Şûrâ Sûresi 33. Ayet

اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ  ...

O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ eğer
2 يَشَأْ dilerse ش ي ا
3 يُسْكِنِ durdurur da س ك ن
4 الرِّيحَ rüzgarı ر و ح
5 فَيَظْلَلْنَ sonra kalırlar ظ ل ل
6 رَوَاكِدَ hareketsiz ر ك د
7 عَلَىٰ
8 ظَهْرِهِ (denizin) sırtında ظ ه ر
9 إِنَّ kuşkusuz
10 فِي vardır
11 ذَٰلِكَ bunda
12 لَايَاتٍ ibretler ا ي ي
13 لِكُلِّ herkes için ك ل ل
14 صَبَّارٍ sabreden ص ب ر
15 شَكُورٍ şükreden ش ك ر
 

İnsanın irade gücünü ve sahip olduğu yetenekleri yanlış yolda kullanması kendisi için kötü sonuçların doğmasına yol açar. Bu, madde âleminde geçerli olan kanunlar gibi bir kanun, bir kuraldır. Bu sonuçlardan kurtulmak için insanın ilâhî iradeye karşı bir mücadele vermeye kalkışması ise büyük bir densizlik ve boşuna ortaya konan bir çabadır.

31. âyetin ilk cümlesi genellikle şöyle açıklanmıştır: Ne kadar güçlü olursanız olun, nasıl bir yola başvurursanız vurun, yapıp ettiklerinize karşılık başınıza bir musibetin gelmesi mukadder ise ondan kaçamazsınız, bu konuda Allah’ı âciz bırakamazsınız, ilâhî iradeyi bertaraf edemezsiniz (Taberî, XXV, 33). Âyette yer alan “yeryüzünde” kaydı mekân açısından da genelliği ifade etmek içindir (İbn Âşûr, XXVII, 104); “nerede olursanız olun” anlamındadır (Hâzin, V, 413).

32-34. âyetlerde yüce Allah’ın kudretine karşı direnmenin anlam­sızlığını kavratmak üzere kolayca gözlemlenebilen bir tabiat olayına değinilmekte, gemilerin denizlerde yüzebilmesini sağlayan yasanın O’nun iradesinden kaynaklandığı hatırlatılmaktadır. 32. âyette geçen a‘lâm kelimesinin “dağlar” anlamı esas alınarak âyetin bu kısmına genellikle, “Denizde dağlar gibi akıp giden gemiler” şeklinde mâna verilmiştir (Zemahşerî, III, 406; İbn Atıyye, V, 37-38). Meâlde ise, bu tasvirin daha geniş biçimine yer verilen başka bir âyetteki mâna esas alınarak, “denizde (yelkenlerini) bayraklar gibi (açarak) süzülüp giden gemiler” anlamı tercih edilmiştir (bk. Rahmân 55/24). 33. âyette rüzgârın, gemilerin seyrine yardımcı olması özelliği ön plana çıkarılırken, 34. âyette -sırf rüzgâr faktörüne bağlanmaksızın- dilediği takdirde Allah Teâlâ’nın gemilerde bulunanları helâk edebileceği belirtilmiştir. Gemilerin hareketini sağlayan rüzgârdan söz edilirken bir taraftan sabrın diğer taraftan da şükrün övülmesi dikkat çekicidir.

 
 

اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ

 

Fiil cümlesidir. اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَشَأْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فَ  karînesi olmadan gelen  يُسْكِنِ  cümlesi şartın cevabıdır. يُسْكِنِ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الرّ۪يحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَظْلَلْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni nakıs muzari fiildir. Nûnu’n-nisve يَظْلَلْنَ 'nin ismi olup mahallen merfûdur.

رَوَاكِدَ  kelimesi  يَظْلَلْنَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

عَلٰى ظَهْرِه۪  car mecruru  رَوَاكِدَ ‘ye mütealliktir. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُسْكِنِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سكن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ

 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. فِی ذَ ٰ⁠لِكَ  car mecruru  إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.

ذا  işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  اٰيَاتٍ  kelimesi  إِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. لِكُلِّ  car mecruru  اٰيَاتٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına mütealliktir. صَبَّارٍ

muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَكُورٍ kelimesi صَبَّارٍ ' in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

صَبَّارٍ - شَكُورٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  يَشَأْ , müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. 

