31 Aralık 2025
Şûrâ Sûresi 11-15 (483. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Şûrâ Sûresi 11. Ayet

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  ...


O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi üretiyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاطِرُ yoktan var edendir ف ط ر
2 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
3 وَالْأَرْضِ ve yeri ا ر ض
4 جَعَلَ yaratmıştır ج ع ل
5 لَكُمْ size
6 مِنْ -den
7 أَنْفُسِكُمْ kendiniz- ن ف س
8 أَزْوَاجًا çiftler ز و ج
9 وَمِنَ ve
10 الْأَنْعَامِ hayvanlardan ن ع م
11 أَزْوَاجًا çiftler ز و ج
12 يَذْرَؤُكُمْ sizi üretiyor ذ ر ا
13 فِيهِ bu(düzen içi)nde
14 لَيْسَ yoktur ل ي س
15 كَمِثْلِهِ O’na benzer م ث ل
16 شَيْءٌ hiçbir şey ش ي ا
17 وَهُوَ ve O
18 السَّمِيعُ işitendir س م ع
19 الْبَصِيرُ görendir ب ص ر

Gerek insanlarda gerekse hayvanlar âleminde açıkça görülen eşlilik olgusunu ve buna dayalı olarak işleyen üreme düzenini var edenin, daha da önemlisi onlara mekân olan gökleri ve yeri yoktan yaratanın yüce Allah olduğu dikkate alınırsa hiçbir varlığın O’na benzer olamayacağı kolayca anlaşılır. 11. âyetin asıl amacının da İslâm inancının en önemli noktalarından olan bu hususu pekiştirmek olduğu söylenebilir. Bunu belirtmek için Kur’an’ın kullandığı ifade öylesine vecizdir ki, bunu çevirmedeki güçlük âdetâ Allah Teâlâ’nın diğer varlıklardan farklılığının nasıllığını kavrayabilmenin de insan idrakinin çok üstünde olduğunu îma etmektedir.

“O’na benzer hiçbir şey yoktur” diye çevrilen cümleyi lafza daha bağlı kalınarak, “Hiçbir şey O’nun misli gibi değildir” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Bu da göstermektedir ki, benzerliği red ifadesinde dahi Cenâb-ı Allah’ın yüce zâtı ile başka varlıklar arasında bir karşılaştırma yapılması uygun görülmemiş, “benzeri, dengi” anlamına gelen misl kelimesine bir de “gibi” mânası taşıyan bir edat eklenmiştir (bazı müfessirler burada Arap dilindeki mutat bir kullanımın söz konusu olduğunu, bazıları da “gibi” anlamındaki edatın, benzerliğin bulunmadığı mânasını pekiştirdiğini belirtirler). Müfessirler bu ifadenin mâna incelikleri, yüce Allah’ın kendi zâtına izâfe ettiği görme, işitme gibi bazı özellikleri insana lutfetmiş olmasıyla bu âyetteki anlamın bağdaştırılması gibi konular üzerinde geniş biçimde durmuşlardır. Özü itibariyle tenzih (Allah Teâlâ’nın her türlü noksanlıktan uzak oluşu ve yaratılmışlara benzemezliği) fikrine dayalı olan bu açıklamalar, âyetin Allah’a ortak koşma, O’na çocuk izâfe etme, bazı yaratılmışlarla ulu Tanrı arasında benzerlikler kurma ve onlara ulûhiyyet izâfe etme gibi sapkın inanç ve düşünceleri mahkûm ettiğini ortaya koymakta ve yüce Allah’ın zât ve sıfatlarının beşerî tasavvurlara sığmayacağını vurgulamaktadır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 399; Râzî, XXVII, 150-154; Elmalılı, VI, 4225-4226. Allah’ın isim ve sıfatları ve âyetteki bu ifadenin tevhid inancının temellendirilmesindeki rolü hakkında bk. Bekir Topaloğlu, “Allah”, DİA, II, 481-493, özellikle 483; bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/255; Nisâ 4/164; A‘râf 143, 180).

“Hayvanlar” şeklinde çevrilen en‘âm kelimesi bu bağlamda insanların yararlanmak üzere kendi hakimiyetleri altına alabildikleri hayvanları ifade etmektedir. İnsanların yakın çevrelerinde bulunmaları ve günlük hayatta onlarla iç içe olmaları yani gözlem kolaylığı bulunması sebebiyle bu grubun örnek olarak seçildiği düşünülebilir. Bununla birlikte meâlde sınırlayıcı bir niteleme yapılmamıştır (en‘âm hakkında bk. Mâide 5/1; “yoktan var eden” diye çevrilen fâtır kelimesi hakkında bk. Fâtır 35/1; 12. Âyette “anahtarlar” diye çevrilen mekālîd hakkında bk. Zümer 39/63; rızkın ilâhî iradeye bağlı oluşu hakkında bk. Rûm 30/37; Sebe’ 34/36).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 733-734

  Mesele مثل :

  مَثُولٌ sözcüğü asıl olarak ayağa kalkıp dikilmek demektir.

  مُمَثَّلٌ ise başkası örnek alınarak düşünülen ve yapılan şey anlamındadır.

  تِمْثالٌ kelimesi şekil verilen şey heykel ve büsttür.

  Tefe'ul babı formundaki تَمَثَّلَ fiili bir şeyin kılığına girmek onun biçimini, şeklini veya suretini almaktır.

  مَثَلٌ kelimesi iki şekilde kullanılır: Birincisi benzer, denk, aynı cinsten olan şey anlamında; ikincisi bir şeyin herhangi bir manada diğerine benzemesini ifade etmesi.

  Bu kök herhangi bir şekilde benzerlik manası ifade etmek için kullanılan kelimelerin içinde en genel manalı olanıdır. İşte bu sebeple Kur'an'da Yüce Allah kendine benzerliği her yönden nefy etmek için özellikle مِثْل kelimesini kullanmıştır.

  كَمِثْلِ şeklindeki kullanımına gelince bu bir görüşe göre nefyi te'kid etmek için böyledir denmiştir.

  Son olarak مُثْلَةٌ sözcüğü insanın başına gelen ve bir başkasının bakıpta kendisini geri tutacağı (ibreti âlem olacak) bir misal halin getirilen ceza kabilinden bir karşılıktır. Çoğulu مَثُلات şeklinde gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de tefe'ul babı fiil ve birçok isim formunda toplam 169 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri misil, misâl, emsâl, masal,meselâ, mümessil, temsil, temessül, mümâsil, timsal, (darb-ı) mesel, misli ve misillemedir . (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  , önceki ayetteki mübteda  ذٰلِكُمُ ‘ün dördüncü haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

فَاطِرُ  kelimesi, sülasi mücerredi  فطر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ

 

جَعَلَ لَكُمْ  cümlesi, mübteda  ذٰلِكُمُ ‘ün beşinci haberi olarak mahallen merfûdur.  

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlü bihine mütealliktir.  جَعَلَ  fiili değiştirme manasında kalp fiillerindendir. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler.Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ اَنْفُسِكُمْ  car mecruru  اَزْوَاجاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَزْوَاجاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مِنَ الْاَنْعَامِ  car mecruru atıf harfi  وَ ‘la  اَنْفُسِكُمْ ‘e matuf olup, ikinci  اَزْوَاجاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.


يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ 

 

Cümle  جَعَلَ ‘deki failin veya  لَكُمْ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَذْرَؤُ۬كُمْ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ف۪يهِ  car mecruru  يَذْرَؤُ۬كُمْ  fiiline mütealliktir.

 

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ 

 

لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌ , mübteda  ذٰلِكُمُ ‘ün altıncı haberi olarak mahallen merfûdur.

لَيْسَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَيْس  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harfi ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

كَ  harf-i ceri zaiddir.  مِثْلِه۪  lafzen mecrur,  لَيْس ‘in ismi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  شَيْءٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

 

وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  atıf harfi  وَ ‘la önceki cümleye matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  haber olup lafzen merfûdur. الْبَص۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.  

السَّم۪يعُ - الْبَص۪يرُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

Ayet önceki ayetteki  ذٰلِكُمُ ’un beşinci haberidir. Veya mahzuf mübtedanın haberidir. Yani, هُوَ فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ‘dir. 

Bu takdire göre, mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübtedanın hazfı, îcâz-ı hazif sanatıdır.

