Şûrâ Sûresi 4. Ayet

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ  ...

Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O, yücedir, büyüktür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُ O’nundur
2 مَا bulunan herşey
3 فِي
4 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
5 وَمَا ve bulunan herşey
6 فِي
7 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
8 وَهُوَ ve O
9 الْعَلِيُّ yücedir ع ل و
10 الْعَظِيمُ uludur ع ظ م
 
De ki: “Şayet ben yanlış yolda isem bunun vebali banadır. Eğer doğru yolda isem bu da rabbimin bana vahyettiği sayesindedir. Şüphesiz O her şeyi işitmektedir, çok yakınımızdadır.”
 

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

İsim cümlesidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. 

مَا فِي الْاَرْضِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

  

 وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَلِيُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

الْعَلِيُّ - الْعَظ۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  
 

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın, îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesi mahzuftur.  فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.  وَمَا فِي الْاَرْضِ , aynı üslupta gelerek önceki mevsûle atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezattır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir. 

السَّمٰوَاتِ - وَالْاَرْضِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınmasındaki maksat, kelamın amacını muhatabın zihnine iyice yerleştirmektir. Sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ  şeklinde söylemek mümkünken, ism-i mevsûl olan  مَا  ve harf-i cer olan  فِي  tekrar edilmiştir. Bu cümle, mülkün umumiliğini ve kapsamını, iktidarın, izzetin ve hikmetin umumiliğini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.48)

مَا  ve  فِي ‘nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.


 وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la istînâfa matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.

الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir.(Âşûr)    

Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ  sözü, bir hal cümlesidir ve kasr şeklinde gelmiştir.  الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ  sözündeki elif-lamlar bu vasıflardaki mutlak kemâli ifade eder. Yani O, bu yücelikte, bu azamette tektir, hiçbir ortağı yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 49)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْعَلِيُّ  -  الْعَظ۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. 

Allah'ın yüceliğini ifade eden   الْعَلِيُّ  kelimesi, tam bir celâl (heybet) ve mükemmellik manası için müsteardır. Büyüklük manasındaki  الْكَب۪يرُ , gücünün (kudretinin) tam olduğu manası için müsteardır. Yani sizin taptığınız putlar değil; O, en yücedir, en büyüktür. Çünkü o putların ne kemâli ne de görülecek bir delili yoktur. (Âşûr)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)