın onların hâlâ sürdürdükleri haksız ve yanlış tutumlarını da çok iyi bildiği uyarısında bulunulmaktadır.

Âyetin son cümlesi, putperestler kabul etmese bile her şeye şahit olan Allah’ın, Hz. Muhammed’in doğruluğuna tanıklık etmesinin yeterli olduğu, dolayısıyla düşmanlarının tutumları sebebiyle onun üzülmemesi gerektiği şeklinde de yorumlanmıştır (Şevkânî, IV, 598; İbn Âşûr, XXV, 20).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 723-725
 

  Efeqa افق :

  Ufuk anlamındaki kökün اُفْقٌ ve اُفُقٌ kullanımları mevcuttur. Çoğulu ise آفاقٌ şeklinde gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de isim formunda 3 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri ufuk ve âfâktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ

 

Fiil cümlesidir.  سَنُر۪يهِمْ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

 نُر۪يهِمْ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰيَاتِنَا  ikinci mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فِي الْاٰفَاقِ  car mecruru  اٰيَاتِنَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. 

ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  car mecruru atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَتَبَـيَّنَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  سَنُر۪يهِمْ  fiiline mütealliktir. 

حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يَتَبَـيَّنَ  fetha ile mansub muzari fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  يَتَبَـيَّنَ  fiiline mütealliktir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, يَتَبَـيَّنَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  الْحَقُّ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

يَتَبَـيَّنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  بين ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكْفِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.  بِ  harf-i ceri zaiddir.  رَبِّكَ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  cümlesi  يَكْفِ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar.  هُ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  شَه۪يدٌ ’e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

شَه۪يدٌ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  شَه۪يدٌ  kelimesi,mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ

 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Ufuklarda ve insanın nefsindeki bu ayetler daha önce meydana geldiği halde ayetin başında gelecek zaman ifade eden  سَ  harfinin getirilmesi, Allah Teâlâ'nın bu ayetleri insanlara peyderpey göstereceğinden ve bunların iç yüzleri hakkında onlara gün be gün daha fazla bilgi vereceğindendir. (Rûhu’l Beyân)

فِي الْاٰفَاقِ  car mecruru  اٰيَاتِنَا ‘nın mahzuf haline muteallıktır.

اٰيَاتِنَا  ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, Lokman Suresi 7, c. 2, s. 397)

Gaye bildiren harf-i cer  حَتّٰى ‘nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  سَنُر۪يهِمْ  fiiline mütealliktir. 

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّهُ الْحَقُّ , masdar teviliyle  يَتَبَـيَّنَ fiilinin faili konumundadır.

Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde  الْحَقُّ  haberdir. Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğuna işaret eder.

فِي الْاٰفَاقِ - ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ  ibarelerinde istiare vardır. Burada zarfiyye olan  ف۪ي  harfi, kendi manasında kullanılmamıştır. Ufuklar ve nefisler, içine girilmeye müsait bir şeyler değildir. Fakat tehditte mübalağa için bu harf  عَلَيْ  yerine kullanılmıştır. Câmi; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür. 

Ayet-i kerimede yer alan  الْاٰفَاقِ kelimesi,  افقِ  kelimesinin çoğuludur. Âfâk, insanın dışındaki dış aleme denir, bunun içine en küçük maddeden, arşa kadar bütün nesneler girerl. اَنْفُسِ  ise, insanın küçük âlem olan iç âlemidir ve bu küçük âlem her bir insanın kendi içinde mevcuttur. Âfâka dair ayetlerden maksat, Resulullah (sav)'ın onlara haber verdiği ileride olacak olan Bizanslıların birkaç yıl içinde acemlere galip geleceği gibi haberlerdir ve yine tarihçilerin tespit ettiği biçime uygun olarak geçmiş milletlerin başına gelen belâlardır. Bu olayları tarih kitapları kaydetmektedir ama Resulullah (sav) ümmî olup okumamış, yazmamış ve hiç kimseden ilim öğrenmemiştir. Allah Teâlâ'nın Resulullah'a ve halifelerine bahşetmiş olduğu fetihler harikulade bir olaydır. Çünkü böylesi bir fetih ve galibiyet onlardan önce yeryüzünde bulunan hiç kimseye nasip olmamıştır.

"Nefislerindeki ayete, gelince, Mekkelilerin arasında çıkan kıtlık, korkudur. Bedir savaşı günü başlarına gelen yenilgi fetih günü uğradıkları mağlubiyettir. Mekke'nin Resululllah (sav)'dan önce herhangi bir kimse tarafından fethedildiği haberi bize ulaşmamıştır ve yine Mekkelilerin öldürüldüklerini ve esir alındıklarını da duymuş değiliz.

اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ [Ufuklarda ayetlerimiz] ifadesi hakkında bazı müfessirler, göklerde ve yeryüzünde bulunan güneş, ay, yıldızlar ve bunların sebep olduğu gece, gündüz, ışık, gölge, bitkiler, ağaçlar ve nehirlerdir, demişlerdir.

اٰيَاتِنَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ [Nefislerindeki ayetler] ise; Allah Teâlâ'nın insan vücudundaki çok hassas sanatı, göz kamaştırıcı hikmetidir. Ayrıca rahimlerin karanlıklarındaki ceninin yaratılması, acayip organların meydana gelmesi ve birbiriyle birleşmesi de nefislerdeki delillerdendir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr) 

حَتّٰى يَتَبَـيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ  [Ta ki, hak olduğu onlar için meydana çıksın]  اَنَّهُ ‘daki  zamir, Kur'an'a yahut Resule yahut tevhide veyahut Allah'a racidir.  اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ (Rabbin yetmez mi?) demektir.  بِ  zaiddir, tekid içindir. Sanki ‘’Onun yeterliliği meydana gelmedi mi?’’ denilmiş gibidir.  بِ   edatı neredeyse  كْفِى  fiili dışında zaid kılınmaz.  اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ [Onun her şeye şahid olduğu] cümlesi  اَوَلَمْ يَكْفِ’ den bedeldir. (Beyzâvî)


اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ

 

Mukadder bir cümleye atfedilen ayete dahil olan istifham harfi hemze tevbih ifade eder. 

اَ , takriri istifhamdır. (Âşûr) 

لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir.

بِرَبِّكَ ‘ye dahil olan  بِ  harfi tekid ifade eder.  رَبِّكَ  lafzen mecrur mahallen merfû olarak يَكْفِ  fiilinin failidir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir. 

Soru kastı taşımayıp tevbih ve tahkir amacıyla gelen istifham cümlesi mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ve akabindeki  اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ  cümlesi masdar teviliyle  يَكْفِ fiilinin faili konumundadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili  شَه۪يدٌ ‘e takdim edilmiştir.

شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

شَه۪يدٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا - بِرَبِّكَ  kelimeleri arasında mütekellimden gâibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

İstifham hemzesiyle gelen cümlenin ispata olan delaleti, istifhamsız olarak gelen cümlenin delaletinden farklıdır. Bunun üzerinde düşünülürse iki terkibin delaleti anlaşılır. Ayrıca burada hemzeden sonra atıf  وَ ’ı gelmiştir. Bu da kendinden önce meskutun anh olan bir kelam olduğunu gösterir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.247)