Zuhruf Sûresi 64. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ...

Şüphesiz Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin, işte bu doğru bir yoldur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 هُوَ O’dur
4 رَبِّي benim Rabbim ر ب ب
5 وَرَبُّكُمْ ve sizin Rabbiniz ر ب ب
6 فَاعْبُدُوهُ O’na tapın ع ب د
7 هَٰذَا budur
8 صِرَاطٌ yol ص ر ط
9 مُسْتَقِيمٌ doğru ق و م
 

Hz. Îsâ’nın getirdiği hikmet, beşer aklına yol gösterecek ve yalnızca akılla bilinemez konuları aydınlatacak, ihtilâfa düştükleri alanlarda son sözü söyleyecek olan vahiydir. Vahiy bu fonksiyonu yerine getirmiş, fakat gerek yahudiler ve gerekse daha sonra hıristiyanlar yine de ihtilâfa düşmüşler, çeşitli mezheplere ayrılmışlardır. Bunun sebebi zulümdür. Burada zulmün anlamı, şeytana uyarak ve geçici dünya menfaatlerine öncelik vererek vahyin kıymetini bilmemek, peygambere kulak asmamak, bu büyük rahmet ve nimetten istifade etmemektir. Tabii bu zulmün sonu da cehennemdir, ebedî saadet fırsatının zayi edilmesidir. Peygamberlerin olağan üstü gayretlerine rağmen yola gelmeyen inkârcıların gerçeği kabul edebilmeleri için kıyametin kopması gerekmektedir, onlar ancak bunu gördükten sonra inanacaklardır. Fakat kıyamet birden kopacağı, kendilerini inançsız ve hazırlıksız yakalayacağı için bu bilgi ve kabulün bir faydası olmayacaktır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 782-783
 

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ

 

İsim cümlesdir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. هُوَ رَبّ۪ي  isim cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

هُوَ  fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَبّ۪ي  haber olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  رَبُّكُمْ  izafeti, atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.

 

فَاعْبُدُوهُۜ 

 

Cümle atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur.Takdiri, تنبّهوا فاعبدوه. (Dikkat et ve O’na kulluk et) şeklindedir. 

Fiil cümlesidir.  اعْبُدُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  ه۪  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  صِرَاطٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi  صِرَاطٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ

 

Ayet beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ اللّٰهَ هُوَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ  cümlesi önceki ayetteki  فاتَّقُوا اللَّهَ وأطِيعُونِ  cümlesi için ta’lildir. (Âşûr)

اِنَّ  ve fasıl zamiriyle ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. 

Cümlenin  إنَّ  ile tekid edilmesi habere çekilen dikkati artırmak içindir. Çünkü muhataplar, bunu inkâr etmemektedir. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasıl zamiri olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Fasıl zamiri, kasr ifade eder. Yani Allah Rab’dir, ondan gayrısı Rab değildir. Bu, vahdaniyetin ilanıdır. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır. 

Müsned, veciz ifade ve muzâfun ileyh olan zamirin ait olduğu Hz. Îsa’nın şanı için izafetle gelmiştir.  وَرَبُّكُمْ  müsned olan  رَبّ۪ي ’ye matuftur.  رَبُّكُمْ  izafetinde de  كُمْ  zamirinin ait olduğu muhataplar şeref kazanmıştır.

رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ  sözünde kendisini kavmine takdim etmesi, Îsa’yı takdis etme hususunda seddi zerai (kötülüğe götüren yolların yasaklanması) içindir. İşte bu da, onun mucizelerindendir. (Âşûr)

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir.  اللّٰهَ  ve  رَبّ۪  isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَبُّ  isminin tekrarı teşvik amacına matuftur. Ayrıca bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

["Şüphe yok ki, Allah, benim de yegâne Rabbimdir; sizinde yegâne Rabbinizdir."]

Bu kelam, onlara itaat emrettiği şeyi beyan etmektedir ki, bu da tevhit itikadı ile hak dinin hükümlerini uygulamaktır. (Ebüssuûd)


فَاعْبُدُوهُۜ 

 

Rabıta  فَ ’si ile gelen  فَاعْبُدُوهُ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri,  تنبّهوا  (Dikkat edin) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mukadder şart ve mezkûr cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 


هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ta’lil cümleleri tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi, haberi gözle görülür, elle tutulur bir nesne menziline koyarak dikkat çekip zihinlerde yer etmesini sağlar.

İşaret isminde istiare vardır.  هٰذَا  ile Allah’tan sakınmak ve itaat işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur.

صِرَاطٌ  için sıfat olan  مُسْتَق۪يمٌ , mevsufunun bir özelliğini belirten ıtnâb sanatıdır. İsm-i fail vezninde gelerek bu özelliğin mevsufta devamlı ve sabit olduğuna işaret etmiştir.

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ifadesinde istiare vardır.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Müşebbehün bih yani müsteârun minh zikredildiği için istiare-i tasrîhîyyedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ  ibaresi, hedefine ulaştıran yoldur, bunun için bütün şartları kendisinde toplamış demektir. Sırat-ı müstakimden daha sağlamı yoktur. Onun dışındaki hiçbir yol müstakim değildir. Nekre olması, ondan başka müstakim yol olmadığı, müstakim olan tek yolun o olduğu manasını taşımaz. Nekre gelmesi, sıfatını ifade etmektir. Bilindiği gibi nekrelik o şeyin tek olduğunu, hiçbir benzeri olmadığını ifade edebilir. 

Burada  صِرَاطٌ  kelimesinin zikredilmesinde, insanın hayatında yürüdüğü yola işaret vardır. Bunun için yürüdüğü yolun müstakim olması gerekir ki ahirette saadet yurduna girmesini sağlasın. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.286,287)

Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in başka surelerinde de ve 61. ayette tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)