وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve |
|
2 | اسْتَجَابُوا | çağrısına gelirler |
|
3 | لِرَبِّهِمْ | Rablerinin |
|
4 | وَأَقَامُوا | ve kılarlar |
|
5 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
6 | وَأَمْرُهُمْ | ve işleri |
|
7 | شُورَىٰ | danışma iledir |
|
8 | بَيْنَهُمْ | aralarında |
|
9 | وَمِمَّا | şeylerden |
|
10 | رَزَقْنَاهُمْ | kendilerini rızıklandırdığımız |
|
11 | يُنْفِقُونَ | infak ederler |
|
Bireylerinin çoğu, başta inanç alanı olmak üzere birçok konuda bağnaz bir tutum sergiledikleri ve karanlık bir zihniyeti temsil ettikleri için Câhiliye toplumu olarak nitelenen sosyal yapıda köklü bir değişim meydana getirerek insanlık için örnek bir nesil ortaya çıkarmayı hedefleyen Kur’an, bu âyetlerde, daha Mekke dönemindeyken, imanın aksiyona dönüşmesini istemekte, kişinin hem Allah’a karşı vecîbelerini yerine getirirken hem de başkalarıyla ilişkilerini düzenlerken vazgeçemeyeceği bazı hayat düsturları vermektedir. Her şeyden önce insan bu dünyada sahip olduğu imkânlara kendi hünerinin ürünü olarak bakmamalı, bunların kendisine “verilmiş” olduğunu iyi kavramalı, bunların geçici, Allah katındakilerin ise kalıcı olduğunu, kalıcı nimetleri hak etme yolunun da imandan ve Allah’a dayanıp güvenmekten geçtiğini unutmamalıdır. Bu yolda güvenli bir yürüyüş için esas alınması gereken bazı ilkelere 37-39. âyetlerde, övgüye lâyık müminlerin örnek davranışlarını tanıtma tarzında işaret edilmiştir: İnsan –başka birçok âyette belirtildiği üzere– şeytanın sürekli telkinleri altında olup günaha ve hayâsızlığa zorlanmaktadır; iyi mümin günah konusunda kendisinden emin olan değil, iradesini kullanıp olabildiğince bunlardan –özellikle büyük günahlardan– kaçınmaya çalışan kimsedir. İnsan, tabiatı gereği öfkelenebilir; erdemlilik asla öfkelenmemek değil böyle bir durumda öfkesine mağlûp olmamak, gerektiğinde özveride bulunabilmek ve bağışlayıcı davranabilmektir (bu konuda bk. Âl-i İmrân 3/134). Rabbinin çağrısına uymak yani Allah ve resulünün bildirdiklerine, başka faktörlerin etkisiyle değil, içtenlikle bağlılık göstermek, kulluk görevini ihmal etmemenin somut göstergesi olarak namazı özenle kılmak, meselelerin çözülmesinde istişare yolunu izlemek, kendilerine verilen imkânları başkalarıyla paylaşmaktan sevinç duymak, haksız saldırılara karşı ortak tavır almak da iyi müminin vasıfları arasında sayılmıştır. Öfkelendiğinde bağışlayıcı olmak bir erdem olduğu gibi haksız tecavüze karşı direnme de bir erdemdir (Şevkânî, IV, 618-619; günah çeşitleri ve büyük günah hakkında bilgi için bk. Nisâ 4/31. “Hayasızlıklar” diye çevrilen ve fâhişe kelimesinin çoğulu olan fevâhiş, “çirkin işler, kötülükler” şeklinde de tercüme edilebilir, bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/135; En‘âm 6/151; Şûrâ ve istişâre hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/159).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 753-754وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , önceki ayette geçen الَّذ۪ينَ ‘ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ ‘ dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اسْتَجَابُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لِرَبِّهِمْ car mecruru اسْتَجَابُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. اَقَامُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اسْتَجَابُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi جوب ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اَقَامُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi قوم ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ
وَ atıf harfidir. اَمْرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
شُورٰى mübteda olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. بَيْنَهُمْ mekân zarfı, شُورٰى kelimesine mütealliktir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. ما müşterek ism-i mevsûlu, مِنْ harf-i ceriyle birlikte يُنْفِقُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقْنَاهُمْ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
رَزَقْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يُنْفِقُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُنْفِقُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نفق ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ
Ayet atıf harfi وَ ile önceki ayetteki ismi mevsule atfedilmiştir.
Has ism-i mevsûlun sılası olan اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ cümlesi, mevsûlün sılasına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
رَبِّهِمْ izafeti muzâfın şanı içindir.
وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ
وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la … اسْتَجَابُوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَمْرُهُمْ mübtedadır. شُورٰى haberidir. بَيْنَهُمْۖ mekân zarfı شُورٰى ‘ya mütealliktir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Kelimenin aslı الشور ‘dur. Şûr, çıkarmak anlamına gelir. Şûraya bu ismin verilmesi herhangi bir meselede danışmaya katılan her bir kişinin, karşısındaki arkadaşına düşündüklerini çıkarıp ortaya koymasından dolayıdır. Buna göre ayetin manası; onların işleri danışma iledir. Onlar herhangi bir görüşü yalnız başlarına benimsemezler, o konuda müşavere ederler, bir araya gelirler, demektir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)
شُورٰى Şûra, tıpkı الفُتْيا kelimesi gibi, ‘karşılıklı müşavere etmek’ anlamında bir masdardır. Cenab-ı Hakk'ın, وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ ifadesinin manası, ‘işleri, müşavereli, meşveret iledir’ şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
Yine sılaya atfedilen وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ , amili olan يُنْفِقُونَ ’ye, ihtimam için takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan رَزَقْنَاهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِمَّا , ihtimam için amili olan يُنْفِقُونَ fiiline takdim edilmiştir.
رَزَقْنَاهُمْ fiilinin, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.
يُنْفِقُونَۚ - رَزَقْنَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
لِرَبِّهِمْ - رَزَقْنَاهُمْ kelimeleri arasında gâibten mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Ayet-i kerîme'de بَيْنَهُمْ sözü kullanılmıştır. Aslında شُورٰى kelimesinin buna ihtiyacı yoktur. Çünkü zaten aralarında karşılıklı diyalog demektir. Bu cümlede aralarında sözünün gelmesinde bu birlikteliğin görüşleri olgunlaştırmak manasını tekid kastı vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.225)
مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ Kendilerine verdiğimiz rızıktan da, mallarından da hayır yolunda
harcarlar. Kâfirin nifakının (harcamasının) herhangi bir değeri yoktur. Çünkü o, iman ederek ve itaatta bulunarak Rabbinin davetine uymamıştır. Onun yapacak olduğu hayır, kâfir oluşundan dolayı boşa gitmiştir. Sonra infak, sadece malda harcama yapmakla olmaz. Tam tersine her türlü iyiliğe ve ihsana şamildir. Nitekim Resulullah (sav) şöyle buyurur: ”Her iyilik sadakadır." Hadiste yer alan ”maruf" kelimesi, Allah Teâlâ'nın, harcanmasına razı olduğu mal, hoşnutluğunun kazanıldığı söz ve fiillerdir. (Rûhu’l Beyân)
Belli ki bu infak şûrâ ile verilen kararın yerine getirilmesi için gereken masrafı temin manasını anlatmaktadır. (Elmalılı)