وَالْاَرْضِۜ , muzafun ileyh olan  السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur. Cihet-i câmia tezattır.

فَاطِرُ  ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)

الْاَرْضِۜ  -  السَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ 

 

Cümle 10.ayetteki  ذٰلِكُمُ ’un altıncı haberidir. Âşûr ise hal cümlesi olduğu görüşündedir. Göklerin ve yerin yaratılış hallerinden bahsettiği için  فاطِرِ  kelimesinin zamirinden hal cümlesidir. Çünkü insanın ve hayvanların yaratılışı, yeryüzünün yaratılışının en şaşırtıcı hallerindendir. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne,  مِنْ اَنْفُسِكُمْ  car mecruru ise  اَزْوَاجاًۚ ’in mahzuf haline mütealliktir. Mef’ûl olan  اَزْوَاجاً ‘deki tenvin kesreti tazim ve nev ifade eder.

مِنْ اَنْفُسِكُمْ ‘e matuf olan  مِنَ الْاَنْعَامِ  car mecruru, cümledeki ikinci  اَزْوَاجاًۚ ‘in mahzuf haline mütealliktir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurlar  مِنْ اَنْفُسِكُمْ  ve  مِنَ الْاَنْعَامِ , ihtimam için mef’ûllere takdim edilmiştir.

يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ  cümlesi  اَزْوَاجاًۚ ’in sıfatı veya  جَعَلَ  filinin failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Burada muktezâ-i zâhir  يَذْرَؤُ۬كُمْ وَ يَذْرَؤُ۬ها ف۪يهِۜ  buyurulmasını gerektirirken, tağlîb yoluyla muhatap akıllılara, hayvanları dahil edilerek  يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ  buyurulmuştur.

Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.

Nimetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.

مِنْ  ve اَزْوَاجاً  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْ اَنْفُسِكُمْ  sözünün manası, ‘sizin cinsinizden’ demektir ki böylece birbirimize yakınlık duyalım. Bu ifade, rahmete ve dostluğa daha yakındır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.84)

Bu ayet-i kerîmede  يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ  bölümünün manası, sizi yayar ve zevc yapma (eşleştirme) şekliyle çoğaltır ki; bu şekil insanları ve hayvanları dişi ve erkek suretinde yaratıp, birleşme yoluyla üremelerini sağlamaktır. İşte bu şekil, çoğalıp yayılmanın kaynağıdır. Bunun için burada  به  yerine  ف۪يهِ  tercih edildi. Yani bu çoğalıp yayılmanın kaynağının bu planlama olduğuna delalet etmesi için. Birbirine benzeyen iki şey için kullanılan kelimeler de tağlîb sayılır. Mesela ana ve baba için  أََلَبوانِ , güneş ve ay için  ألقمرانِ , Ömer ve Amr için  ألُ عُمرانِ  denir. Cemi ve müsenna için müfred, cemi için müsenna zamirlerin kullanılması da tağlîb sayılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada zamir  كُمْ  olarak gelmiştir. Zamir, muhatab cemi zamiri olarak geldiğinde akıllı varlıklara hitap demektir. Çünkü hayvanlar muhatap olma özelliğine sahip değillerdir. Dolayısıyla burada akılsız varlıkların akıllılara katılması yoluyla tağlib sanatı vardır. (Âşûr)


لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ 

 

 

Fasılla gelen bu cümle  ذٰلِكُمُ ’un yedinci haberidir. Nakıs fiil  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber, inkârî kelamdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. 

كَ  zaiddir. Tekid ifade eder.  كَمِثْلِه۪ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mukaddem haberi,  شَيْءٌ  muahhar ismidir. 

Müsnedün ileyh olan  شَيْءٌۚ ’un tenkiri, nev ve kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şümule işarettir.

Olumlu cümlede  مِثْلِ  kelimesinin başına gelen  كَ  harfi, olumluluğu tekid eder. Bunların başına olumsuzluk gelirse; olumsuzluk tekid edilmiş olur. مِثْلِ  kelimesinin başına kendisiyle aynı manada olan teşbih harfi  كَ  gelmiştir. O halde bu  كَ  harfinin  مِثْلِ ’nün manasını tekid ettiği açıkça ortaya çıkar. Çünkü nefy harfinden sonra gelen  مِثْلِ  kelimesi ve bu olumsuzluğu tekid eden  كَ  harfi dolayısıyla, sanki Allah Teâlâ iki cümle ile benzerinin olmadığını ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.87)

Burada teşbih harfi aslî manasındadır ve ayet kinaye yoluyla Allah Teâlâ’nın benzeri olmadığını ifade etmektedir. Çünkü benzerin benzerinin nefyi, benzerinin nefyini gerektirir. Ayette hakiki manayı düşünmeye engel olan bir karîne yoktur ama, haricî bir araz vardır. Bu araz da; Allah azze ve celle’nin misalinin olmasıdır ki; bu muhaldir. O halde aklen böyle bir şeyin muhal olması; haricî bir araz teşkil etmiştir. Bu teşbih harfinin zaid olması da caizdir. Bu durumda ayette kinaye düşünülmez. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu şerefli söz Allah'a benzer olmadığını ifade ile tevhid ve tenzihde sağlam, belâgatlı bir delildir. Allah gibisinin olmadığını ifade etmekten maksat, kendine benzer olmadığını ifadede mübalağadır. Bunda mübalağa ile birlikte bazen tazim de kastedilir. Dolayısıyla, bu niteliğin olmadığında doğrudan doğruya kendine nispeti tasavvur bile caiz olamayacağına işaret gibi bir incelik vardır. Bazen de bu bir istidlal (delil getirme) neşesi verir. Hatta bu kinaye manası o kadar kuvvetlidir ki burada gerçek manası üzere "Allah'a benzer bir şey yok." denilse idi, kinaye yolu ile zatının olmadığını ifade şüphesi ve kusuru bulunacağından dolayı güzel olmazdı. (Elmalılı)

Mümaselet: (Benzerlik), hakikatte ortaklık, yani zatî sıfatta benzeyiştir. "Yerini tutabilecek şekilde özel sıfatta ortaklıktır." diye tarif edilmiştir. Bu açıklamaya göre asıl mana, Allah'ın benzeri olması suretiyle bir başkasına benzetilmesinin mümkün olmadığının ifade edilmiş olmasıdır. Bununla birlikte benzerliğe yakın bir şekilde benzetmenin olmadığı ifade ediliyor denilmesi daha uygundur. Alûsî, der ki: "Bu ayet her açıdan Allah'ın başkasına benzerliğinin olmadığını ifade etmektedir." (Elmalılı)


وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

 

Ayetin son cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsned olan  السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gafir Suresi 64, s. 318)

السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

السَّم۪يعُ  ve  الْبَص۪يرُ sıfatları mübalağa kalıbında gelmiştir. Bu isimler burada marife olarak gelmiştir. İşitme ve bilmenin kaynağı Allah’tır ve kemâl derecede işiten ve bilen sadece O’dur. Aralarında  وَ  olmaması Allah Teâlâ’da bu iki vasfın da bulunduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümledeki tahsisten muradın, zatının hakikati konusunda dengi ve benzeri olmadığıdır. Çünkü kullar da tıpkı Allah Teâlâ gibi alim, kadir olarak sıfatlanırlar. Yine Allah Teâlâ gibi bilinir ve zikredilir olmak ile sıfatlanırlar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.90)

 
Şûrâ Sûresi 12. Ayet

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ  ...


Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğine) kısar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُ O’nundur
2 مَقَالِيدُ anahtarları ق ل د
3 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
4 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
5 يَبْسُطُ açar ب س ط
6 الرِّزْقَ rızkı ر ز ق
7 لِمَنْ kimse niçin
8 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
9 وَيَقْدِرُ ve kısar ق د ر
10 إِنَّهُ şüphesiz O
11 بِكُلِّ her ك ل ل
12 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
13 عَلِيمٌ bilendir ع ل م

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ  cümlesi, 10.ayetteki mübteda olan  ذٰلِكُمُ ‘ün sekizinci haberi olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَقَال۪يدُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.


يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ

 

يَبْسُطُ الرِّزْقَ  cümlesi, mübteda  ذٰلِكُمُ ‘ün dokuzuncu haberi olarak mahallen merfûdur.

يَبْسُطُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  الرِّزْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  يَبْسُطُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  يَقْدِرُۜ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.


 اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

بِكُلِّ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ

 

Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi 10. ayetteki  ذٰلِكُمُ ’un sekizinci haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faideî haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ , muahhar mübtedadır. 

Car mecrurun takdimi kasr ifade etmiştir. (Âşûr) 

Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لَهُ  maksûrun aleyh/sıfat,  مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Yani müsnedün ileyhin, takdim  edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.

مَقَال۪يدُ , yer ve gökteki hazineleri korumak manasında kinayedir. (Âşûr, Zümer/63)

Yer ve gökteki değerlerin tasarrufunun sadece Allah'a ait olduğun edebî üslupla bildirilmiştir. 

Cümlede müsnedün ileyh olan  مَقَال۪يدُ  kelimesinin  izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)                                    

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Süddî  مَقَال۪يدُ  için göklerin ve yerin hazineleridir derken, başkaları: Göklerin hazineleri yağmur, yerin hazineleri bitkidir, demişlerdir. (Kurtubî)    

لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ  [Göklerin ve yerin anahtarları onundur.] cümlesinde istiare vardır. Göklerin ve yerin hayır anahtarları ve onların bereket madenleri demektir. Burada Yüce Allah, hayır ve bereketleri ha­zinelere benzetti ve anahtarlar manasına gelen  مَقَال۪يدُ  kelimesini onlar için müstear olarak kullandı. Buna göre ayetin manası, ‘’Rahmet ve lütfunun hazineleri O'nun elindedir.’’ şeklinde olur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)


يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ 

 

Cümle 10. ayetteki  ذٰلِكُمُ ’un dokuzuncu haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl,  لِ  harfiyle birlikte  يَبْسُطُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يَشَٓاءُ   cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَيَقْدِرُۜ  cümlesi  يَبْسُطُ  cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlede ihtibâk sanatı vardır. يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesinden sonra sadece  يَقْدِرُۜ lafzıyla yetinilmiş  الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  ibaresi hazf edilmiştir. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831) 

يَبْسُطُ  - يَقْدِرُۜ   kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi ile  يَقْدِرُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir. Nimetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.


اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  كُلِّ شَيْءٍ , ihtimam için amili olan  عَل۪يمٌ ‘a takdim edilmiştir.

عَل۪يمٌ۟ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

شَيْءٍ ‘deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in  birçok  suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

[“Göklerin ve yerin kilitleri O'na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.”] cümlesi, öncesine göre bir sebep, sonrasına da bir hazırlıktır ki ["Şüphesiz ki Allah ne dilerse ona hükmeder."] (Maide, 5/1) ifadesince iradeye bağlı bir emir olan teşriin (şer'î kanun koymanın) mükemmel bir ilimle de alakasını gösterir. (Elmalılı)

 
Şûrâ Sûresi 13. Ayet

شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحاً وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ  ...


“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 شَرَعَ şeri’at (hukuk düzeni) yaptı ش ر ع
2 لَكُمْ size
3 مِنَ -den
4 الدِّينِ din- د ي ن
5 مَا ne varsa
6 وَصَّىٰ tavsiye ettiği و ص ي
7 بِهِ onunla
8 نُوحًا Nuh’a
9 وَالَّذِي ve
10 أَوْحَيْنَا vahyettiğimizi و ح ي
11 إِلَيْكَ sana
12 وَمَا ve
13 وَصَّيْنَا tavsiye ettiğimizi و ص ي
14 بِهِ onunla
15 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
16 وَمُوسَىٰ ve Musa’ya
17 وَعِيسَىٰ ve ve Îsa’ya
18 أَنْ şöyle ki
19 أَقِيمُوا doğru tutun ق و م
20 الدِّينَ dini د ي ن
21 وَلَا ve
22 تَتَفَرَّقُوا ayrılığa düşmeyin ف ر ق
23 فِيهِ onda
24 كَبُرَ ağır geldi ك ب ر
25 عَلَى
26 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlara ش ر ك
27 مَا
28 تَدْعُوهُمْ onları çağırdığın د ع و
29 إِلَيْهِ kendisine
30 اللَّهُ Allah
31 يَجْتَبِي seçer ج ب ي
32 إِلَيْهِ kendisine
33 مَنْ kimseyi
34 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
35 وَيَهْدِي ve iletir ه د ي
36 إِلَيْهِ kendisine
37 مَنْ kimseyi
38 يُنِيبُ iyi niyyetle yönelen ن و ب

Hemen bütün müfessirler burada din kelimesinin ilâhî dinlerin tamamını ifade eden geniş anlamıyla kullanıldığı kanaatindedirler. Bu dinlerdeki bütün hükümlerin diğerlerinde aynen korunmadığı ve önceki ilâhî dinlerde yer alan amelî hükümlerin hepsinin Hz. Muhammed’in ümmeti için teşrî‘ kılınmadığı da bilinmektedir. Dolayısıyla burada geniş anlamıyla dinin bir kısmının kastedilmiş olması gerekir. Bu kısmın ise bütün ilâhî dinlerdeki müşterek hükümler olduğu açıktır. Başta kuşkusuz tevhid inancı gelmektedir. Aynı şekilde meleklere, vahiy olgusuna (ilâhî kitaplara), peygamberlik müessesesine ve âhiret hayatına inanmak da ortak akîde esaslarındandır. Bunların yanı sıra temel ahlâk ilkeleri, –ayrıntılarında farklılıklar olsa da– namaz vecîbesi ve belirli yakınlık derecesinde olanların birbirleriyle evlenme yasağı gibi bazı amelî hükümler bütün peygamberlerin toplumlarına bildirdiği ve uyma çağrısı yaptığı hususlardır. Âyette kutlu peygamberler zincirinin dönüm noktası özelliği taşıyan halkalarına ismen yer verildiği görülmektedir: İnsanlık tarihinde önemli bir başlangıcı temsil eden Hz. Nûh, çok tanrıcı inançların her tarafı sardığı bir ortamda tek Tanrı inancının ihyası için görevlendirilen ve halen mevcut üç büyük ilâhî dinin peygamberlerinin atası olarak bilinen Hz. İbrâhim ve bu üç dinin peygamberleri Hz. Mûsâ, Hz. Îsâ ve Hz. Muhammed (Bu âyette ve Ahzâb sûresinin 7. âyetinde bu peygamberlerden özel olarak söz edildiği için, bazı İslâm âlimleri Ahkaf sûresinde geçen “ülü’l-azm” tabiri ile, anılan beş peygamberin kastedildiği yorumunu yapmışlardır; bk. Ahkaf 46/35). Burada Resûl-i Ekrem kendisine hitap edilen olduğu için ismen değil, “sen” şeklinde muhatap olarak zikredilmiştir. Fakat onun peygamberlik görevini vurgulamak üze­re, diğer peygamberlere bildirilenler için “vassâ” fiili kullanıldığı halde, ona bildirilenler için “evhâ” fiili kullanılmıştır. Başlangıcı temsilen Hz. Nûh zikredildikten hemen sonra vahiy zincirinin son halkası olması itibariyle Hz. Muhammed’e hitap edilmesi ve ona vahyedilenden söz edilmesi de dikkat çekicidir. Âyetin “sana vahyettiklerimizi” anlamına gelen kısmı, bu âyetin indiği zamana kadar Resûlullah’a vahyedilmiş olanlar veya mutlak olarak ona vahyedilenler şeklinde anlaşılabilir. Az önce açıklandığı üzere, burada bütün ilâhî dinlerin temel hükümlerindeki, özellikle inanç ve ahlâk ilkelerindeki müşterekliğe değinilmekle beraber, âyetin devamında bunların da varlığını korumasının vazgeçilmez şartı olan bir ilkeye vurgu yapılmaktadır: “... ki o dini ayakta tutasınız, o konuda tefrikaya düşmeyesiniz.” Âyetin bu kısmını “... ki bunların özü, dine özen gösterme ve o konuda parça parça olmama gereğidir” şeklinde tercüme etmek de mümkündür. Bazı müfessirler bu cümleyi anılan peygamberlere buyurulanların yerini tutacak tarzda açıklamışlardır; bu anlayışa göre âyetin meâli şöyle olur: “O, ‘Dine özen gösterin ve o konuda parça parça olmayın’ diye Nûh’a buyurduklarını, sana vahyettiklerimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya buyurduklarımızı sizin için de din kıldı.” Râzî, parçalanmama buyruğunu “Çok tanrıcı inançlara saparak parçalanmayın” şeklinde açıklar (XXVII, 156; din kavramı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/256; Âl-i İmrân 3/19).

