وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ
Bireylerinin çoğu, başta inanç alanı olmak üzere birçok konuda bağnaz bir tutum sergiledikleri ve karanlık bir zihniyeti temsil ettikleri için Câhiliye toplumu olarak nitelenen sosyal yapıda köklü bir değişim meydana getirerek insanlık için örnek bir nesil ortaya çıkarmayı hedefleyen Kur’an, bu âyetlerde, daha Mekke dönemindeyken, imanın aksiyona dönüşmesini istemekte, kişinin hem Allah’a karşı vecîbelerini yerine getirirken hem de başkalarıyla ilişkilerini düzenlerken vazgeçemeyeceği bazı hayat düsturları vermektedir. Her şeyden önce insan bu dünyada sahip olduğu imkânlara kendi hünerinin ürünü olarak bakmamalı, bunların kendisine “verilmiş” olduğunu iyi kavramalı, bunların geçici, Allah katındakilerin ise kalıcı olduğunu, kalıcı nimetleri hak etme yolunun da imandan ve Allah’a dayanıp güvenmekten geçtiğini unutmamalıdır. Bu yolda güvenli bir yürüyüş için esas alınması gereken bazı ilkelere 37-39. âyetlerde, övgüye lâyık müminlerin örnek davranışlarını tanıtma tarzında işaret edilmiştir: İnsan –başka birçok âyette belirtildiği üzere– şeytanın sürekli telkinleri altında olup günaha ve hayâsızlığa zorlanmaktadır; iyi mümin günah konusunda kendisinden emin olan değil, iradesini kullanıp olabildiğince bunlardan –özellikle büyük günahlardan– kaçınmaya çalışan kimsedir. İnsan, tabiatı gereği öfkelenebilir; erdemlilik asla öfkelenmemek değil böyle bir durumda öfkesine mağlûp olmamak, gerektiğinde özveride bulunabilmek ve bağışlayıcı davranabilmektir (bu konuda bk. Âl-i İmrân 3/134). Rabbinin çağrısına uymak yani Allah ve resulünün bildirdiklerine, başka faktörlerin etkisiyle değil, içtenlikle bağlılık göstermek, kulluk görevini ihmal etmemenin somut göstergesi olarak namazı özenle kılmak, meselelerin çözülmesinde istişare yolunu izlemek, kendilerine verilen imkânları başkalarıyla paylaşmaktan sevinç duymak, haksız saldırılara karşı ortak tavır almak da iyi müminin vasıfları arasında sayılmıştır. Öfkelendiğinde bağışlayıcı olmak bir erdem olduğu gibi haksız tecavüze karşı direnme de bir erdemdir (Şevkânî, IV, 618-619; günah çeşitleri ve büyük günah hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/31. “Hayasızlıklar” diye çevrilen ve fâhişe kelimesinin çoğulu olan fevâhiş, “çirkin işler, kötülükler” şeklinde de tercüme edilebilir, bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/135; En‘âm 6/151; Şûrâ ve istişâre hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/159).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 753-754وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ
الَّذ۪ينَ ismi mevsulü atıf harfi وَ ‘la önceki ayette geçen الَّذ۪ينَ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصَابَهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَصَابَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْبَغْيُ fail olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ يَنْتَصِرُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. يَنْتَصِرُونَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَنْتَصِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَصَابَهُمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يَنْتَصِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi نصر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ
Atıf harfi وَ ile 36. Ayetteki الَّذ۪ينَ ‘ye atfedilmiştir. Allah’ın katındaki hayrı hakedenlerin özelliklerinin sayıldığı üçüncü ayettir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ cer mahallinde mecrurdur. Sılası olan اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. هُمْ mübteda, يَنْتَصِرُونَ cümlesi haberdir.
هُمْ fasıl zamiri, haberi takviye için getirilmiştir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Şarttan mücerret zaman zarfı اِذَٓا , amili olan يَنْتَصِرُونَ fiiline takdim edilmiştir.
Cevabında ف olmadığı için اِذَٓا , şartiyye değildir. (Mahmud Harat. https://tafsir.app/)
Muzâfun ileyh olan اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
الَّذ۪ينَ ‘de cem’ edilen Rablerinin çağrısına cevap verenlerin özellikleri, namazı kılmak, aralarında danışmak, Allah’ın verdiği rızkı infak etmek….. olarak sayılmıştır. Bu üslup cem' ma’at-taksim sanatıdır.
36. ayetten itibaren الَّذ۪ينَ ile başlayan cümlelerde, Allah’a güvenip dayanma özelliğinin kapsamında olduğu halde diğer özellikler sayılmıştır. Bu umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır.
Burada geçen الْبَغْيُ , ‘zulüm, haddi aşmak’ demektir. Yine ayette geçen الانتصار , yardım talep etmek demektir. Buna göre ayetin manası, onlar bir zulme ya da zalim tarafından düşmanlığa uğradıkları zaman ondan intikam alırlar. Yüce Allah'ın, kendilerine gösterdiği ve izin verdiği şekilde, zulmedenden kısasen haklarını alırlar, bu muayyen sınırı, mislîliği gözetme ilkesini aşmazlar. Oysa onların dışındakiler böyle değildir. İşte burada ”Onlar yardımlaşır" şeklindeki tahsisin manası budur.
Ayetin bu ifadesi, onların cesaretle vasıflanmalarını ifade etmektedir. Bundan önce dînî ana faziletlerle uyanık kalmak, hilim ve cömertlik ile vasıflanmışlardı. Meseleyi biraz daha açarsak, zulüm onlara güçlü ve kuvvetli kişiler tarafından gelmektedir. Müslümanlar bu zalimlerden meşru biçimde intikam aldıklarında cesaretleri sabit olacak ve Allah'ın dini uğrunda sertlikleri ortaya çıkacaktır. Onlar meşru biçimde aldıkları bu intikamı fasıkların kendilerine hücumları dolayısıyla zillete düşmemek ve caniyi zayıflara cüret etmekten alıkoymak için alırlar. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
Müslümanlar, önemli faziletlerle vasıflandırıldıktan sonra burada da cesaretle vasıflandırılmaktadırlar. Bu, onların bağışlayıcı olmakla vasıflandırılmalarıyla çelişmez; zira her iki haslet de, yerine göre fazilettir ve yerine göre de zillettir, kötüdür. Nitekim acizlere karşı, faziletli insanların kusurlarına karşı halimlik göstermek, övgüye şayandır; zorbaya karşı ve şerefsizlerin kabahatlerine karşı halimlik göstermek, ise, yergiye şayandır. Zira bu hilm (yumuşaklık), onları haksızlık yapmaya teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)