وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِلَّهِ | Allah’ındır |
|
2 | مُلْكُ | mülkü |
|
3 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
4 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
5 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
6 | تَقُومُ | başladığı |
|
7 | السَّاعَةُ | sa’at |
|
8 | يَوْمَئِذٍ | işte o gün |
|
9 | يَخْسَرُ | hüsrana uğrayacaktır |
|
10 | الْمُبْطِلُونَ | iptalciler |
|
Öldükten sonra dirilmeyi, dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çekilmeyi inkâr eden, bu konuları anlatan âyetleri alaya alan müşriklere, yanlış yollarında devam ettikleri takdirde nelerle karşılaşacakları daha detaylı olarak açıklanmak suretiyle imana gelmeleri teşvik edilmektedir.
Dünyada topluluklar (kavimler, kabileler, ümmetler, milletler...) sosyal gruplar olarak ayrılmış, her grup da kendi içinde alt bölünmelere tâbi tutulmuş, insanlık tarihinde birçok yer ve zamanda bu gruplar ayrı defterlere kaydedilmiş, burada grubun her ferdi için de bir hâne açılmıştır. Âyetlerden anlaşıldığına göre âhiret hesabı bakımından da hem gruplara birer defter tahsis edilmiş, hem de her bir ferdin yapıp ettikleri kayda geçirilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 22-23
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesdir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ zaman zarfı olup يَخْسَرُ fiiline mütealliktir. تَقُومُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقُومُ damme ile merfû muzari fiildir. السَّاعَةُ fail olup lafzen merfûdur. يَوْمَئِذٍ zaman zarfı ilk يَوْمَ ‘den bedeldir.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı إذ için muzâftır. يَخْسَرُ fiiline mütealliktir. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
يَخْسَرُ damme ile merfû muzari fiildir. الْمُبْطِلُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُبْطِلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
وَ atıftır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مُلْكُ السَّمٰوَاتِ , muahhar mübtedadır. Cümlede müsnedün ileyh izafetle marife olmuştur. Bu izafet faydayı çoğaltmak ve az sözle çok anlam ifade etmek amacına matuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Car mecrurun takdimi, kasr ifade etmiştir. (Âşûr) Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. لِلّٰهِ maksurun aleyh/sıfat, مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ maksur/mevsûf olmak üzere, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani müsnedün ileyhin takdim edilen bu müsnede has olduğu ifade edilmiştir.
Mecrur haber vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar, mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
وَالْاَرْضِ kelimesi, tezat sebebiyle muzâfun ileyh olan السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَخْسَرُ الْمُبْطِلُونَ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ , ihtimam için müteallakı olan يَخْسَرُ fiiline takdim edilmiştir.
Muzâfun ileyh konumundaki تَقُومُ السَّاعَةُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَوْمَئِذٍ , zaman zarfı يَوْمَ ‘yi tekid için gelmiştir.
‘Gün’ manasındaki يَوْمَ kelimesinin tekrar edilmesi kıyamet gününün korkunçluğunu zihinlere yerleştirmek içindir. Bu tekrarda ıtnab ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّاعَةُ kelimesi تَقُومُ fiilinin failidir. Kıyamet gününden kinayedir.
تَقُومُ السَّاعَةُ ifadesinde saat, تَقُومُ fiiline isnad edilmiştir. Aslında gelen gün değil o vakittir. Bu üslup, o günün önemini vurgulamak için yapılan mecazî isnad sanatıdır.
يَوْمَ - السَّاعَةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْمُبْطِلُونَ ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme ifade etmiştir.
Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Önceki zarfı tekid için gelen يَوْمَ ’nin muzâf olduğu ئِذٍ ’deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
تَقُومُ السَّاعَةُ ifadesinde istiare vardır. Saatin gelmesi ile kastedilen, vaktin, onun için belirlenen zaman diliminin gelmesidir. Arapların: قد قامت السوق (Pazar geldi/başladı) sözleri de bu manada olup, pazar esnafının hareketlenip alışveriş yapacakları vakit başladı demektir. Kıyamete, القيامة adının verilmesi de bu manaya göredir. Yine o vakitte insanların ayakları üzerine dikilmelerinden dolayı onun bu şekilde isimlendirilmiş olması da mümkündür. Çünkü kıyametin asıl anlamı ‘ayağa kalkma’dır. Nitekim Yüce Allah bu manada يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ [O gün insanlar alemlerin Rabbi huzurunda ayağa kalkacaklardır] (Mutaffifin/6) buyurmuştur. Yine Allah’ın bu suredeki وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ [Göğün ve yerin, O’nun buyruğu ile ayakta durması da O’nun delillerindendir] sözüne gelince, bunun manası, göğün ve yerin Allah’ın iradesiyle uzay boşluğundaki tutunma yerlerine sarılmaları, durmalarıdır. إنَّما يقوم الأمر فلان بكذا (Falanca bu işi ancak şununla ayakta tutar) anlamındaki sözü de bunun gibidir ki, o işin ancak o şeye yapışarak ayağa kaldırılacağını ifade etmek istemektedir. Halbuki burada, gerçek anlamda, kendisine işaret edilen ayakta durma (kıyam) diye bir şey mevcut değildir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Ayetteki ”batıla sapmak", batılı işlemek, gerçeği olmayan söz söylemek demektir. Burada bundan maksat, hakkı gerçek olarak kabul etmeyenler, öldükten sonra dirilmeyi asılsız kabul edenlerdir. Batıla sapanların hüsrana uğramalarından maksat, hüsranlarının o gün ortaya çıkması demektir. (Ruhu’l Beyan)