اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | لَهُمْ | onların var (mı?) |
|
3 | شُرَكَاءُ | ortakları |
|
4 | شَرَعُوا | şeriat kılan |
|
5 | لَهُمْ | kendilerine |
|
6 | مِنَ |
|
|
7 | الدِّينِ | dini |
|
8 | مَا |
|
|
9 | لَمْ |
|
|
10 | يَأْذَنْ | izin vermediği |
|
11 | بِهِ | onu |
|
12 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
13 | وَلَوْلَا | eğer olmasaydı |
|
14 | كَلِمَةُ | sözü |
|
15 | الْفَصْلِ | ayırım |
|
16 | لَقُضِيَ | derhal hüküm verilirdi |
|
17 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
18 | وَإِنَّ | ve kuşkusuz |
|
19 | الظَّالِمِينَ | zalimler (için) |
|
20 | لَهُمْ | onlara vardır |
|
21 | عَذَابٌ | bir azab |
|
22 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Önceki ilâhî dinlerin mensuplarının kendi dinleri hakkında ayrılığa düşüp parçalanmalarından söz eden âyetleri takiben burada da müşriklerin, dinin temeli ve kaynağı konusundaki ayrılıklarına, yani bütün ilâhî dinlere karşı çıkıp sapkınlık ve inkârcılık önderlerinden şirk dinini almaları konusuna geçilmektedir. Âyette soru ifadesinin kullanılması, bir yandan Allah’ın izin vermediği dinî kurallar konmasını kınama, diğer yandan da şirki bir tür din olarak empoze edenleri eleştirme anlamı taşımaktadır. Kendileri için din koyan ortaklar ile onlara şirki cazip gösteren şeytanların veya taptıkları putların kastedilmiş olması da muhtemeldir ki müfessirler genellikle –bizim de meâlde tercih ettiğimiz– bu iki mânayı esas almışlardır (meselâ bk. Zemahşerî, III, 401-402; Râzî, XXVII, 163; âyetin ikinci cümlesinin izahı için bk. 14-15. âyetlerin tefsiri).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 746-747
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شُرَكٰٓؤُ۬ا mübteda olup lafzen merfûdur. شَرَعُوا fiil cümlesi شُرَكٰٓؤُ۬ا ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَرَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru شَرَعُوا ‘ya mütealliktir. مِنَ الدّ۪ينِ car mecruru مَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ يَأْذَنْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَأْذَنْ meczum muzari fiildir. بِهِ car mecruru يَأْذَنْ fiiline mütealliktir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.
وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani ‘değil mi?’ manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
كَلِمَةٌ mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجودة (Mevcuttur.) şeklindedir. الْفَصْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. قُضِيَ fetha üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَيْنَهُمْ mekân zarfı قُضِيَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi, اِنَّ ’nin ismi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
لَهُمْ car mecruru عَذَابٌ ‘a mütealliktir. عَذَابٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اَل۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ
Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. اَمْ atıf ve idrâb harfidir. Yani بل ve hemze manasındadır.
Râzî ise farklı görüştedir. Ayetin başındaki اَمْ lafzının hemzesinin takrir (iyice anlatma) ve tefrî’ için olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur olan لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. شُرَكٰٓؤُ۬ا , muahhar mübtedadır.
Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp tevbih ve tahkir anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ cümlesi شُرَكٰٓؤُ۬ا için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. شَرَعُوا fiiline müteallik olan car mecrurlar لَهُمْ ve مِنَ الدّ۪ينِ , ihtimam için mef’ûl konumundaki mevsûle takdim edilmiştir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهِ , ihtimam için fail olan اللّٰهِ ‘ya takdim edilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Buradaki اَمْ , intikal ile alakalı bir idrâbdır. Yani önceki manayı bırakıp zıt bir mana ifade eder. İstifham, olumsuzluk ve azarlama manası taşır. Aslında onlar için şeriat koyan ortaklar yoktur, onların şirk koştukları şeyler şeriat koymaz. Çünkü onlar; işitmeyen, görmeyen, kendilerine dua edildiğinde duaları işitmeyen, duysalar bile bu dualara cevap vermeyen ortaklardır. Bunda onların ibadet edilmeyi hak etmeyen şeylere ibadet ettiklerine uyarı vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.143)
الدّ۪ينِ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)
وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda faide-i haberî isnaddır. Şart cümlesi; لَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ menfi isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan كَلِمَةُ الْفَصْلِ ’nin takdiri موجودة (Mevcuttur) olan haberi mahzuftur.
Müsnedün ileyh كَلِمَةُ الْفَصْلِ , az sözle çok anlam ifade eden izafet formunda gelmiştir. Bu izafet, kıyamet gününden kinayedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
لَقُضِيَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naibi failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye ’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Burada الْفَصْلِ ْ kelimesinin zikredilmesi, bu kelimede bulunan hüküm manası dolayısıyladır. Bunun için de kıyamet günü, fasıl günü olarak isimlendirilmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.146)
Eğer الْفَصْلِ kelimesi olmasaydı aralarında hüküm yerine getirilmiş, bitirilmişti. الْفَصْلِ azabın belirli bir süreye geri bırakılmasına dair ezelde önceden kararlaştırılan kelimedir. Burada الْفَصْلِ hüküm veya beyan veya tefrik (ayırma) manalarına olabilir. Tefrik manasında: Müminlerle kâfirler arasında ["Bir zümre cennette, bir zümre cehennemde."] (Şûra, 42/7) hükmü veya müşriklerle taptıkları ortakların aralarının açılması veya dünya kazancı hükmünün ahiret kazancı hükmünden ayrılması manaları düşünülebilir. Gerçi mananın aslı cezanın saatine geri bırakılması meselesidir ki ["Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır."] ifadesiyle tamama erdirilip beyan buyuruluyor. Yani hak dinin gereği Allah şeriatının hükmü olan fasıl ve kaza ezelde vakit ve saatine geri bırakılmakla icrasız kalmayacaktır. Bütün zalimlere elemli bir azap muhakkaktır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
و , atıf arfidir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Müşriklerin zalimler olarak isimlendirilmesinde, şirkin zulüm olduğu manası vardır.
الظَّالِم۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek bu özelliğin istimrar ve istikrarına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ‘nin haberi olan لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.
Müsned olan bu cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ اَل۪يمٌ , muahhar mübtedadır.
عَذَابٌ ’daki nekrelik, bu azabın tasavvur edilemeyecek evsafta olduğuna işarettir.
اَل۪يمٌ , müsnedün ileyhin olan عَذَابٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَل۪يمٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Azabın اَل۪يمٌ ‘la sıfatlanmasında, aklî mecaz sanatı vardır.
الظَّالِم۪ينَ - شُرَكٰٓؤُ۬ا ve عَذَابٌ - اَل۪يمٌ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)