Duhân Sûresi 13. Ayet

اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ  ...

Nerede onlarda öğüt almak?! Oysa kendilerine (gerçeği) açıklayan bir peygamber gelmişti.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنَّىٰ ne kadar uzak ا ن ي
2 لَهُمُ onlar için
3 الذِّكْرَىٰ öğüt almak ذ ك ر
4 وَقَدْ oysa elbette
5 جَاءَهُمْ kendilerine gelmişti ج ي ا
6 رَسُولٌ bir elçi ر س ل
7 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
 

Allah Teâlâ peygamberlerini mûcizelerle desteklemekte, böylece hem onların yüklerini hafifletmekte hem de insanların iman etmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu mûcizeler bazan ihtiyaçların karşılanması, bazan da âsilerin, zalimlerin, inkârcılıkta direnenlerin cezalandırılması şeklinde olmaktadır.

Duhân (duman) mûcizesi, olup bitmiş bir olay mıdır, yoksa kıyamet yaklaştığında gerçekleşecek bir alâmet midir? Bu soruya iki farklı cevap verilmiştir. “Henüz olmadı” diyenlere göre duman olayı, kıyamet yaklaştığında vuku bulacak, bu uyarıya rağmen insanlar inkârdan vazgeçmeyecekler, arkasından kıyamet kopacak ve herkes ettiğini bulacaktır. “Duman olayı Hz. Peygamber hayatta iken gerçekleşti” diyenlere göre ise “duman”dan maksat, açlık yüzünden meydana gelen görme bozukluğudur, “Amansız bir şekilde yakaladığımız” diye tercüme ettiğimiz “batşa” ise Bedir Savaşı’dır. Buhârî, bu yorumu, sahâbe rivayetlerine dayanarak şöyle açmaktadır: Müşrikler çağrısına karşı direnince Hz. Peygamber, Allah’a yalvararak, Hz. Yûsuf’un kavmine yaptığı gibi bunlara da bir kıtlık vermesini istedi. Duası kabul edildi, kıtlık geldi, yiyecek içecek bir şey kalmadı. İnsanlar derilere ve kemiklere varıncaya kadar ne buldularsa yediler. Açlıktan öylesine zayıfladılar ki sonunda görme bozukluğuna yakalandılar, baktıklarında kendilerini kuşatmış bir duman görüyorlardı. Hz. Peygamber’e başvurarak bu azabın kaldırılması için dua etmesini, artık inandıklarını söylediler. O ise “Azap kalkınca yine eski halinize dönersiniz” buyurdu. Nitekim duası üzerine azap kaldırıldı, onlar da derhal eski inkârcılıklarına döndüler. Allah bu dönekliğin, inkâr ve zulümde ısrar etmenin cezasını Bedir Savaşı’nda verdi. Kur’an’da geçen şu beş olay bu dünyada gerçekleşmiştir: Lizâm cezası (Tâhâ 20/129; Furkan 25/77), Rûm’un yenilmesi (Rûm 30/2), ayın yarılması (Kamer 54/1), bu sûrede geçen duhân ve batşa (Buhârî, “Tefsîr”, 44/1-5).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 793-794
 

اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ

 

اَنّٰى  istifham ismi  كَيْفَ  manasında olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

لَهُمُ  car mecruru  الذِّكْرٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir. الذِّكْرٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû muahhar mübtedadır. 

الذِّكْرٰى  maksur isimlerdendir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌ  cümlesi  لَهُمُ ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.  

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  “وَقَدْ”  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren  و ‘sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  رَسُولٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مُب۪ينٌ  kelimesi  رَسُولٌ ‘ün sıfatı olup damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir vardır.  كَيْفَ  manasındaki istifham harfi  اَنّٰى ,  mukaddem haber olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمُ  car mecruru, muahhar mübteda olan  الذِّكْرٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

Buharî'nin dediğine göre;  الذِّكْرٰى (düşünüp, ibret almak) ve zikir aynı anlamdadır. (Kurtubî)

İşte görüldüğü üzere bu da onların kelamını, azabın kaldırılması taleplerini reddetmekte ve onların, azap kalktığı takdirde başlarına gelen musibetten öğüt ve ibret almak anlamında olan iman etmek vaadini tekzip etmektedir. Yani onlar nasıl veya nerede bundan öğüt alıp da azap kendilerinden kaldırıldığı takdirde verdikleri vaadi yerine getirirler? (Ebüssuûd)


 وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ

 

 

Ayetin sonunda hal و ’ıyla gelen bu cümle, tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

رَسُولٌ  kelimesindeki nekrelik ve tazim içindir. رَسُولٌ  için sıfat olan  مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

مُب۪ينٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder. 

مُب۪ينٌۙ , mübalağa için  بانَ  anlamında  gelen  أبانَ  fiilinin, ism-i faildir. (Âşûr, Yasin/60)

İsm-i failler genellikle müteaddi fiilden, sıfat-ı müşebbeheler ise lâzım fiilden yapılır. Sülasi fiillerin dışındaki fiillerin sıfat-ı müşebbeheleri, kendi ism-i failleridir.

(Arapçada Sıfat-ı Müşebbehe Ve İsm-i Fail İle İlişkisi Sibel DOKUYUCU, Kahramanmaraş Sütçü İmam Ün., Sosyal Bil. Enst., ORCID: 0000-0002-9416-4764)