“Kendilerini davet ettiğin bu din müşriklere ağır geldi” anlamındaki cümle müfessirlerce daha çok Mekke putperestlerinin yeni din çağrısını içlerine sindirememeleri olgusuyla açıklanır. Bunun sebebi olarak da Kur’an’ın, Resûl-i Ekrem’in tebliği karşısında müşriklerin tavrına ilişkin verdiği bilgiler ışığında şu hususlar hatıra gelmektedir: Bu çağrının Hz. Muhammed gibi bir beşer tarafından, hele onların değer yargılarına göre toplumda üstün bir konuma (özellikle büyük bir servete) sahip olmayan mütevazi bir kişi vasıtasıyla yapılmış olması; Resûlullah’ın bir anda toplu bir kutsal kitap getirmemesi, tebliğ işine melekler indirmek gibi olağan üstülükler içeren gösterilerle başlamaması; Kur’an’ın çok tanrı inancını mahkûm edip insanları tevhid inancına yöneltmesi ve gönüllere âhiret bilincini yerleştirmesi, bunun ise müşrik ileri gelenlerinin şirke dayalı kurulu düzenlerini ve çıkarlarını tehdit etmesi.

“Allah (dini tebliğ için) dilediğini seçer” şeklinde çevrilen cümlede “ona” anlamına gelen ve meâle yansıtılamayan bir zamir bulunmaktadır. Bu cümleyi bazı müfessirler, “Allah, seçilmeye lâyık olanları seçip kendisine yaklaştırır, onları nezdine celbeder, toplar” şeklinde açıklamışlardır (meselâ Taberî, XXV, 16). Bazıları ise –belirtilen zamir ile “din”in veya “Hz. Peygamber’in yaptığı çağrı”nın kastedildiğini düşünerek– “Lâyık olanları hak din için seçer” yorumunu yapmışlardır (meselâ bk. Beyzâvî, V, 401; Hâzin, V, 401).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 736-738

شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحاً وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ 

 

شَرَعَ لَكُمْ  cümlesi, 10. ayetteki mübteda olan  ذٰلِكُمُ  ‘ün onuncu haberi olarak mahallen merfûdur. Fiil cümlesidir.  شَرَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. لَكُمْ  car mecruru  شَرَعَ  fiiline mütealliktir. 

مِنَ الدّ۪ينِ  car mecruru müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَصّٰى ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَصّٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

بِه۪  car mecruru  وَصّٰى  fiiline mütealliktir.  نُوحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  atıf harfi  وَ ‘la  مَا ’ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  اَوْحَيْنَٓا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  atıf harfi  وَ ‘la ilk  مَا ‘ya matuftur. İsm-i mevsûlun sılası  وَصَّيْنَا  ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَصَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ  car mecruru  وَصَّيْنَا  fiiline mütealliktir.  اِبْرٰه۪يمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

مُوسٰى  ve  ع۪يسٰٓى  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  هو  ‘dir.

اَق۪يمُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الدّ۪ينَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَفَرَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهِ  car mecruru  تَتَفَرَّقُوا  fiiline mütealliktir. 

اَوْحَيْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  وحي ’dir. 

اَق۪يمُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  قوم ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

وَصّٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  وصي ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

تَتَفَرَّقُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فرق ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.


كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ 

 

Fiil cümlesidir. كَبُرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  كَبُرَ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُوهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَدْعُوهُمْ  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘ dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَيْهِ  car mecruru  تَدْعُوهُمْ  fiiline mütealliktir. 

الْمُشْرِك۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ  cümlesi  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَجْتَب۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يَجْتَب۪ٓي  fiiline mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَهْد۪ٓي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو  ‘dir.  اِلَيْهِ  car mecruru  يَهْد۪ٓي  fiiline mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُن۪يبُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُن۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

يَجْتَب۪ٓي  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  جبي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

يُن۪يبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحاً وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى

 

ذٰلِكُمُ ’un onuncu haberdir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

شَرَعَ  fiili burada  أمْ لَهم شُرَكاءُ شَرَعُوا لَهم مِنَ الدِّينِ ما لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ  (Şura/21) ve  لِكُلٍّ جَعَلْنا مِنكم شِرْعَةً ومِنهاجًا  (Maide/48) ayetlerinde olduğu gibi tebyin (açıklamak) için müsteardır. (Âşûr)

لَكُمْ  ve  مِنَ الدّ۪ينِ  car mecrurları  شَرَعَ  fiiline mütealliktir.  مِنَ الدّ۪ينِ ‘deki  مِنَ  harfi ibtida-i gaye manasındadır.

الدِّينِ  kelimesindeki tarif cins içindir. Önceki ilahi dinleri de kapsar.  مِنْ  harfi teb’iz (bir kısım) manasındadır. (Âşûr)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  وَصّٰى بِه۪ نُوحاً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِه۪  car mecruru , وَصّٰى  fiiline mütealliktir. Car mecrur  بِه۪ ’nin, mef’ûl olan  نُوحاً ’e takdimi ihtimam içindir.

مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحاً  sözünde mukadder bir muzâf vardır. Takdiri şöyledir: مِثْلَ ما وصّى بِهِ نُوحًا  (Nuh’a emrettiğinin benzeri). Veya teşbihi beliğ yoluyla teşbih harfi  كَ  takdir edilir. Bu benzetme benzerliğin kuvvetini ifade etmek için mübalağa maksadıyla yapılmıştır. (Âşûr)

وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ , atıf harfi  وَ  ile müşterek ism-i mevsûl  مَا ’ya atfedilmiştir. Cihet-i câmia, temâsüldür. Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan  اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَصَّيْنَا  ve  اَوْحَيْنَٓا  fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir. 

وَصَّيْنَا  ve  وَصّٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ع۪يسٰٓى - مُوسٰى -  اِبْرٰه۪يمَ - نُوحاً  ve  الَّـذ۪ٓي - مَا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Emredilenlerin Hz. Peygamber, Nuh, İbrahim, Musa ve Îsa olarak sayılması, taksim sanatıdır. Emredilenler, dinde cem’ edilmiştir.

Ayette Hz. Nuh’un tavsiyesinin önce zikredilmesi, onlara din olarak emredilenin kadim bir din olduğunu önceden bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Cümledeki bütün fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

شَرَعَ - اَوْحَيْنَٓا  kelimeleri arasında gaibden mütekellime güzel bir iltifat sanatı vardır. 

الَّـذ۪ٓي  ism-i mevsûl olarak konulmuş bir kelimedir. Sılasıyla marife olur ve muhatap tarafından bilinen bir olay hakkında kullanılır. Halbuki ism-i mevsûl olan  مَا  harfinde durum böyle değildir. Çünkü bu harf sadece ism-i mevsûl olarak kullanılmaz. Kullanıldığı yerlerin çoğunda nekre-i mevsûfe olarak gelmiştir. Dolayısıyla  الَّـذ۪ٓي  ile tarif edilen şey,  مَا  ile tarif edilenden daha açık, daha meşhurdur. Çünkü  مَا ; ister nekre-i mevsûfe ister ism-i mevsûl olarak gelsin bir şeyi kat kat örtmeyi, kapalılığı, ibhamı ifade eder. Dolayısıyla neshedilmiş, tarihe gömülmüş şeriatlerden bahsederken bunun kullanılması uygun olmuştur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s. 96)

Din: İhtiyarî fiillerin (serbest irade ile yapılan fiillerin), iyiliğine veya kötülüğüne göre, sonunda iyi veya kötü bir neticeye varacağına, sevap veya ceza, bir akıbete sebep olacağına inanarak Hak Teâlâ katında en güzel akıbete ermek için tutulacak yoldur. Bu şekilde din, insanları tabiatta cereyan eden cebir (zorlama) ve ıztırar (mecbur kalma, zorda kalma) baskılarının üstüne istekleriyle yükseltecek olan bir hürriyet yolu, yani hürriyet ve iradenin başarı ve sorumluluğu kanunudur. Onun için bütün tabiatların üstünde her şeyin yaratıcısı, "Onun misli gibi bir şey yoktur." (Elmalılı)

"O, dinden, Nuh'a tavsiye (emir) ettiğini, sana vahy eylediğimizi de, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya; "Bu dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!" diye tavsiye (emir) ettiği şeyi size de din kılmıştır."

