Duhân Sûresi 24. Ayet

وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْواًۜ اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ  ...

“Denizi açık hâlde bırak.” Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتْرُكِ ve bırak ت ر ك
2 الْبَحْرَ denizi ب ح ر
3 رَهْوًا açık ر ه و
4 إِنَّهُمْ çünkü onlar
5 جُنْدٌ bir ordudur ج ن د
6 مُغْرَقُونَ boğulacak غ ر ق
 

Hz. Peygamber ve müminlerin karşısında Arap müşrikler olduğu gibi burada zikredilen tarihî örnekte de Hz. Mûsâ ve ona iman eden İsrâil-oğulları karşısında Firavun ve adamları vardı. Onlar inkârda direnip yapılacak başka bir şey de kalmayınca Allah, İsrâiloğulları’na vaad ettiği mûcizelerden birini lutfetti, Hz. Mûsâ’ya, inananları alıp gece yolculuğa çıkmasını emretti. Ken‘ân diyarına gitmek için Kızıldeniz’i geçmek gerekiyordu. Allah onlara denizden bir yol açtı, selâmetle geçtiler, arkadan gelen Firavun ve askerleri ise denizde açılan o yolun yeniden su ile dolması sebebiyle boğuldular. Mısır’da büyük bir refah, sayısız nimetler içinde yaşıyorlardı, bâtıl bir dâva uğruna bütün bu nimetleri, daha da önemlisi canlarını kaybettiler (denizin yarılması, geçiş için yol açılması ile ilgili olarak bk. Bakara 2/50). Dün köle olarak kullandıkları ve durmadan aşağılayıp işkence ettikleri İsrâiloğulları’na bu gibi nimetler bahşedildi. Tabii bu lutuflar da şartlı idi, İsrâiloğulları Hz. Musâ’ya iman ettikleri için bu nimetler, aynı çağda ve çevrede yaşayan başka topluluklara değil, kendilerine verilmişti; şart ise Allah’a itaat etmek, peygamberin yolundan gitmekti.

29. âyette geçen “Ne gök ağladı ne de yer” ifadesi mecazidir; kendilerini bir şey zanneden, başkalarını aşağılayan, kendilerinin içinde bulunmadığı bir dünya tasavvur edemeyen Firavun ve yandaşlarının hiç de önemli kimseler olmadığı anlatılmaktadır.

 

 

 

وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْواًۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اتْرُكِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. الْبَحْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَهْواً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ

 

İsim cümlesidir.  اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. جُنْدٌ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 

مُغْرَقُونَ  kelimesi  جُنْدٌ ‘un sıfat  olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْواًۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلاً  cümlesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

رَهْواً  kelimesi hal olarak mansubtur. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

رَهْواً  kelimesi, Kur’an-ı Kerîm'de buradan başka bir yerde geçmemiştir. Râğıb, bu ayetle alakalı olarak, “Bu kelime ‘sakin’ demektir, yolun genişliğini ifade ettiği de söylenmiştir” demiştir, ki bu doğrudur. Bu kelimede kurtuluş ve engebesiz olma manaları vardır. رَهْواً  kelimesinin, ‘geniş bir boşluk’ manasında olduğu da söylenmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.93)

Rehven  رَهْواً  kelimesi kişi iki ayağını açtığı zaman mastar olarak  الفَجْوَةُ رَهْوًا  şekilde kullanılır. Deniz için kullanılmasında teşbih-i beliğ vardır. (Âşûr)

 

اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)  

مُغْرَقُونَ  kelimesi  جُنْدٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. 

مُغْرَقُونَ - الْبَحْرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Firavun, nehirlerin köşkünün altından akmasıyla ve bahçelerinin ağaçlarıyla övündüğünden, cezası da yaptığı işin cinsinden başına geldi. İşte bunun için Allah Teâlâ Musa'ya (as) kara tarafına değil de deniz tarafına yürümesini emretmişti. Yoksa bütün noksanlıklardan münezzeh olan Allah (cc) düşmanı karada da, kıptîlerden önce gelmiş birçok kâfirlere yaptığı gibi, yok etmeye kādirdir. (Rûhu’l-Beyân)