وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ
Zıtların yan yana getirilmesi ve bu şekilde karşılaştırma yapılması her birinin farkını daha açık ve canlı bir şekilde ortaya çıkarır. Bu sebeple cennetliklerin mazhar olacakları nimetler açıklandıktan hemen sonra cehennemliklerin durumu tasvir edilmiştir. Herkes cehenneme ateşini dünyadan götürür. Allah hiçbir kuluna zulmetmez. İnsana hem bazı ödevler yüklemek hem de bunları yapacak güç ve imkân vermemek zulümdür. Şu halde Allah kullarına bu imkânı ve gücü vermiştir. Ancak inkârcı ve günahkâr kullar ellerindeki imkânı kötüye kullanmış, kendilerine cehennemin yolunu yine kendileri açmışlardır.
Gāfir sûresinde (40/49) cehennemliklerin, burada görevli meleklerden, “azaplarının hafifletilmesi için Allah’a aracı olup dua etmelerini istedikleri”, ancak bu taleplerinin kabul görmediği zikredilmişti. Burada ise kurtuluştan ümit kesen cehennemliklerin, son çare olarak Mâlik isimli üst görevliye başvurarak öldürülüp yok edilmelerini istediklerini görüyoruz. Kendilerine verilen cevap, dünyada iken peygamberlerin anlattıklarına uygundur: “Cehennem azabı, Allah’a ortak koşanlar, O’nu ve âhireti inkâr edenler için ebedîdir.”
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 785-786
Zaleme ظلم :
ظُلْمٌ ışığın yokluğu/karanlık demektir Çoğulu ظُلُماتٌ şeklinde gelir. Zulmet ظُلْمَةٌ kelimesiyle cehalet, şirk ve fâsıklık da ifade edilir. Zıddı içinde نُورٌ kullanılır.
İf'al babı formundaki أظْلَمَ fiili karanlık içinde kalmak manasındadır.
Zulüm sözcüğü dilciler ve âlimlerin çoğuna göre bir şeyi ya eksilterek ya da arttırarak veya zamanından ya da mekanından saptırarak kendine ait olmayan bir yere koymaktır.
BHikmet ehli kişiler zulmet üç kısımdır demişlerdir: Birincisi: İnsan ile Yüce Allah arasında olan zulüm. bunların en büyükleri küfür, şirk ve nifaktır.
İkincisi : Kişiyle insanlar arasındaki zulüm.
Üçüncüsü: Kişinin kendisiyle nefsi arasındaki zulüm. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 315 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zulüm, zâlim, mazlum, zulmet ve mezâlimdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. ظَلَمْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُٓوا ‘nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
هُمُ fasıl zamiridir. Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)i
الظَّالِم۪ينَ kelimesi كَانُٓوا ’nun haberi olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Allah Teâlâ, mücrimlerle ilgili cehennem azabını şu üç sıfatla nitelemiştir:
a) Hulûd (devamlılık) ile... Bu, ‘uzun süre kalma’ demek olup, ‘ebedîlik’ manasını ifade eder.
b) Hafifletilmeme ile.. Yani bu, hafifletilmeyen, azaltılmayan ve eksiltilmeyen bir azaptır.
c) Ayetteki, "Onlar, bunun içinde, ümitsiz susup kalacaklardır" ifadesinin anlattığı sıfat ile... Müblis, feraha ermekten ümidini kesen kimsenin, sesinin soluğunun kesilmesi gibi, sesi soluğu kesilen demektir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ile önceki ayetteki لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ cümlesine atfedilmiştir.
Menfi mazi fiil sıygasında gelen وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ظَلَمْنَاهُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
İstidrak harfiyle başlayan وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. الظَّالِم۪ينَ , nakıs fiil كَان ’nin haberidir. هُمُ fasıl zamiridir. كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İsim olan müsnedin haber olduğu halde marife gelmesi ve bu nedenle mübteda ile haber arasının fasıl zamiri ile ayrılması öncelikle buraya dikkati çekmek ve hasr ifadesi içindir. Kasr, كَان ‘nin ismi ve haberi arasındadır. Onlar zalimden başka bir şey değildir demektir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
كَانُوا ’nun haberi olan الظَّالِم۪ينَ , ismi- fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)
İsm-i failin önünde كَان yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikayesi için kullanılır. (KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fâil Ve İşlevleri Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124)
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ cümlesiyle, وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. İkinci cümleye dahil olan وَلٰكِنْ sebebiyle, cümleler arasında da kasr oluşmuştur.
مَا ظَلَمْنَاهُمْ - الظَّالِم۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانُوا sözü onların zulmü tabiat hâline getirdiklerine ve onların hakikati olduğuna işaret eder. Çünkü كَانُوا ‘nin haberi, isminin hakikatine dahil olur. Ayrıca buradaki fasl zamiri kasr manasını tekid eder. Kasr, haberin ال ile gelmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Ayette kasr tarikinin dışında başka bir delalet dolayısıyla farklı bir kasr daha vardır, o da istidrak harfidir. Eğer “Bunu ben yapmadım, ancak filan bunu yaptı” denirse fiil filan üzerine kasredilmiş olur ve kasr biri olumsuz diğeri olumlu iki cümle ile ifade edilmiş olur. Bütün bunlar da hakikati tekid eder, ki bu hakikat onların zulme uğramadığıdır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.332) (Âşûr)
Bu ayette isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)