Allah (cc) bu kelamıyla bildiriyor ki, müslümanlara dinin icapları kıldığı hususlar, kâmil ilim ve hikmetten sadır olmaktadır. Bu dinin icaplarını, eski peygamberlere isnad buyurması da, bunun, eski peygamberlerin de üzerinde ittifak ettikleri kadîm bir din olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

Bu hitap, Peygamberimizin ümmetinedir. Yani din olarak size emrettiği şeyler, Nuh peygambere ve ondan sonra gelen şeriat sahibi ve ulu'l azm olan diğer meşhur peygamberlere de kesin olarak emir buyurduğu şeylerdir.

Burada özellikle bu peygamberlerin zikredilmesi, şanlarının daha yüce olmasından dolayı ve bir de kâfirlerin gönüllerini celbetmek içindir. Çünkü bütün kâfirler, bu peygamberlerden bazılarının peygamberliğinde ittifak ederler; Musa peygamber hakkında ise Yahudiler ve Îsa peygamber hakkında da Hristiyanlar diğerlerinden ayrılmaktadır. Yoksa müslümanlara emredilen tevhid ve milletlere ve asırlara göre değişmeyen kaideler ve hükümler gibi İslam dininin diğer esasları, bütün peygamberlere de emredilmiştir. Nitekim ayette kullanılan tavsiye kelimesinden de anlaşılmaktadır. Zira tavsiye, emrin kesin ve kuvvetli olmasını ve emir konusu hususların önemini ifade etmektedir. (Ebüssuûd)


اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ 

 

Fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ  cümlesi, mevsûl olan  مَا  ve sılasına matuf olanlardan bedeldir. Masdar-ı müevvelin, takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberi olduğu da söylenmiştir. Cümle emir üslubunda talebî inşâi isnaddır.

إقامَةُ الشَّيْءِ (Bir şeyi ikame etmek): Onu dosdoğru yapmaktır. Bu kelime, Bakara Suresinde geçen  يُقِيمُونَ الصَّلاةَ [Namazlarını dosdoğru kılarlar] sözündeki gibi bir ameli yapmak için duyulan hırs için müsteardır. (Âşûr)

لَا تَتَفَرَّقُوا  cümlesi masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

التَّفَرُّقُ (Ayrılmak): Toplanmanın zıttıdır. Aslı insanların birbirinden uzaklaşmasıdır. Yani aralarında mesafenin açılması demektir. Burada olduğu gibi çoğu kez koşullar ve görüşlerdeki farklılıkların kuvvet ve şiddeti için müstear olarak kullanılır. (Âşûr)


كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

شَرَعَ لَكم مِنَ الدِّينِ  cümlesi ile  وما تَفَرَّقُوا إلّا مِن بَعْدِ ما جاءَهُمُ العِلْمُ  cümlesi arasında gelmiş itiraz cümlesidir. (Âşûr)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

الكِبَرُ  (büyük olmak) mecazdır. Kişinin kabul etmeye ikna olmadığı bir şey için müstear olarak kullanılır. Aslında kişinin iriliği aşırı büyüklüğü için kullanılır. Çünkü iri bir şeyin taşınması da zordur. (Âşûr)

عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru,  كَبُرَ  fiiline mütealliktir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru durumun onlara has olduğunu vurgulamak için fail olan ismi mevsûle takdim edilmiştir.

Fail konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nin sılası olan  تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 

اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celâl müsnedün ileyh, يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi müsneddir.

Cümlede müsnedün ileyhin fiile takdimi kasr ifade eder. (Âşûr) Kasr, haberle mübteda arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  يَجْتَب۪ٓي  fiili, Allah’a kasredilmiştir. اَللّٰهُ  maksûrun aleyh/mevsuf,  يَجْتَب۪ٓي maksûr/sıfattır. Sıfat mevsufa kasredilmiştir. Hakiki kasrdır. Yani, müsnedin takdim edilen bu müsnedun ileyhe has olduğunu ifade eder. 

Bu cümlede mutlak kemale delalet eden lafza-i celâl takdim edilmiştir ki, o yaptıklarından sorulmaz. Ardından da “seçmek” manasında olan يَجْتَب۪ٓي  fiili gelmiştir. Burası, bu fiilin geldiği en kerîm yerlerden biridir. Diğer yandan muzari kalıbı bu fiilin ebedî olarak yenilenerek devam edeceğine delalet eder.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.101)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ  cümlesi  يَجْتَب۪ٓي  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümledeki fiillerin muzari sıygada gelmesi, teceddüdî istimrar ifade etmiştir. 

"Allah, dilediğini seçip bu dine çeker ve kendisine yönelenleri hidayete erdirir."

Bu kelam delalet ediyor ki, o kâfirlerden bir kısmı bu davete icabet edecektir. Yani ‘’Ey Resûlüm! Senin dine davet ettiğin insanlardan tercihini hak yönünde kullananlardan dilediğini seçip buna çeker ve kendisine yönelenleri tevfik ve lütfuyla hidayete erdirir.’’ demektir. (Ebüssuûd)

يَهْد۪ٓي  - الْمُشْرِك۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı, يَجْتَب۪ٓي -  يَشَٓاءُ  ve  يَهْد۪ٓي -  يُن۪يبُ  gruplarındaki kelimeler arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الدّ۪ينِ  , مَا , مَنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şûrâ Sûresi 14. Ayet

وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ  ...


Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra Kitab’a mirasçı kılınanlar da, onun hakkında derin bir şüphe içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 تَفَرَّقُوا onlar ayrılığa düşmediler ف ر ق
3 إِلَّا başka sebeple
4 مِنْ
5 بَعْدِ sonra ب ع د
6 مَا
7 جَاءَهُمُ kendilerine geldikten ج ي ا
8 الْعِلْمُ ilim ع ل م
9 بَغْيًا çekememezlik ب غ ي
10 بَيْنَهُمْ aralarındaki ب ي ن
11 وَلَوْلَا ve eğer olmasaydı
12 كَلِمَةٌ sözü ك ل م
13 سَبَقَتْ geçmiş س ب ق
14 مِنْ -nden
15 رَبِّكَ Rabbi- ر ب ب
16 إِلَىٰ kadar
17 أَجَلٍ bir süre ا ج ل
18 مُسَمًّى belirli س م و
19 لَقُضِيَ hüküm verilirdi ق ض ي
20 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
21 وَإِنَّ ve şüphesiz
22 الَّذِينَ
23 أُورِثُوا varis kılınanlar و ر ث
24 الْكِتَابَ Kitaba ك ت ب
25 مِنْ
26 بَعْدِهِمْ onlardan sonra ب ع د
27 لَفِي içindedirler
28 شَكٍّ bir şüphe ش ك ك
29 مِنْهُ ondan
30 مُرِيبٍ kuşku veren ر ي ب

Dinde parçalanmaların yeterli ilâhî bildirim yapılmamış olmasın­dan ileri geldiği iddiasını reddeden bu içerikteki âyetlerde, bölünmenin asıl sebebinin bilgisizlik değil, kişisel çıkarlara düşkünlük ve çekememezlik duyguları olduğuna dikkat çekilmektedir (bu eleştirinin muhatapları, âyetteki “ilim” kelimesiyle neyin kastedildiği hususunda bk. Bakara 2/213; Âl-i İmrân 3/19). “Rabbin tarafından belirli bir süre tanıma sözü verilmemiş olsaydı, aralarında hemen hüküm verilir, iş bitirilirdi” buyurularak, suçlu, günahkâr, haksız insanların gidişatına niçin ilâhî bir müdahale yapılmadığı yönünde daima hatırdan geçen bir soruya cevap verilmekte, yüce Allah’ın bütün insanları kapsayan hesaba çekme ve buna göre mükâfat yahut ceza verme işini âhirete bırakmayı dilediği için bunun böyle olduğu bildirilmektedir.

