ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ثُمَّ | sonra |
|
2 | جَعَلْنَاكَ | seni koyduk |
|
3 | عَلَىٰ | üzerine |
|
4 | شَرِيعَةٍ | bir şeriat |
|
5 | مِنَ | -den |
|
6 | الْأَمْرِ | emrimiz- |
|
7 | فَاتَّبِعْهَا | sen ona uy |
|
8 | وَلَا | ve |
|
9 | تَتَّبِعْ | uyma |
|
10 | أَهْوَاءَ | keyiflerine |
|
11 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
12 | لَا |
|
|
13 | يَعْلَمُونَ | bilmeyen(lerin) |
|
Din ve şeriat ilk defa Hz. Muhammed’e gelmiş değildir, daha önce gelip geçmiş binlerce peygamber vasıtasıyla Allah özü aynı, detayları farklı dinler göndermiş, bir yoruma göre aynı olan öze din (hatta İslâm), farklı olan detaylara, amelî hükümlere, kulluk şekillerine sosyal ve hukukî düzenlemelere de şeriat denilmiştir. Son peygambere ve ondan sonra gelecek olan bütün insanlara gönderilen İslâm dini ve şeriatı, bütün diğer dinleri vahyeden Allah’tan gelmiştir. Ona yalnızca diğer insanlar değil peygamber de uymak zorundadır. Günlük dilde şeriat kelimesi, yalnızca vahyedilen dini değil, bundan ictihad yoluyla çıkarılmış hükümleri ve âlimler tarafından yapılan yorumları da ifade etmektedir. Peygamber gibi mâsum olmayan, ictihad ve yorumlarının isabetsiz olma ihtimali de bulunan âlimlerin ictihadları, hükmü kesin olan vahiy gibi bağlayıcı değildir; bunlar başka âlimler tarafından reddedilebilir, yerlerine yenileri konabilir.
Dinine uygun yaşayanların dostu ve koruyucusu Allah’tır. Hak dinden sapanlar da aralarında dostluk ve dayanışma birlikleri kurarlar; ancak hak dine uyulmaması halinde elde edilecek hiçbir menfaat, kazanç veya edinilecek dostlar kişiyi, Allah’ın cezasından kurtarmaya yetmez.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 17
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. ثُمَّ hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
ثُمَّ : matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.
جَعَلْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جَعَلْنَا değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek 2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰى شَر۪يعَةٍ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. مِنَ الْاَمْرِ car mecruru شَر۪يعَةٍ ‘ in mahzuf sıfatına mütealliktir.
فَ sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfidir. اتَّبِعْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَتَّبِـعْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اَهْوَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَعْلَمُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَتَّبِـعْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl bâbı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا
Ayet, rütbe ve terahi ifade eden ثُمَّ atıf harfiyle kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Eğer cümlede rütbeten terahi kastedilmeseydi cümlenin başında atıf وَ ’ı olurdu.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Car mecrur عَلٰى شَر۪يعَةٍ mahzuf ikinci mef’ûle, مِنَ الْاَمْرِ car mecruru ise شَر۪يعَةٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. Mef’ûlün ve sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
شَر۪يعَةٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
اتَّبِعْهَا cümlesinde فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Mahzuf istînâfın takdiri تنبّه (Dikkat et!) şeklindedir. اتَّبِعْهَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
شَر۪يعَةٍ kelimesinin asıl manası su yoludur. Bir canlının susuz yaşaması düşünülemediği gibi, bir ümmetin de şeriatsız yaşaması düşünülemez. Burada şeriat kelimesi, ‘hayata azık, iyilik, adalet, rahmet’ manasında gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.332)
مِنَ الْاَمْرِ (emirden) sözü, vahiyden manasındadır. Şeriat diye isimlendirilen vahiydir. Vahiy tefsir edilir, buna kıyas yapılır ve hüküm çıkarılır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 6, s.141)
Rağıb: شَر۪يعَةٍ aslında masdardır demiştir. (Rağıb el-İsfehani, a.g.e., 258.) Sonra açık ve geniş yola isim yapılmıştır. Bu da dinde Allah’ın yolu anlamına istiare yoluyla kullanılmıştır. Bazıları şeriata, şeriat denilmesi, su içmek için kullanılan yola şu yönüyle benzetildiğini söylemişlerdir: Çünkü hakikat ve doğruluk üzere onda yürüyen hem kanar hem temizlenir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Buradaki عَلى harfi temekkün ve sebat ifade eden mecazî isti’la içindir. (Âşûr)
وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اَهْوَٓاءَ için muzâfun ileyh konumunda olan cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan لَا يَعْلَمُونَ cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اتَّبِعْ - لَا تَتَّبِـعْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اتَّبِعْهَا cümlesiyle لَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ (Hevaya tabi olmak) ibaresinde istiare vardır. Onların kötü arzuları helake çağıran davetçiler, dalalet yollarını gösteren rehberler yerine konmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)