Ahkaf Sûresi 5. Ayet

وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ  ...

Kim, Allah’ı bırakıp da, kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapıktır? Oysa onlar, bunların tapınmalarından habersizdirler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ kim olabilir?
2 أَضَلُّ daha sapık ض ل ل
3 مِمَّنْ kimseden
4 يَدْعُو yalvaran د ع و
5 مِنْ
6 دُونِ bırakıp da د و ن
7 اللَّهِ Allah’ı
8 مَنْ kimselere
9 لَا
10 يَسْتَجِيبُ cevap veremeyecek ج و ب
11 لَهُ kendisine
12 إِلَىٰ kadar
13 يَوْمِ gününe ي و م
14 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
15 وَهُمْ oysa onlar
16 عَنْ -ndan
17 دُعَائِهِمْ bunların yalvardıkları- د ع و
18 غَافِلُونَ habersizdirler غ ف ل
 
Yakarma; işiten, gören, bilen, isteneni verme gücü bulunan varlığa yapılırsa anlamlı olur. Putlar bunlardan mahrumdur, yalvaranların farkında bile değildir, kıyamete kadar da cevap veremeyeceklerdir. Bütün bunlara rağmen putlara yalvarıp yakaranların şaşkınlıkları apaçık ortadadır. Kıyamet gününde Allah, kendinden başka tapma konusu edinilen varlıklarla onlara tapanları bir araya getirecek, taraflar birbirinden nefret edecekler, tapılanlar Allah’a sığınarak kendilerini savunacak ve gerçekte müşriklerin kendilerine tapmadıklarını da açıklayacaklardır (Yûnus 10/29; Furkan 25/18; Kasas 28/63)
 

وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَضَلُّ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اَضَلُّ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يَدْعُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

يَدْعُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir. 

مِنْ دُونِ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  يَدْعُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَسْتَج۪يبُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَج۪يبُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَـهُٓ  car mecruru  يَسْتَج۪يبُ  fiiline mütealliktir.  اِلٰى يَوْمِ  car mecrur mahzuf hale mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يَسْتَج۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ

 

وَ  atıf harfidir. يَسْتَج۪يبُ 'deki failin hali olması da caizdir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَنْ دُعَٓائِهِمْ  car mecruru  غَافِلُونَ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

غَافِلُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و 'dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

غَافِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَنْ لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir. 

İstînâfiyye  وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

İnkârî istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümle istifhâm üslubunda geldiği halde tahkir ve inkâr manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cevabının malum olduğu istifhamda, tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Soru ismi  مَنْ  mübtedadır. Müsned olan  اَضَلُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , harf-i cerle birlikte  اَضَلُّ ’ya mütealliktir. Sılası olan  يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.

Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayetteki  مَنْ  istifham edatlarından biridir. Buradaki istifham cümlesi asıl manasının yani soru manasının dışında kullanılmıştır. Ayetin öncesi ve sonrasına bakılarak nefiy ve inkâr ifade ettiği anlamı çıkmaktadır. Buna göre “Allah’tan başka birşeye ibadet edenden daha dalalette olan kim vardır?” cümlesi ‘’ Allah’tan başka birşeye ibadet eden kimseden daha dalalette olan biri yoktur.’’ manasını taşımaktadır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Suresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi) 

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir. Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin ‘Allah'tan gayrı’ ve ‘Allah'la beraber’ olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

Mef’ûl konumundaki ikinci ism-i mevsûl  مَنْ ’nın sılası olan   لَا يَسْتَج۪يبُ لَـهُٓ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Putların kıyamet gününde onlara cevap veremeyecekleri, hiçbir şeye güç yettiremediklerinden kinayedir.

وَمَنْ اَضَلُّ [Daha sapık kimdir?] şeklindeki istifham; inkârîdir, yani mana ‘’kendilerine cevap veremeyecek olanlara dua edenlerden daha sapkın yoktur’’ şeklindedir. Bu mananın olumsuzluk harfi yerine istifham harfi ile ifade edilmesinde, dinleyen kişinin vicdanına dönmesini ve düşünmesini sağlama kastı vardır. Çünkü insan kendi kendine yalan söylemez. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.81

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ عَنْ دُعَٓائِهِمْ غَافِلُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Müsned olan  غَافِلُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

 يَدْعُوا - دُعَٓائِهِمْ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak,  مَنْ ‘in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu müşriklerden daha sapkın kimse yoktur; çünkü onlar, Semi' (her şeyi işiten), Kādir (her şeye muktedir olan), Mucîb (dualara cevap veren) ve Habîr (Her şeyden haberdar olan) yaradanlarının ibadetini bırakıp kendi elleriyle yaptıkları ve işitmesi, kudreti ve kıyamete kadar cevap vermesi olmayacak olan şeylere tapmaktadırlar. Halbuki taptıkları şeylerin, kendilerine taptıklarından haberleri bile yoltur; çünkü taptıkları şeyler, cansızdır.

Müşriklerin taptıkları şeylerin, cevap veremeyecekleri ve tapıldıklarından habersiz oldukları açık bir gerçek iken, o şeylerin böyle vasıflandırılmaları o putları ve tapanlarını tahkir içindir. (Ebüssuûd)

Putlar cansız varlıklar oldukları halde, onlar için aklı olan varlıklara ait zamirler kullanılmıştır. Çünkü onlar, karşılık vermemek, gafil olmak gibi nitelemelerle akıllılar gibi telakki edilmişlerdir. (Ruhu’l Beyan, Âşûr)

Müşrikler cahillik ve ahmaklıklarından dolayı ibadet ettikleri putları gören, işiten, bilen varlıklar olarak saydıklarından, onların inançlarına göre akıllı varlıklarda kullanılan zamir yer almıştır. Diğer bir sebep ise tağlib ciheti ile  هُمْ  zamirinin kullanılmasıdır. Bu da şu şekilde açıklanabilir. مِنْ دُونِ اللّٰهِ (Allah’tan başka) tapılacak şeylerin içerisinde akıllı varlıklar olarak; insanlar, cinler ve akılsız varlıklardan da putlar ve diğer akılsız varlıklar yer alır. İnsan ve cin gibi akıllı varlıklar, hayvan, taş ve tahta gibi akılsız varlıklara üstün/galip gelmiş ve tağlib ciheti ile  هُمْ  zamiri kullanılmıştır.(Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi) 

لَا يَسْتَج۪يبُ ‘daki müfred zamirden, bu cümlede cemi  هُمْ  zamirine iltifat edilmiştir.