Müfessirler arasında “kitaba vâris kılınanlar” ile, Hz. Muhammed zamanındaki yahudi ve hıristiyanların kastedildiği kanaati hâkimdir; bu görüşte olanların bir kısmı, burada onların kendi kutsal metinleri hakkında dahi şüphe içinde olduklarına, bir kısmı da Kur’an ve Hz. Muhammed hakkında kuşkular ortaya koyduklarına işaret edildiğini belirtirler (bk. Taberî, XXV, 16-17; Zemahşerî, III, 400; Şevkânî, IV, 607). Bu cümlede maksadın Araplar olduğu ve onların Kur’an veya hüküm (mahşer) günü hakkındaki şüphelerine değinildiği yorumunu yapanlar da olmuştur (bk. Zemahşerî, III, 400; İbn Atıyye, V, 30); fakat Râzî sözün akışının buna müsait olmadığını belirtir (XXVII, 158). Bize göre “onlardan sonra” ifadesini, bir kısmının isimleri önceki âyette zikredilen, “peygamberlerden sonra” şeklinde anlamak daha isabetlidir; sonra gelenler peygamberlerin bıraktığı kitaplar üzerinde şüpheye düşmüşlerdir (Allah tarafından verilmiş söz ve hükmün hemen verilmemesi hakkında bk. Yûnus 10/19).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 738-739

وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَفَرَّقُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. مِنْ بَعْدِ  car mecruru  تَفَرَّقُٓوا  fiiline mütealliktir.  مَا  ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْعِلْمُ  fail olup lafzen merfûdur. 

بَغْياً  kelimesi amili  تَفَرَّقُٓوا  fiilinin mef’ûlun lieclihi olup fetha ile mansubdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَيْنَ  mekan zarfı  بَغْياً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَفَرَّقُٓوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فرق ’dir. 

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 


وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)  

كَلِمَةٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  موجودة  (mevcuttur.) şeklindedir.  سَبَقَتْ  fiili  كَلِمَةٌ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبَقَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  سَبَقَتْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecrurunun mütealliki mahzuftur. Takdiri,  بتأخير الجزاء  (Cezanın tehiriyle) şeklindedirمُسَمًّى  sıfat elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.  

لَ  harfi  لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır. 

قُضِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i fail mahzuf olup  قُضِيَ  fiilinin masdarıdır. Takdiri, القضاء  (Hüküm) şeklindedir.  بَيْنَ  mekan zarfı  قُضِيَ  fiiline mütealliktir.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

    

وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫رِثُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُو۫رِثُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.  الْكِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اُو۫رِثُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. ف۪ي شَكٍّ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  مِنْهُ  car mecruru  شَكٍّ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ ‘nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُر۪يبٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Mazi fiil sıygasındaki cümle kasrla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّا  ile oluşan kasr, fiil ve car mecrur arasındadır. تَفَرَّقُٓوا sıfat/maksûr,  مِنْ بَعْدِ  mevsûf/maksûrun aleyh olduğu için kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

بَغْياً , mef’ûlun lieclihtir. Kelimedeki nekrelik tahkir ve kesret ifade eder.

جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ (İlmin gelmesi) ibaresinde sebep müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı ya da istiare vardır.

بَعْدِ  için muzâfun ileyh konumunda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan جَٓاءَهُمُجَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

 

وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ 

 

Bu cümle atıf harfi  وَ  ile istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atfın mümkün olması cümlenin haber manalı olması sebebiyledir.

Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi;  لَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى   isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  كَلِمَةٌ ’un haberi mahzuftur.

كَلِمَةٌ ile kastedilen, Allah'ın bu dünya sisteminde hikmetinin gerektirdiği bir süreye kadar onlara mühlet vermesi ve onların hesabını geciktirmeyi istemesidir. (Âşûr)

كَلِمَةٌ  ifadesi burada irade ve takdir manasında müsteardır. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasındaki  سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  cümlesi,  كَلِمَةٌ  için sıfattır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.

كَلِمَةٌ  ve  اَجَلٍ ‘deki nekrelik nev ifade eder. (Âşûr ) Çünkü her ümmetin bir kelimesi ve eceli vardır. 

مِنْ رَبِّكَ  ve  اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecrurları سَبَقَتْ  fiiline mütealliktir.

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması, Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir.

اَجَلٍ  için sıfat olan  مُسَمًّى , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

 

Ayetin son cümlesi atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka  olmak üzere üç tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Müsnedün ileyh makamındaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُو۫رِثُوا  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

الْكِتَابَ ‘deki marifelik, Yahudilerin ve Hristiyanların kitabını kapsadığı için cins ifade eder. (Âşûr)

Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu لَف۪ي شَكٍّ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

شَكٍّ ‘deki tenvin tahkir, kesret ve nev ifade eder.

لَف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَكٍّ  içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  شَكٍّ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu harf  على  yerine kullanılmıştır. Şek içinde olmak, adeta bir şeyin, bir kabın içinde muhafaza edilmesine benzetilmiştir. İnkârcılarla, şüphe arasındaki mutlak irtibat, zarf ve mazrûf arasındaki mutlak irtibata benzetilmiştir. Câmi’; temekkün (yerleşme, sabit olma)’dür. 

مُر۪يبٍ  kelimesi  مِنْهُ ‘un müteallakı olan  شَكٍّ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ  sözündeki varis olmaktan murad insanlara ihsan olarak verilen ve geri alınmayan kitaptır. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrihî ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Ruveynî Teemmülat fi Sûreti Meryem, Meryem/63, s.243) 

Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî) 

شَكٍّ  kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. İşte bundan dolayıdır ki şek, (Onların o konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar.) ifadesi ile de tekid edilmiştir. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, Hud/62)

["Onlardan sonra kendilerine kitap verilmiş olanlar da onun hakkında kararsızlığa iten bir şüphe içindedirler."]

Bu nazm-ı kerimin siyakı, bu ümmetin ahvalini beyan etmek içindir. Eski peygamberlerin zikredilmesi ise bu ümmete emredilen dinin, o büyük peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri kadim bir din olduğunu tahkik etmek için ve ikamesinin lüzumunu pekiştirmek, onda ayrılığa ve ihtilafa düşmekten de şiddetle caydırmak içindir. Bu itibarla o eski peygamberlerin ümmetlerinin ayrılığını beyan etmek meselesine girmek, anılan maksada halel getirmek vehmini doğurabilir. (Ebüssuûd)

شَكٍّ - مُر۪يبٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بَيْنَهُمْۜ  , مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şûrâ Sûresi 15. Ayet

فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ  ...


(Ey Muhammed!) Bundan dolayı sen çağrıya devam et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların hevâ ve heveslerine uyma ve şöyle de: “Ben, Allah’ın indirdiği her kitaba inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz sizedir. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah, hepimizi bir araya toplayacaktır. Dönüş de ancak O’nadır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلِذَٰلِكَ bundan dolayı sen
2 فَادْعُ (Hakka) çağır د ع و
3 وَاسْتَقِمْ ve doğru ol ق و م
4 كَمَا gibi
5 أُمِرْتَ emrolunduğun ا م ر
6 وَلَا ve
7 تَتَّبِعْ uyma ت ب ع
8 أَهْوَاءَهُمْ onların keyiflerine ه و ي
9 وَقُلْ ve de ki ق و ل
10 امَنْتُ ben inandım ا م ن
11 بِمَا
12 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
13 اللَّهُ Allah’ın
14 مِنْ her
15 كِتَابٍ Kitaba ك ت ب
16 وَأُمِرْتُ ve emrolundum ا م ر
17 لِأَعْدِلَ adalet yapmakla ع د ل
18 بَيْنَكُمُ aranızda ب ي ن
19 اللَّهُ Allah
20 رَبُّنَا bizim de Rabbimizdir ر ب ب
21 وَرَبُّكُمْ sizin de Rabbinizdir ر ب ب
22 لَنَا bize aittir
23 أَعْمَالُنَا bizim eylemlerimiz ع م ل
24 وَلَكُمْ ve size aittir
25 أَعْمَالُكُمْ sizin eylemleriniz ع م ل
26 لَا yoktur
27 حُجَّةَ bir tartışma nedeni ح ج ج
28 بَيْنَنَا bizimle ب ي ن
29 وَبَيْنَكُمُ sizin aranızda ب ي ن
30 اللَّهُ Allah
31 يَجْمَعُ bulur (bir araya toplar) ج م ع
32 بَيْنَنَا aramızı ب ي ن
33 وَإِلَيْهِ ve O’nadır
34 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر

Resûlullah’a çağrısına devam etmesi emredilirken, neye çağrıda bulunacağı hususu cümlenin açık bir ögesi halinde belirtilmediği için bu konuda bağlama göre değişik yorumlar yapılmıştır; bazı müfessirlerce bu, “Aslî haliyle Hanîflik inancına çağır” şeklinde yorumlanmıştır (Zemahşerî, III, 400; Râzî, XXVII, 158; Hanîflik hakkında bilgi için bk. Bakara 2/135; Rûm 30/30-32).

