وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَجَزَاءُ | ve cezası |
|
2 | سَيِّئَةٍ | kötülüğün |
|
3 | سَيِّئَةٌ | kötülüktür |
|
4 | مِثْلُهَا | yine onun gibi |
|
5 | فَمَنْ | fakat kim |
|
6 | عَفَا | affederse |
|
7 | وَأَصْلَحَ | ve barışırsa |
|
8 | فَأَجْرُهُ | onun mükafatı |
|
9 | عَلَى | aittir |
|
10 | اللَّهِ | Allah’a |
|
11 | إِنَّهُ | doğrusu O |
|
12 | لَا |
|
|
13 | يُحِبُّ | sevmez |
|
14 | الظَّالِمِينَ | zalimleri |
|
Müslümanların, inanç özgürlüğü tanımayan putperest Mekkeliler’in ağır baskıları altında yaşadıkları ve henüz suçlunun kamu adına cezalandırılmasını sağlayacak bir örgütlenmeye sahip olmadıkları bir dönemde inen bu âyetlerde dahi müminler, başkasının hakkına saldırı niteliği taşıyan bir eyleme karşı gösterilen toplumsal ve bireysel tepkinin mahiyeti ve sonuçları, yani bir bakıma suç ve cezanın fikrî temelleri üzerinde düşünmeye yöneltilmektedir. Yakın gelecekte medenî bir toplumun kurulmasına öncülük edecek olan Resûlullah’ın ashabı, bireyler ve toplumlar arası ilişkilerde önemli bir konuda, saldırıya karşılık verilmesi halinde haklılık sınırlarının aşılmaması, amaca uygunluk ve denklik ilkelerine riayet edilmesi hususunda fikren hazırlanmaktadır. Özellikle 39 ve 41. âyetler bazı müfessirlerce müslümanlar ile müslüman olmayanlar arasındaki ilişkilerle sınırlandırılarak açıklanmış olmakla beraber, Taberî’nin ısrarla belirttiği üzere buralarda yüce Allah herhangi bir ayırım ve sınırlandırma yapmaksızın, haksız saldırıya uğradığı için hakkını korumaya ve zalime haddini bildirmeye çalışan herkesi övmüştür (XXV, 37-38, 39-40. Gerek ceza hukuku alanındaki gerekse haksız fiillerle verilen zararların tazmini konusundaki fıkhî hükümlerin birçoğunun belirlenmesinde 40. âyetin önemli bir dayanak teşkil ettiği hakkında bilgi için bk. Râzî, XXVII, 178-181).
Bütün insanlığa ışık tutan bu âyetlerde özetle şu hususlara dikkat çekildiği söylenebilir: İster sebepsiz yere isterse bir kötülüğe karşılık verirken sınırı aşmak suretiyle olsun, başkalarına haksızlık edilmesi Allah’ın hoşnut olmadığı bir davranıştır. Şayet cezalandırma yolu seçilmişse, kötülüğü yapan kişi o eylemin kötülüğünü kendisine hissettirecek nitelikte ve ona denk bir karşılık görmelidir; ama konu şahsî bir hakla ilgiliyse bağışlama ve düzeltme yolunun seçilmesi hak sahibini ziyana sokmaz, onun Allah katındaki mükâfatı mahfuzdur. Öte yandan haksız saldırıyı önlemeye çalışmak ve meşrû müdafaa ölçüleri içinde karşılık vermek, kınamayı ve cezayı gerektiren bir eylem değildir, hatta -yukarıda belirtildiği üzere- yerine göre bir erdemdir; fakat olabildiğince sabredip özveride bulunmak da büyük bir erdemdir. Bazı müfessirler bu âyetlerin tefsiri sırasında, bir hakkın kamu otoritesi vasıtasıyla alınması hususunda fikir birliği bulunduğuna işaret ettikten sonra ihkāk-ı hak (hak sahibinin bizzat hakkını alması) konusundaki görüş ayrılıklarına değinirler (meselâ İbn Atıyye, V, 39-40). Esasen bu, –bu âyetlerden çok– başka deliller ışığında incelenmesi gereken bir konudur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 754-755وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. جَزٰٓؤُ۬ا mübteda olup lafzen merfûdur. سَيِّئَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
سَيِّئَةٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِثْلُهَا kelimesi سَيِّئَةٌ ‘un sıfat olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. عَفَا şart fiili olup, elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اَصْلَحَ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اَصْلَحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَجْرُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلَى اللّٰهِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
اَصْلَحَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صلح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْكَافِر۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ
وَ , istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ mübtedadır. سَيِّئَةٌ haberidir.
مِثْلُهَا kelimesi سَيِّئَةٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
جَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ izafeti sözü kısaltmak ve veciz (az sözle çok şey ifade etmek) hale getirmek için gelmiştir.
