Şûrâ Sûresi 31. Ayet

وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ  ...

Yeryüzünde O’nu âciz bırakamazsınız. Sizin için Allah’tan başka hiçbir dost ve yardımcı yoktur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değilsiniz
2 أَنْتُمْ siz
3 بِمُعْجِزِينَ aciz bıracacak ع ج ز
4 فِي
5 الْأَرْضِ yer yüzünde ا ر ض
6 وَمَا ve yoktur
7 لَكُمْ sizin
8 مِنْ
9 دُونِ başka د و ن
10 اللَّهِ Allah’tan
11 مِنْ hiçbir
12 وَلِيٍّ veliniz و ل ي
13 وَلَا ne de
14 نَصِيرٍ bir yardımcı(nız) ن ص ر
 

İnsanın irade gücünü ve sahip olduğu yetenekleri yanlış yolda kullanması kendisi için kötü sonuçların doğmasına yol açar. Bu, madde âleminde geçerli olan kanunlar gibi bir kanun, bir kuraldır. Bu sonuçlardan kurtulmak için insanın ilâhî iradeye karşı bir mücadele vermeye kalkışması ise büyük bir densizlik ve boşuna ortaya konan bir çabadır.

31. âyetin ilk cümlesi genellikle şöyle açıklanmıştır: Ne kadar güçlü olursanız olun, nasıl bir yola başvurursanız vurun, yapıp ettiklerinize karşılık başınıza bir musibetin gelmesi mukadder ise ondan kaçamazsınız, bu konuda Allah’ı âciz bırakamazsınız, ilâhî iradeyi bertaraf edemezsiniz (Taberî, XXV, 33). Âyette yer alan “yeryüzünde” kaydı mekân açısından da genelliği ifade etmek içindir (İbn Âşûr, XXVII, 104); “nerede olursanız olun” anlamındadır (Hâzin, V, 413).

32-34. âyetlerde yüce Allah’ın kudretine karşı direnmenin anlam­sızlığını kavratmak üzere kolayca gözlemlenebilen bir tabiat olayına değinilmekte, gemilerin denizlerde yüzebilmesini sağlayan yasanın O’nun iradesinden kaynaklandığı hatırlatılmaktadır. 32. âyette geçen a‘lâm kelimesinin “dağlar” anlamı esas alınarak âyetin bu kısmına genellikle, “Denizde dağlar gibi akıp giden gemiler” şeklinde mâna verilmiştir (Zemahşerî, III, 406; İbn Atıyye, V, 37-38). Meâlde ise, bu tasvirin daha geniş biçimine yer verilen başka bir âyetteki mâna esas alınarak, “denizde (yelkenlerini) bayraklar gibi (açarak) süzülüp giden gemiler” anlamı tercih edilmiştir (bk. Rahmân 55/24). 33. âyette rüzgârın, gemilerin seyrine yardımcı olması özelliği ön plana çıkarılırken, 34. âyette -sırf rüzgâr faktörüne bağlanmaksızın- dilediği takdirde Allah Teâlâ’nın gemilerde bulunanları helâk edebileceği belirtilmiştir. Gemilerin hareketini sağlayan rüzgârdan söz edilirken bir taraftan sabrın diğer taraftan da şükrün övülmesi dikkat çekicidir.

 
 

وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتُمْ  munfasıl zamir  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir. 

مُعْجِز۪ينَ  kelimesi lafzen mecrur, mahallen  مَٓا ‘nın haberi olarak mansub olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُعْجِز۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

مُعْجِز۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ  car mecruru mübteda  وَلِيٍّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

مِنْ دُونِ  car mecruru  وَلِيٍّ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْ  zaiddir.  وَلِيٍّ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرٍ  atıf harfi  وَ ‘la  وَلِيٍّ ‘e matuftur.
 

وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ 

 

Ayet,  atıf harfi  وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi formundadır.  مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Haberi olan  بِمُعْجِز۪ينَ ’ye dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bu cümlede müsnedün ileyhin önüne olumsuzluk harfi geçmiştir ve haber de müştak isimdir. Her ne kadar bu yapı birçok yerde ihtisas ifade etse de burada ihtisas ifade etmez. Çünkü mana “sadece siz, yeryüzünde Allah’ı aciz bırakmadınız” şeklinde değildir, çünkü böyle olsaydı başkaları Allah’ı aciz bırakabilir manası çıkardı. Buradaki bina, hükmü takviye ve takrir ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.197-198)


 وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ

 

Cümle atıf harfi  وَ  ile makabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مَا لَكُمْ  mahzuf habere mütealliktir. Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  وَلِيٍّ  muahhar mübtedadır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Haberin mahzuf haline müteallik olan car mecrur  مِنْ دُونِ اللّٰهِ , ihtimam için mübtedaya takdim edilmiştir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen  دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

وَلِيٍّ - نَص۪يرٍ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Birbirini takip eden iki cümlede de takdim edilmiş haber olarak gelen car mecrurun başında bulunan nafiye  مَا ’sıdır. Bu üslup çoğunlukla ihtisas ifade eder. Ancak burada ihtisas manası uygun olmaz, çünkü bu durumda “Allah’ın dışında dostlar edinmek sadece sizin için doğru değildir, yani başkaları için bir mahzur yoktur” gibi bir mana çıkar ki, Allah bizi bu manadan korusun. Çünkü ne onların ne de başkalarının Allah’tan başka dostu yoktur. Diğer taraftan mübteda olan  مِنْ وَلِيٍّ  sözünde, mübtedanın başına gelmiş zaid bir  مِنْ  harfi vardır, Bu da nefyin (olumsuzluğun) mümkün olan son sınıra kadar ulaştığını, yani mübalağa manası ifade eder. ‘Hiç’ manası kazandırır. Haber olan car mecrur ِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  şeklindeki zaid bir  مِنْ  harfi taşıyan mübtedaya takdim edilmiştir. Dolayısıyla bu cümlede kelamın sevk edildiği amacı tekid eden birçok zaid harf vardır. Dolayısıyla Allah’ın dışında dost edinenlere olan gazabın şiddetine delâlet eden birçok şey söz konusudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.200)

İmam Vâhidî (rh) der ki: ”Bu ayet-i kerime, Allah'ın Kitabındaki en umut verici ayettir. Çünkü Allah Teâlâ müminin günahını ikiye ayırmaktadır. Bir grubunu kendilerine musibet vererek bu musibeti günahlarına kefaret kılmakta, bir grubunu da dünyada affetmektedir. O, kerimdir, ahirette affından geri dönecek değildir. İşte bu, Yüce Allah'ın müminlere karşı adetidir." (Ruhu’l Beyan)