لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَهُ | O’nundur |
|
2 | مَقَالِيدُ | anahtarları |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
4 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
5 | يَبْسُطُ | açar |
|
6 | الرِّزْقَ | rızkı |
|
7 | لِمَنْ | kimse niçin |
|
8 | يَشَاءُ | dilediği |
|
9 | وَيَقْدِرُ | ve kısar |
|
10 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
11 | بِكُلِّ | her |
|
12 | شَيْءٍ | şeyi |
|
13 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
Gerek insanlarda gerekse hayvanlar âleminde açıkça görülen eşlilik olgusunu ve buna dayalı olarak işleyen üreme düzenini var edenin, daha da önemlisi onlara mekân olan gökleri ve yeri yoktan yaratanın yüce Allah olduğu dikkate alınırsa hiçbir varlığın O’na benzer olamayacağı kolayca anlaşılır. 11. âyetin asıl amacının da İslâm inancının en önemli noktalarından olan bu hususu pekiştirmek olduğu söylenebilir. Bunu belirtmek için Kur’an’ın kullandığı ifade öylesine vecizdir ki, bunu çevirmedeki güçlük âdetâ Allah Teâlâ’nın diğer varlıklardan farklılığının nasıllığını kavrayabilmenin de insan idrakinin çok üstünde olduğunu îma etmektedir.
“O’na benzer hiçbir şey yoktur” diye çevrilen cümleyi lafza daha bağlı kalınarak, “Hiçbir şey O’nun misli gibi değildir” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Bu da göstermektedir ki, benzerliği red ifadesinde dahi Cenâb-ı Allah’ın yüce zâtı ile başka varlıklar arasında bir karşılaştırma yapılması uygun görülmemiş, “benzeri, dengi” anlamına gelen misl kelimesine bir de “gibi” mânası taşıyan bir edat eklenmiştir (bazı müfessirler burada Arap dilindeki mutat bir kullanımın söz konusu olduğunu, bazıları da “gibi” anlamındaki edatın, benzerliğin bulunmadığı mânasını pekiştirdiğini belirtirler). Müfessirler bu ifadenin mâna incelikleri, yüce Allah’ın kendi zâtına izâfe ettiği görme, işitme gibi bazı özellikleri insana lutfetmiş olmasıyla bu âyetteki anlamın bağdaştırılması gibi konular üzerinde geniş biçimde durmuşlardır. Özü itibariyle tenzih (Allah Teâlâ’nın her türlü noksanlıktan uzak oluşu ve yaratılmışlara benzemezliği) fikrine dayalı olan bu açıklamalar, âyetin Allah’a ortak koşma, O’na çocuk izâfe etme, bazı yaratılmışlarla ulu Tanrı arasında benzerlikler kurma ve onlara ulûhiyyet izâfe etme gibi sapkın inanç ve düşünceleri mahkûm ettiğini ortaya koymakta ve yüce Allah’ın zât ve sıfatlarının beşerî tasavvurlara sığmayacağını vurgulamaktadır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 399; Râzî, XXVII, 150-154; Elmalılı, VI, 4225-4226. Allah’ın isim ve sıfatları ve âyetteki bu ifadenin tevhid inancının temellendirilmesindeki rolü hakkında bk. Bekir Topaloğlu, “Allah”, DİA, II, 481-493, özellikle 483; bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/255; Nisâ 4/164; A‘râf 143, 180).
“Hayvanlar” şeklinde çevrilen en‘âm kelimesi bu bağlamda insanların yararlanmak üzere kendi hakimiyetleri altına alabildikleri hayvanları ifade etmektedir. İnsanların yakın çevrelerinde bulunmaları ve günlük hayatta onlarla iç içe olmaları yani gözlem kolaylığı bulunması sebebiyle bu grubun örnek olarak seçildiği düşünülebilir. Bununla birlikte meâlde sınırlayıcı bir niteleme yapılmamıştır (en‘âm hakkında bk. Mâide 5/1; “yoktan var eden” diye çevrilen fâtır kelimesi hakkında bk. Fâtır 35/1; 12. Âyette “anahtarlar” diye çevrilen mekālîd hakkında bk. Zümer 39/63; rızkın ilâhî iradeye bağlı oluşu hakkında bk. Rûm 30/37; Sebe’ 34/36).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 733-734لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ cümlesi, 10.ayetteki mübteda olan ذٰلِكُمُ ‘ün sekizinci haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَقَال۪يدُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ
يَبْسُطُ الرِّزْقَ cümlesi, mübteda ذٰلِكُمُ ‘ün dokuzuncu haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْسُطُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرِّزْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle يَبْسُطُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يَقْدِرُۜ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ
Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi 10. ayetteki ذٰلِكُمُ ’un sekizinci haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faideî haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ , muahhar mübtedadır.
Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. (Âşûr)
Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ maksûrun aleyh/sıfat, مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani müsnedün ileyhin, takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
مَقَال۪يدُ , yer ve gökteki hazineleri korumak manasında kinayedir. (Âşûr, Zümer/63)
Yer ve gökteki değerlerin tasarrufunun sadece Allah'a ait olduğun edebî üslupla bildirilmiştir.
Cümlede müsnedün ileyh olan مَقَال۪يدُ kelimesinin izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Süddî مَقَال۪يدُ için göklerin ve yerin hazineleridir derken, başkaları: Göklerin hazineleri yağmur, yerin hazineleri bitkidir, demişlerdir. (Kurtubî)
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ [Göklerin ve yerin anahtarları onundur.] cümlesinde istiare vardır. Göklerin ve yerin hayır anahtarları ve onların bereket madenleri demektir. Burada Yüce Allah, hayır ve bereketleri hazinelere benzetti ve anahtarlar manasına gelen مَقَال۪يدُ kelimesini onlar için müstear olarak kullandı. Buna göre ayetin manası, ‘’Rahmet ve lütfunun hazineleri O'nun elindedir.’’ şeklinde olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ
Cümle 10. ayetteki ذٰلِكُمُ ’un dokuzuncu haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, لِ harfiyle birlikte يَبْسُطُ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَشَٓاءُ cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
وَيَقْدِرُۜ cümlesi يَبْسُطُ cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümlede ihtibâk sanatı vardır. يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ cümlesinden sonra sadece يَقْدِرُۜ lafzıyla yetinilmiş الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ ibaresi hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
يَبْسُطُ - يَقْدِرُۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ cümlesi ile يَقْدِرُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir. Nimetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.
اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan عَل۪يمٌ ‘a takdim edilmiştir.
عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
شَيْءٍ ‘deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
[“Göklerin ve yerin kilitleri O'na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.”] cümlesi, öncesine göre bir sebep, sonrasına da bir hazırlıktır ki ["Şüphesiz ki Allah ne dilerse ona hükmeder."] (Maide, 5/1) ifadesince iradeye bağlı bir emir olan teşriin (şer'î kanun koymanın) mükemmel bir ilimle de alakasını gösterir. (Elmalılı)