سَيِّئَةٍ ‘deki tenvin tahkir ve nev içindir. Kelimenin tekrarında tam cinas, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümlede müşâkele sanatı vardır. İkincisi şekil bakımından birincisine benzediği için ona da seyyie adı verilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Müşâkale olan سَيِّئَةٌ lafzıdır. Bundan murâd cezadır. Kötülüğün karşılığı kötülük değil ceza veya kısastır. Cezanın سَيِّئَةٌ lafzıyla ifade edilmesinin sebebi öncesinde bu kelimenin geçmiş olmasıdır. Bu üslupta kötülükten nefret ettirme vardır. Çünkü kötülüğe verilecek ceza kötülükten daha şiddetli ve caydırıcı olur. Yoksa kötülükle aynı şiddette olan ceza, ceza değildir. Bu sanatı mecâz kabul edenlere göre ise ikinci سَيِّئَةٌ lafzı hakiki manasında kullanılmamıştır. Sebebiyye alakasıyla mecâz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
جَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. Bu ifade yardımlaşmanın neden güzel hasletlerden olduğunu ortaya koymaktadır. Ayet metninde iki kez سَيِّئَةٌ (kötülük) ifadesi yer almaktadır. Oysa ikinci kötülük şer'an izin verilmiş meşru bir cezadır. İzin verilen her şey de kötü değil, tam tersine güzeldir. Şu halde meşru olan bu fiile ‘kötülük’ denmesi, fiilin muhatap olan kimseyi üzmesinden dolayıdır, ya da meşru olan ikinci fiile kötülük denmesi müşâkele sanatı dolayısıyladır. Bu tıpkı Nahl Süresindeki şu ayette olduğu gibidir: [”Eğer ceza verecekseniz size yapılan işkencenin misliyle ceza verin..."] (Nahl: 126) Bu takdirde ayette geçen سَيِّئَةٌ (kötülük), ”hasene" (iyilik) kelimesinin karşılığı ve zıttı olmuş olur. ayet-i kerimenin manasına gelince; eğer sana bir kötülük yapılırsa yapılan kötülüğü aşmaksızm misliyle mukabele etmen gerekir, demektir.
Hasan-ı Basrî der ki,: ”Herhangi bir kimse sana: 'Allah sana lanet etsin, ya da Allah seni rezil rüsva etsin,' derse sen de ona 'Allah seni rezil rüsva etsin, ya da Allah sana lanet etsin,' diyebilirsin. Bir kimse sana kötü laf söylerse sen de ona zina kelimesi gibi had cezasını gerektirmeyecek biçimde kötü söz söyleyebilirsin, ya da hoş olmayan bir söz söyleyebilirsin. Yalan, iftira fiillerinde mukabele ve mislîlik cereyan etmez. Yani birisi sana karşı yalan ve iftirada bulunursa, sen de ona karşı yalan ve iftirada bulunamazsın."
et-Tenvîr'de denir ki,: ”Birisi ey zinakâr der de karşısındaki muhatap, hayır zinakâr sensin derse her ikisine de had cezası (İffete iftira cezası) uygulanır. Buna karşılık birisi diğerine pis adam dese, karşıdaki muhatap da asıl sen pissin dese mislîlik cereyan etmiş olur." (Rûhu’l Beyân)
فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ
Cümle atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Şart üslubunda, haberî isnaddır. Haberî manada olması, şart cümlesinin haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Şart olan مَنْ عَفَا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ismi مَنِ mübteda, عَفَا haberdir. Haberin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Aynı üslupta gelen وَاَصْلَحَ cümlesi, şart olan عَفَا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
فَ karinesiyle gelen şartın cevap cümlesi فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette îcâz-ı hazif vardır. عَلَى اللّٰهِۜ car mecruru, mahzuf habere mütealliktir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
جَزٰٓؤُ۬ا - اَجْرُهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, اَصْلَحَ - سَيِّئَةٌ ve اَصْلَحَ - الظَّالِم۪ينَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Cezalarda gerekli olan, aşırılığa kaçmaksızın mislîliği gözetmektir. Bu da gerçekten zordur. Şu halde daha uygun olanı bağışlamak ve zulümde ısrarlı olmayarak aralarını düzeltmek, mümkünse barışı sağlamaktır. Nitekim Resulullah (sav) şöyle buyururlar: ”Allah Teâlâ kendisine kötülük edeni bağışlayan kulunun ancak izzetini artırır." (Rûhu’l Beyân)
Burada vaadin müphem olması, vadedilen mükâfatın pek büyük ve bilinen ölçülerin haricinde olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi menfi muzari fiil cümlesi olan, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkâri kelamdır.
Menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ cümlesi, müsneddir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi sebebiyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah (cc), başta haksızlık yapanı da intikamda meşru sınırı aşanı da kesinlikle sevmez. (Ebüssuûd)