Şûrâ Sûresi 19. Ayet

اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟  ...

Allah, kullarına çok lütufkârdır, dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 لَطِيفٌ lutufkardır ل ط ف
3 بِعِبَادِهِ kullarına ع ب د
4 يَرْزُقُ rızıklandırır ر ز ق
5 مَنْ kimseyi
6 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
7 وَهُوَ ve O
8 الْقَوِيُّ kuvvetlidir ق و ي
9 الْعَزِيزُ galiptir ع ز ز
 

İnsanın, bütün istek, eğilim ve çalışmalarına, dünya-âhiret den­ge­sini gözeterek ve sahip olduğu veya olabileceği bütün imkânların da yüce Allah’ın lutfu olduğunu asla gözden uzak tutmadan yön vermesi gerekir. 20. âyette âhiret kurtuluş ve saadetini samimiyetle isteyen için sadece istediğinin değil fazlasının da verileceği, dünya nimetlerini yeterli gören için ise istediklerinin bir kısmının karşılanacağı ama âhiretten yana bir payının olmayacağı belirtilmiştir. Dünya hayatından söz eden âyetlerde insanın dünya için çalışmaması ve nimetlerinden kendini yoksun bırakması gibi bir hedefin gösterildiğine asla rastlanmaz. Sadece, insanın doğasındaki dünya tutkusu ve yaşama arzusu gerçeğinden hareketle, bu tutkuyu dizginlememenin kötü sonuçlar getirebileceği ve asıl kalıcı hayatın âhirette olacağı yönünde uyarılar yapılır. Zaten âhiret kurtuluş ve saadetini özendiren âyetlerin kişiyi dünyadan tamamıyla soyutlanmış faaliyetlere yönlendirdiği de söylenemez. Zira âhiret kaygısı taşıyarak adım atmak, –son tahlilde– dünya hayatının insana yaraşır biçimde, dirlik ve düzenlik içinde olması sonucunu da doğuracaktır. Nitekim dünya veya âhiret mutluluğunu arzulama konusundaki yaklaşımların değerlendirildiği –ve bu konudaki açıklamaların özeti sayılabilecek– bir âyette her iki hayatta güzellik ve mutluluğu dileyenler övülmüştür (bk. Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/145).

20. âyette iki defa geçen hars kelimesi sözlükte, “tarlayı sürmek, toprağı işleyip tohum atmak, ekilmiş tarla, ondan elde edilen mahsul” gibi mânalara gelir. Bu mâna ile bağlantılı olarak, “ileride kazanmak için yapılan çalışmalar ve onların sonuç ve semereleri” anlamında da kullanılır. Âyette kastedilen mânanın da bu olduğu anlaşılmaktadır (Şevkânî, IV, 610; Elmalılı, VI, 4237); bu sebeple kelime, meâlde “kazanç” şeklinde karşılanmıştır.

Aynı âyette gerek dünya gerekse âhiret hayatıyla ilgili yönelişler “kim isterse” şeklinde belirtilerek eylemlerimizde niyet ve iradenin önemine dikkat çekilmiştir. 19. âyette işaret edildiği üzere, karşılaşacağımız sonuçları meydana getiren üstün irade yüce Allah’a ait olmakla beraber, bize de bu sonuçlarla ilgili bir tercih imkânı ve irade gücü verilmiştir. Şu halde bizim sorumluluğumuz açısından önemli olan o sonuçları gerçekleştirmek değil, istemek ve o yönde çaba sarf etmektir (niyet ve irade konusunda ayrıca bk. Bakara 2/7, 284; Âl-i İmrân 3/145; Nisâ 4/117;). İndiği dönemin şartları dikkate alınarak 19 ve 20. âyetlerin, Mekke müşriklerinin sahip oldukları maddî imkânlarla övünüp bunu kendilerinin Allah katında daha itibarlı kimseler olduğunu gösteren bir delil gibi kullanmalarını reddetme anlamı taşıdığı da düşünülebilir. Böylece, insanların dünya hayatındaki durumlarının gerçekte Allah’ın koyduğu hikmetli yasalara göre şekillendiği, ama burada iyi imkânlara sahip olmanın âhiret kaygısı taşımayanlar için orada bir yarar sağlamayacağı belirtilmiş olmaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 745-746
 

  Şeye'e  شيء  :

  شَيْءٌ bir görüşe göre bilinmesi ve hakkında haber verilmesi mümkün olan şey anlamına gelir ve mevcudu da ma'dumu da kapsar. Bazılarına göre ise شَيْءٌ sözcüğü mevcut olanı ifade eder.

  Köken olarak شاءَ - يَشاءُ  fiilinin mastarıdır. Bununla Yüce Allah vasfedildiğinde irade eden ve dileyen; O'ndan başkası vasfedildiğinde ise irade edilen ve dilenen anlamına gelir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de  sülasi fiil ve bir isim formunda olmak üzere 519 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri şey, eşya, (in)şâ(Allah), (mâ) şâ(Allah)tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  لَط۪يفٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. بِعِبَادِه۪ car mecruru  لَط۪يفٌ ‘e mütealliktir.  Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَرْزُقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.  

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

لَط۪يفٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْقَوِيُّ  haber olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزُ۟  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَز۪يزُ ve  الْقَوِيُّ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

اَللّٰهُ  mübteda,  لَط۪يفٌ  haberidir. 

بِعِبَادِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması  عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ  cümlesi, ikinci haberdir. Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَشَٓاءُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

İmam Gazâlî’nin  لَط۪يفٌ  kelimesinin manası hakkında çok güzel bir tefsiri vardır. “Bu ismi, sadece maslahatların inceliklerini ve sırlarını bilen ve bundan sonra da maslahat yollarına yumuşaklıkla, hoşgörüyle, her türlü sertlikten uzak olarak götüren zat hak eder. Dolayısıyla fiilde merhamet ve lütuf birleştiği vakit latîfin manası ortaya çıkar, bunun kemal şekli Allah Teâlâ’dan başkası için tasavvur edilemez.” Gazâlî’nin kelamı bu kadardır ve bu gerçekten son derece yüce bir kelam ve latîfin manası için güzel bir tasvirdir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 3, s.136)

لَط۪يفٌ  kelimesinin  السَّاعَةِ 'tan sonra zikredilmesi, "ibtidaî" (cümle başlangıcı) değil, onun arkasından tertiplenmiş bir vaad olduğuna işaret eder. Burada kulların Allah'a izafe edilerek "Allah'ın kulları" denilmesi, şeref için olarak ["İman edenler ise ondan çekinirler."] (Şûra, 42/18) buyurulan müminleri gösterir. Bu şekilde hem bu vaadin iman ve kulluğa gerekli olduğunu ima eder, hem de esas itibarıyla bu sonucun zorunlu olmayıp lütuf ve ilâhi dileme eseri olduğunu anlatır. (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟

 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsned olan  الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟  isimleri marife gelmiştir. 

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi, s. 218)

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.

الْقَوِيُّ - الْعَز۪يزُ۟  kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu tekrarlarda ıtnâb, tekrir ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)