مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | كَانَ | ise |
|
3 | يُرِيدُ | istiyor |
|
4 | حَرْثَ | ekinini |
|
5 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
6 | نَزِدْ | artırırız |
|
7 | لَهُ | onun için |
|
8 | فِي |
|
|
9 | حَرْثِهِ | onun ekinini |
|
10 | وَمَنْ | ve kim |
|
11 | كَانَ | ise |
|
12 | يُرِيدُ | istiyor |
|
13 | حَرْثَ | ekinini |
|
14 | الدُّنْيَا | dünya |
|
15 | نُؤْتِهِ | ona veririz |
|
16 | مِنْهَا | ondan bir şey |
|
17 | وَمَا | fakat olmaz |
|
18 | لَهُ | onun |
|
19 | فِي |
|
|
20 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
21 | مِنْ | hiçbir |
|
22 | نَصِيبٍ | nasibi |
|
İnsanın, bütün istek, eğilim ve çalışmalarına, dünya-âhiret dengesini gözeterek ve sahip olduğu veya olabileceği bütün imkânların da yüce Allah’ın lutfu olduğunu asla gözden uzak tutmadan yön vermesi gerekir. 20. âyette âhiret kurtuluş ve saadetini samimiyetle isteyen için sadece istediğinin değil fazlasının da verileceği, dünya nimetlerini yeterli gören için ise istediklerinin bir kısmının karşılanacağı ama âhiretten yana bir payının olmayacağı belirtilmiştir. Dünya hayatından söz eden âyetlerde insanın dünya için çalışmaması ve nimetlerinden kendini yoksun bırakması gibi bir hedefin gösterildiğine asla rastlanmaz. Sadece, insanın doğasındaki dünya tutkusu ve yaşama arzusu gerçeğinden hareketle, bu tutkuyu dizginlememenin kötü sonuçlar getirebileceği ve asıl kalıcı hayatın âhirette olacağı yönünde uyarılar yapılır. Zaten âhiret kurtuluş ve saadetini özendiren âyetlerin kişiyi dünyadan tamamıyla soyutlanmış faaliyetlere yönlendirdiği de söylenemez. Zira âhiret kaygısı taşıyarak adım atmak, –son tahlilde– dünya hayatının insana yaraşır biçimde, dirlik ve düzenlik içinde olması sonucunu da doğuracaktır. Nitekim dünya veya âhiret mutluluğunu arzulama konusundaki yaklaşımların değerlendirildiği –ve bu konudaki açıklamaların özeti sayılabilecek– bir âyette her iki hayatta güzellik ve mutluluğu dileyenler övülmüştür (bk. Bakara 2/201; Âl-i İmrân 3/145).
20. âyette iki defa geçen hars kelimesi sözlükte, “tarlayı sürmek, toprağı işleyip tohum atmak, ekilmiş tarla, ondan elde edilen mahsul” gibi mânalara gelir. Bu mâna ile bağlantılı olarak, “ileride kazanmak için yapılan çalışmalar ve onların sonuç ve semereleri” anlamında da kullanılır. Âyette kastedilen mânanın da bu olduğu anlaşılmaktadır (Şevkânî, IV, 610; Elmalılı, VI, 4237); bu sebeple kelime, meâlde “kazanç” şeklinde karşılanmıştır.
Aynı âyette gerek dünya gerekse âhiret hayatıyla ilgili yönelişler “kim isterse” şeklinde belirtilerek eylemlerimizde niyet ve iradenin önemine dikkat çekilmiştir. 19. âyette işaret edildiği üzere, karşılaşacağımız sonuçları meydana getiren üstün irade yüce Allah’a ait olmakla beraber, bize de bu sonuçlarla ilgili bir tercih imkânı ve irade gücü verilmiştir. Şu halde bizim sorumluluğumuz açısından önemli olan o sonuçları gerçekleştirmek değil, istemek ve o yönde çaba sarf etmektir (niyet ve irade konusunda ayrıca bk. Bakara 2/7, 284; Âl-i İmrân 3/145; Nisâ 4/117;). İndiği dönemin şartları dikkate alınarak 19 ve 20. âyetlerin, Mekke müşriklerinin sahip oldukları maddî imkânlarla övünüp bunu kendilerinin Allah katında daha itibarlı kimseler olduğunu gösteren bir delil gibi kullanmalarını reddetme anlamı taşıdığı da düşünülebilir. Böylece, insanların dünya hayatındaki durumlarının gerçekte Allah’ın koyduğu hikmetli yasalara göre şekillendiği, ama burada iyi imkânlara sahip olmanın âhiret kaygısı taşımayanlar için orada bir yarar sağlamayacağı belirtilmiş olmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 745-746
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir.