“Emrolunduğun gibi doğru çizgini sürdür” şeklinde tercüme ettiğimiz cümlede kullanılan emir fiilin masdarı olan istikamet, İslâmî terminolojide “inanç, niyet, düşünce ve davranışta doğruluk ve dürüstlüğü; Allah’a yönelme ve O’nun buyruklarına uygun davranma hususunda devamlı ve tutarlı olmayı” ifade eder. Hz. Peygamber Hûd sûresinin kendisini çok etkilediğini ifade etmiş ve –bir rivayete göre– bu etkinin gerekçesini orada da geçen bu buyruğun getirdiği ağır sorumlulukla açıklamıştır (Tirmizî, “Tefsîr”, 57). Grek kaynaklı felsefe kültürünün gelişmeye başladığı dönemlerden itibaren İslâm ahlâk kültüründe benimsenen, “Fazilet iki aşırılığın ortasıdır” şeklindeki anlayışın da etkisiyle İslâmî literatürde istikamet kavramı için daha çok itidal sahibi olma, aşırılıklardan kaçınma anlamının merkeze alındığı açıklamalar yapıldığı görülmektedir (bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı – Süleyman Uludağ, “İstikamet”, DİA, XXIII, 348-349; ayrıca bk. Hûd 11/112; Fussılet 41/30).

Önceki iki âyette şu noktalara dikkat çekilmişti: İlâhî mesajların özündeki birliğe rağmen bu bildirimlerin muhatapları kişisel arzularını öne çıkarıp bölünmeyi yeğlediler; ama yüce Allah haklı ve haksız ayırımıyla ilgili nihaî hükmünü mahşer günü açıklamayı murat ettiğinden, farklı tercihlere imkân veren ve bir sınav ortamı olan bu dünyada farklı yönlerde yolculuklar sürüp gitmektedir. Bu âyette de son peygamber Hz. Muhammed’in şahsında onun Allah’ın elçisi olduğuna yürekten inananlara şöyle hitap edilmektedir: Vahyin aydınlık yoluna yapılacak çağrı da durmadan devam etmeli, doğru çizgiden sapmayı özendiren etkenlere karşı güçlü bir irade sınavı verilmelidir; ayrılıkları tartışmak değil, açık hakikatler üzerindeki birlik hareket noktası olmalıdır; her hâlükârda adalet ilkesinden şaşılmamalıdır. Farklı kişi veya tarafların farklı tutum ve uygulamaları, olması gerekeni gösteremez; bu ayrılıklar yolunuzu aydınlatamaz, onları herkesin kendi yapıp ettiklerinin sonuçlarıyla baş başa kalacağı güne havale etmek en uygun yoldur. Bütün insanların bir araya geleceği mahşer gününe doğru yol almaktayken yine herkese ışık tutacak açık ve öncelikli hakikatler ise şunlardır: Hepimizin rabbi birdir, Allah’tan başka mâbud tanımamalıyız; bütün hak peygamberlerin getirdikleri O’nun mesajlarıdır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 739-740

فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ 

 

فَ  istînâfiyyedir.  لِذٰلِكَ  car mecruru önceki kelâmın siyakından anlaşılan mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, إن دعيت أنت وجميع المرسلين لذلك الذي أوحيناه إليك فادع الناس واستقم (Eğer sen ve bütün peygamberler sana indirdiğimize davet ettiysen, insanları davet et ve dosdoğru ol.) şeklindedir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.  ادْعُ  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

اسْتَقِمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuf olup mahallen meczumdur.  اسْتَقِمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

مَٓا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle birlikte amili  ادْعُۚ وَاسْتَقِمْ  olan fiilin mahzuf mef’ûlü mutlakına müteallik olup, mahallen mecrurdur.

اُمِرْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَتَّبِعْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَتَّبِعْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اسْتَقِمْ  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  قوم ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ 

 

Cümle, atıf harfi  وَ  ‘la  ادْعُ ‘ya matuf olup mahallen meczumdur.

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  اٰمَنْتُ بِمَٓا ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.  مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  اٰمَنْتُ  fiiline mütealliktir. Aid zamir mahzuftur. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ كِتَابٍ  car mecruru aid zamir için temyizdir veya onun mahzuf haline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُمِرْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muzari fiillerin ( أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ ... ) zamirleri fâil (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bâriz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. ( هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi,  اَعْدِلَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اُمِرْتُ  fiiline müteallik olup mahallen mecrurdur. 

اَعْدِلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  بَيْنَ  mekan zarfı  اَعْدِلَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰمَنْتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

اَنْزَلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ 

 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  رَبُّنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَبُّكُمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

لَـنَٓا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَعْمَالُنَا  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَكُمْ اَعْمَالُكُمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. حُجَّةَ  kelimesi  لَا  ‘nın ismi olarak fetha üzere mebnidir.  بَيْنَ  mekan zarfı  لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَيْنَكُمْ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 


اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ  cümlesi haber olarak mahallen merfûdur. 

يَجْمَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. بَيْنَ  mekan zarfı  يَجْمَعُ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمَص۪يرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ

 

فَ , istînâfiyyedir.  لِذٰلِكَ , siyaktan anlaşılan mahzuf fiile mütealliktir. Yani, إن دعيت أنت وجميع المرسلين لذلك (Sen ve bütün elçiler böyle davet ettiyseniz) demektir.  ذٰلِكَ  ile davete işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)

لِذَلِكَ  kelimesi işaret ismi taşıdığı önem isebebiyle mütealliki olan  ادْعُ  fiiline takdim edilmiştir. Çünkü davete devam emrinin sebeplerini ihtiva eder. (Âşûr) 

وتَقْدِيمُ المَجْرُورِ عَلى مُتَعَلِّقِهِ لِلِاهْتِمامِ بِالدِّينِ

Mecrururun müteallikına takdimini dinin önemi dolayısıyladır. (Âşûr)

Cümledeki ikinci  فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir. Cevap cümlesi   فَادْعُ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

ادْعُ  fiilinin mef’ûlu, öncesindeki şeyler mef’ûle işaret ettiği için zikredilmemiştir. Yani  ادْعُ المُشْرِكِينَ والَّذِينَ أُوتُوا الكِتابَ والَّذِينَ اهْتَدَوْا  (müşrikleri, kendilerine kitap verilenleri ve hidayete erenleri davet et) şeklindedir. (Âşûr)

فادْعُ  sözündeki emir fiil  يا أيُّها الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللَّهِ ورَسُولِهِ  (Nisa/136) ayetindeki gibi davete devam etmek manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

Aynı üslupta gelen gelen  وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ  cümlesi şartın cevabına atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat vardır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi,  amili  ادع  olan mahzuf bir masdarın sıfatına mütealliktir.  ما ’nın sılası olan  اُمِرْتَ  cümlesi masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اُمِرْتَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

الِاسْتِقامَةُ : itidaldir (ılımlılık). Buradaki  س  ve  ت  harfleri  أجابَ و اسْتَجابَ  kelimelerindeki gibi mübalağa içindir. Buradaki mecazî itidaldir. Takva ve güzel ahlakın psikolojik meselelerindeki itidalidir. (Âşûr) 


 وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ 

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile makabline atfedilmiştir.  Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ (Hevaya tabi olmak) ibaresinde istiare vardır. Onların kötü arzuları helake çağıran davetçiler, dalalet yollarını gösteren rehberler yerine konmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları) 

وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ  cümlesiyle,  وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ  cümlesi arasında mukabele oluşmuştur. 

Onların batıl (faydasız) heveslerine de uyma ve de ki: Ben, Allah'ın indirdiği kitapların bazısına iman edip bazısını inkâr edenler gibi değil, o kitapların hepsine inandım.

