وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ اِنَّـنَا لَمُهْتَدُونَ
Hz. Peygamber’in daveti ve tevhid mücadelesi anlatılırken yeri geldikçe geçmiş tecrübelere temas edilmektedir. Buradaki örnek Hz. Mûsâ ile Mısır’ın tanrı kralı Firavun ve tebaası arasında geçen olaylar, tartışmalar ve alınan ibretlik sonuçlardır.
Bu âyetlerde iki nokta dikkat çekmektedir: 1. İnkârcıların bilinçlerinin derinliklerinde bir Allah inancı vardır, çeşitli telkinler ve dünyanın çekici menfaatleri bu temel duyguyu köreltmiş veya üstünü küllerle örtmüştür. Allah yine rahmetinin eseri olarak inkârcıları bazı felâketlerle uyarınca bu temel duygu ve inanç açığa çıkmakta, ona sığınılmakta, sıkıntı geçince yine inkâra dönülmektedir. 2. Tevhid inancı bütün peygamberlerin ortak tebliğleri ve inanç ilkeleridir. Kendilerine kitap gönderilmiş topluluklara sorulduğunda veya eski kitapların kalıntıları okunduğunda anlaşılmaktadır ki, Allah hiçbir zaman kendisi dışında bir varlığa kulluk edilmesine izin vermemiştir. Hz. Mûsâ’nın mücadelesi de bunun bir kanıtıdır.
54. âyette “halkının aklını çeldi” şeklinde çevirdiğimiz cümle, yöneten ve yönetilen ilişkisi bakımından çok önemlidir. Kelimenin aslı, Türkçe’de de kullanılan istihfâf kökündendir. Bu kelime Arapça’da “acele ettirdi, aldattı, bilgisizliklerinden yararlandı, onları bilgisizlikleri ve güçsüzlükleri yüzünden hafife aldı, istediği gibi yönlendirdi” mânalarını ifade etmektedir. Totaliter yönetimlerde yöneticilerin istemediği şey, halkın bilgilenmesi, doğruyu öğrenmesi, örgütlenerek hakkını talep edecek kadar güçlenmesidir. Firavun da aynı yola başvurmuş, Hz. Mûsâ’nın gerçeğe ve tevhide yönelik davetini sabote etmiş, halkın sağlıklı düşünmesini engellemiş, geleneklerden ve gözler önündeki alâyişten yararlanarak toplumu âdeta büyülemiş ve saltanatını devam ettirmenin yolunu bulmuştur. Ancak, şairin dediği gibi, “Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde!”
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, nida ve cevabıdır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَ tenbih harfidir. السَّاحِرُ münadanın sıfatı olup lafzen merfûdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya ‘ey, hey’ anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır.
Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا , müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ ‘dır.
ادْعُ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لَنَا car mecruru ادْعُ fiiline mütealliktir. رَبَّكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِ sebebiyyedir. مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle ادْعُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası عَهِدَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
عَهِدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عِنْدَكَ mekân zarfı, عَهِدَ fiiline müteallik olup mahallen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
السَّاحِرُ kelimesi, sülasi mücerredi سحر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّـنَا لَمُهْتَدُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مُهْتَدُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُهْتَدُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan يَٓا اَيُّهَ السَّاحِرُ ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ cümlesi, nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَنَا , ihtimam için mef’ûl olan رَبَّكَ ‘ye takdim edilmiştir.
رَبَّكَ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
ادْعُ fiiline müeallik olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası عَهِدَ عِنْدَكَ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mevsûle dahil olan بِ harfi, ادْعُ fiiline müeallik olup istiâne içindir. (Âşûr)
Emir fiil aslen; makam bakımından yukarıda olan bir kişinin, makam bakımından daha alt seviyede olan birinden henüz husule gelmemiş bir fiilin yapılmasını istemek için vaz edilmiştir(ki buna isti'lâ yoluyla denir). Vücûb ifade eder. Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Ayette geçen عَهِدَ esasen; tavsiye etmek, bir şeyi korumak, bir şeyi her halinde takip edip gözetmek manalarına gelir. Buradaki mana; Allah'ın sana verdiği, peygamberlik ahdiyle veya senin duanı hemen kabul edeceğine, yahut doğru yola girenlerden azabı kaldıracağına dair sözüne binaen bizden azabı kaldırması için, Rabbine dua et, demektir. (Rûhu-l Beyân)
اِنَّـنَا لَمُهْتَدُونَ
Ayetin son cümlesi istiînâfi beyanî olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّـنَا لَمُهْتَدُونَ cümlesi, ادْعُ لَنَا رَبَّكَ ‘nin delalet ettiği mukadder kelamın cevabıdır. Yani, sana inanmamız için bizi davet etti ve bizden azabı kaldırdı. Araf suresindeki [‘’Eğer bizden azabı kaldırırsan senin ayetine elbette inanırız’’] ayetine benzer şekilde gelmiştir. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi olan مُهْتَدُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
اِنَّـنَا لَمُهْتَدُونَ [Muhakkak biz doğru yola kavuşturulmuş olacağız] sözünün, اِنَّ , lam ve isim cümlesi ile tekid edildiğini söylemek yeterli değildir. Bu zaten bilinen bir kaidedir. Buradaki tekidin onların bu zararın giderilmesine duydukları rağbetin şiddetine, Allah'ın azapla yakalamasının onları ne kadar sarstığına, bu vaadi tekid etmelerinin Musa'yı (as) harekete geçirmek için olduğuna, onların vicdanlarında Musa'nın (as) yardımını ne kadar şiddetle istediklerine delalet ettiğini söylemek gerekir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.231- Âşûr)