اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اسْتَجِيبُوا | uyun |
|
2 | لِرَبِّكُمْ | Rabbinize |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | قَبْلِ | önce |
|
5 | أَنْ |
|
|
6 | يَأْتِيَ | gelmezden |
|
7 | يَوْمٌ | bir gün |
|
8 | لَا | mümkün olmayan |
|
9 | مَرَدَّ | geri çevrilmesi |
|
10 | لَهُ | onun |
|
11 | مِنَ | -tan |
|
12 | اللَّهِ | Allah- |
|
13 | مَا | yoktur |
|
14 | لَكُمْ | sizin için |
|
15 | مِنْ | hiçbir |
|
16 | مَلْجَإٍ | sığınacak yer |
|
17 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
18 | وَمَا | ve yoktur |
|
19 | لَكُمْ | sizin için |
|
20 | مِنْ | hiçbir |
|
21 | نَكِيرٍ | inkar |
|
Gösterilen açık kanıtlara rağmen inkârcılık yolunu seçtikleri için Allah’ın, kendi sapkınlıklarıyla baş başa bıraktığı kimselerin, âhirette bunun kötü sonuçlarıyla karşılaşınca ne hallere düşecekleri ve nasıl bir pişmanlık duyacakları, dünyadaki algılamalarımıza göre korku, gelecek endişesi, başkalarının önünde aşağılanmanın mahcubiyetini duyma gibi motifleri ön plana çıkaran canlı bir anlatım içinde tasvir edilmekte, ardından dönüşü olmayan gün gelmeden önce imanın aydınlık yoluna girilmesi için yeni bir çağrı yapılmakta; sonra Hz. Peygamber’e hitap edilerek, bunun da fayda vermemesi halinde kendisini bu sonucun sorumlusu gibi düşünmemesi istenmekte ve insanoğlunun yaratıcısına karşı bile nankör davranabileceğine işaret edilerek Resûlullah’a teselli verilmektedir.
44. âyette söz konusu edilen kimseler için bir velî, koruyucu bulunmayacağı yönündeki ifade, üstü kapalı biçimde, onların sapkınlıktan ve kötü âkıbetlerinden kurtuluş vesilelerini de yitirmiş olacaklarını belirtmektedir. Çünkü “velî”nin temel özelliklerinden biri, velîsi olduğu kişiye yol göstererek ona yardımcı olmasıdır. Nitekim 46. âyette ve başka bazı sûrelerde bu mâna açık olarak ifade edilmiştir (bk. Ra‘d 13/33; Zümer 39/23, 36; Gāfir 40/33; İbn Âşûr, XXV, 125). Aynı âyette geçen “... göreceksin” şeklindeki hitap, bir bakışa göre, belirli bir kişiye yönelik olmayıp azaba çarptırılacakların durumunu açık biçimde ortaya koymayı ve şaşkınlıklarına işaret etmeyi hedeflemekte, onların halinden ibret alınmasını istemektedir. Diğer bir bakışa göre ise burada Resûlullah’a hitap edilmekte ve gördüğü kötü muameleden, işittiği ağır sözlerden ötürü teselli edilmektedir (İbn Âşûr, XXV, 125).
45. âyetin “göz ucuyla etrafa baktıklarını” şeklinde çevrilen kısmı hakkında yapılan belli başlı açıklamalar şunlardır: a) Yaşadıkları zilletten dolayı kısık gözlerle veya gözlerinin feri kaçmış bir halde baktıklarını,
b) Çok korktuklarından yahut içinde bulundukları kötü durumdan dolayı kaçamak bakışlar yaptıklarını, c) Çektikleri acılar sebebiyle gözlerini iyice açamadıklarını, d) Kör haşredilecekleri için kalpleriyle baktıklarını. Taberî bunlardan birincisini daha isabetli bulur; İbn Atıyye ve Zemahşerî de sonuncu yorumu zorlama bir açıklama olarak nitelerler (Taberî, XXV, 41-42; İbn Atıyye, IV, 41; Zemahşerî, III, 408; Şevkânî, IV, 621).
Müminlerin 45. âyette değinilen sözü dünyadayken söyledikleri de düşünülebilir. O takdirde meâli şu şekilde değiştirmek uygun olur: “Zaten iman edenler de ‘Kıyamet günü gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenler olacak!’ diyorlardı.” Öte yandan âyete şöyle bir mâna da verilebilir: “İman edenler de kıyamet günü, ‘Gerçek anlamda kayba uğrayanlar, hem kendilerini hem kendilerine uyanları ziyan edenlermiş!’ diyecekler” (Zemahşerî, III, 408). Bazı müfessirlere göre bu sözde geçen “kendilerini ziyan etmeleri”nden maksat bu kimselerin cehennem azabına mâruz kalmaları, “kendilerine uyanları ziyan etmeleri”nden maksat ise şayet uyanlar da cehennemdeyse kendilerine yararlarının dokunmaması, şayet cennetteyse aralarına kesin bir engelin girmesidir (Şevkânî, IV, 621). “Kendilerine uyanlar” diye çevrilen kısımla, dünyadaki yakınları yahut cennete girmiş olsalardı orada beraber olabilecekleri yakınları da kastedilmiş olabilir (İbn Atıyye, IV, 41).
İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu birçok âyet ve hadise dayanarak, –şayet imanlı olarak ölmüşlerse– günahkârların ebedî olarak cehennemde kalmayacağı kanaatine ulaşmışlardır. Bu görüşe katılmayan bazı âlimler 45. âyette yer alan “zalimlerin sürekli bir azap içinde bulunacağı” ifadesini de delil gösterirler. Halbuki burada zalimlerden maksat inkârcılardır; zira Kur’an’da “zalim” kelimesi mutlak olarak kullanıldığında, bununla inkârcılıkta direnenler kastedilir, âyetin önü ve sonu da bu mânayı desteklemektedir (Râzî, XXVII, 182).
46. âyetin “Allah’a karşı” şeklinde çevrilen kısmını “Allah’tan başka” mânasında alarak, “Orada onlara Allah’tan başka destek verecek yardımcılar bulunmaz; bütün söz ve tasarruf yüce Allah’a aittir” şeklinde izah edenler de vardır (Şevkânî, IV, 621); fakat kanaatimizce Nesefî’nin “Allah’ın azabına karşı” şeklindeki açıklaması (V, 417) bağlama daha uygun düşmektedir; bu tercihe göre cümlenin anlamı şu olmaktadır: O’nun azabına karşı durabilecek, onu önleyebilecek hiçbir güç yoktur.
47. âyetin “Allah’ın hükmü gereği geri çevrilemez olan bir gün gelmeden önce” diye çevrilen kısmına, “Onunla ilgili hükmü verdikten sonra Allah’ın geri çevirmeyeceği gün gelmeden önce” gibi mânalar da verilmiştir. Sözü edilen günden maksat ölüm anı veya kıyamet vaktidir (Şevkânî, IV, 621-622). Yine bu âyetin “ne de yaptıklarınızı inkâr edebilirsiniz” diye çevrilen kısmı –burada geçen “nekîr” kelimesi farklı mânalara açık olduğu için– “ne de bir yardımcı bulabilirsiniz”, “ne de başınıza gelen kötü sonucu değiştirmeye gücünüz yeter”, “ne de bir onura sahip olabilirsiniz” gibi mânalarla da açıklanmıştır (Taberî, XXV, 43; Şevkânî, IV, 622).
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ
Ayet, mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur.
Fiil cümlesidir. اِسْتَج۪يبُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لِرَبِّ car mecruru اِسْتَج۪يبُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قَبْلِ car mecruru اِسْتَج۪يبُوا fiiline mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَأْتِيَ fetha ile mansub muzari fiildir. يَوْمٌ fail olup lafzen merfûdur. لَا مَرَدَّ لَهُ cümlesi يَوْمٌ ‘nün sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. مَرَدَّ kelimesi لَا ‘nın ismi olup, fetha üzere mebnidir. لَهُ car mecruru لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir. مِنَ اللّٰهِ car mecruru مَرَدَّ ‘ye mütealliktir.
اِسْتَج۪يبُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi جوب ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ
İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. مَلْجَاٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı إذ için muzâf olup مَلْجَاٍ ‘ye mütealliktir. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la önceki cümleye matuftur. İsim cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. نَك۪يرٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ
Mukadder müstenefe bir cümlenin mekulü’l-kavli olan اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ cümlesi, masdar tevili ile قَبْلِ ‘nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِرَبِّكُمْ ‘deki lam, fiilin mef’ûle ta’diyetini tekid eder. حَمِدْتُ لَهُ وشَكَرْتُ لَهُ (O’na hamd ettim ve O’na şükrettim) cümleleri gibi. Bu harf, lam-ı tebliğ ve lam-ı tebyin olarak isimlendirilir. (Âşûr)
يَوْمٌ için sıfat olan لَا مَرَدَّ لَهُ cümlesi, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. مَرَدَّ , cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. Car mecrur لَهُ , bu mahzuf habere mütealliktir. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru يَأْتِيَ fiiline mütealliktir.
لَهُ ‘daki لي , ihtisas içindir. يَأْتِيَ fiiline veya لَا ’nın haberine müteallık olan مِنَ اللّٰهِۜ ‘deki مِنَ ise Allah’ın hükmü manasında mecazî ibtidaiyyedir. يَوْمٌ , kıyamet günüdür. Çünkü onunla ilgili hadiseler devam etmektedir. (Âşûr)
يَوْمٌ ’deki nekrelik cins veya nev ifadesi içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لِرَبِّكُمْ izafeti muzâfun ileyhi teşrif ifade eder.
مَرَدَّ - يَأْتِيَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Önceki ayetteki gaib sıygadan bu ayette muhatap sıygasına geçilmiştir. Bu, dikkati çekmek ve önemi artırmak için yapılan iltifat sanatıdır.
Ayette ulûhiyet ve rubûbiyet ifade eden isimler bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 234)
اِسْتَج۪يبُوا fiilindeki elif, sin ve te harfleri kabul etme manasını tekid etmek içindir. لِرَبِّكُمْ sözündeki لِ harfi de fiilin mef‘ûlüne müteaddi olduğunu tekid etmek içindir. Çünkü bu fiil aslında kendisine müteaddidir. Yani mef‘ûlünü harf-i cersiz alan bir fiildir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.262)
مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan مَلْجَاٍ , muahhar mübtedadır.
Habere müteallik olan يَوْمَئِذٍ zaman zarfının sonundaki tenvin takdir edilen muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Takdiri, يوم إذ يأتي ذلك اليوم (İşte bu gün geldiği zaman) şeklindedir.
Bu cümlede car mecrur şeklindeki haberin başına olumsuzluk harfi gelmiştir, mübteda nekredir ve bu nekre mübteda ile birlikte zaid bir مِنْ harfi vardır. Burada ihtisas manası kastedilmemiştir. Çünkü ihtisas; sadece size mahsus bir مَلْجَاٍ /sığınak yoktur manasını taşır. Bu mana ise Allah Teâlâ’nın muradına uygun değildir. Çünkü ne onlar için ne de başkaları için bir sığınak yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.264)
مَلْجَاٍ , bir kişinin durmak için gittiği yerdir. Ayette mecazî olarak yardım anlamı murad edilmiştir. Yani, sizi azaptan koruyacak başka bir şey yoktur. (Âşûr)
Aynı üslupla gelen مَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Menfi siyaktaki cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur, mahallen merfû olan نَك۪يرٍ , muahhar mübtedadır.
Habere müteallik olan مِنْ نَك۪يرٍ ‘de ismi mecrurdaki nekrelik tahkir ifade eder. Her türlü cinse işaret eden masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Ayrıca olumsuz siyakta nekre selbin umumuna işaret ederek olumsuzluğu tekid etmiştir. Ayette ليوم önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نَك۪يرٍ , inkâr demektir; yani sizin için azaptan kurtuluş yoktur demektir. Yapıp durduğunuz; amel defterinizde kayıtlı şeyleri inkâr edemezsiniz! (Keşşâf -Fahreddin er-Râzî)