كَانَ يُر۪يدُ cümlesi مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ şart fiili olup nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. حَرْثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ cümlesi şartın cevabıdır.
نَزِدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur . لَهُ car mecruru نَزِدْ fiiline mütealliktir. ف۪ي حَرْثِه۪ car mecruru نَزِدْ fiiline mütealliktir.
يُر۪يدُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أرد ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir. كَانَ يُر۪يدُ cümlesi مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ şart fiili olup nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. يُر۪يدُ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يُر۪يدُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. حَرْثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. الدُّنْيَا muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
فَ karînesi olmadan gelen نُؤْتِه۪ مِنْهَا cümlesi şartın cevabıdır. نُؤْتِه۪ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. مِنْهَا car mecruru نُؤْتِ fiiline mütealliktir.
نُؤْتِه۪ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru mahzuf hale mütealliktir. مِنْ harfi zaiddir. نَص۪يبٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ , mübtedadır. كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ , hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir.
كان ’nin haberi olan يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ ‘nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberi muzari olduğunda, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemlere ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)
Veciz ifade kastıyla gelen حَرْثَ الْاٰخِرَةِ izafeti, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlüdür.
حَرْثَ الْاٰخِرَةِ ifadesinde istiare vardır. Ürün yetiştirme, ahiret sevabı için müstear olmuştur.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
ف۪ي حَرْثِه۪ۚ ibaresinde, ف۪ي harfinde istiare vardır. حَرْثِ yani tarla, içine girilmeye müsait olmadığı halde zarfiye manası ihtiva eden ف۪ي harfiyle içi olan bir şeye benzetilmiştir. Câmi’, ikisi arasındaki mutlak irtibattır.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ [Kim ahiret ürününü istiyorsa…] ayetinde istiare vardır. Yüce Allah, ahiret için çalışmayı, istiare-i temsîliyye yoluyla, meyve ve hububatını toplamak için ekin eken kimseye benzetti. Bu, latîf istiarelerdendir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Konudaki önemine binaen tekrarlanan حَرْثَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Din ilminin konusunun iradî fiiller olduğuna dikkat çekmek ve bu lütuf ve vaadin niyyet ve iradeye bağlı olduğunu açıklamak için de buyuruluyor ki: Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ
Cümle atıf harfi و ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ mübteda, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir.
كان ’nin haberi olan يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا ‘nin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudus ve teceddüt ifade eder, yani bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât s. 112)
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نُؤْتِه۪ مِنْهَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ürün yetiştirme manasındaki حَرْثَ , bu cümlede de sevap için müstear olmuştur. Önceki cümlede ahiret, bu cümlede dünya tarlaya benzetilmiştir.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ cümlesi ile وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ cümlesi, şartın cevabına atfedilmiştir. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi, fiil cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُ mahzuf mukaddem habere, فِي الْاٰخِرَةِ ise mahzuf hale mütealliktir. مِنۡ , tekid ifade eden zaid harftir. نَص۪يبٍ , lafzen mecrur mahallen merfû olarak muahhar mübtedadır.
نَص۪يبٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid مِنْ harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir nasip’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
حَرْثَ , الْاٰخِرَةِ , كَانَ , مِنْ , يُر۪يدُ kelimelerinin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَرْثَ - نَص۪يبٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
حَرْثَ , aslında sözlük anlamı olarak ‘yeri onarıp tohum atmak’ demektir. Kamus şerhi sahibinin hatırlatmasına göre زرأ (ekin ekmek) fiilinden daha geniş anlamlıdır. حَرْثَ , ‘sürmek’ manasına da gelir. Râgıb'ın dediği gibi مَحْروث ‘a yani ekilen tarlaya ve ondan meydana gelen ekine de حَرْث denilir. Kelimenin asıl manası olan bu iki manayı, ekim ve ekin diye ifade edebiliriz. Bu manalardan istiare yoluyla ilerde kazanmak için yapılan çalışmalar, çabalarla onların meyveleri ve sonuçları hakkında da kullanılır ve örf olmuştur, nitekim bu ayette de böyledir. Amel veya sevabı demektir. Bu ayet bize gösteriyor ki din işi bir حَرْث yani ucunda hasılat almak, kazanmak maksadıyla yapılan bir ekim, bir kültür işidir. Bu da ucunda istenilen yani niyet olunan gaye ve maksatla uyumludur. Bu yönüyle حَرْث iki kısımdır. Birisi ahiret gayesi, ahiret sevabı diğeri de dünya yararı ve menfaati arzu edilendir. Her kim din adına yaptığı ameli sırf ahiret sevabına niyet ederek yaparsa biz ona kazancında fazlalık veririz. Ekinini, hasılatını artırırız, yani ahirette kat kat fazlasıyla vereceğimiz gibi dünyasından da veririz, o lütuf ve rızık o şekilde artar. Her kim de dünya harsini isterse, dünya kârı için, yani ölmezden önce dünya hayatında ereceği bir maslahat ve gaye için çalışırsa Ona da ondan, o geçici dünyadan veririz. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Allah Teâlâ bu ayette, ahireti isteyen ile dünyayı isteyen arasında, şu bakımlardan fark olduğunu ortaya koymuştur.
a) Ahiret ekinini isteyeni bu ayette dünya ekinini isteyenden önce zikretmiştir ki bu, bir üstün kılma (ve iltifatın) emaresidir
b) Ahiret ekinini isteyen kimse hakkında, ["Onun ekinini artırırız"] buyurmuş, dünya ekinini murad eden hakkında da, ["Ona da, (yalnız) bundan veririz.."] buyurmuştur. Bu ifadedeki مِنْهَا ifadesi, kısmîlik ifade eder. Buna göre mana, "Ona, onun istediği şeylerin hepsini değil bir kısmını verir" şeklinde olur.
Ben derim ki: Aklî delil ile bu iki hususu açıklamak mümkündür: Çünkü ahiret için çalışıp, bu işe devam eden herkesin bu hususta yaptığı amellerin çokluğu, o kimsede birtakım melekelerin meydana gelmesine sebep olur.
Ama dünyayı isteyen kişi bu isteğinde ne kadar ısrarlı ve devamlı olursa, dünyayı elde etme hususundaki arzusu da o nispette çoğalır ve dünyaya meyli o nispette kuvvetlenir. Meyil hep artmakta olup, elde edilmek istenen şey de aynı halde kalınca, mahrumiyet de şüphesiz o nispette gerekli ve elzem olur.
c) Ahiret ekinini isteyenler hakkında, ["Onun mahsulünü artırırız"] buyurmuştur. Bu kimseye, dünyayı (dünya hayır ve menfaatlerini) nasip edip etmeyeceğinden bahsetmemiş, bu konuda ne müspet ne de menfi bir şey bildirmeyip meskût bırakmıştır. Fakat dünya ekinini isteyen kimseye, Allah Teâlâ çok açık ve net bir biçimde ahiret payından hiçbir şey vermeyeceğini beyan buyurmuştur. Ki işte bu, bu hususta büyük bir farkın bulunduğuna delalet eder.
d) Ahireti isteyenin, istediği şeyin fazla fazla verileceğini beyan buyurmuş; dünyayı isteyenin isteklerinin ise ancak bir kısmının verilip, artık ahirette onun için hiçbir pay olmadığını bildirmiştir. Böylece Cenab-ı Hak ilk cümle ile ahireti isteyenin halinin hep terakki ve artışa doğru tırmandığını; ikinci cümleyle de, dünyayı isteyenin durumunun, birinci makamda (dünyada), noksanlıkta; ikinci makamda (ahirette) de tam bir butlan (yokluk) içinde olduğunu beyan etmiştir.
e) Ayet, gerek ahiret ve gerekse menfaatlerinin hemen hazır (çantada keklik) olmayıp, aksine her iki konuda da mutlaka bir حَرْث (ön hazırlık/ekim) yapmanın gerekli olduğuna delalet etmektedir. Ekim ise, ancak ekme ile ilgili birtakım güçlüklere katlanma, sonra sulama, sonra büyütme, hasat etme, daha sonra da temizleme ve seçme ile elde edilir. Cenab-ı Hak, bu ikisine de حَرْث adını verince, herbirinin, birtakım zorluklara ve güçlüklere göğüs germe ile elde edileceğini anlıyoruz. Hak Teâlâ sonra, ahiretin artmaya ve hep kemâle doğru yükselmeye, dünyanın ise önce noksanlaşmaya, sonra da yok olmaya mahkum olduğunu beyan buyurmuştur. Binaenaleyh adeta, "Bu iki kısmın her birinde de ekimin, sulamanın, büyütmenin, hasadın ve ayıklamanın yorgunluk ve sıkıntılarına her halükârda göğüs gerildiğine göre, bu yorgunlukları hep artışa ve sürekliliğe doğru gidene yöneltmek; noksanlığa ve yokluğa gidene yöneltmekten daha evlâdır" denilmek istenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)