Bu kelam, hakkı tahkik etmekte; bütün semavi kitapların usûlda (temel kaidelerde) ittifak ettiklerini beyan etmekte; Ehl-i Kitap olanların gönüllerini celp etmekte ve onlara tarizde bulunmaktadır. (Ebüssuûd)


وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ 

 

قُلْ اٰمَنْتُ  cümlesi atıf harfi  وَ  ile  ادْعُۚ  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz.Peygamberdir.

Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat vardır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اٰمَنْتُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cer  بِ  ile birlikte اٰمَنْتُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ  cümlesi , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كِتَابٍ  kelimesindeki nekrelik tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

كِتَابٍۚ ‘deki nekrelik, Allah’ın indirdiği kitap manasında nev içindir. O gün, Kur’an, Tevrat ve İncil dışında bilinen kitap yoktu. (Âşûr) 

وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ  cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat vardır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.

اُمِرْتُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْ  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle  اُمِرْتُ  fiiline mütealliktir.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.


اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَللّٰهُ  mübtedadır. رَبُّنَا  haberdir.  رَبُّكُمْۜ  izafeti,  رَبُّنَا ’ya matuftur.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  ve Rabb  isimlerinin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

Veciz ifade kastıyla gelen  رَبُّنَا  izafetinde Rabb isminin inananlara aid ait zamire muzâf olması onlara tazim ve teşrif içindir.

رَبُّكُمْۜ  izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak ve ikna çabası vardır. 

 

لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ 

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَـنَٓا  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَعْمَالُنَا  muahhar mübtedadır. 

Aynı üsluptaki  وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ  cümlesi  وَ  atıf harfiyle makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. 

لَـنَٓا اَعْمَالُنَا - وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ  cümleleri arasında mukabele sanatı mevcuttur.

اَعْمَالُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu, sübut ifade eden menfî isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  حُجَّةَ  kelimesi,  لَا ‘nın ismidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا ’nın haberi mahzuftur.  بَيْنَنَا  car mecruru, bu mahzuf habere mütealliktir.  وَبَيْنَكُمْۜ  kelimesi de  بَيْنَنَا ‘ya atfedilmiştir.


اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيْهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

Bu takdim  اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ  sözünü takviye içindir. Muhatap olan Yahudiler ba’sa inanıyordu.  الْمَص۪يرُۜ ‘deki  الْ  takısı, istiğrak ifade eder. Bütün insanlara şamildir. (Âşûr) 

[Dönüş ancak onadır.] cümlesi, Allah hepimizi birlikte toplayacak cümlesinin hali olarak gelmiştir. Dönüşün sadece ona olduğunu, bunun kaçınılmaz olduğunu ifade eder.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.119)

Takdim kasr ifade eder. Geri dönüş başkasına değil sadece Allah’a olacaktır. Kasr-ı sıfat  الْ ‘a mevsuftur.

 اُمِرْتُ  , بَيْنَ  , اَعْمَالُ  , رَبُّ  , اَللّٰهُ  kelimelerinin tekrarında, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Günün Mesajı
13. Âyet, pek çok gerçeklere işaret etmektedir. Kısaca: Cenab Allah'ın (c.c.) tarih boyu insanlar için tespit ve tayin buyurduğu Din, temelde birdir; yani aynı iman, ibadet, amel (hayat, davranış) ve ahlâk kaidelerine sahiptir. Allah, nebiler arasından bazılarını rasül olarak ve rasüller içinde de Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed'i sav seçmiştir. Bu, beş rasülden her biri için Din'de itikat, ibadet ve ahlâk esaslarının yanısıra davranış ve muamele kaideleri ve cezalar (ukübât) tayin buyurmuştur. Bu kaideler ve cezalar özde aynı olmakla birlikte, zamana ve şartlara bağlı ikinci-üçüncü dereceden meselelerde aralarında farklılıklar da vardı (Mâide Sûresi, 5/48). Bütün bu esaslar ve söz konusu davranış kaideleri ve cezalar, bir bakıma bir hayat tarzı oluşturuyordu. Son peygamber Hz. Muhammed Bütün insanlara peygamber olarak geldi ve O'na vahyedilen hayat tarzı, önceki peygamberlerin şeriatlarının da yerini aldı. (İslâm'ın önceki peygamberlerin şeriatlarıyla ilgili tavrı hakkında Bakara Sûresi, 2/106) Kabul edilip inanılması ve hayata tatbik edilmesi gereken temel İlâhi düsturlar bütününe Din denirken, Din'in amelî yanına, yani pratik olarak hayata yansıtılmasına Şeriat adı verilir. Yani Şeriat, Din'in bir bakıma amelî yanı, pratiği ve bu pratiğiyle ilgili kaidelerinin bütünüdür.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey her şeyi işiten ve gören Allahım! Ey her şeyi bilen Allahım! 


Beni, benden iyi tanıyansın. Kendimden ve insanlardan sakladığımı sandıklarımı bilensin. Rahmetinle kusurlarımın üzerini örtensin. Pişmanlıklardan doğan hüznümü giderensin. Kendimi Sana emanet ediyorum. Şüphesiz ki; Sen koruyucuların en hayırlısısın.

 

 Nefsimin büyüttüğü korkuları işitensin, sakinleştir. Bedenimde beslenen hastalıkları görensin, şifalandır. Nefsimin kullandığı bahaneleri işitensin, sustur. Kalbimde gizlenen kötülükleri görensin, arındır. Dünyaya bağlanan zincirlerimi bilensin, özgürleştir.


Göklerin ve yerin anahtarları Senin’dir. Kalbimin anahtarının sahibi de Sensin. İmanın ve muhabbetin ile doldur. Dünyalık bütün hasretlerden sıyır. Sana döneyim ve yalnız Seni ve Senin sevdiklerini özleyeyim. İslam bayrağında gölgelendir. Cennet rüzgarları estir. Zikrin ile coşayım ve Sana ibadet ile huzura kavuşayım.

Amin.

***

Evinin anahtarını teslim ederken şunları söyledi:

Yeryüzünde canlı cansız her varlığın bir anahtarı vardır. Buna başka insanlar da ve hatta kişinin kendisi de dahildir. Hakkında doğru bilgiye ulaşmak ve o bilgiyi doğru değerlendirmek için her birinin asıl anahtarına ulaşmak şarttır. İlim kapıları ancak bu şekilde açılır ve böylece kişi, iki cihanda da fayda görür. Kopyası ya da sahtesi ile iş yapmaya kalkışınca bir şeyler illa ki eksik kalır ve kişiye ya zamanını boşa harcattığı için ya da onu yanlışa sürüklediği için zarar getirir.

Allah’ın rızasını isteyen bir kul için ilim tek başına bilmek değildir. Aynı zamanda öğrendiklerini Allah’a yaklaşmak için kullanabilmektir. Bu yüzden de sahip olması gerektiğine inandığı herhangi bir anahtar için en başta bütün anahtarların sahibinin Allah olduğuna iman etmelidir. Yani bir şeyi anlamadığında, bir işi başaramadığında, birine ulaşamadığında veya zamanını doğru kullanamadığında; bu zorluğu kolaylaştıracak anahtarı Allah’tan dilemelidir. 

Çok zaman kişinin kendi nefsi, doğru anahtara ulaşımı zorlaştırır. Onun terbiye anahtarı ise bol zikirdir. Duadır ve ibadettir. Allah için yaşadığını hatırlamaktır ve Allah’ın emirlerine itaat etmektir. Dünyalık herhangi bir meselede aşırıya kaçıldığı zaman kişi hemen geriye çekilmeli ve nefsi ile vesveselerinin uydurduğu sahte anahtarları bir kenara bırakmalıdır. Allah’a yönelip hakikat anahtarlarını toplamalıdır. Zira dünyanın yalancı anahtarlarıyla ancak kendi etrafında döner durur.

Ey göklerin ve yerin anahtarlarının sahibi olan Allahım! Bizi batıldan uzaklaştır, hakikate yaklaştır. Hikmet sahibi olan salih kullarından eyle. İlim sahiplerinden ve öğrendikleriyle amel edenlerden eyle. Cahillikten ve amelsizlikten muhafaza buyur. Faydasız ilimlerden, işlerden ve insanlardan uzaklaştır. İki cihanda da ferahlık getirecek hayırlı ilimleri, işleri ve insanları bize sevdir ve kolaylaştır. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji