وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | تُتْلَىٰ | okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
4 | ايَاتُنَا | ayetlerimiz |
|
5 | بَيِّنَاتٍ | açık açık |
|
6 | مَا |
|
|
7 | كَانَ | olmamıştır |
|
8 | حُجَّتَهُمْ | bir delilleri |
|
9 | إِلَّا | başka |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | قَالُوا | demelerinden |
|
12 | ائْتُوا | getirin |
|
13 | بِابَائِنَا | babalarımızı |
|
14 | إِنْ | eğer |
|
15 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
16 | صَادِقِينَ | doğrular(dan) |
|
İnsanlara verilmiş bulunan bilgi vasıtaları ile fizik ötesi âlemi bilmek mümkün değildir; öldükten sonra dirilme ve âhiret de bu âleme dahildir. İnkârcıların bu konudaki iddiaları, bilmedikleri ve bilemeyecekleri bir konuda tahmin yürütmekten ibarettir. Bu sebeple mantık dışı önermelere başvurmakta, olmayacak taleplerde bulunmaktadırlar. “Atalarımızı geri getirin” teklifi de bu kabildendir; çünkü dinin iddiası onları geri getirmek değil, diğer âlemde diriltmek ve bir araya getirmektir, bu da olacaktır. Bu dünyadan gidenlerin geri getirilmesi ilâhî programa uygun bulunmamaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 20Dehera دهر :
Dehrin asıl anlamı, ilk vücuda geldiğinden, son bulacağı ana kadar olan alemin suresine denir. Daha sonra bu kelime uzun olan her müddet için kullanılır olmuştur.
Dehr, zamandan farklıdır. Çünkü zaman, hem kısa hem uzun müddet anlamına gelir.
Dehr ile Müddet arasındaki fark: Dehr birbirinden farklı olsun yada olmasın ardı ardına gelen vakitlerin toplamıdır. Bu nedenle kış bir müddettir denilir, çünkü havanın soğukluğu vs. nitelikleri konusunda bütün vakitleri birbirine denktir ancak bu anlamda dehr kelimesi kullanılmazken sıcaklık, soğukluk ve bunun gibi durumlarda birbirinden farklı durumları kapsadığından dolayı yıllar için dehr kelimesi kullanılır.
Yine müddet, dehrden daha uzun olabilir. Müddet ve ecel ise birbirlerine yakındır.
Dehir aslında âlemin kalma (devam etme) müddeti demektir. Sonra çok bir müddete de denilir. Zaman kavramı ise az bir müddete denilmesi itibarıyla bundan farklıdır. Falancanın dehri, onun hayat müddeti demek olur.
(Müfredat-Furuq-Elmalılı) Kuran’ı Kerim’de sadece isim formunda 2 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres) Türkçede kullanılan şekli Dehriye (mezhebi)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُتْلٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُتْلٰى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir.
اٰيَاتُنَا naib-i fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتُنَا ‘nın hali olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. حُجَّتَهُمْ izafeti كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ائْتُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰبَٓائِنَٓا car mecruru ائْتُوا fiiline mütealliktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Takdiri, إن كنتم صادقين في الحديث عن البعث فأتوا بآبائنا (Eğer ba’s hakkındaki sözünüz doğruysa babalarımızı getirin) şeklindedir.
صَادِق۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اِذَا , cümleye muzâf olan şart ve mazi manalı zaman zarfıdır. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
اِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumunda olan şart cümlesi تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
اٰيَاتُنَا ibaresinde ayetler, ayetleri yüceltmek ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 397)
Böylece bu ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manası ifade edilmiştir.
بَيِّنَاتٍ , naib-i fail olan اٰيَاتُنَا ’dan haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
تُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Burada اِنْ değil, اِذَا buyurulmuştur. Çünkü bahsedilen olay gerçekleşmiştir ya da kesinlikle gerçekleşecektir. Çünkü اِذَا harfi, sık karşılaşılan durumlarda veya kesinlik bulacak olaylarda kullanılır. اِنْ harfi ise varsayım ifade eder. Bu hadise vuku bulur ya da vuku bulmaz. Dolayısıyla ayet onlara ayetlerin okunduğunu ve onların büyüklenerek yüz çevirdiklerini ifade eder. تُتْلٰى fiili, muzari olarak gelerek, bu okumanın tekrarlandığına delalet etmiştir. Okumanın tekrarlanması üzerinde düşünmeyi gerektirir. Ama onlar kibirlenerek yüz çevirmişlerdir.
فَ karinesi olmadan gelen مَا كَانَ حُجَّتَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا , cevap cümlesidir. كَانَ ’nin dahil olduğu, kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. حُجَّتَهُمْ izafeti, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda geldiği halde tehekküm manası taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede mecâz-ı mürsel sanatı vardır. İnkârcıların sözleri, zıddiyet alakasıyla hüccete benzetilmiştir. (Âşûr)
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, كَانَ ’nin ismiyle haberi arasındadır.
Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. حُجَّتَهُمْ mevsuf/maksûr, اَنْ قَالُوا ائْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا sıfat/maksûrun aleyhtir.
Şayet “Onların sözleri bir delil olmadığı halde bunları niçin delil diye isimlendirdi?” dersen şöyle derim: Çünkü bu iddialarını, bir delil ortaya koyan kişi gibi dile getiriyor, iddialarını hüccete benzetiyorlardı. Ayette de onlarla alay etmek için iddiaları delil diye isimlendirildi. Yahut iddiaları onların hesap ve değerlendirmelerine göre bir hüccet olduğu için böyle isimlendirildi. (Keşşâf)
Onların söylediklerine hüccet denilmesi, onu hüccet konusunda ileri sürdüklerine binaendir. Bu da, onlarla istihza anlamını taşımaktadır. (Ebüssuûd)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ayetin fasılası, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Şartın cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
كَان ’nin haberi olan صَادِق۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s.124)
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ sözünde cevap zikredilmemiştir. Öncesindeki [Babalarımızı geri getirin] sözü bunun cevabıdır. Ama önce gelerek bunun delili olmuştur. Buradaki اِنْ harfi vuku bulma ihtimali zayıf bir fiilin başına gelir. Aslında bununla kastedilen babalarının geri dönmesinin imkansızlığıdır.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)