Şartın cevabı  فَ  karînesi olmadan gelen  يُسْكِنِ الرّ۪يحَ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Nakıs fiil  ظَلّ ’nin dahil olduğu  يَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ , sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

رَوَاكِدَ , nakıs fiil  يَظْلَلْنَ ’nin haberidir.  عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ  car mecruru  رَوَاكِدَ ’ye mütealliktir..

Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. 

Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

الرّ۪يحَ  kelimesini cumhur tekil olarak, Nâfi de cemi sıygası ile okumuştur. Cumhurun kıraatine göre tekil okunması  الرِّيحَ,  hayır getiren rüzgara delalet eder. Yine cemi olan  الرِّياحَ  geldiği yerlerde çoğunlukla hayır, tekil gelen yerlerde azap getiren rüzgara delalet eder, denilmiştir. Kur’an’da bazı ayetlerde hem müfred hem cemi olduğunda da hayır manasına gelmiştir. (Âşûr)

رَوَاكِدَ  kelimesi, durgun olmakla birlikte ağır bir yük taşıdığını da ifade eder. ‘Hapsetmek’ manası da vardır. Gemi, sadece kendisi durmakla kalmaz, onun içindekiler de adeta hapsolmuş gibi öylece kalırlar. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.207-208)

Arapçada  ركدت السفينة  denilir ki, manası, gemi kalakaldı ve durdu demektir. Buna göre ayetin manası; hoş rüzgarlarla denizlerde akıp giden gemiler, rüzgar kesilince denizin yüzünde kalakalırlar ve artık yürüyemez, hareket edemezler. (Rûhu’l Beyân ve Fahreddin er-Râzî, Âşûr)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ

 

Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah’ın, kudretine dikkat çekmek ve yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Tecessüm ve cem ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan Suresi 57, c. 5, s. 190)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ  car mecruru,  لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اٰيَاتٍ  kelimesinin önemine binaen tekrarlanması ıtnâb sanatıdır.

صَبَّارٍ  ve  اٰيَاتٍ  kelimelerindeki nekrelik, nev, kesret ve tazim ifade eder.

صَبَّارٍ - شَكُورٍ  kelimeleri mübalağa kalıplarıyla kullanılarak vurgu yapılmıştır. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

شَكُورٍ  kelimesi صَبَّارٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Allah dilerse o rüzgarı yani o gemileri hareket ettiren, hareket sağlayan gücü durduruverir, o zaman o gemiler denizin sırtı üstünde durakalırlar. Şüphe yok ki bunda, gemilerin denizin sırtı üzerinde duraklamasında çok sabırlı, çok şükreden her kimse için birçok ayetler vardır ki insanların acizliğini ve gerçekte Allah'tan başka bir velî, bir yardımcı olmadığını ispat eder. Fakat sabrı olmayanlar bu gemilere binip de bu olayları müşahade ve üzerinde düşünmeye çalışamazlar, şükrü olmayanlar da bu gözlem ve tefekkür nimetinin değerini bilip de neticelerini ortaya çıkaramazlar onun için demişlerdir ki imanın yarısı sabır yarısı şükürdür. (Elmalılı, Âşûr)

صَبَّارٍ شَكُورٍ [Çok sabreden, çok şükreden] kelimeleri mübalağa sıyğalarındandır. Çok sabretmek, Allah’a itaat ve başa gelen sıkıntılar konusunda; çok şükretmek ise Allah'ın ihsan ettiği nimetler veya çeşitli yardım ve başarılar dolayısıyladır. Sabır, itaat veya sıkıntılarda söz konusu olur. Allah'a itaat: mesela namaz sabır gerektirir. صَبَّارٍ  vasfının yanında  شَكُورٍ  vasfı gelmiştir. Kur'an'da yanında bu vasfın gelmediği صَبَّارٍ  kelimesi yoktur. Her iki sıfat da bunların devamlı olması gerektiğine delalet etmek için mübalağa sıygasında gelmiştir. İnsanın Rabbine devamlı olarak itaat etmesi, bunun için de devamlı olarak sabretmesi gerekir. İtaat için hoşlanmadığı şeylere maruz kalır, bu da hoşlanmadığı şeylere sabretmesini gerektirir. Şükre de devam etmek gerekir, çünkü Allah'ın nimetleri devamlı olarak ona ihsan edilir. Kur'anî tabirlerde denizdeki bir tehdit veya korkudan bahsedildiği vakit, sabrın şükürle birlikte geldiği göze çarpar. Bir korku hali veya tehlikeden bahsedilmediği vakit sadece şükür zikredilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 502-503)

Ayetin son cümlesi İbrahim/5, Lokman/31, Sebe/19. ayetlerinde de aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)