Muhammed Sûresi 21. Ayet

طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠ فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ  ...

İtaat ve güzel bir söz onlar için daha hayırlıdır. İş ciddileşince Allah’a verdikleri söze bağlı kalsalardı, elbette kendileri için daha iyi olurdu.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 طَاعَةٌ ita’at etmektir ط و ع
2 وَقَوْلٌ ve söylemektir ق و ل
3 مَعْرُوفٌ güzel ع ر ف
4 فَإِذَا zaman
5 عَزَمَ azmedildiği ع ز م
6 الْأَمْرُ işe ا م ر
7 فَلَوْ şayet
8 صَدَقُوا sadık kalsalardı ص د ق
9 اللَّهَ Allah’a
10 لَكَانَ elbette olurdu ك و ن
11 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
12 لَهُمْ kendileri için
 
Müminler cihadın şeref ve ecrine nâil olmak, düşmanları yenerek müminlerin güvenlik içinde hayatlarını sürdürmelerini sağlamak, müslüman olmayanlara da din hürriyeti getirmek için içtenlikle savaşa izin verilmesini, hatta cihadın farz kılınmasını isterler. Münafıklar da bu isteğe katılmış gibi görünürler. Ancak cihadı farz kılan âyetler gelince münafıkların gerçek yüzleri ortaya çıkar, korkularından bayılmışçasına bakışları donuklaşır. Ama korkunun ecele faydası yoktur, korktuklarının başlarına gelmesi mukadderdir. Bazı tefsirciler 20. âyetin sonu ile 21. âyetin başını birbirine bağlamış ve oluşan cümleye şu mânayı vermişlerdir: Onlara yaraşan itaattir, dinin ve kamu vicdanın iyi bulduğu sözdür. Münafıklar görünüşte itaat etmekte ve yadırganmayacak, şüphe çekmeyecek sözler söylemektedirler. İş uygulamaya gelince göründükleri gibi olsalar, söylediklerini yapsalar şüphesiz bu onlar için hayırlı olacaktır.
 

طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠

 

İsim cümlesidir.  طَاعَةٌ  ve  قَوْلٌ  mübtedadır. Haberi mahzuftur. Takdiri, أمثلٌ  (Misali mi?) şeklindedir. Veya haberdir mübteda mahzuftur. Takdiri, أمرنا طاعة.. أو هو (Durum veya durumumuz itaattir) şeklindedir. Veya önceki ayetteki  اَوْلٰى  kelimesinin haberi olup lafzen merfûdur.

قَوْلٌ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  مَعْرُوفٌ۠  kelimesi  قَوْلٌ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَعْرُوفٌ۠  kelimesi, sülasi mücerredi  عرف  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


 فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

عَزَمَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَزَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. الْاَمْرُ۠  fail olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  صَدَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir. خَيْراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  لَهُمْ  car mecruru  خَيْراً ‘e mütealliktir. 

خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr) 
 

طَاعَةٌ وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠ 

 

Fasılla gelen ayette  طَاعَةٌ , önceki ayetteki  فَاَوْلٰى ’nın haberidir.

وَقَوْلٌ مَعْرُوفٌ۠ , haber olan  طَاعَةٌ ’a matuftur. 

مَعْرُوفٌ۠  kelmesi  قَوْلٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Bu cümle, öncesinden bağımsız müstakil bir sözdür; yani itaat etmeleri ve uygun söz söylemeleri onlar için daha hayırlıdır. Denilmiştir ki bu onların “Bize düşen, itaat etmek ve uygun söz söylemektir.” anlamındaki sözlerinin aktarılmasıdır. (Keşşâf)


 فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠ فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ

 

 

فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  عَزَمَ الْاَمْرُ۠  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

الْاَمْرُ۠ kelimesinin başındaki lamıtarif ahid içindir.  

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَوْ صَدَقُوا اللّٰهَ لَكَانَ خَيْراً لَهُمْۚ , şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasındaki  صَدَقُوا اللّٰهَ  cümlesi şarttır.

لَوْ  harfinin geldiği cümlelerde hem şart hem de ceza fiili mazi olur. Ancak bir nükte için muzariye de dahil olabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu  لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. 

كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan s.124) 

لَوْ  şart edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler ِ لَوْ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

فَاِذَا عَزَمَ الْاَمْرُ۠  [İş ciddiye binince] cümlesinde mecâz-ı aklî vardır. Zira, azim (ciddiye binme), işi yapana ait olduğu halde işe nispet edilmiştir. Bu, نهارُهُ صائمٌ (Onun gündüzü oruçludur.) sözüne benzer. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)