Câsiye Sûresi 24. Ayet

وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ  ...

Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 مَا yoktur
3 هِيَ
4 إِلَّا başka bir şey
5 حَيَاتُنَا hayatımızdan ح ي ي
6 الدُّنْيَا dünya د ن و
7 نَمُوتُ ölürüz م و ت
8 وَنَحْيَا ve yaşarız ح ي ي
9 وَمَا ve
10 يُهْلِكُنَا bizi helak etmiyor ه ل ك
11 إِلَّا başkası
12 الدَّهْرُ zamandan د ه ر
13 وَمَا fakat yoktur
14 لَهُمْ onların
15 بِذَٰلِكَ bu hususta
16 مِنْ hiçbir
17 عِلْمٍ bilgileri ع ل م
18 إِنْ (hayır)
19 هُمْ onlar
20 إِلَّا sadece
21 يَظُنُّونَ zannediyorlar ظ ن ن
 

“Ölürüz, yaşarız” cümlesinde önce ölüm sonra dirilme, hayata gelme zikredildiği için bazı tefsirciler bununla, Câhiliye Arapları’nın tenâsüh (ruh göçü, reenkarnasyon) inancına işaret edildiğini ileri sürmüşlerdir. İlk bakışta bu mâna ihtimal dışı görülmemekle beraber Araplar’ın böyle bir inanca sahip oldukları yönünde tarihî bir bilgi bulunmamaktadır. Şu halde bu âyette maksat, putperestlerin âhirete, öldükten sonra başka bir âlemde dirilmeye inanmadıklarını, onların bir kısım olumsuz davranışlarına bu inançsızlığın kaynaklık ettiğini açıklamaktır. Başka âyetlerde “ölür diriliriz” sözlerinden sonra, “öldükten sonra diriltilecek değiliz” demeleri, maksatlarının tenâsühe inandıklarını göstermek değil, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmek olduğunu açıkça ortaya koymaktadır (En‘âm 6/29; Mü’minûn 23/37; reenkarnasyon için bk. Bakara 2/28). 


  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 20
 

 Peygamber Efendimiz bir kûdsi hadisde Allah Teâlâ’nın şöyle buyurdugunu haber vermiştir:

” İnsan zamana (dehre) söverek Beni üzer.  Halbuki zamanı yaratan Benim.  Her şey Benim elimdedir. Geceyi, gündüzü Ben idare ederim “

(Buhari ,Tefsir 45/1;Tevhit 35;Müslim Elfâz 1).

 

وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا ‘dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  حَيَاتُنَا  haber olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  حَيَاتُنَا ‘nın sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

نَمُوتُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  نَحْيَا  atıf harfi وَ ‘la  نَمُوتُ ‘ye matuftur. نَحْيَا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. مَا يُهْلِكُنَٓا  atıf harfi وَ ‘la  نَمُوتُ ‘ya matuftur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُهْلِكُنَٓا  damme ile merfû muzari fiildir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَّا  hasr edatıdır. الدَّهْرُ  fail olup lafzen merfûdur. 

يُهْلِكُنَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ 

 

مَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ  cümlesi  قَالُوا ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ” gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  haliyyedir. مَا  nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  بِذٰلِكَ  car mecruru  عِلْمٍ ‘e mütealliktir. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  عِلْمٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.


اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

 

 

Cümle, وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ  cümlesinden bedel olup mahallen mansubdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.

يَظُنُّونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَظُنُّونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَقَالُوا مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا 

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا   fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَا هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Mübteda ve haber arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  هِيَ  maksûr, haber olan  حَيَاتُنَا الدُّنْيَا  maksûrun aleyhtir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

الدُّنْيَا , haber olan  حَيَاتُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

[Bu (hayat) dünya hayatımızdan başka bir şey değildir] sözündeki zamir ile dünya hayatı kastedilmiştir, çünkü bu cümleden maksat ikinci hayatı inkârdır. Onlar bu dünya hayatından başka bir hayatları olmadığını söylemektedirler. Bazı alimler bu zamirin şan zamiri olduğu görüşündedir. Mana da şöyledir: Hal, şan ve konu, bu dünya hayatından başka bir hayatın olmadığıdır. Bu şan zamiri, mütekellimin manaya verdiği önemin kuvvetine delalet eder. İşte bu şan zamirinin tefsiridir. Çünkü şan zamiri, kişiyi bu zamir ile arzu edilen şeyi kabul etmeye ve bakışlarını buraya çevirmeye hazırlar. Bunlar bu sözleri söyleyen kavmin yakîninin kuvvetine veya söyledikleri şeyin propagandasını yapmak için duydukları isteğin kuvvetine işaret eder. Bu şan zamirini kasr takip etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Câsiye/24, s. 204)


 نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müşriklerin sözlerine dahil olan  نَمُوتُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَنَحْيَا  cümlesi, tezat nedeniyle makabline atfedilmiştir. Bu kelimeler arasında tıbâk-ı îcab, iki cümle arasında mukabele sanatı vardır. 

Muzari sıygada gelen fiiller hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَحْيَا  -  حَيَاتُنَا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَمَا يُهْلِكُنَٓا اِلَّا الدَّهْرُۚ  cümlesi, atıf harfi  وَ  ile … نَمُوتُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Fiille fail arasındadır.

نَحْيَا /yaşarız ifadesinin  نَمُوتُ /ölürüz ifadesinden daha sonra getirilmesinin sebebi, ses uyumu bakımından bir nevi fasıla gözetilmiş olmasındandır. Bir diğer sebebi de Arapça'da  وَ  harfinin mutlak cem’ yani çoğul ifade etmesi, tertip şartının olmamasıdır. Buna göre ”ölürüz ve yaşarız” ifadesi, bu tertipde anlaşılmayacak, dünyadaki gerçek duruma uygun olarak yaşarız ve ölürüz şeklinde anlaşılacaktır. Müşriklerin ”ölürüz ve yaşarız" ifadesi ile tenasühü de kastetmiş olmaları mümkündür. Çünkü puta tapanların ekserisinin inancı tenasühtür.

Ta'rifât'ta şöyle söylenir: ”Tenasüh araya herhangi bir zaman dilimi girmeksizin ruhun bir cesetten ayrıldıktan sonra aralarındaki kopmaz bağ sebebi ile hemen başka bir cesede girmesinden ibarettir. (Ruhu’l Beyan)


 وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍۚ 

 

 

Cümle  قَالُوا ‘daki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Zaid harfle tekid edilen sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Lafzen mecrur mahallen merfû olan  عِلْمٍ , muahhar mübtedadır. 

Bazı alimlerimize göre bu takdim ihtisas ifade eder. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın dilediği şeylerin tafsilatını, kainatta gerçekleşen arzusunu bilmezler. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.109)

بِذٰلِكَ  car mecruru  عِلْمٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

عِلْمٍ ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Zaid  مِنْ  harfi sebebiyle kelime ‘hiçbir ilim’ anlamı kazanmıştır. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile müşriklerin inancına işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


اِنْ هُمْ اِلَّا يَظُنُّونَ

 

Fasılla gelen cümle,  وَمَا لَهُمْ بِذٰلِكَ مِنْ عِلْمٍ  cümlesinden bedeldir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Tevabîden birisi olan bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir ifadenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formundaki terkip kasrla tekid edilmiştir. Mübteda ve haber arasındaki kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)